Sayfalar

7 Ocak 2017 Cumartesi

Egan Orahilly'nin İhtiyarlığı

Soğuk aydınlıkta dikilir zorcana
Ve gider yoluna tiril titrek kıyı boyunca.
Sarsak, bükük ve söverek mide sızıltısına.

Tuzlu uçurum sulara boğar onu daha bir
Her işgüzar çarpıntısında dalganın
Gösterir dişlerini o, bitimsiz ölüm çığlığına denizin.

Çukurun yanında açılır kapanır gökkuşağı
Titreşir rüzgarda bitkisel görüntüler
Gülerler gizli gizli görüp ölümcülün çizgilerini.

O kısar kırmızı gözlerini ve kaynaşır garibanlar
Çirkin yüzleriyle ezerek şatoları, açar gizini
Başkaldıran yüzlerin, yere göğe söverek.

"Ey sürgün prensler, sizler mutsuzluğunuzda
Kaçtınız deniz ötesine. Adımlarımın gittiği her yanda
Evleriniz: atmayı kesmiş yürekler şimdi.

Öldürür çocuklarınızı açlık, çocuklarınızı ki ben
Çılgınlıklarını besleyebilirim ancak, uzun ve anlamsız yakanlar
Sizin için özümlenmiş can çekme sanatının yatağında.

Ama düşman yöneliyor aynı yöne ve çoğalıyor
Düzensiz vuruşu okyanusun yıktı dinginliğimi dün
Bu sabah deniz yumuşakçaları ve yapay sofular bulantısı."


Thomas Kinsella
Çeviren: Kaya Öztaş

Yarından Sonrası İçin Şarkı

Dublin'e çıkarsanız şöyle bir
Yüz yıl ya da daha sonra
Baggot Street'te söylerler size
Nasıldım arkadaşlarıma karşı.

Bir başkaydı o
Diyecekler size
Bir başka herifin
Tekiydi o

Çok zaman oluyor ninemi
Davet etmişti fakirhanesine
Ninem gülümsüyordu hep anımsayarak
İlk o tatlı yaprak koparışlarını.

Tehlikeliydi o, orası öyle
Tehlikeliydi
Tehlikeli olmasına
Tehlikeliydi o.

Pembroke Road'da atlarsınız
Bağrı açık görüntümü benim
Birkaç yumurcakla parmaklık arasından oynayan
Onların öz çocukları toprak altında olacak o zaman.

Uğursuz değil de hem
Seviyorduk çok onu
diyecekler size
Seviliyordu o.

Kahvelerde işitirsiniz
Kaldıysa boşlukta sesim
Sorun masada oturanlara
Ne düşünüyormuş dedeleri hakkımda benim.

Kendine özgü birisiydi o
Evet, kendine özgü
Kendine özgü olmasına
Kendine özgü biriydi o.

Bir tanrı vergisiydi onda
Herkese kesin değerini vermek
Tanrı nasıl nazlıysa ölçüde, öyle,
Niye sevsinler onu sanki.

Gururluydu o, orası öyle
Gururluydu
Diyecekler size
Gururluydu o.

Bir gün çıkarsanız Dublin'e
Yüz yıl ya da daha sonra
Soluyacak mısınız benim özümden
Gerçek bir lavantadan daha başka şey.

Kendini beğenmişti o.
Beğenmişti kendini
Orası öyle
Öyleydi o.

Yüz başka adın arasından
Bir kitapta gördüm adını, rafta
Okudum orada
"Çok daha iyi yapabilirdi"

Doğru, tembeldi tembel olmasına
Tembel
Diyecekler size
Tembelin tekiydi o.

Biliyordu ki Yarın
Us verilerini sever ancak
Yürekten kopan dizeler oysa
Yalnız ruhun Türküsü.

O da yalnızdı öyle
Orası öyle
Ama yaşamında yararlanmasını
Bildi o.


Patrick Kavanagh
Çeviren: Kaya Öztaş

Selam Yaratanlara

Tanıklardan bir bulut. Kime? Neye tanıklar;
Gökyüzünden gitmeyen o küçücük ateşe.
Günlük aşı pişiren o koskoca ateşe.

Ne varsa yeryüzünde bizi hatırlamasa bile
Bizce anılıp kutsanan. Ne varsa biz öldüğümüzde
Farkına varmayacak olan. Ama gene de

Anlam ve kanat veren her geçen ana.

Selam öyleyse Yaratanlara: sözlerden, eylemlerden
Kitaplar dizenlere. Ne kadar koşan varsa
O kadar yazanlara, nasıl büyürse bir aile

Yüzlerini güneşe döndüren ayçiçeklerince,
Ve bazen karartmalarda, hava saldırılarında
Nasıl bir ada yaratırsa gecede yapılan şaka,

Bazen de bir iyilik nasıl sararsa odayı,
Evleri ve köyleri, bazen de hiç olmadık
Bir vida sıkıştırmak, bıçakları bilemek

Bir anlam kazanırsa, tıpkı geceyarısı
Çan seslerini duymak paylaşmaksa onları,
Ya da ahir ömründe adamcağızın biri

Ihlamurlar diker de bütün bir cadde boyu
Koklarsa çiçeklerini daha açmadan, yürürse
Gölgeli kemerleri altından ağaçlar büyümeden,

Yeşermeye başlarsa otlar, doğanlarla birlikte
Yanında yürüyenlerden, nasıl nohut öğütür
Kahve bulamayınca insan ve saldırılara

Karşı durursa asker, analar gecelerce uykuyu düşünmeden
Hayatı yoğururlar, madenciler gündüzün kuyulara inerse,
Bir çocuk yaramaz uçurtmasını aldırışsız bir göğe

Nasıl salıverirse, balıkçılar sallayıp oltalarını
-Balıkla oynarlarsa, işçiler çalışıp da nasıl övünürlerse
Dökülen alın terinden daha gündeliklerini almayı düşünmeden,

Atlılar nasıl sürerse atları atların üzerindeyken,
Dağcılar nasıl tırmanırlarsa bir doruk orda diye,
Ve hayat nasıl doğrulanırsa intihar ederken bile:

Yaratmak budur işte. Yaratalım ey dostlar. Arınsın şu pis hava.



Louis Macneice
Çeviren: Cevat Çapan

Baştan Başa

Anlayabilmek işin aslını baştan başa
Olmayacaktı erken;
Bildiğimiz, sözlerin sıçrayışı rastgele,
Bir de şarkının dalları düşerken.
Ne zaman kulak versek büyük varlıklara biz,
Kırk yılda bir kere
Talih yaver giderse, yakalayabiliriz
Baştan başa bir ibare.

Bulabilsek mutluluğumuzu baştan başa
Kollarında başka birinin,
Bahar mızraklarının korkusunu çekmezdik,
Ne de kentin o cırtlak yangın sirenlerinin;
Gel gör ki etimizi mızraklar öldürüyor
Her yıl ve her saat başı
Çanlar ya da sirenler uzaklara sürüyor
Masmavi gözlerini sevdanın baştan başa.

Dünya ya kara olsa ya da ak baştan başa.
Tüm haritalar olsa ayan -beyan,
Kaplan gibi suların arapsaçı değil de
Biçmeler gibi hazla ve acıyla parlayan
Gitmek istediğimiz yolu bilirdik belki,
Ya da kalırdık öyle, bunalmış sıkıntıyla.
Ama gaddar gerçekte asla tek bir yol yok ki
Doğru olsun baştan başa.


Louis Macneice
Çeviren: Talat Sait Halman

6 Ocak 2017 Cuma

Buluşma Yeri

Zaman yoktu, zaman başka yerdeydi,
İki bardak, iki iskemle vardı,
İki insan, nabızları aynıydı,
(Yürüyen merdiveni durdurmuşlardı):
Zaman yoktu, zaman başka yerdeydi.

Ne yüksekteydiler ne derinlerde
Berrak esmer dereyi bir zaman dinlediler,
Sonra hala o sesin duyulduğu yerde
Bir kır kahvesi buldular, oturdular
Ama ne yüksekteydiler ne derinlerde.

Havada bir çan sesi sallandı durdu
Öyle bir huzurla susmuş,
İki vuruş arasında bir çiçek oldu.
Tunçtan bir keis, demir bir sesmiş,
Havada bir çan sesi sallandı durdu.
Fincanlar tabaklar arasında

Kum denizleri vardı, develer geçti,
Çöl onlarındı, yıldızında hurmasında
İki insan birbirini paylaştı,
Fincanlar tabaklar arasında.

Zaman yoktu, zaman başka yerdeydi,
Garson görünmedi, saat unuttu onları,
Radyonun çaldığı valslar o pınar değil miydi
Demin kayalar içinde duydukları?
Zaman yoktu, zaman başka yerdeydi.

İnce parmakları külünü silkti
Tropik ağaçlarda biten korların,
Kimin umurunda dünya, tomruklar kaça çıktı
Onlar sahibiyken bu uçsuz ormanların,
Uzun parmakları külünü silkti.

Allah yahut ne demekse o
Büyüktür ki zamanı durdurur böyle,
Kalplerin anladığı duyduğu
Gerçek olur vücudun huzuruyla,
Allah yahut ne demekse O.

Zaman yoktu, sevgili buradaydı,
Yaşamak değildi daha önceki,
Çan sesi susmuştu, ses havadaydı,
Her yeri bir ışık ısıtmış, çünkü
Zaman yoktu, sevgili buradaydı.


Louis Macneice
Çeviren: Cavit Erginsoy

Bizans

Gündüzün silinmemiş görüntüleri çekilirken
İmparatorun zilzurna askerleri sızmış erken;
Karışıyor koca katedral çanının ardı sıra
Gece yankısıyla bekçi şarkıları kayıplara;
Yıldızlarla ve ayla ışıklanan kubbe tiksinir
İnsanın tüm varlığından,
Bütün karmaşıklığından,
Nasıl öfke ve balçıkla doluysa gövdede sinir.

Sürüklenir önümde bir imge, insan ya da gölge,
İnsandan çok daha gölge, gölgeden çok daha imge;
Ahretin makarası, mumya bezlerine sarılı,
Çözebilir arapsaçı gibi yolu;
Bir ağız ki ne bir soluğu var, ne de nemli,
Çağrılar çıkabilir soluksuz ağızlardan;
Selam sana üstün insan;
Adına varlıkta ölüm, ölümde varlık demeli.

Mucize, kuş ya da altın el işi,
Daha çok mucize, değil kuş ya da el iş,
Yıldızlarla ışıklanan altın dala dikilmiş de
Cehennem horozları gibi ötüp duruyor işte
Ve nefret saçıyor acısıyla aydan yanmış canın
Değişmez madenlerin görkemleri uğruna,
Sıradan kuşla çiçek yaprağına
Ve olanca karmaşıklığına balçığın ve kanın.

Geceyarısı İmparatorun avlusunda seker
Çalıyla beslenmeyen, çelikten yanmayan alevler,
Alevden doğan alevler, onları bozmaz fırtına;
Kanın doğurduğu ruhlar yaklaşır da yanlarına
Öfkenin olanca karmaşıklığı tutar yolunu,
Ölüm raksıyla birleşir,
Coşan acıyla depreşir,
Kol ucunu yakamayan alevin acısıdır bu.

Yunusun balçığı kanı üstünde eli yularda
Ruhlar, peşpeşe ruhlar! Sel kırılır kuyumcularda,
İmparatorun altın işçileri!
Raks yerinin mermeri
Bozar karmaşıklığın öfkelerini, merhametsiz,
O görüntüler ki yine
Hayat veriyor taptaze görüntülerine,
Yunusun yırttığı, çanın işkence ettiği deniz.


William Butler Yeats
Çeviren: Talat Sait Halman

Galway At Yarışlarında

Orada, atların yarıştığı çayırda,
Aramızda birlik yaratıyor duyduğumuz sevinç.
Atlılar dörtnala atlarının sırtında,
Yüreği ağızlarında arkadan bakanların:
Bizim de seyircilerimiz vardı eskiden;
Dinleyen, işimizde bizi yüreklendiren;
Yoldaşlık ederdik binicilerle
Yeryüzü tüccarın, kalem efendisinin
Kesik soluklarıyla buğulanmadan.
Sürdürün türkünüzü: bir yerde doğarken yeni bir ay,
Göreceğiz uyumanın ölmek olmadığını,
Duyarak yeryüzünün yeni bir hava tutturduğunu -
Yeryüzü hep delikanlı çünkü -
Sonra bağıranlar çıkacak yarışlardaki gibi,
Ve insanlar olacak bizi yüreklendiren,
Atını sürüp gidenlerden?


William Butler Yeats
Çeviren: Cevat Çapan

5 Ocak 2017 Perşembe

İkinci Geliş

Genişleyen çemberde döndükçe hiç durmadan
Şahin işitmez oldu kendi şahincisini;
Her şey çığrından çıktı: devrilen devrilene;
Saldırıyor dünyaya amansız kargaşalık,
Gemi azıya alan kapkara kan selinde
Boğulup kurban gitti masumların şöleni:
İyilerde ne inanç ne umut kaldı artık,
Oysa kötüler coşkun, kabına sığamıyor.

Yakında belirecek elbette bir mucize,
Artık İkinci geliş yaklaşmıştır elbette.
İkinci geliş! Daha bu sözler söylenirken
Evrensel Ruh içinden koskoca bir görüntü
Tartaklıyor gözümü: bir çölün kumlarında
Aslan biçimli, insan başlı bir gövdedir bu,
Bir bakış, güneş gibi bomboş ve merhametsiz,
Ağır kalçalarıyla yürüyor, çevresinde
Gölgeleri dönüyor kızgın çöl kuşlarının

Karanlık bastırıyor yine; biliyorum ki
Yirmi yüzyıldır süren taş uykusu kabusa
Dönmüştür ezasından sallanan bir beşiğin.
Hangi yaban yaratık, günü gelmiş de artık,
Doğmak için Beytlehem yolunda sendeliyor?


William Butler Yeats
Çeviren: Talat Sait Hamlan

Ölüm

Ne korkusu vardır, ne de emeli
Can çekişmekte olan bir hayvanın;
Korkularla, umutlarla eceli
Bekleyip durmak yazgısını insanın.
Kaç kere ölmüştür insan üstüste
Ve kaç kere dirilmiştir art arda.
Bir büyük adam gururuyla işte
Katillerin karşısına çıkar da
Küçümser, hor görür, alaya alır
Ecelin kesmesini soluğunu.
Ölümü etle kemik gibi bilir -
İnsan kendisi yaratmıştır onu.


William Butler Yeats
Çeviren: Talat Sait Halman

İnsanın Dört Çağı

İlkönce bedeniyle yaman bir cenge girdi,
Ama beden kazandı, dimdik yürüyor şimdi.

Sonradan yüreğiyle çarpışmaya koyuldu;
Masumluk da huzur da başka sığınak buldu.

Kafasıyla kavgaya kapıştı daha sonra;
O mağrur yüreğini bıraktı bir kenara.

Şimdi Tanrıya karşı başlıyor savaşları;
Zaferi kazanacak geceyarısı Tanrı.


William Butler Yeats
Çeviren: Talat Sait Halman

4 Ocak 2017 Çarşamba

Heykeltıraş

Koca heykeltıraşım ben, hayalin çekiciyle,
Bir gece seni şiirin mermerinde yaratmışım.
Elmas gözlere şehveti resmetmek için
Bin tane kara gözün nazına katlanmışım.

Bakıp endamının yıkanma isteğine.
Ayın köpüklü şarabını üzerine serpmişim.
Seni korumak için ansızın nazardan,
Kıskançların gözünden bakışları çalmışım.

Kıvrılıp bükülüşün gönülleri fethetsin
Diyerek, ellerimi dört bir yana açmışım.
Her kadın endamından biraz ödünç almışım;
Güzel rakkaselerin nazlarını çalmışım.

Güzel bir heykelsin sen, bakmıyorsun hiç bana.
İnsafsızca atmışsın beni kara toprağa.
Sarhoşsun gururunla, uzak benim acımdan
Gönlüm kapanmış seni yaratan adama.

Dikkat et! Bu yalvarış perdesinin ardında
Ben varım, heykeltıraş, kara sevdalı sana ...
Çılgınlık saracak bir gece her yanımı,
Yerlerde görecekler seni de parçalamış!..


Nader Naderpur
Çeviren: A. Eğilmezcan

Sessiz Damawed

Selam! Ey görkemliler!
Selam! Ey aydınlık ve mağrur tepeler!

Yamaçlarına, vadilerine, derelerine selam!
Duru ve berrak kaynaklarına selam!
Vücudun sağlam, yüreğin kırılmaz çelik
Sertliğin dokunulmaz.

Dorukların ötesindeki gece şöleninde
Sonsuz yıldızların övgüsü,
Kollarının arasındaki sislerde günün doğuşu
Sürüp gidiyor,
Yaban lalelerinin kışkırtan çağrısı
Sert ve güzel taşların ardında.

Sen de bizim gibi bağlısın
Bulutların şalından bir örtü boynunda
Bir dayanak ve sığınaktır!
Ey şahlanmış at!

Kara bulutlar gibi karanlık benim de ruhum
Konuşuyorum seninle
Olmayan ovalarda taşınan zahmet niye,
Nerde yuvaları kartalların? Söyle,
Barınmak istiyorum ölenecek.

Gece nasıl da yıldızsız
Bakışlarımız ve ellerimiz boş
Sessizlik yanıp tutuştu çayırdaki köklerinde sözlerin

Söyle, söyle, konuşan sensin işte
Yıldırım dilinde ve taştan sözlerinle
Ne kadar karanlık gece
Sonsuz gecelerimizden daha soğuk bir gece
Söyle, susup durma öyle!


Siavaş Kasrai
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Eşikte

Sakın
Güneşin sarı benzine
dalıp
bakma

Büyüler
seni.
Gözlerine ellerini siper et
Gökyüzüne bakarken
Göçmen turnaları
Göreceksin
yükseklerde
Mevsimlerin kavşağında
Rüzgarların geçidinde
Güneye doğru
Uçarlarken.


* * *

Ellerin
Gözlerinin kalkanı olsun
Sarı benizli güneş
Bakışını
Büyülemesin
Göçmen turnaları
Gör de
Denizlerden
Dağlara
Kanat kanata
Denizleri aşarlarken
Gururlu dik dağlara
Islak saman yüküne
Tarlanın kuru sofrasına

Kargaların kargaşasına
terk edilen harman yerlerinde
Geleneklere
Göreneklere
Ülkelere
Ve seni fersiz damına
Başına
Ve üzgün gövdene
Çöktüğün kedere

Ve böylece
Zindanda geçen yıllarına
Ve turnaların kanatlarındaki son kızıllık
Batan güneşin ateşinde
Kül olacak

Orda sen
Kederi göreceksin
Uzayan gölgesiyle
Batan güneşle birlikte
titreye
titreye

Ereğe erişir
Ve senin yanında
Pencere kıyısına ilişir
O
Senin sayrılı, beyazellerine
Yaşlı ellerine ...
Ve batan güneşi
Kara Kanadını...


Ahmed Şamlu
Çeviren: İldeniz Kurtulan

3 Ocak 2017 Salı

Tanyeri

Sabaha dek uyumayan
bana ninni söyleyen anam
ağlarken mutsuzluktan
gözyaşlarımı silen anam
öğretmişti bana
geceleri uyanık kalmayı

uyumadık
bu karanlık yıldızsız gecede
usanmadan dikilir gözlerimiz
tanyerine
uyumadık gözlüyoruz
ne zaman ağaracağını tanın

gelin sulayalım kanımızla
bu kızıl fidanı
sulayalım tanyerinin
bu kızıl gülünü

bulunmaz
karanlığın gözlerinden
acı acı dökülen
yaşlardan
daha parlak bir ışık


Ali Reza Nabdel Oktay
Çeviren: M. Babek

Yurt

Yorgun bir kent
geceleri ağır ağır
uykuya dalarken
gider benim gönül kuşum
ufuklara doğru
yellerin savurduğu
bulutlarla beraber

ey benim gönül kuşum
soyunup
bırakan kendini
serin dalgaların fısıltısına
ve kulaçlayan
"Urumiye" gölünün sularını
sonra o
buharlı geminin
dumanı kaplar gökyüzünü
gölün tarih ocağından
adlanan yüreğinden çıkar

yükselir duman, dağılır duman
Bağmeşe'de
tezgah başında
halı dokuyan bir kızın
dolar
ıslak ve küflü bodrumuna

çalışır kız kan ter içinde
canla başla çalışır
dokunur ilmek ilmek insanlığın destanını
çiçekler yaratır
sonsuza dek yaşayacak

gönül kuşum
Karadağ halkının
kışlık konargalarında gezer
ve Merage'nin

bağ çardaklarında
bahçıvanların söyleşilerini dinler
titrek fener ışığında
ve sonra yükselir
yürek dolusu gamla
konar
uçsuz bucaksız "ark" ın surlarına
donar gönül kuşumun yüreği
"neden bir sıcak ocak, yoktur ülkemizde
neden halkımın elleri soğuktur"
dağların
çayırların ötesinde
hiçbir sıcak ocak
hiçbir sıcak kucak
çağırmadı gönül kuşumu

O Ark ile dertleşir
Ark ki özüdür tarihin, sözüdür
ve der ki gönül kuşuma Ark
tutsak olmayacak insan
insanlık boy atacak.


Ali Reza Nabdel Oktay
Çeviren: M. Babek

Hallaç

Suda yine belirdi
rüzgarda,
saçlarının bulutuyla
yine o kızıl marş
"En elhak"
hep dilindeydi

sen
"aşk namazında" ne okudun ki
asıldığından yıllar geçiyor da
hala
bu ihtiyar asesler
ölünden bile korkuyorlar
adını
Nişabur'un bağrı yanık aşıkları
esriklik
esriklik ve doğruluk anında
dudaklarının altından
yavaş yavaş
gizleyerek yineliyorlar

sen
darağacında
suskun ve donukken
izleyici kaldık biz
vazifeli aseslerle

külünü
sabah rüzgarı
nereye savurduysa
bir yiğit çıktı
topraktan

Nişabur'un sokaklarında
geceyarısının esrikleri
yavaş yavaş
kızıl şarkılarını söylüyorlar

adın,
dolaşıyor dillerde


Hamid Mosaddegh
Çeviren: M. Babek

2 Ocak 2017 Pazartesi

Peşrev

Olayların gizemini
Kır.
Suskunluk mührünü dudaklarından
Sök
Terk edilmiş kuyulara
Dalma
Sun, adımlarını yollara
Sun...
Direniş destanı ezgisini çağır
Keder türkülerini neden,
Neden söylersin?
Kurulup oturmamalı tasa
Gönlüne
Gözlerinden yaş akmamalı
Direnip ayakta durmak
Belki çok zordur bilirim
Ama
Çökeltemez insanı gam
Kalk o gem almaz atını
Eğerle
Ardına bak
Kimdir güvendiklerin
Efrasiyab, Siyavuş'un kanını döktü
Bijen'e düşmanlar kuyuda boğdu
Neredeymiş bahadırlığın senin?
Tüm vücudun suskun
Nerdeymiş erkekliğin senin
Tüm vücudun durgun
İsfendikar'ı ne teselli edersin
(Ben) pür gurur benddeyken?
Al okunu yaya yerleştir
Yaylan, vur onu gözünden
Şogad'ın kuyusu, ölümünü sağlar
Sana senden gelir zarar
Kendi kuyunu kazansın sen
Seni vurmak gerek
Kırmak gerek.



Hamid Mosaddegh
Çeviren: İldeniz Kurtulan

Geçmişte Kalan

Çok yaşlıdır korular;
Ve funda dallarında
Baş veren tomurcuklar,
Eserken Mart rüzgarları,
Öyle eskidir ki güzellikleri -
İnsan hiç bilebilir mi
Kaç çılgın yüzyıl geriye
Uzanır gülün tarihi!

Çok yaşlıdır dereler;
Ve altında mavi bir göğün
Karların serin serin uyuduğu
Yerde kaynayan sular
Gelip geçenle ilgili
Bir öykü anlatırlar
Bilgedir her damlası
Hazreti Süleyman kadar

Çok yaşlıyız biz insanlar;
Düşlerimiz masal olmuş
Havva'nın bülbülleri anlatır
Cennetin kararan bahçelerinde;
Uyanır fısıldaşırız bir süre,
Ama bitmiştir artık gün,
Ve horozibikleriyle dolu bir tarla gibi
Uzanır sessizlik ve uyku.


Walter De La Mare
Çeviren: Cevat Çapan

Adam Olmak

çevrende herkes şaşırsa bunu da senden bilse
sen aklı başında kalabilirsen eğer
herkes senden kuşku duyarken hem kuşkuya yer bırakır
hem kendine güvenebilirsen eğer
bekleyebilirsen usanmadan
yalanla karşılık vermezsen yalana
kendini evliya sanmadan
kin tutmayabilirsen kin tutana

düşlere kapılmadan düş kurabilir
yolunu saptırmadan düşünebilirsen eğer
ne kazandım diye sevinir, ne yıkıldım diye yerinir
ikisine de vermeyebilirsen değer
söylediğin gerçeği eğip büken düzenbaz
kandırabilir diye safları dert edinmezsen
ömür verdiğin işler bozulsa da yılmaz
koyulabilirsen işe yeniden

döküp ortaya varını yoğunu
bir yazı-turada yitirsen bile
yitirdiklerini dolamaksızın dile
baştan tutabilirsen yolunu
yüreğine sinirine dayan diyecek
direncinden başka şeyin kalmasa da
herkesin bırakıp gittiği noktada
sen dayanabilirsen tek

herkesle düşüp kalkar erdemli kalabilirsen
unutmayabilirsen halkı krallarla gezerken
dost da düşman da incitemezse seni
ne küçümser ne de büyültürsen çevreni
her saatin her dakkasına
emeğini katarsan hakçasına
her şeyiyle dünya önüne serilir
üstelik oğlum adam oldun demektir


Rudyard Kipling
Çeviren: Bülent Ecevit

Zindan Türküleri'nden

Al ceketini giymedi
Çünkü kırmızıdır şarap ve kan
Elleri kan ve şaraba bulanmıştı
Onu cesetle buldukları an
Bir ölü vardı yatağında
Sevdiği zavallı kadından

Geziyordu mahpuslar arasında
Başında kriket şapkası
Soluk gri bir ceket sırtında
Yürüyüşü hafif şen-şatırdı
Ömrümde görmedim böyle bir adam
Güne bu kadar ihtirasla bakan

Ömrümde görmedim böyle bir adam
Mahpusların gök dediği
O küçük mavi çadıra
Ve gümüş yelkenlerle geçip giden
Her buluta
Böyle ateşli gözlerle bakan

Dünyanın bir başka ucunda
lzdırap çeken başka ruhlar da olacak
Nasıl iş yapmıştı bu adam acaba
Ki arkamdan bir ses duydum:
- Bu adam asılacak


Oscar Wilde
Çeviren: Halim