Sayfalar

25 Şubat 2017 Cumartesi

Rüştü`den Gelen Mektup

Oktay Rifat'a


Önce bütün şairlere selam
Sonra şunu söylemek isterim
Ölüm hiç te güzel değil
Ne sabah var ne akşam

Sokakların ellerinden öperim
Bana yaşamasını öğretmişlerdi
Dost olsun düşman olsun
İnsanlara iyi günler dilerim

Söyle sarı saçlı daktiloya
Ben yokum artık
Vefasız dostlara hatırlat
Kimseye kalmaz o dünya

Nasıl unuturum güzeldi yaşamak
Fakat hakkı varmış Oktay`ın
"Hatıralar da dal istiyor
"Kuşlar gibi konacak"


Muzaffer Tayyip Uslu
Şimdilik

Kuruntu

Hep böyle yazıyorum şiirlerimi
Kalemim kararsız ellerim soğuk
Şarkımın ucuna koymuşum seni
Seyrediyorum saçlarında köpüren dalgaları

İçiyorum koparak tüm bağlarımdan
Olanaksız ayrılıklar taşıyor her söz
Bir ak gün gibi esrik ve çıplak
Esiyorsun sayfalarım arasında.

Kırık cam renginde yağmur yağıyor
Bunca zaman umudun ışıdığı alnıma
Bakıyorsun aramızda büyüyen sessizliğe
Sessizlik bir türküdür serüvendir seninle.

İçimde son mevsimden kalan yankı ve yara
Sana doğru yükseltiyor külden sütunlarını
Ve yazıyor öyküsünü altın düşlerimizin
Paslanmış bir güneşin kumsallarına

Ne değin dirensek ne değin zorlasak
Akacak günleriniz uzak sulara doğru
Ve titrek bir ışık düşecek omuzlarından
Pişmanlığın eşiğinde savrulan tozlara.


Lütfi Özkök
İçimdeki Sıla
1948

Mültecinin Ağıtı

Oktay Akbal'a


Bir Baltık yelinde unutmuş saçlarını
Çevresinde bilmediği yüzler, sular, orman
Umut, Lapon çiçekleri gibi saydam, kokusuz
Umut, odasında başucuna çivili
Umut, karlı dalda sallanan son yaprak.

Yıllar çözmüş yumağını eksilen her mektupta
Yalnızlık yüreğinde, yalnızlık sinirlerinde
Yalnızlık efkarın kumlu penceresinde
Gökkuşağın gömüldüğü eski surlar Riga'sında.

Orda köprüler, kuş tüyünden köprüler
Kıyılarında bir Van Gogh güneşi
Daracık sokakları yıkayan çan sesleri
Hasatlar, petekler, bakire beyazı geceler.

Bir Baltık yelinde unutmuş saçlarını
Şapkası bir İsveç kanalında yüzmekte

Sararan mevsimler üstünden bir el
Kayan bir yıldızın yelesini okşamakta.


Lütfi Özkök
İçimdeki Sıla

Harb İçinde

Boşuna demir atıyor vapur,
Boşuna bal yapıyor arı,
Boşuna sürülüyor toprak.
Ne çiçek koklamak istiyor canı insanın
Ne gezip dolaşmak;
Ne aşktan bahsetmek sevgilisine..

Öyle habersizce geliyor ki ölüm,
Rüyalar tamamlanamıyor,
Giyinip kuşanılamıyor,
Gülünüp ağlanamıyor.
Ve son bir defa olsun insan
Göz göze gelemiyor.


Şükrü Enis Regü

24 Şubat 2017 Cuma

Hatıralar

Hiç bir şeyi düşünmemeli uzun uzun
Biliyorum ağacı
Ağaç olarak seyretmeli
Lakin elimden gelmiyor bir türlü
Ne yapalım,
İnsan yaratılmışım çünkü
Sırası gelmiş
Ağlamışım
Gülmüşüm sırasında
Parasız kalmışım
Aç kalmışım sonra
Artık nereye gitsem
Hatıralar peşimde


Muzaffer Tayyip Uslu
Şimdilik

Günaydın

Kapalı duran penceremden
Odama giren sabah güneşi
Günaydın diyor

Sandalyanın sırtında ceketim
Dün gece olup bitenleri unutmuş
Uzun etme diyor işte.

Ve bir mırıltı
Kulağımın dibinde
Ben başlayan günüm
Aydınlığı getirdim sana
İnsanoğlu
Hadi kalksana
Peşinden lafa karışıyor pencere
Günaydın Muzaffer bey
Sokaklar seni bekliyor
– Sokaklar beni bekliyormuş –
Günaydın


Muzaffer Tayyip Uslu
Şimdilik

Kan

Önce öksürüverdim
Öksürüverdim hafiften,
Derken ağzımdan kan geldi
Bir ikindi üstü durup dururken

Meseleyi o saat anladım
Anladım ama, iş işten geçmiş ola
Şöyle bir etrafıma baktım,
Baktım ki yaşamak güzeldi hâlâ

Mesela gökyüzü
Maviydi alabildiğine
İnsanlar dalıp gitmişti
Kendi âlemine


Muzaffer Tayyip Uslu
Şimdilik

23 Şubat 2017 Perşembe

Güzel Aydınlık

Akdeniz göklerinden
Köpüklerden, limon çiçeklerinden
Gözlerimde kalan
Güzel aydınlık
-Nesrin'i bir defa öptüm

Beyaz badanalı odam
Annemin yüzüne, soframıza
Gençlik hülyalarıma düşen
Güzel aydınlık
-Ümitsiz kaldıkça seni düşündüm

Biz fakirdik ama iyi insanlardık
Bolluk yıllarında da
Felâket günlerinde de
Seni yanı başımda gördüm
Güzel aydınlık
Tatlı aydınlık


Necati Cumalı

Emine

Abanoz'daki Emine
On yedisinde düştü
Afro'nun eline
Şimdi yaşı yirmi bir
Eridi gitti dört senede
İpek saçları, vücudu bozuldu
Ela gözlerinin ateşi söndü
Kalmadı eski neşesi
Alıştı zamanla küfre, tütüne
Zamanla etrafına uydu
Isındı evin âdetlerine
O içimizden birinin kızı
Birinin kardeşi
Âşık birine


Necati Cumalı
Güzel Aydınlık

Bir Ana

Kadın çamaşırdan dönüyor olmalıydı
Kolunda bohça, sert soda kabartmış ellerini
O yaşta bütün yahudi kadınları gibi
Sırtında eski bir siyah kadife hırka
Bir şikâyet yorgunluk ifadesi bakışlarında

Küçük, çilli, dik kızıl saçlı
Satılmamış gazeteleri koltuğunda
Üşüyen bütün küçük çocuklar gibi
Burnunu çeke çeke, avuçlarını hohlaya hohlaya
Sürterek eskimiş kunduralarını
Ayak uyduruyordu anasının adımlarına

Onlar önde, ben arkada
Bir mart gecesi onbirden sonra
Taksim'den Tünel'e kadar yürüdük
Alçak sesle konuşuyorlardı aralarında
Sanki bir değirmen ağır ağır dönüyor
Hayat, ağır ağır akıyordu
Bulanık, kirli nehirler gibi
Büyük, karanlık binalar arasında


Necati Cumalı
Güzel Aydınlık

22 Şubat 2017 Çarşamba

Lokantadaki Kadın

İçip içip bana bakıyordu
Omuzu üstünden kocasının
Saçlarından ışıklar geçiyor
Gülüyor etrafında her söylenene
Yalnız iri siyah gözlerinde
Gölgesi yer etmişti yalnızlığının

Daha görür görmez anladım
Aşksız beklediğim oydu senelerce
Uykularım arasında bütün gece
Ilık sesi, kahkahaları çınladı durdu
Yanıp söndü göz kapaklarımda
Aydınlıklar içinde beyaz vücudu

Bu dünyaya insanlar eş gelir
Karanlıkta akan nehirler gibi
Kalpleri birbirinin çağrısını duyar
Olsa olsa mutluluktan bütün nasibi
Macerası onunla bana benziyenlerin
Bir gün bir tesadüfle karşılaşır, ayrılırlar


Necati Cumalı
Güzel Aydınlık

Soğuk Kış Geceleri

Soğuk kış geceleri odama
Ansızın bir kadın hayali girer
İlerler yavaş adımlarla
Masamı düzeltir, omuzlarımı örter
Elleri güller beyazlığında.

Dışarda gece zifirî kara
El ayak ortadan çekilmiştir
Rüzgâr deli deli eser
Dalların gölgeleri sokak boyunca
Kaldırımlarda uzar, titreşir.

Sefih yüzler, kötü kişiler
Karanlıkta yaşayan kim varsa
Üşüşür peşinden camlara.
O bana şahin önünden
Kaçan yavrular gibi gelir.

Bak, der, ne haldeyim
Ne haldeyim bil
Ne arzum kaldı, ne hevesim
Kapılara duvarlara benzedim
Uyurum, uykularım uyku değil!

Güzelim, kadınım, gülüm nergisim
Bilemedim, bir hata ettim bağışla
Bağışla, ne ettimse kendime ettim.
Sen gideli gün günden tazelendi derdim
Sen gideli yüzüm gülmedi bir daha.

Dışarda gece zifirî kara
El ayak ortadan çekilmiştir
Rüzgâr deli deli eser
Dalların gölgeleri sokak boyunca
Kaldırımlarda uzar, titreşir...


Necati Cumalı
Güzel Aydınlık

Karabatak

Dalar gider pencereler önünde şimdi
Ilık yaz akşamlarını hatırlar
Vapurlar geçer bomboş güverteleri
Bomboş uzanan denizin üstünde
Aç bir karabatak dalar çıkar

Bilirim yalnızlık üşütür insanı
Kalp daima sevecek birini arar
Hatırlar bakışlarda kalan aklarını
Avuçları hafif terli, yanakları al al
Ağaçlıklı yollarda akşam dolaşmalarını

İlk yıldızlar karanlık basmadan doğar
Hafif çiçek kokuları gibi uçar içiniz
Yavaşlar eve dönerken adımlarınız
Esen rüzgâra, durur, kulak verirsiniz
Bakışlarınız bütün kadınlarla karşılaşır

Daha önünüzde uzun bir yaz vardır
Bütün gün şurada burada gecikir oyalanır
Döner durur yatağında bütün gece
Ay ışığı, sıcak hava, tutuşturur kanını
Uykularını kaçırır en ufak bir düşünce

Şimdi rüzgârlar soğuk eser yüzünüze
Hüzün verir yağmur sularından geçen bulutlar
Bayırlarda yol alan posta arabaları
Şimdi birbirinden ayrı yaşar kurtlar, kuşlar
Sular çakıllardan ayrı akar

Dalar gider, gözleri büyür de
Ilık yaz akşamlarını hatırlar
Avuçları hafif terli yanakları al al
Bomboş uzanan denizin üstünde
Aç bir karabatak dalar çıkar


Necati Cumalı
Güzel Aydınlık

21 Şubat 2017 Salı

Tahtabacaklı Kaptan

Bir sabah, köprü açılmadan,
Demir aldık denizden.
Unkapanı'ndaki minarede
Henüz ezan okunmamıştır.
-Davranın, dedi. Tahtabacaklı Kaptan
Çocuklar erken yatmamışlardı;
Çengel Halil ile Mustafa'nın barbutu
Sürmüştü, Ferhat'ın meyhaneden döndüğü saate kadar.

Ötede Yılmaz Reis,
Ateş yakmaktadır kumların üstünde.
Biraz sonra Haliç uyanacak,
Birbirine yaslanmış ahşap evlerin
Kapıları açılacaktır.
Her gün kıyıda tahta parçalarını yüzdüren
Çıplak ayaklı çocuklar
Bulmayacaklar bizi yerimizde.
-Nasıl bağırır onlar denize, bilir misin sen?
Onların da iki katlı evlerinden içeriye,
Esvapları tuz kokan adamlar girer,
Onlar da bir kap yemeği
Bölünmüş taze ekmekle yerler;
Ama sormazlar
Ertesi günkü nafakalarını.
Sabahları güneş bir su gibi dökülür,
Kafesli pencerelerinden,
İlk defa onlar görür
Güneşin denize gömüldüğünü.

Bizim gemi
Bir ağaç teknedir bu suyun üstünde;
Boyaları dökülmüş,
Okunmaz ismi bile artık,
Kim bilir kaç yıldan ...

Tahtabacaklı Kaptan,
O da denizde açmış gözlerini.
Ona deriz, sen Kaptan'sın
Bilirsin bu enginin huyunu.
Sakin ve korkusuz, ufuklara bakar,
Çok konuşmaz, gülmez o.

Bir gece sabaha yakın
Karadeniz'de, balıkta iken donmuş sağ bacağı.
Bir şarkı kadar hazindir bu hikaye
Bu acı yelkenleri dolduran
Bir rüzgar gibi yaklaşır ona,
Dolar gözlerine
Geçmiş günlerden iki damla,
Akmaz bu yaşlar yanaklarına
Islak ve zayıf elleri kımıldamaz artık,
Dolmuştur bu göğse yılların kahrı ...

Çok gün görmüş
Çok yer görmüş,
Çok insan görmüş o!
Bakar, bakar dalgaların uçlarındaki
Beyaz köpüklere.
Ne söylemiştir, bu su ona,
Hangi günün akşamını hikaye etmiştir acep?
Nasırlı avuçların kuruladığı bu mavi gözler,
Hep uzak
Hep uzak türkünün
Hüznünü yaşatır.

Şu saçlara güneş girmiş,
Su girmiş, rüzgar.
Kırışmış alnını kapıyor,
Bir kaç zamandır.

Şimdi yürüyor gemi açıklara doğru,
Hiç korkmamış,
Hiç ağlamamış,
Hiç düşünmemiş gibi
Söylüyor bir türküyü denize
- Hani nasıl anlatmışlar ona -
Yapraklara çarparak toprağa düşen,
Meyvaların içinde kımıldanan çekirdeklerin sesi kadar yavaş;
Karanlığın sulara yaslanışı gibi
Sakin bir türküdür bu.
Bu türkü,
Tahtabacaklı Kaptan'ın
Bacağını kestirdiği sabahın türküsüdür.


Ömer Faruk Toprak
İnsanlar

Memnuniyet

Benden zarar gelmez
Kovanındaki arıya
Yuvasındaki kuşa;
Ben kendi halimde yaşarım
Şapkamın altında.
Sebepsiz gülüşüm caddelerde
Memnuniyetimden;
Ve bu çılgınlık delicesine
İçimden geliyor.
Dilsiz değilim susamam
Öyle ölüler gibi
Bu güzel dünyanın ortasında


Rüştü Onur

Bir Hastalıktan Sonra

I

Bir hastalıktan sonra,
Mektup yazdım eşe dosta
-İadeli taahütlü-
Ve yıldırım telgraf çektim yare
-Cevaplı-
Neler olmuş Rabbim, neler.
Ben tüberkülozdan yatarken, hastanede
Dostlar unutmuş adımı,
Yar kocaya gitmiş...


II

Bir hastalıktan sonra,
İş başı yaptım.
Patron değişmiş,
Sarışın daktilo Fahrünnisa
Bir haftalık lohusa yatakta
Olan biten bu fabrikada
Şimdi ben
Üçüncü vardiyada çalışıyorum
Olga ile beraber.


III

Ve dünyamız Rabbim
Bir hastalıktan sonra
Eskisi gibi değil.


Rüştü Onur

20 Şubat 2017 Pazartesi

Öğle Rakıları

Buyurun içelim birer kadeh
Güzeldir öğle rakıları efendim
Unutulmaz
Bir kadından söz eder gibi
Utangaç, gizli yasak
Burası Arnavutköy efendim,
Eskiden ne güzel yerler vardı
Bir şilep geçiyor, bir tanker,
Bu Tarsus gemisi bizim
Karadenizden, seferden dönüyor
Sağlığa içelim, iyiliğe
Mutluluğa diyemem, dilim varmaz
Bugünlerde pek mutlu olanımız yok

Bakın denizin mavisi bitti
Çerçöp döküyorlar, ne derler
Çevreyi kirletiyorlar
Görgüsüz oldular çok
İttihatçılardan bu yana
Bet bereket kalmadı
Enver Paşa’nın mı dediniz,
Hayır, Naciye Sultan’ın
Kuruçeşme’deydi bilmezsiniz,
Kömür mezarlığı bütün kıyılar
Tekel mekel, Galatasaray adası
Onlar da öyle efendim,
Hoyrat, ne oldum delisi
Boğaz da kalmadı artık
Beşiktaş’tan başlardı
Bebek de bitti
Ya şu yeni yetmeler efendim
Boğazlı oldular
Yahya Kemal Beyle evet
Dalgın sular, körfez, martılar
Kalmadı efendim kalmadı
Saat başına efendim
Birkaç yunus geçerdi
Ne mi oldu, öldüler
Bilir misiniz efendim öğle rakıları
Yani resimlere benzer gündüz gözüyle
Gündüz gözüyle bakılan
Yeni resimlere inanmazsınız
Bir Asmalımescit meyhanesinde, Pera’da
Biraz küf, mazi, mahrem kokan
Biraz Tünel, Sait Faik, Mösyö Rober
Kimler yoktu buralarda
Kimler gelip geçmedi
En iyisini Fikret Adil bilirdi
Kitaplarında kaldı
Siyah-beyaz bir fotoğraf oldu

Beyoğlu geceleri mi
Kalmadı efendim nerde
Hani karanfilli Ümit Deniz
Her masada bir damla gözyaşı
Her yudumu zehir Cahit Irgat
Hacıağalardan bu yana
Dünya savaşından sonra
Her şey bitti
Yok caddeyi kebir
Banka banka banka
Sakal sakal sakal
Neden mi öğle rakıları
Gündüz gözüyle efendim
Bir kadehin özgürlüğü
Nalçalı kundura uygun adım
İçki, kadın, porselen
Ses, söz, şarkı
Her şey bunadı efendim
Ben de bunadım.


Mehmed Kemal

Has Bahçenin Gülü

Elleri deniz vurgunu,
Gözleri yaşam yorgunu,
Sormadın daha sorgunu,
Geçti salını salını.

Körpe dal mı, çiçek miydin!
Ağuyu içecek miydin?
Düş mü oldun, gerçek miydin?
Zorun gelini gelini.

Gülme çağında gülmedin!
Ölme çağında ölmedin!
Deneyler Yardı bilmedin!
Çektin elini elini.

Gülümüzdün has bahçede.
Soluverdin düşüncede.
Aman vermez bir gecede,
Ara yolunu yolunu.


Mehmed Kemal
Söz Gibi, 1971

Kuş ve Çocuk

Bir kuş düşünür bu karanlıkta
Oğlan çocuk ıslık çalar meydanlıkta

Kuş ötmeyi bilmez, oğlan sövmeyi
Bu türkü devam eder söyleyi söyleyi

Kuş der ki: " - Ulan eşşoğlu eşşek ne sen
Ne de ben adam olmayız kelle gitmeden..."


Mehmed Kemal
Dünya Güzel Olmalı

Der Vasf-ı Stayiş-i İstanbul

İstanbul şehri içre serseri gezüp
Sema vü deryayı seyr ü temaşa eyledim
Belki mahzun gönlümüz şad
Gamlı hatırımız abad olur dedim
Baktım şöyle evleri var
Tarz-ı kadim kirgir bina ahşap bina
Tarz-ı cedid beton bina uzanır
Yolları var kaldırımdır parke asfalt dolanır
Sakinleri kafir olmuş islam olmuş ne çıkar
Hepsi insan hepsi cana yakındır
Ben ol şehre hayran oldum tutuldum
Zira İstanbul büyüktür

Beyoğlu derler bir yer vardır gelüp durduk
Yeri güzel halkı güzel nimeti bol
Dilberleri nazlı nazlı civan civan alüfte
Aşık olmak adet olmuştur Rum kızına
Bir kavim ki ondan gelür pir-i mugan muğbece

Sual ettik bu nimetler yenilir içilir mi
Bunda bu sorulmaz dendi
Rakı dosttur oturuldu sofraya
Zira dostlar büyüktür.

Düdük çaldı iskelede bir adem
Gemiciler seren çeküb salya demir ettiler
Bir ağızdan şarkı söyler
Ol reisler çımacılar uşaklar ve tayfalar
Ben duyarım derya duyar
Mavi sular içre kayar bir gemi
Yolcusu ver şarkısı var kömürü ve dumanı
Zira derya büyüktür.

Eyüp Sultan derler ana
Sütunlar üzre kurşun kubbeler durur
Sela verir minarede ters kasketli birisi
Güvercinler dem çeker
Yüz sürülür Eyüp Pirin kabrine
Bir mezarlık sıra sıra serviler
Tabut ardı cemaat
Bu yaşama bu ölüm
Zira insan büyüktür.


Mehmed Kemal
Dünya Güzel Olmalı