Sayfalar

14 Ocak 2017 Cumartesi

Dilek

Mesut olmuş görmek isterdim hepinizi
Bu bahar gününde, dertliyi, ümitsizi
Terfi etmiş memur, sınıf geçmiş öğrenci
Kadını, erkeği, yaşlısı, genci,
Bir bayram sevinciyle, kol kola sokaklarda
Sevgililer, baş başa, muratlarına ermiş
Çocuklar el ele, bir halka oluvermiş
Görmek isterdim camlardan, odalarda oturmuş
Radyoyu açmış, küçük sofra kurmuş
Yol, meydan, dere, tepe, dağ, bayır, kır
Vapurlar limanlarda yola çıkmaya hazır
Gazinolar, plajlar, sinemalar açık
Her dilden bir şarkı, her dudakta bir ıslık
Ne yoksul âhı, ne dul hıçkırığı, ne hasta iniltisi
Mesut olmuş görmek isterdim hepinizi.


Ziya Osman Saba
Nefes Almak
1954

Deniz Kıyısındaki Kulübe

Bir deniz kıyısında kursam kulübemi...
İsterim her şeyim denizden yana olsun.
Çakıl taşları, şeytanminarelerim, yosun,
Deniz sesi, deniz ufku, deniz meltemi...

Pırıl pırıl enginlerden geçecek bir gemi.
Yelkenler, kürekler, bir ömür, kayıklarla,
Kulaçlamak suları, konuşmak balıklarla,
Koşmak kumlarda yalnayak.

Ah, bir deniz kıyısında, buralardan uzak,
Başımızı sokacak bir kovuk;
Çoluk çocuk,
Yaz, kış.

Dalgaların kıyıya bırakacağı barış,
Kardeş kardeş,
Bütün gün gökyüzünde tanrısal güneş,
Akşamları gurub, sabahları şafak.

Günler ya serin, ya sıcak.
Ne kin artık, ne garez, ne hırs, ne tamah,
Bir mutluluk içinde kalbim, aydınlık, ferah,
Çarpacak...


Ziya Osman Saba
Nefes Almak
1954

Nefes Almak

Nefes almak, içten içe, derin derin,
Taze, ılık, serin,
Duymak havayı bağrında.

Nefes almak, her sabah uyanık.
Ağaran güne penceren açık.
Bir ağaç gölgesinde, bir su kenarında.

Üstünde gökyüzü, ufuklara karşı.
Senin her yer: Caddeler, meydan, çarşı...
Kardeşim, nefes alıyorsun ya!

Koklar gibi maviliği, rüzgârı öper gibi,
Ananın südünü emer gibi,
Kana kana, doya doya...

Nefes almak, kolunda bir sevgili,
Kırlarda, bütün bir pazar tatili.
Bahar, yaz, kış.

Nefes almak, akşam, iş bitince,
Çoluk çocuğunla artık bütün gece,
Nefesin nefeslere karışmış.

Yatakta rahat, unutmuş, uykulu,
Yanında karına uzatıp bir kolu,
Nefes almak.

O dolup boşalan göğse...
Uyumak, sevmek nefes nefese,
Kalkıp adım atmak, tutup ıslık çalmak.

Sürahide, ışıl ışıl, içilecek su.
Deniz kokusu, toprak kokusu, çiçek kokusu.
Yüzüme vuran ışık, kulağıma gelen ses.

Ah, bütün sevdiklerim, her şey, herkes...
Anlıyorum, birbirinden mukaddes,
Alıp verdiğim her nefes.


Ziya Osman Saba
1953

İstanbul

Seni görüyorum yine İstanbul
Gözlerimle kucaklar gibi uzaktan
Minare minare, ev ev,
Yol, meydan.

Geliyor Boğaziçi`nden doğru
Bir iskeleden kalkan vapurun sesi,
Mavi sular üstünde yine
Bembeyaz Kızkulesi.

Bir yanda, serin sabahlarla beraber,
Doğduğum kıyılar: Beşiktaşım.
Baktıkça hep, semt semt, yer yer,
Beş yaşım, onbeş yaşım, ah yirmi yaşım!

Durmuş bir tepende okuduğum mektep,
Askerlik ettiğim kışladır ötesi.
Bir gün bir kızını benim eden
Evlendirme dairesi.

Benim de sayılmaz mı oralar?
Elimi tutar gibi iki yanımdan,
Babamın yattığı Küçüksu,
Anamın toprağı Eyüpsultan.

Önümde, açık kollarıyla boğaz,
Çengelköy`den aktarma Rumelihisarı.
İstanbul, İstanbul`um benim,
Kadıköy`ü, Üsküdar`ı...

Gün olur, Köprü ortasında durur
Anarım, Adalar`da çamların uykusunu.
Gün olur, Beyoğlu`nu özler içim,
Koklamak isterim Tünel`in kokusunu.

Bulut geçer üstünden,
Gemi gelir yanaşır
Bir eski türküdür, kulağıma fısıldar,
"İçi dolu çamaşır."

Göğünde tanıdım ayın ondördünü.
Kırlarında bilirim baharı,
Herşey içimde, herşey,
İstanbul yadigarı.

Bir daha görüyorum seni dünya gözüyle,
Göğün hep üstümde, havan ciğerlerimdedir.
Ey doğup yaşadığım yerde her taşını
Öpüp başıma koymak istediğim şehir!


Ziya Osman Saba
Nefes Almak
1952

Misakımilli Sokağı No:37

Ah, şimdi hatıralar mahallesinde
Misakımilli sokak No.37
Orası bütün evler, bütün ömür içinde,
Mesut olduğumuz evdi.

Talihin bir gün karşımıza çıkardığı.
Elele döşediğimiz bir çift küçük odası.
Ne diyeyim bilmem ki:
Gönül sarayı, aşk yuvası...

Akşamlar iner "kaymak yoğurt"çularla
Kaldırımlar benim için gölgelenirdi.
Saatler ilerler bozacılarla,
Derken bir komşu seslenirdi.

Pencerelerimizden biri komşu arsaya bakar,
Ötekinin önünde bir havagazı feneri;
Rüzgarla açılıp kapanırdı ışığı,
Geceleri...

O geceler, doğan günler orada,
Kaderlerin en güzelini ördü.
Misakımilli sokağı No.37,
Çocuğum orada dünyayı gördü.

Misakımilli sokağı! Senin
Esen rüzgar, yağan karını sevdim.
Camın önüne her oturuşta seyrettiğim,
Arnavut kaldırımlarını sevdim.

Bir çocukluk oyunu mu oynadık orada?
Sen gelin olmuştun, ben güvey.
Sen öyle güzel; ben daha genç,
Yepyeni, taptazeydi her şey.

Ne zaman o sokağa yolum düşse şimdi,
Ayaklarım geri geri gider.
Evler cansızdır elbet, insanlar vefasız,
Komşumuz başkalarına komşuluk eder.

Yabancı perdeler aşılmış penceresi,
Bir vakitler içinde çocuğumun oturduğu.
-Yeni kiracılar evlatsız besbelli-
Şimdi birkaç saksının durduğu.

Söz birliği etmiş şimdi saksılar, perdeler,
Elektrik lambasıyla değiştirilen fener.
O sokağa ne zaman yolum düşse, bir ses:
Günler geçti, geçti, geçti... der.


Ziya Osman Saba
Nefes Almak
1951

13 Ocak 2017 Cuma

İhtiyar, Çocuk, Hizmetçi v.s.

Değneğini taşlara kakar,
Beli bükülmüş, toprağa bakar,
İhtiyar ...

Yeni başlamış yolculuk.
Yalınayak, benzi uçuk
Çocuk.

Tatmamış baharı, bilmiyor sevinci;
Şu kızların en genci;
Hizmetçi.

Bakar caddeye doğru,
Gözlerinde uyku,
Orospu.

Esmer güzeli hemşirem,
Gedecek, sürmeden bir dem:
Verem.

Akşam oldu, gözlerini yum,
Sen herşeyden mahrum
Yavrum...


Ziya Osman Saba
Geçen Zaman
1944

Beyaz

Bir bademin altına, yorgun, oturmak biraz,
Ayrı ayrı seyretmek çiçek açmış her dalı,
Artık bütün renklerden, artık uzaklaşmalı:
Beyaz işte, aylardır gözümde tüten beyaz.

Kış bitti... Uzaklarda ilk ümitler gibi yaz,
Duyuyorum bu sabah, kış içimden çıkalı,
İçimin dört duvarı bembeyaz badanalı,
Ah, sade nefes almak, göğsüme dolan bu haz ...

Bir kuş ötecek şimdi ... Havada bir durgunluk,
Mermeriyle konuşan açık kalmış bir musluk,
Beyaz çiçeklerini tektük düşüren kiraz.

Bahar pınarlarından içime damlıyan su,
Bembeyaz çiçeklerin ıslak, temiz kokusu,
Kış bitti ... Uzaklarda ilk ümitler gibi yaz ...


Ziya Osman Saba
Geçen Zaman 
1936

Ahret

Bir garip dünyada ben yadırgadım yerimi.
Yıllardan sonra gir gün, görüp çektiklerimi,
Tanrım bir meleğine emredecek: "Yetişir!"

Göz1erimi o saat sessiz kapıyacağım.
Beni bekliyedursun bir kenarda yatağım;
Bütün yorgunluğumu alacak bir teneşir.

Bir yükü atmış gibi içimde bir hafiflik,
Oraya geçmek için aşacağım bir eşik,
Bir lahza tutacağım bana uzanan eli.

Bir el gözlerimdeki perdeyi sıyıracak.
Onları bulacağım ... Ve annem şaşıracak:
"Oğlum! Ne kadar da büyümüş ben görmeyeli."


Ziya Osman Saba
Geçen Zaman
1938

12 Ocak 2017 Perşembe

Biraz Daha

Yaşlandım; güneşim batıyor. Gece
Yaklaşmada sinsi, sessiz ve sonsuz.
Biliyorum; her şeysiz, sensiz, bensiz
Yiteceğim, karanlıklar içinde.

Biraz daha her şeyle haşır neşir,
Biraz daha kendimle bilişmemiz,
Biraz daha seninle baş başa, bir...
Biraz daha gök, biraz daha deniz.


Ahmet Muhip Dranas

Yağma

Ümit Yaşar'a


Boğaz'ın bir kıyısında, aydınlık 
Pencerelerde -her bulutun yolu- 
Bir mevsim, seninle başbaşa kaldık, 
Yaşadıkdı bir zaman İstanbul'u.

Akan suda kuş gibi gemilerle, 
Eski evler ve tenha sokaklarla, 
Şarkı gibilerle, düş gibilerle 
Sarmaş dolaş... Olmaz gibi bir dünya.

Mutluluklar şehri bir İstanbul'du, 
Şiirler, buluşmalar, aşklar... 
Şimdi Akşam olan bir gün gibi son buldu; 
Ne şiir kaldı, ne aşk, ne beklenti.

Tığ gibi minareleriyle, kendi 
Kendisinde güzel, tek, yüce, kutlu 
Bir ölümsüzlükler, zaferler kenti 
Bugün yenilgilerle, yasla dolu.

Bir songün hali, bir taş taş üstüne; 
Hem mide, hem ruhta bir açlık, ejder 
Örneği saldırmada dörtbir yöne; 
Toz, duman, inilti, akıntılar, çöpler...

Niçin geri geldik bunca yıl sonra? 
Batık bir ülkeyi aramak gibi. 
İşte gençliğimiz: ta uzaklara, 
Çok uzaklara bak. Orada belki.

Ama gizlice bak, olur ki ürker. 
Yaşantıdan fazla anılardan kork, 
Bize gülümsüyorsa geçmiş günler; 
Belki yalandır, belki o bile yok.

Orda elinde bir simitle, ufak, 
Süzgün bir çocuk, çocukluğum işte; 
Nasıl kaçıyor benden, nasıl bir bak, 
Yaban domuzu görmüş gibi düşte.

Boğaziçi, daha sağken gömülmek 
İçin dönüşmüş beton mezarlara; 
Bir hippi kız, bir deccal, şimdi 
Bebek Koylarında ilham, arsız, farfara.

Ölebilirsin ha yol ortasında, 
Yanılıp gökyüzüne bakma sakın. 
Bir sevi vaktinin bile havasında 
Yok artık o mahrem örtüsü aşkın.

O güzelim aşkın vücudu yağma, 
Şarkısı ne mahur beste, ne Itri... 
Tenekeler çalıp çığlık çığlığa 
Yarı bir sevişme, ayaküzeri

Ve ekmek kapanın elinde. 
Hayat Haklı değil. Tanrı ve kul ortada. 
Darağacında sallananlardan tut 
Yargı kürsüsüne kadar yürü, taa... 

Herşey değişiyor, kalbimiz bile, 
Ama yüzyıllarla besli bir şehir 
İnsan yaşamından daha da hızla 
Bunca çabuk nasıl yok olabilir?

Hani o masal dünyası yalılar, 
Hani o kayıklar ki kızca beyaz, 
Hani o kadınlar ki sevdalılar, 
Renk renk şemsiyeler altında bin yaz?

Ve o İstanbullular... Doygun, uçuk, 
Sanki bir gelecek tufandan haber 
Almışlarcasına hep, çoluk çocuk, 
Göksel gemilere binip gitmişler.

Gidiş o gidiş… Ve kimbilir kaç yıl 
Bu göç, fakiri, zengini elele 
Usulca... Ve artık hiç... Hayal meyal 
Görünmüyorlar bulutlarda bile...

Kurabilir misin tekrar, düşünsen? 
Hayallerimizi bile yitirdik; 
Dağılmış bir sofra bu, bitti şölen. 
Sona kalmışlarsa biz gibi yenik.

Ne kadar yalnızız şu akşam vakti, 
Bir selam bile yok artık verilen; 
Anlamsız turistler gibiyiz şimdi 
Kapalıçarsı'da sen, Köprü'de ben.

Söyle her doğruyu bilen güzel'im, 
Sulara vurmuş gökyüzü mü? Neydi? 
Uzanıp yıldızları tutsa elim 
Bulur muyuz yeniden o cenneti?

Ruhumuz Boğaz'da, o eski yerde, 
Yeni akımları umursamadan, 
Bir hayalet gibi pencerelerde 
Ne denli beklese de.. Hiç bir zaman.

Bir Tanrı ve tarih güzeli, tabu; 
Güneş ve sular mucizesi, bir giz... 
Her zaman sonsuz elbet, İstanbul bu. 
Körelen belki de biziz.. Kalbimiz...


Ahmet Muhip Dranas

Darağacı

Ve günlerden bir gün, bir sabah erken
Kuşluk vaktinde, bülbüller öterken
Kentin meydanında bir darağacı.
Sallanıyor boşlukta bir yabancı.
Geçiyor sabahın yolu alnından
Ve yalın ayakları bir gecede...
(Yeni yollarını mı düşünmede
Bu ayaklar? .. son durağına kadar
Ne uysal yürümüştür bu ayaklar!)

Esintili alanda üç beş adam;
Uykusuz yüzleri donuk birer cam,
Bakadurmuşlar öyle... ve garibi,
Hepsi ayrı ayrı asılmış gibi.
Ben de aralarında üç beş adam;
Uzatsam elimi, alnını tutsam,
“Uyan, kardeşim! Desem, bu uykudan”,
Yüzünü kapardı hemen, korkudan.

Çekilirken gece batıya doğru,
Konmuş da bir çatıya karga ruhu
Söylenip duruyordu: “Gün doğmada
Ben miyim bu? ben mi, bu baş bu eller,
Bu ayaklar? .. ya hani nerde yollar? ”
(Anlamamış ne olup bittiğini
Zavallı karga; atın yittiğini.
Sadece bir göğe, bir yere bakıp
Ölüyü ölüye çekiştirir hep.)
“Niye geldin bu çıkmaza, be ayak?
Var mı beni boşlayıp, burda barınmak?
Ben insanoğlunun aynası mıyım?
Şu garip yolcunun aynısı mıyım?
Benzeten kim bana bu dağarcığı
Orda sadece bir darağacı
Ve onda rüzgarla sallanan bir dal! ..
Yalnız, beni düşünür gibi bir hal! ”

Bir yağmur gölcüğü yerde akşamdan,
İçinde titrek bir yansı idamdan...

Bu biçim üzre bitecekken gece,
Dağılacakken artık seyirci de,
Birden, kargalarla doldu gök yüzü.
Tüm asılmışların ruhlar sürüsü
Tamusal bir koroyla, dişi erkek,
Alçalarak, yükselerek, dönerek,
İlenirlerdi bağrışa çağrışa
Hem asılana, hem asan nebbaşa:

“İşte Ölen, ama işte Öldüren,
İşte Bulan, ama işte Bulduran,
Filozof ve kurtarıcı, hem yalvaç,
Hem doğrucu bir ruh ve de yalancı
Ve siyasacı ve hakcı ve hırsız
Ve can çalan ve övüngen ve arsız...”

Gün doğmak üzre, eşya kabarıyor,
Yeryüzünün çatısı ağarıyor;
Acı bir gün! Karga ağlanır durur,
Adam darağacında sallanır durur..


Ahmet Muhip Dranas

11 Ocak 2017 Çarşamba

Sevinsin

Aldık nasibimizi hüzünden
İşte geldik gidiyoruz sevinsin
Halbuki ne güzel başlamıştı hikaye
Şerbet gibi bir gök üstümüzde.
Ve bütün lezzetleriyle toprak
Gözümüzde nur, dizimizde takat
On parmağımızda on hüner vardı
Biz onun sevgili kulları.
Dünyasını abad eyledik
Bir can verdi bize bin alır
Gideriz gözümüz arkada kalır
Sevinsin.
Açın kapıları açın
Gidin haber verin meleklere
Can çekişip durmasın beyhude yere
Elbet bir tutam ot biter üstümüzde
Mezara göre ayağını uzatır ölülerimiz.


Bedri Rahmi Eyüboğlu
Karadut

Hele Bir Başlasın

Hele bir başlasın ılık yaz yağmurları, içimdeki çocuk!
Hele bir kanatlansın ufuklar,
Hele bir içini çeksin orman,
Hele bir kere güneşler yansın,
Kertenkeleler üşümesin,
Hele bir kere toprak kansın,
Mevsim demlensin,
Hele bir ballansın böğürtlen dikenleri!
Gelincikler bedava,
Gökler sahipsiz
Bahçeler zilzurna..
Hele bir başlasın ılık yaz yağmurları, içimdeki çocuk!
Dudaklarında kalın kabuklu bir portakal kokusu,
Tabanlarında, kınalı keklikleri bol dağların rüzgarı karıncalansın..
Hele bir kere dallarda sallansın
İri kalçaları şeftalilerin;
Hele bir duyulsun uzaktan
Yaylı çıngırakları
Yıldızlar seslensin,
Hele bir armut ağacı temmuzu yüklensin,
Hele bir kerrecik daha yalınayak yere değsin içimdeki çocuk...


Bedri Rahmi Eyüboğlu
Yaradana Mektuplar

Aslını Ararsan

Ben yalnız seni büyürken gördüm Mehmedim
Aslını ararsan;
Biz bu dünyada her şeyi olmuş bitmiş bulduk.
Gökyüzü çoktan çatılmış
Toprak yoğrulmuş sıcağı sıcağına
Petekler dolmuş ağzına kadar
                           Narlar yarılmış.

Aslını ararsan
Ne mevsimlerin birbirine değdiği yeri
Ne bulutları, ne karanfilleri
Ne yıldızların, niçin uçtuğunu
Ne de insanların niçin göçtüğünü biliriz.

Aslını sorarsan
Biz bu dünyada her şeyi olmuş bitmiş bulduk
Hayatı kırk yıllık bir dost gibi yanı başımızda
Ölümü göz kapaklarımızın eşiğinde
Ve adlarımız
İbibik kuşu gibi başımızın üstüne konmuş!


Rıfat Ilgaz
Yaradana Mektuplar

10 Ocak 2017 Salı

Oğlum Mehmede

Meyvelerimizi Takdim Ederim 


İşte armutlarımız çırılçıplak
Ne avret mahallerinde yaprak
Ne de kendilerini verirken
Haz ederler
Üç aylık sabinin gülüşü
Yağmurun kendiliğinden dökülüşü gibi
Her şeylerini verirler
Yabana atma meyvelerin şehvetini tosunum
Şehvetle nur
Yalnız meyvelerin cennetinde
Haşrüneşr olur

Dalından ayrılan meyveye kulak ver
Hâlâ içerisinde toprağın uğultusu
Ve için için akan serin çeşmeler.
Isır meyveleri tosunum birer birer
İnsan oğlu cennetlerin en güzeline
Meyveleri ısırarak girer.
Oğlum Mehmede meyvelerimizi takdim ederim
Dilerim Allahtan
Meyve ağaçları sıralansın ömrün boyunca
Hazzın biri tükenmeden
Öteki yansın dallarda alev alev
Ye rüyalarına salkımların buğusu dolsun.
Cürmün çağla taşlamaktan
Yaran böğürtlen dikenlerinden olsun.
Ölümün ağulu dutlardan olsun.


Bedri Rahmi Eyüboğlu
Yaradana Mektuplar

Mahsul

En güzel, en olgun, en harikulade
Meyvesini versin diye toprak
Hiçbir emek esirgenmedi ondan
Ne zindan, ne temerküz kampları,
Ne duvar diplerinde kurşunlanmak,
Ter, göz yaşı ve kanla suladık onu
Dökecek yeryüzüne tam ve olgun mahsulünü
Toprak nankör değildir
Utandırmaz insanoğlunu.


Hasan Basri Alp

Bir Kozada

Geç kalmadık tam zamanı
İş başlamaktaydı başladık
Örüyoruz kozamızı birlikte
Zaman da bir kozadır ipek böceğim
Her solukta örülen
Bir dışındayız bir içinde

Bir gün bizim de dokunacak
Atlasımız çalışkan ellerde
Gül yaprağı inceliğinde duru
Sabahların eridiği mavilikte
Mekikler söyleyecek türkümüzü
En güzeli bu değil mi övgünün
En sürüp gideni ipekte

İlk yağışla başladı diriliş
Özsuyla buğulandı dalların ucu
Yaprağa durdu dipten doruğa
Bahçedeki dut ağacı


Rıfat Ilgaz
Uzak Değil

9 Ocak 2017 Pazartesi

Kim Bilir

İlk yağmur damlası düştü
Kuru yapraklarına güzün.
Ardında kış kıyamet,
Dert, hüzün.

Alınyazısı hepsi.... Kısmet....
Ha yazı, ha kışı geceyle gündüzün,
Kim bilir kaç günü kaldı
Ömrümüzün?


Ziya Osman Saba
Nefes Almak 
1956

Kuş Misali

I

Ortada hesap yanlışlığı yok,
Yavrumuz vakitsiz doğdu:
Tam sekiz aylık.

Bilmem ne vardı acele edecek?
Sekiz aylık çocuk yaşamazmış,
Bunu da bizim gibiler söylüyor;
Belki yaşadığı evler bulunur,
Zor yaşar bunun dokuz aylıkları
Bizim buralarda.

Ne yapalım, yetmezse ömürcüğü,
Daha bir tane var geride.
Onu büyütürüz ister istemez.
O da bizim kadar düşünceli
Memnun görünmüyor gelenden.

Bilse hiç üzülmeyecek;
Söylemeye dili varmıyor ebenin
-Evlattır ne de olsa-
Misafire benziyor, yazık.
İş, erken doğmakta değil,
Gelmişken yaşamakta…

Eziyet bize yaptığı,
Hazırlayınca çekip gidecek,
Bezini muşambasını.

Kolayına ısınmıyor odamız,
Buz kesiliyor elleri, ayakları;
Sıcak şişeler mi koymalı dersin,
Pamuklara mı sarmalı?
Akşama sabaha yolcudur.
Artık annesini de istemez oldu,
Minneti kalmadı kimseye.


II

Sekiz aylık çocuk bu kadar yaşarmış,
Dört gün yaşadı.
Çok bilmiş insanlar gibi
Gitti sabaha karşı…

Haber verince bekçiye,
Soruldu ekmek karnesi.
Doğuma bakarak,
Yerinde buldular ölümü
Hemen izin çıktı gömülmesine.

Dört gündür, soğuktan,
Su yüzü görmeyen yavrumuz,
Geleneğe uygun yıkandı.
Çıkarken kucakta
Bulamadı beklenen gözyaşını.

Çocuklar düştü arkamıza,
Yüzü kirli çocuklar…
Dört yanımı saranlara,
Su dökenlere, yasin okuyanlara
Dağıttım son meteliğe kadar.

Ayın sonunda gitti en kötüsü,
Kaldı ebenin parası aybaşına.
Vakitsiz doğduğu gibi,
Bildi vakitsiz ölmesini yavrucak,
Gitti kuş misali!


Rıfat Ilgaz
Uzak Değil

İçelim

İşte bir aradayız!
Sağlığından haber beklediklerimiz yanımızda,
Ve aramızda uzun zamandır
Yüzünü görmediklerimiz!
Kimimiz mahpustan dönmüşüz
Kimimiz sürgünden!

Bu akşam keyfimiz yerinde,
Günlük dertlerimizden sıyrılmışız,
Nasıl kazanıldığını unutmuşuz paranın
Elimiz o kadar açık;
Harcayalım neşemiz için!
İyisi gelsin şarabın,
Yüklü olsun mezeler!

Nöbetçisiz geçiyor akşamımız demek,
Kilitsiz, demir parmaklıksız;
İstersek burda keser konuşmamızı,
Çıkarız kol kola, kelepçesiz.
Dolaşırız canımızın çektiği sokakta.

Özlemini çekmişiz uzun zaman
Dostların ve aydınlığın.
Duymuşuz her çeşit yalnızlığı
Tek başımıza.
İki çift laf etmenin karşılıklı,
Ne demek olduğunu öğrenmişiz.

Konuşalım,
Bir suç olduğunu bilerek her sözümüzün.
Güzel günlerin yaklaştığını söyleyelim,
Dört yanımızı kollayarak.

Ne olacak, bilir miyiz birazdan?
Belki hesabı sorulacak neşemizin.
Kaldıralım son kadehleri,
Ayrılalım arkadaşlar,
Ayrılırken öpüşelim!


Rıfat Ilgaz
Uzak Değil