Sayfalar

8 Nisan 2017 Cumartesi

Maclean's Hastanesinde: 1958

Hatırlıyor musun benimle duruşunu karanlıkta,
Ann Adden? Deliler evinde? Her şeyi-
Ben deli, sen benim için deli? Yüzüğümü getirmiştin hani,
o on iki kıratlık altın külçeyi... Jan Dark'ım benim,
doğru çizgiden ayrılmayan- 
kaya gibi ah hiç konuşmayan! Hatırlıyor musun
Marion Anderson'u dinleyişimizi plaktan,
Mozart'ın Çoban Kralı'nı, II Re Pastore'yi söylerken?
Ey Çekiçbalığı, Çelikbaşlı Alabalığı Dünyanın, elin
bir güldür senin! Hatırlıyor musun Mittersill'de nasıl
kaymıştık o korkunç yeryuvarlağının kabuğunda.
sanki her an onu kıracakmışız gibi- Jan Dark.
Sen ayakta. Ben ayakta ...
Eğer unutursam seni, unutsun sağ elim de
bütün hünerini, Mara, cehennemim benim.


Robert Lovell
Çeviren: Cevat Çapan

Sabahtan, Dua

Soğuk, ağır ağır, sessizce -
Ama dönüyor ya, bunca saat sonra:

Dışımda olan bir şeyi görmek -
Gün ağarıyor.

Tek bu gün için
Tuzun tadı tam tuz olsun dilimde:

Deliksiz bir uyku uyuyayım
Tek bu gece için.


Randal Jarrel
Çeviren: Fred Stark

Taret Topçusunun Ölümü

Anam uykusundan Devlete düştüm, karnına;
Islak tüylerim donana dek, kıvrıldım.
On bin metre yukarısında
Yaşama düşünün toprağın, uyandım:
Patlamalar vardı, lekeler ve avcı uçakları.
Ölünce hortumla çıkardılar beni taretten.


Randal Jarrel
Çeviren: Fred Stark

Oyuncağı, Düşü, Dirliği

Henry, zavallı Hemingway'e ağlıyordu
Hemingway umutsuzdu, ulaşmıştı sona,
Hemingway'in sonu,
Taşrada bir yemek odasında gözyaşları,
daha evlenmemişti, yıllar önceydi bu,
Tanrı kör talihi daha göndermemişti ona.

Bizleri tüfeklerden, babaların intiharından korusun Tanrı,
Kimin babası olduğunu düşünmen gerek
Kendini öldürmek istiyorsan- 
kötü örnektir insanın kendi katili olması
Canevinde merhametti gizleyerek,
sevginin son ölümü, duygusunun son fışkırmaları.

Kapıda bir kız: "Aynasızlar başlamış dua etmeye"
Ama dönelim yine Hemingway'e,
o katı yürekli, üstün yetenekli insana.
Merhamet et, çekme tetiği, babacığım,
yoksa ömrün boyunca senin acını yaşayacağım,
başladığını öldüren öfken kıyacak bana.


John Berryman
Çeviren: T. S. Halman

7 Nisan 2017 Cuma

Bir Kadına

İllete hemen çare bulmalı, evet, yoksa böylesine sevdiğimiz
bu sımsıcak aydınlık çok sürmeyebilir.

Erkek, kendini karartıyor sanki,
şunun bunun için sırtını erkeğe dayamak zorundasın yine,
ama belki de sıra sana geldi artık.

Üç oğlun, siyasal çalışmaların
kocanın hukuk işleri, yatakta alabildiğine şehvet,
yazdığın öyküler, otuz bir yaşında bile
gövdenin bitmez tazeliği, evet, illete hemen çare bulmalı
bir ishal nöbeti gibi.

Belki de sen hem dua etmelisin hem de vazgeçmelisin
sabrının o tuhaf gücünden,
her gün, her zaman, daha gözüpek olmalısın.

Tek bir cennet ağacı garip bir taç olmuş,
İşkenceden kıvranan kızıl tepeler övünçle yükseliyor bu
sımsıcak aydınlığa.


John Berryman
Çeviren: T. S. Halman

Yaklaşımlar

I

Kış öldüresiye sürüp giderken
ağladı senin açık mezarının başında.
Yağan kar


II

Karanlık, karanlık.
Sendeliyorum el yordamıyla
Kibrit alevi.


III

Ay çiçekleri değil, güller
değil, izleri kumlara çıkmış kayalar
büyüyor burda. Ve çiçekleniyor.


IV

Şafakta sahanlığın üstünde
külrengi posta torbaları bekliyor;
tahtaları çakılmış bir tabut.


Robert Hayden
Çeviren: T. S. Halman

Ceset Yığınlarından, Küllerden

Ceset yığınlarından, küllerden
Dachau ve Buchenwald'ın örtülmemiş
çukurlarından geliyorlar-

Davut, Hirschel, Eva,
eskiden benimle hırsız-polis oynayanlar,
onların da yüzleri tıpkı seninki gibi

Johannesburg'dan, Seul'dan.
Çatışmaları bütün ufuklarda.
Ölümleri sarmış beni çepçevre.

Hedef olan sokaklarda koşuyorum,
aydınlıkta yarı kabus
yarı ülkü, kaçmaktayım

Kaçamayacağımdan, ulaşıyorum
lağım çukurları gibi çirkin ve soğuk
bir hücreye, orda aziz Bahaullah var

Ve Tanrının sırrı,
zincire vurulmuş, Onun sancısı
bizim ağrımız ve merhemimiz.


Robert Hayden
Çeviren: T. S. Halman

6 Nisan 2017 Perşembe

Kapılar

Bütün gün yola çıkmayı beklerken kulağımda sözler:
Şair hapiste, şair yeni ölmüş
sözleri sırtımızda, okuyoruz hepimiz. Ben ve oğlum.

Okuyoruz sözleri bütün gün:
dostlar, aşıklar, kızlar, torun
ve bütün gece uzak sevgiler
ve hiç görmediğim, yakınlık duyduğum şair
Eylemlerle, şiirler yoluyla,
türlü yakınlıklarımız-
ayrımlarda bizi ne birleştirirse,
dünyalar ötesinden, doğmayı özleyen
aşk, şiirler, adalet.

Yürümek dünya boyunca bu çığlıkların şairini bulmak için.
Ama bu yürüyüş, tüm gökteki sokaklardan uçmaktır.

Yürümek dünya boyunca, hava alanlarındaki insanlar arasından,
bu tepeler kenti, bu adalar okyanusu ateş mavisi, şimdi de bu kent.

Yürümek bu dünyada, evlerin yollarından geçmektir
sonsuz tuğla evler, akıp geçen dereler, şimdi bu çocuğun evi.

Yürümek sarp dağlar altında bu sarp kentin içinden
yönetenler zaman cenderesine sokmuş, elleri kıskaç; o güzelim
insanlar, kısaca girmiş de sessiz oturuyor yöneticiler
arasında, bana bakıyorlar.

Günleri içinde,
Geceleri içinde hücredeki şairin,
gürbüz bir çocuk koşmaya başlıyor yeni.
Taş basamaklardan çıkıyorum
şairin körpe karısının bulunduğu yere
kucağında bebeği.
Ağlıyor iki gözü iki çeşme,
Ama şairin oğlu bakıyor bana,
karısının anası da gözlerini dikmiş gözlerime
ıstırabının ötesinden. Evde ışıklar, her duvarı
söz duvarı yapan kitaplar.
Kadının eli sımsıkı
sarılmış bileğime, kaskatı bir çember
Sözden çok daha fazla çelik
kurtar kocamın hayatını.

İliklerime işliyor o sert çember.
Gürbüz çocuk koşmaya başlıyor.

8. Saman Tırrnığıdır Anne

Kadın incecik bir araç,
kadın mapusane avlusunda bekliyor dualarla,
kadın bir saman tırmığının çatalları gibi
didiniyor, aşınıyor, pas tutuyor
oğlunun gövdesini cendereye soktukları
yerin avlusunda ipince bir yontu gibi.
Günbatımına karşı ince çatallardır kadın,
sarı aydınlığa karşı girintili çıkıntılı çizgiler,
ince bedeni orada saydam oluyor mertlikle,
yaşayıp ölecek saman tırmığının çatalları gibi
duracak karşımızda dimdik, nasıl oğlunun sesi
dünya ötesinden konuşup duruyorsa

Bir söylenti duyuyoruz oğlu öldürülürse
anne de kendini öldürecekmiş

Ama şimdi burada, yaşıyor
bu saman tırmığının incecik çatalları dimdik duruyor yalımlarda.


Muriel Rukeyser
Çeviren: T. S. Halman


* Kore'de hapis yatan şair Kim Chi ha'yı kurtarmak için yaptığı girişimleri anlatan şiir dizisi.

Köşebaşı Okulu

Ot bürüyecek çevremizi gelecek yıla
Şimdi turp gibi sağlamız - şimdi gülüyoruz ya
Gelip geçişlerini seyrediyoruz ya kızların
Bahis tutuşuyoruz ya - kötü şaraplar içiyoruz ya
Yerimiz yurdumuz yok - işimiz gücümüz yok

Hani nasıl diyeyim - daha geçen yıl
Genç değildik ihtiyar da sayılmazdık ya

Hani hep genç belleriz kendimizi
Hani aslında duygusuz kişileriz ya.

Ölürüz - kavak yelleri başımızda
Hiçbir şey değildik bunca çağdır
Bunca çağdır asker bile olamadık ya,

Hakkımızı yediler bizim - perişanız
Gırtlağımıza dek yumruk gibi yalnızlık
En korkulu yerindeyiz ya - uykulu kişilerin
Ağarık yıldızlar bakar ya başucumuzda

Ağarık yıldızlar - orospular.


Theodore Roethke
Çeviren: Ö. Nutku - Tarık Dursun K.

Anı

I.

Düşlerin o ağırlaşmış dünyasında
Birlikte çekiyoruz içimize havayı.
İçimizde ölüyor dış dünya
Ve o biliyor beni tepeden tırnağa.


II.

Dönüyor, gidecekmiş gibi,
Yarı kuş, yarı hayvan.
Rüzgar kalıyor yamaçta,
Aşk her şey. Aşk, bildiğim ne varsa


III.

Bir geyik su içiyor dereden
Bir geyik, bir de onun yavrusu.
Ben seyirtince peşlerinden,
Taşa dönüşüyor çimen.


Theodore Roethke
Çeviren: Cevat Çapan

5 Nisan 2017 Çarşamba

Apollo'nun Uçuşu

I.

Yeryüzü benim yurdumdu, ama orda bile
yabancıydım. Bu madeni kabuk. Yüzer gibi
yürüyorum. Yıldızlar arasındaki o eski savaşlarda
dev gibi topların gürleyişi! Biliyorum, yabancılıktan
hiç kurtulamayacağım, yolculuğum hiç bitmeyecek.
Özlemli diye belleyin beni, korkulu, yücelmiş bilin.
Ben aydaki adamınız, dev aynasında gezinenlerin
kırıntısı, borçların kök saldığı yerden ötede nabzı
atan ada biçimindeki evrenlere sıçramaya·can atıyorum.
Sonsuz uzay, insan yüreğini kavrayıp sarsıyor, ama
yokluğun
tam orta yerinde hayat amansızca çağırıyor hayatı.
Merihe
yollayın mektuplarımı. Ne haberler var Andromeda'daki
koskoca kıvrık burçtan ve Samanyolundaki yıldızlardan?


II.

Yabancıydım yeryüzünde.
Ayak basınca aya, başlıyorum
yeni kutsal kentlere
doğru şen ve kutlu gezilere
ta yabancı burçlarda.
Sıcak. Soğuk. Sessizliğin yanardağları.
Sükunet Denizi
çalkanıyor ölçülmez kuvvetin kıyılarında.
Ve ötelerde
Yıldızların bütün usu.


Stanley Kunitz
Çeviren: T. S. Halman

Oaxaca 1925

Çok güzel bir çocuktun sen
Tedirgin yüzlü, gözkapakları yeşil
Kara dantel çoraplı
Pis bir barda karşılaşmıştık
Demiştin ki:
"Nada derler bana
Hiçbir şey istemiyorum senden
Senden hiçbir şey almayacağım
Hiçbir şey vermeyeceğim sana"
Ortalığa ay ışığı, çöp yığınları ve kediler saçılmış
Ara sokaklardan geçip
Seni evine götürmüştüm
Yoksul, dağınık odana
Ayakların kirliydi
Tırnaklarının cilası çatlaktı
El ele bir hafta geçirmiştik
Büyülenmiş gibi dolaşarak
Gitarlar. top sesleri, tropik yapraklar
Ve ay ışığında kara gölgeler
Barındıran boğucu
Bir yaz boyunca
Bir ömür boyu önce


Kenneth Rexroth
Çeviren: Güven Turan

Hüzünlü Pazar

Kestane çiçekleri dökülüyor
Hastane ve yemek kokulu
Bomboş sokaklara.
Radyo kırıyor birinin
Yüreğini bir yerlerde
Kirli bir yatak odasında. Kimse
Dinlemiyor. Bir aşağı bir yukarı
Kilometrelerce
Bomboş ev dizileri.
Kimseler yaşamıyor bu şehirde.
Şehrin sınırları dışında
Yeşil-beyaz mezarlıklar.
Kimseler yok mezarlarda.
Dökme demir eski püskü bir çeşme
Uzun aralıklarla
Bir akıp bir duruyor avluda.
Kirli yatak odasında
Gencecik üç orospu barbut atıyor
Arada bir içlerinden biri, sesleniyor zara.
Başka tek söz çıkmıyor ağızlarından.
Kestane çiçeklerinin hepsi
Dökülünce sarı sarı
Güneş batacak ve yıldızlar parlayacak
Boş şehrin üzerinde
Ve kağıtlar uçuşacak sokakta.


Kenneth Rexroth
Çeviren: Güven Turan

4 Nisan 2017 Salı

Kaçış

Yağmur pırıltıları var ışıltılı
Saçlarında, alnına düşen;
Islak gözlerin ve dudakların
Soğuk ve ıslak; katılıp kalmış yanakların soğuktan.
Neden bu kadar çok kaldın
Uzaklarda, neden yalnızca
Gece geç saatlerde geldin bana
Yürüyüp saatlerce yağmur altında, rüzgarda?
Çıkar giysilerini ve çoraplarını;
Otur ateşin karşısındaki koltuğa.
Ellerimle ısıtacağım ayaklarını;
Öpüşlerimle ısıtacağım göğüslerini ve uyluklarını.
Bir büyük ateş yakmak isterdim
İçinde, hiç sönmeyen.
Emin olmak isterdim senin taa içinde
Bir mıknatıs olduğuna, seni eve çeken.


Kenneth Rexroth
Çeviren: Güven Turan

Yine Çanlar Çalıyor

Yine çanlar çalıyor - gökyüzü yine karmakarışık
Kabuk kabuk dökülüyor şu sararmış solmuş rüzgar bulutu
Islak - yıkanmış tepelere- vadilere çevrili gözlerimiz
Tohum toprağı zorluyor - dünya tomurcuklanıyor
Dalında cıvıl cıvıl bir muhabbet kuşu
Çilli bir serçe gençten bir fidana konuyor
Bir bulut geliyor üstümüze duruyor ak pak
Ele güne karşı eksek gözyaşlarımızı saklıyor
Avara bulutlar renk renk gökyüzünde
Daha yeni çamaşırdan çıkmış dünyamız- daha gün güneşlik
Gıcır gıcır gömleklerimizi giymişiz sokaklara düşüyoruz
Dağ taş marullar büyüyor - bir mantar başını eğmiş
Gözleri yeni açılan tüysüz kuş yavrularında
Bir umut bir umut.


Richard Eberhart
Çeviren: Özdemir Nutku - Tarık Dursun K.

Bende

Ben de söylüyorum Amerikanın türküsünü
Ben, karaderili kardeş.
Mutfağa yollarlar beni
Sofrada konuklar olunca.
Ama güler geçerim
Ve güçlenmek için
Çok yerim.

Yarın
Masada oturacağım
Konuklar gelince.
Yeltenemeyecek kimse
"Mutfakta ye"
Demeye.

Görecekler
Ne denli güzel olduğuna
Ve utanacaklar.

Amerika'dayım ben de.


Langston Hughes
Çeviren: Ergin Koparan

3 Nisan 2017 Pazartesi

Üzüntü

Bana yanık türküler söyleyin,
Yanık türküler bana
Başka türlü türküler
Sefaleti unutturmuyor insana.

Avutucu bir şarkı okuyun,
Okuyun da kapansın yaram;
Öyle kötülük etti ki
Sevdiğim adam.

Anlamıyor musunuz?
Ağlayıp dövünüyor
Berbat bir adam için bir kadın.

Benim gibi kara kız
Benim gibi kara,
Üzüntüsü geçsin diye
Can atıyor içli şarkılara.


Langston Hughes
Çeviren: T. S. Halman

İsa Alabama'da

İsa zencidir
Silleyle sopayla dövülen kara:
Ah, aç sırtını kamçılara.

Anası Meryem:
Güneyde dadı,:
Ağzını açarsa yer tokadı.

İsa'nın babası Tanrıdır:
Beyaz efendi, yerin cennet,
Sevgini göster, merhamet et.

En kutsal piç,
Kan kusuyor ağzından,

İsa kara derili
Güneyde
Çarmıha gerili.


Langston Hughes
Çeviren: T. S. Halman

Zenciyim Ben

Zenciyim ben
Gece gibi
Afrika’nın derinlikleri gibi kara.

Köleydim her zaman
Saray basamaklarını temizledim eski Roma’da
Washington’da ayakkabı boyamaktayım şimdi.

Emekçiydim her zaman
Mısırda piramitleri kuran benim
Benim, harcını karan gökdelenlerin.

Türkücüydüm her zaman
Afrika’dan Missuri’ye kadar yaydım türkülerimi
Çınlar kederli ezgisi onların her yerde
O tamtam ritmi.

Kurbandım her zaman
Kongo’da kırbaçla dövdüler beni
Ve şimdi linç edilmekteyim Teksas’ta.

Zenciyim ben
Gece gibi
Afrika’nın derinlikleri gibi kara.


Langston Hughes
Çeviren: Ataol Behramoğlu

Bankerlerden Bütün Farkımız: Onlar Paralı Biz Parasız

Bankaları övmek için yazıldı bu şiir.
Para şıkırtısı neymiş gör, hele bir bankadan içeri gir!
Bir de garip bir ses duyacaksın, ne kadın sesi o, ne su şırıltısı,
Bilirim duymuşluğun yok, o, binlik banknotların hışırtısı.
Mermer konaklarda oturmuş bankerler, hakları,
Boşuna mı yıllar yılı "Milli Kalkınma" diye bağırıp çağırdıkları!
Asıl, bir usulleri var, ona borçludurlar her şeyi, o bir bozulmaya
görsün, bankaların işi bitik:
Kısacası, paraya muhtaç olanlardan gayrısına açılır kredi.
Sizi bilmez miyim hiç, anlı şanlı bankerler, nasıl da kılı kırk
yararsınız!
Siz, ev kirasını ödemek için borç istemeye gelen vatandaşları
kuruş koklatmadan dehleyebilen milli kahramanlarsınız.
Evet Siz, çocuğum doğacak diye iki yüz lira borç istemeye
görsün bir dar gelirli, maymunlara zart zurt eden
Tarzan edasıyla bakarsınız suratına,
"İşine git, oğlum!" dersiniz, "Ne sandın burasını? Burası ne
tefeci Şakir, ne emanetçi Sultana!"
Ama diyelim ki bir kalantor zat çıktı geldi bankanıza, olur a,
milyonunu çiftleştirmek istemiş canı,
Bak, o zaman koruyucu melek kesilirsiniz. "Arzunuz, emriniz"
demeye kalmaz, toslarsınız milyonu.
"Madem bir milyonu var, değil mi ya niye iki milyonu
olmasın?" derken hazret, iki milyon daha istemeye kalkar,
"Baş üstüne"yi bastırırsınız hemen, değil mi iki elde iki milyon
emniyet akçesi var.
"Münasip buyurmuşsunuz" der toplanınca banka idare heyeti,
"Bütün isteğimiz bizim, kalkındırmak memleketi"
Kuzum bankaları yerdiğim sanılmasın sakın,
Bilmez miyim ne büyük işler çevirdiklerini onların !..
Bilmez miyim, "parayla bitmez iş, hayatın temeli sağlıktır,
mutluluktur" deyip gezen menfi unsurları ortadan
kaldırarak cemiyete ne büyük hizmetler gördüklerini,
Bilmez iniyim, sağlığını, mutluluğunu korumak için beş on kuruş
istedikleri vakit, o serserileri nasıl kapı dışarı ettiklerini!
Bilmez miyim, Mukaddes Paraya dil uzatmak ne demekmiş
anlasınlar diye, bilmez miyim o insanları nasıl açlıktan
öldürdüklerini!...


Ogden Nash
Çeviren: Can Yücel