Sayfalar

28 Ocak 2017 Cumartesi

Telefon

Gözlerin var ya çekik kara kara
Önce gözlerindi en güzel ışık
Beyaz dişlerindi bacakların omuzun
Damalı örtüde bir kâse çorba gibi
Buğulu bir lezzetti karıkocalık
Şimdi bir çınar yeşeriyor içimde
Bir şarkı söyleniyor uzun uzun
Hürriyetin rüzgârlı bayrağı oldu
Bize yeten aydınlığı sevdamızın

Aman dayanamazsam ne etmeli
Bütün pencereler üstlerine açık
Kimler soyar çocukları kimler örter
Biri on bir yaşında öteki küçük
Ya anne diye bağırırsa uykusunda
Belki korkmuş belki de susamıştır
Geceleri su içmeye alışık
Çorap öyle mi giydirilir don öyle mi bağlanır
Gömleği bir tuhaf sarkıyor arkasında

Çocuklara bakma dayanırım
Gide gide çoğaldım halkım ben artık
Dağ taş kalabalık kalabalık
Satar mıyım onları onlar da çocuklarım
Ben kadınım çocuklarımla varım
Telefon nafile açmam seni
Söylemez dillerim yarınla bağlı
Tutmaz parmaklarım kocamdan belli
Telefon benim ki de analık 

Çocuklara bakma dayanırım
Sevgiydim önce bir çeşit incelik
Şimdi işe yarıyorum kaba saba
Tuzlu bir deniz kokusu havada
Benimle başladı bu müthiş tazelik
Benimle yaklaştı güzel günler
O günlerin eşiğinde beni hatırlayın
Hatırlayın onların vahşetini
Her telefon çalışta kesik kesik


Oktay Rifat
Karga ile Tilki

Kadeh

Burası dalyan kahvesi
Ortalık süt mavisi
Apostol bu ne biçim meyhane
Tabağımda bir bulut
Kadehimde gökyüzü


Oktay Rifat
Karga ile Tilki

Güzel

Kadın vurmuş maltıza tencereyi
Fasulye pişiriyordu
Adam düşünüyordu
Altmış beş fasulye diyordu
Yirmi beş de soğan
Doksan
İki yüz de yağ
Etti mi sana iki yüz doksan
Yaaa
Adam düşünüyordu
Bir kundura almalı diyordu
Hayrı kalmadı bunların
Su alıyor bunlar diyordu
Nasıl etsem diyordu Çocuk zıpzıp oynuyordu
Kedi sıçan tutuyordu
Kedinin tuttuğu sıçan
Ecel terleri döküyordu
Fasulyeler helme döküyordu
Çocuğun zıpzıpları
Kilimin sarısından mavisine
Mavisinden alına geçiyordu
Adamların kafasından hayaller geçiyordu
Kiminin han hamam geçiyordu
Soğan ekmek kiminin
Gökten bulutlar geçiyordu
Gök mavisi titriyordu bulutların ötesinde
Güzel güzel


Oktay Rifat
Aşağı Yukarı

Yalancı Dolma

Şu zeytin yağlı dolma 
Yemek değil rezalet 
Rezalet rezalet. 
HÜRRİYET MÜSAVAT ADALET


Oktay Rifat
Aşağı Yukarı

27 Ocak 2017 Cuma

Uzun İkindi

Sevgi üzeredir
Ölü
Yemyeşil sızlar omuzlarda
Dörtkollu sandığın değil
Ağırlığı gökyüzünün
Susuzdurlar dudakları çatlak
Geçmektedirler korkularla azalmış
Gömütlük denen çölü

Minare büyür ses mum
Yürekleri darda
Neden taşkesiliverdi ezan
Boy boy oymalarla ak?
Yorgundular
Öylesine boştu gövdeleri
Sanki yürümediler bir tek adım
Biraz bile durmadılar da

Döşlerini kapladı kara yel
Toprağa verilmelerinden daha yavaş
Yeraltı böceklerinin kamaştı yalnızlığı
Yeni kazılmış
Çukurun evreninde
Kaçışırken ürkek
Duyuldu imamın uyarısı uzaklardan
- Güneye Çekilsin baş

Kendilerinden dönmedeler
Gömdüler ölüyü
Kör acı soluklarını deler
Sonuna dokundular yaşamın
Parmak uçları delice buz
İşte
Yarı orada kaldı hepsi
Yarı aydınlık
Kendilerinden dönmedeler


Fazıl Hüsnü Dağlarca

İpekçi'nin Düşündürdüğü

Ölüm istenmezdi ya
Günler değişti pek
Mutluluk oldu
Yatağında ölmek

İşte Abdi İpekçi'nin de göğsünde kurşunlar
Son soluğu kandan çiçek
Biri var yokedilmezse yokedecek hepimizi
Tek tek


Fazıl Hüsnü Dağlarca
Uzun İkindi

Orhan Kemal'e Ağıt

Seslendi bez dokuyan basma dokuyana
Duydunuz mu arkadaşlar
Kim çıktı dışarı
Orhan Kemal

Ortasına nadazın konmuştu
Gök dökülürcesine kuşlar
Birisi birdenbire kırmızı uzak
Durdu

Yüreğir'in uçsuz bucaksız köyleri
Köylerde gözalabildiğine pamuklar
Birisi birdenbire ta içi yaprak
Durdu

Yalağa varmıştı ikindileyin
Ovaağız koyunla
Birisi birdenbire taşayak
Durdu

Parmakları ak kesilmişti çatlamıştı kandı
Çuvalı on kuruşa koza ayıran çocuklar
Birisi birdenbire gecelerde sıcak
Durdu

Boynun uzatmıştı yollara azgın
Satılmışın arabasındaki atlar
Birisi birdenbire teker boyu şahlanarak
Durdu

Seslendi ulu çınarın kökü uluca kayağın köküne
Duydunuz mu kardaşlar
Kim girdi içeri
Orhan Kemal


Fazıl Hüsnü Dağlarca
Uzun İkindi

26 Ocak 2017 Perşembe

Savcı'ya

Savcı, nedir düşündün mü,
Dağları sorguçlu kılan?
Onlar susmaz, gece gündüz, onlar haykırır yüceden.
Gelmiş dağlardan yalnayak, durmuş kapına bir ıssız,
Seni bile içli kılan.

Savcı, nedir düşündün mü,
Bıçakları uçlu kılan?
Bir eski hak alınmamış, bir dere kan sorulmamış,
Şunun bunun alın teri,
Alınları taçlı kılan.

Savcı, nedir düşündün mü?
Yazıları suçlu kılan?
Usla, yürekle büyümüş, gündüzler geceye karşı,
Ama nedir çağlar üzre,
Beni senden güçlü kılan.


Fazıl Hüsnü Dağlarca
Dört Kanatlı Kuş

Dışardan Gazel

Siz Ali Bey, Veli Beyefendi busunuz,
Gelecekler önünde suçlusunuz.

Yöneteceksiniz de ulaşacak ha,
Çağdaş Uygarlığa ulusunuz.

Ön karanlık, art karanlık. Sağ karanlık, sol karanlık
Kara toprak içine mi gömülüyoruz.

Bir ülke, yarısı çırılçıplak,
Yarısının yediği ekmek tuz.

Uyur itleri, inekleri, ayıları,
Bütün aydınları uykusuz.

Milyonu trahom toplumun, milyonu sıtma,
Milyonu verem, bilmiyor muyuz?

Ne olmuşuz, ne yapmışlar bize,
Nasıl bağlanmış elimiz, kolumuz.

Böyle giderse biline hep.
Mustafa Kemal'le bile yokuz.

De, yüreğin nice yanarsa yansın,
Efendilerin yüreği buz.


Fazıl Hüsnü Dağlarca

Sular Bizden Akıllıdır

Sular bizden akıllıdır, daha evvel görür akşamı
İner havadan önce, karanlığa
Büyük bir balık gibi ortadan silinir
Kaçışırken hayvanlar dağa

Sular bizden akıllıdır, memnun olur
Sadece ağaçlardan
Başka insanlardan değil
Bizi yalnız bırakan

Sular bizden akıllıdır, uyumaz
Açar maviliğe, iri gözlerini
Ve bekler bir ölüm sırrı içinde
Kendi hayatının yerini... 


Fazıl Hüsnü Dağlarca
Dışardan Gazel

25 Ocak 2017 Çarşamba

Yağmursuz Köy

Acım, kara toprak acım, duyasın biraz.
Kara öküzle beraber acım bu gece.
O düşünür, düşündükçe doyar,
Ben düşünürüm, düşündükçe acıkırım.
     Acım, kara toprak acım, duyasın biraz,
     Açlık saklanılamaz.

Obur dağlarda uyur poyraz,
Kurdun kuşun uykusundan.
Kayar yağlı yıldızlar hele hele,
Beslenir karanlık.
     Obur dağlarda uyur poyraz,
     Açlık uyunulamaz.

Açlık siyah yüzümüzde, açlık beyaz.
Acıkmış ova bayır.
Yağmur yağmaz olmuş, ekin kurumuş,
Nettik ki küsmüş gökler hepten?
     Açlık siyah yüzümüzde, açlık beyaz,
     Açlık yaşanılamaz.


Fazıl Hüsnü Dağlarca
Toprak Ana

Emziriyordu

Emziriyordu karanlıkta, tenhada,
Yavrularını, cesur hayvan.
Sevgiyle, lezzetle, arzuyla parlıyordu,
Aramızda kalan.

Verdiği devam eder, kendiliğinden,
Taşlar kadar kıymetli, toprak kadar rahat.
Yıldızın ve ormanın altında habersiz,
Büyüyen nebat.

Emziriyordu, bir saadet ağarmasında,
Sular vakti, ağaçlar serçeleri.
Hazla susmuş dağlar üstünden,
Gök, yeri.


Fazıl Hüsnü Dağlarca
Taş Devri

Hayvanların Padişahı Gecedir

Hayvanların padişahı gecedir,
Simsiyah tüylü gece.
Dişi bir hayvan gibi bana cesaret verir,
Yarimi düşündükçe.

Yol açar, muhteşem efsanelere,
Rüya içinde kan,
Vahşi hatıralar hücum eder,
Çırılçıplak, dağlarından.

Doldurmuşuz, kurtlar, kuşlar,
Bir muhabbet deminde, sazlığı,
Aşk ve lezzet üzre parlıyor.
Dişlerimin beyazlığı


Fazıl Hüsnü Dağlarca
Daha

24 Ocak 2017 Salı

Nereye

Nereye sevdiğin benim, inandığım nereye,
Rüyaların yarasalar gibi uçuştuğu geceler içinden.
Dalgınlığımla hareketlerini seçemiyorum,
Varlığının altın kafiyesini arıyorken ben.

Hangi dünyaları dolaştıktı bilmiyorum,
O nasıl bir adaydı, nasıl bir deniz.
Gök, bir söğüt dalı gibi eğilmişti sulara doğru,
Ve eğilmiştik o dal gibi hayata doğru ikimiz.

Kim ellerini alnımda gezdirirken o ten, ses ile,
Bana kalbin musikisini verecek, haberi olmadan.
Geceyi avuçlarımda siyah bir gül gibi duyuyorum,
Ve sen misin bilmiyorum bu gülü bırakan.

Nereye, ey göz yaşlarımın sıcaklığı,
Ki başka birisi yok beni duyan.
Rüyalar nereye gidiyor, anlamıyorum;
Ve sen nereye gidiyorsun, hatıralardan.


Fazıl Hüsnü Dağlarca

Balkon

II


Seni, bütün arzu, bütün ruh,
Hayallerle kaybolmuş denizin dibi,
Seni ki ne kadar, ne kadar yaşıyorum
Toprak altına giren hacimler gibi.

Aşkın vahşi sahillerinden haber verir
Önümüzde göklere başlayan ada.
Hayata ve manzaraya bağdaş kuran vücudumuz
Dolaşır iri kemikli masal dünyalarında.

Ruhumuz bir denizdir ki açılmış sükün için,
Sessizlik enginlere inen bir kuğu.
Giden çocukluğumu duyurmaktadır
Yıldızların sonsuz çocukluğu.

Gök nebatları sarkmış kıyılara
Girmiş meçhul göllere, meçhul hayvanları ruhun.
An'lar, yapayalnız, ayrılmış manzaradan,
Bir mezarın başında bir selvi kadar uzun!

Seni, aşk, uyku, lezzet,
Sıcak mevsimlerden kopmak üzere olan muzlar.
Vücudumdan geçen fikirler duyuyorum;
Geniş yaprakların satıhlarındaki rüzgar.

Önümde karanlığın en güzel yeri
Düşer atmosferlerin bahçesinden bir zambak,
Seni, en uzak mesafeler içinden,
Her şey'i gerilerde bırakarak!


Fazıl Hüsnü Dağlarca

9.

Ve sahilin çarpık ağaçları altından
Garip yarasalar geldi.
Gözlerinin rengi ne güzeldi.
Bir adamı uyurken öldürmeyiniz.

Ve meçhul, bitmez tükenmez rüyasında
Vakit geçirebilir.
Gözlerinin rengi ne güzeldi.
Ki en büyük. emanettir.

Ve kaybeder kendini gündüzün
Selamlar içinde herkes.
Gözlerinin rengi ne güzeldi
Hayata veda edemez.


Fazıl Hüsnü Dağlarca

23 Ocak 2017 Pazartesi

Nazım'dan Öte

Ben sadece ölen babamdan ileri,
Doğacak çocuğumdan geriyim.
Nazım Hikmet



Bir düş kuruyordu çocuk
-Gözleri yarı kapalı;
Düşten de öte, özlemdi,
Beklentisiydi yaşamın-
Başı göğe dayalı...

Bir ata binmiş gidiyordu-
Bulutlardan düşen ışığa;
Yıldızmış, göktaşıymış... ne umuru?
Değebildikten, tutabildikten sonra...

Attan inip rüzgâra bindi,
PEGAS'a bindi, parıltılarla;
Bir imgeye daldı çocuk-

Gözleri açık, havada,
Büyüyecekti daha.

Düzenin-
(Düzensizlik! demeliydi buna)
Pençesinde ezilip tükenmeyecekti,
Düş görmesi de bilerekti;
Bu deyim yetmedi anlatmaya,
Ayağı yere basıyordu sımsıkıya,
Ne umut, yakan, başeğme,
Ne kendi kendini yeme,
O, yerinden fırlamış bir yürekti,
Yumrukları sıkılı koskoca erkekti.


İskender Fikret Akdora
Rimini
1989

İnsanlar ve Ötekiler

Yeter bu renklerdeki davet,
Bu akşam vakti gülen kuş;
Bu ufuklar ötesinde.
Sonsuzluğa tırmanan yokuş...

Yeter içimdeki korku,
Ben miyim yeryüzündeki tek fani
Yağmura, geniş göklere karşı,
Şarkı söylediğim günler hani?
Çocukluğun masum insanları;
Ki yemyeşil bir dağ üstünden,
Her şeyi gören tanrıya şükür!

Denizlerin ıslak aydınlığında,
-Etinin lezzetinden habersiz-
Balıklar var, insanlara küskündür.


İskender Fikret Akdora
Renkli Şiirler

İnsana Doğru

I.


Ey kudretli büyük rüzgar;
Dudağıma o gül tadını getir!
Sen, hatıralarımı sakla,
Çocukluğumu mesud geçirdiğim şehir!

Vaad edilmiş an ki kalbe
Huzur getirecek mi Rabbim?
Promete içimde yaşıyor,
Yaşayan Promete ben'im!

Ve zincirsiz koştuğum kırlar,
Sarhoş başımda duman ...
Gölgemi görüyorum duvarda;
Gölgem, gölgem ne kadar perişan.


İskender Fikret Akdora
Sağken, 1
Hatıralar Şehri 
1935-1945

Ağır Hasta

Üfleme bana anneciğim korkuyorum
Dua edip edip, geceleri.
Hastayım ama ne kadar güzel
Gidiyor yüzer gibi, vücudumun bir yeri.

Niçin böyle örtmüşler üstümü
Çok muntazam ki bana hüzün verir.
Ağarırken uzak rüzgârlar içinde
Oyuncaklar gibi şehir.

Gözlerim örtük fakat yüzümle görüyorum
Ağlıyorsun, nur gibi.
Beraber duyuyoruz yavaş ve tenha
Duvardaki resimlerle, nasibi.

Anneciğim, büyüyorum ben şimdi,
Büyüyor göllerde kamış.
Fakat değnekten atım nerde
Kardeşim su versin ona, susamış. 


Fazıl Hüsnü Dağlarca