Şiir, Sadece: 2017-04-23

29 Nisan 2017 Cumartesi

Hastane Penceresinde Kangurular

Milyon yıllık yaban sessizlik
yaban karanlığa dayanmışlar,
buranın gerçek ruhları

tarih öncesi kaya duvarlarına
toprak boyayla çizili resimlerince
hareketsiz

gözlerinde
tükenmiş türün aldırmazlığı
yaşamı sürdürme kavgasının tekdüzeliğinden
bezgin

devinimlerinde korkudan çok
alışkanlıktan gelme,
bir uyanıklık

çemberi dışında,
hoş görülen meraklılarca
fotoğraf ve mermilerle avlanan
sevimli kurbanlar

onlar buranın gerçek ruhlarıdır
sonunu gören ve bundan acı çekenler benzeri
dilsiz bekleyen
yıldan yıla


Peter Kocan
Çeviren: G. Gencer - N. Ziyalan

Kimdir O Gölgeler

kimdir o gölgeler
düşlerde üzerinize üzerinize eğilen
sakallı, yüzleri seçilmeyen
o omuz omuza kişiler?

ne gizler
fısıldarlar karanlıklara
neden hiç kapanmaz
gözleri?

çevrende çember olup
nereyi, nereyi gösterir parmakları
ayak izleri
hangi yıldızlara varır, uzanır?

arkalarında dağlar
bir ırmak sesi
ayışığında ova
çayır ve kumlar boyu

neden konuşmazlar
hiç - ne kadar sürecek
bekleyiş. bekleyişleri?

neden belirginleşirken yüzleri
tam belirginleşirken uyanırsın
dilin kavrulmuş çamur gibi
kupkuru?

kumun ve çayırın kıpraşmadığı
ovalardan gelen
ovalardan kopup gelen rüzgar
kan kokmaktadır


Peter Skryznecki
Çeviren: G. Gencer - N. Ziyalan

Değerler Sorunu

artık geç oldu Fransa'ya gitmek için
gök bozardı
kar nakışlıyor,
çakıllar kirli buz sarkıtlarıyla kaplı
yaprakların çime düştüğü yer, çürük
acı bir yeşilde
"Kontesin yanında kaldık" dedi Peta
gerçek olmadığını bilsek de kontesin
üniforması iki şimşekle dantellendi,
olacak belliydi:
gölün karşı yakasında tarih tekrarlandı
adalet gözükara lükse yenik düşürüldü,
karanlık erken geldi Alpler'den
karanlık sessiz bir çığ
inip kapattı yolları,
kapatılmış karanlıkta tüm öğleden sonrayı
kokuşmuş bir uçarılık ortamında geçirdik, dedi Peta
yaşamın dönüm noktasındaymışçasına,
zehirlenen bilincin, kasılmalarla
ruhu paldır kültür geleceğe götürdüğü
bir hastalık süresiymiş gibi
"aklım başımda gibiyim''
"güzel görünüyorum, ama yemin olsun
neler yitirdiğimi bilemezsin sen
birtakım şeyler olup bitince
değeri
iyi, kötü, anlamsız bile olmuyor
öyle değil mi?"

artık geç oldu Paris'e gitmek için
birdenbire bastıran dolu
kavurup gitti ıslak gri kırları,
"çok gençtik herhalde" dedi Peta
"öyle görünüyor"


John Tranter
Çeviren: G. Gencer - N. Ziyalan

Sılaya Dönüş

sılaya dönüş olacak. Olacak
inimizde sonsuza dek kalacak değiliz.
çıkınca inimizden, çıplak göze kükremesi günışığının
kopan zincir, şenlik
yenilenmiş harap bahçede
şaşılası gelin beyazlığı ve mutlak bal
bütün bunlar senin olacak, benim olacak

ölenlerimiz tanıklık için burada değilse de
uzaklarda, ta tükenmiş yıldızlar arasında ağıt yakıp
ağır, mahsun ve yalın notalardan öte
hiçbir sesin kendilerine dokunamayacağı
daha soğuk bir geceyi yorumlasalar da
sılaya dönüş olacak. Olacak

biriyle bir çarpık kentte dolaştık
yetimhanelere oyuncak ayılar taşıyan öylecene biriyle,
kendini küçük gören kahkahaları gülerek yanıtlardı hep
burada olmaması içimi yakıyor.
bilirdi
şiirleri, çocukları ve meyve sineklerini,
kekemeydi. Kıvırcıktı.
parasını üleştiydi benimle.
Hint müziği öğrendi
uyuşturucuya verip, kapattı kendini.
hortlak saymaktan hasta düşüp
evimizi büyüye boğdu.
arkadaşımdı yalnızca,
kaplanın yanıbaşındaki kumru

elbet onun da olacak sılaya dönüşü
arabulucu olmaya çağırıyorum onu
burada olmayanlar,
gergilere gerilip övüle övüle kişiliği kırılanlar için
çocukların napalm giysileriyle yakardıkları yerde
salt şunu demek için:
kanıksanmış bir iş benzeri
yakılarak eriyip gitmiş olsa da bedenleri
her şey yoluna girecek, George. Yoluna girecek
sılaya dönüş olacak
olacak

sılaya dönüşte George
gene elmaların olacak
onları paylaştığın sevgilin
geniş yatağında.
artık sağırların süngülerinde sallanan çocuklara
yas tutarak
Tanrının körlüğüne sığınmayacaksın.
şimdi kan ve ırgat ağıtı akan ırmaklarımız
arınacak,
ekmeğin hası pişecek davetlerde,
çünkü zamanın çarkı hep yitirmeye dönmez
yitirmeye dönmez dostum

filizin yeşili parçalayacak kayayı
çiçek açacak
filizin yeşili parçalayarak tuz buz edecek
yitirdiklerimizin mezarını
çiçek açacak
sılaya dönüş olacak
olacak


Richard Packer
Çeviren: G. Gencer - N. Ziyalan

28 Nisan 2017 Cuma

Mantarcı

Bayırın sırtını aşarken mantarcı,
Rüzgar gizli buzdan oklarla oynuyordu,
Hava yüzüne sarp, soğuk bir nehir gibi çarpıyordu,
Kulakları yitik kuzuların

Sesi, kanat çağlamaları ile doldu.
O an, hayret değil, görevini unuttu,
Boş kaldı kovası, çömeldiği yerde
Bunları kalbine yerleştirdi, durdu.

Aşağılarda güz ırmağının
Kamışlara yağmurları anlattığı yere
Fırlattı kovasını, karısını, on yıllık lamba ışığını,
sarıldı yeniden kendine.

Sevinçten titredi gören kamışlar, her şeyler,
Yalçın havada saksağan şakıdı, cırcır sıçradı,
Kuzuların upuzun yokuşundan
Sesler geldi.

Çukurun sıcaklığında genç okaliptüs
Yaprakları güneşin tozu ile parlak
Yansıttı sevincini, havada başını eğdi
Arılarla birlikte şarkı söyledi.


Colin Thiele
Çeviren: Nermin Menemenciğlu

Terra Austalis

İçindeki masallar okyanusunda yolculuk edersen
O güney anakarasını bulursun,
Quiero'nun çelebi gözlerinde tüten diyar,
Efsaneler, mitler diyarı Avustralya,
Her şeyin tasarlanan karşılığı bulunan.

Benzettiler memleketi; akasya
Duraksayan kalplere çiçektozlarını döker,
Yerindesin, saksağanlar ismini söylerler,
Ağaçlarda derebeyleri gibi öterken.

Tepelerde zamk ağacı bir Musa gibi
Vaiz eder durur ve beyaz papağan
Bir dalından sanki sancılar içinde bağırır,
Ya gurur dolu emu kuşu, neden gezer
Sabahtan akşama kadar ovanın kenarında.

Kuzeye doğru, ateş dolu vadilerde,
Güneşin bir kentaur gibi diki dikine
Öfkeli, yanılmaz oklarını yağdırdığı yerde
Meçhul sevgililerin haz dolu gömütleri durur,
Tek tek, alevlerin isimsiz kıldığı.


James Mc Auley
Çeviren: Nermin Menemencioğlu

Yabancılara Seslenen

Ayrılmadan konuş. İlgi bir anahtardır
Hücremizi açar, hava alırız biraz.
Tutukluyuz, öyle ise neden
Çekimser olalım. Konuşmak bir ışık yakar,
Görürüz. Bağırsak bile dam çatlar
Belki yıldız girer... Bir şey söyle.

Ölüleri senden iyi bilirim,
Sessizlik kalesinde kapalı sen.
Orda da yırtıcı kuşlar var mı?
Mimarlık bakımından Babil bence
Bombay'a üstündür. Doğru,
Neonlardan hoşlanmayız, ama bekleyecek misin
Taş kesilmiş bir Boswell'in sana seslenmesini?

Yollarımız bir. Geç şu kapıdan, bak
Görüntüler koleksiyonuma. Dedemin adı
Ademmiş. Paylaştığımız şeyler var, belki,
Aynı eğilimler. Evin burası mı?
Çantanı çalacak değilim, kilidini kıracak değilim.
Bir kibrit ver, yüzünü göreyim ancak.


R. D. Murmphy
Çeviren: Nermin Menemencioğlu

27 Nisan 2017 Perşembe

Arnavutluk Özlemi

I.

İçimi bir Arnavutluk özlemi kapladı
Bu akşam troleybüsle dönerken
İçilen o partizan cigarasının dumanı
Mavi mavi kıvrılıyor, halkalar yapıyor
Yurttaşlarım Arnavutların dilinden gizlice
Kulağıma bir şeyler söylemek istercesine.
Bu akşam Tirana sokaklarında dolaşmak istiyor canım
Kimi kez yaramazlık yaptığım, eskiden
Kimi kez uslu uslu geçtiğim sokaklarda.
Tanır beni o tahta kapılar
Ve görünce dişlerini gıcırdatıp
"seni gidi seni" diye bana kafa sallayacaklar.
Ama kötüye almayacağım ben bunu
Çünkü içim özlem dolu.
Ve kuru yapraklarla, sonbahar yapraklarıyla
Örtülü dar sokaklarda yürümek istiyorum
Ne ucuz benzetmeler yapılabilir bu yapraklarla ...
Yürümek istiyorum
Önyargılar gibi karanlık
Çapsız bir adam gibi
Kısa ve dolambaçlı bir sokakta,
Bir cigara yakmak
Bir gülmeceye gülmek
Ve bir anıyı, yerdeki yapraklar gibi
Çiğneyip geçmek istiyorum.


II.

Bizim Arnavutluk'un özlemi kapladı içimi
Özledim, o büyük, o geniş, o derin göğünü
Adriyatik dalgalarının o mavi dörtnalını
Gün batımında tutuşmuş kaleler gibi bulutlarını
Ak saçlı, yeşil sakallı Alp dağlarını
Meltem titreşen o ipek gecelerini
Ala tanda kızılderililerini andıran sislerini.
Özledim, lokomotiflerini, atlarını
Teri içinde, soluyan ve kişneyen atlarını
Servilerini, davar sürülerini, gömütlerini
Özledim, özledim
Arnavut kardeşlerimi.


III.

Özledim, artık hemen oraya döneceğim
İsteklerin, sislerin üzerinden uçarak.
Uzaklığında daha bir cana yakınsın yurdum.
Vınlamalarla, uğultularla titreyecek havaalanı
Uçurumlar üstünde tüy tüy bulut öbekleri.
Bu tepkili uçak hızını bulgulamış olanlar
Yurtlarından zaman zaman ayrı düşmüş olmalılar.


İsmail Kadere
Çeviren: Tahsin Saraç

Bir Kahramanın Terekesi

Ne okulun yaşlı hademesi bildi
Ne biz, ve ne de eski arkadaşları
İlerde bir gün onun adının
Yıldızlar arasında yer alacağını.
Bilseydik
Okuduğu sırayı toz içinde bırakmaz
Temizlerdik özenle ve umutla
Onun tahtaya yazdığı tebeşirinden bir parça
Saklardı yaşlı hademe sigara tabakasında.
Böyledir işte, çok kez, geleceğin kahramanları
Aramızda yaşarlar da biz bilmeyiz onları.


Dritero Agolli
Çeviren: Tahsin Saraç

Oğul

Senin uzak akraban falan değilim ben
Ben senin oğlunum
Arnavutluk!
Köklerimi senin doruklarına saldım
Ve içtim sütünü
Onlardaki pınarlardan...
Böyle tutundular işte benim atalarım da
Benim atalarım da işte böyle içtiler.
Üstlerine karlar kopup devrildi
Karlar eridi gitti
Üstlerine kasırgalar saldırdı
Kasırgalar sonunda dindi.
Arnavutluk, sevgili!


Dritero Agolli
Çeviren: Tahsin Saraç

26 Nisan 2017 Çarşamba

Bugün Yeni Bir Yıl Doğuyor

Duyuyor musun arkadaş, dağlarda yankılanan
Özgürlük türkülerini?
Duyuyor musun, Arnavut yiğitlerinin
Dağlarda patlayan silah seslerini?
Duyuyor musun Ulusal Kurtuluş kahramanlarının
Gömütlerinden bize neler dediklerini?

"İleri Arnavutlar, ileri; bu yeni yıl
Özgürlük ve umut getirecek
Bu tutsak düşmüş halka
Acılara bulanmış bu halka."

Görüyor musun ey dost, nasıl titriyor, nasıl
Şu insanlığın ve Arnavut kartalının düşmanı?
Yalnız umutsuzluktan geliyor, anlıyor musun
Tehdit dolu bütün o bağırtısı, çağırtısı.
Korkudan nasıl kaçıyor, hain sürüsü, görüyor musun
Kaçıyor, çünkü
Ulaştı her yanına savaş çağrısı bütün Arnavutluğun.

"İleri Arnavutlar, ileri; bu yeni yıl
Özgürlük ve umut getirecek
Bu tutsak düşmüş halka
Acılara bulanmış bu halka:"


Llazar SMqi
Çeviren: Tahsin Saraç

Biz, Bu Yeni Çağın Çocukları

Biz, bu yeni çağın çocukları,
kopuyoruz babalarımızın boyunduruğundan,
savaşmak ve kazanmak için kaldırdık yumruklarımızı,
başlatmak için özgürce yaşamı.

Biz, bu yeni çağın çocukları,
bu öfkeli topraklarda yetişenler,
kırbaç ve boyunduruk altında çalışanlar,
bize artık zincirlerle boğulmak yok.

Biz, bu yeni çağın çocukları,
acılar içinde doğmuş kardeşler,
yöneldik haklı, doğru bir amaca,
babalarımızın yasalarından daha soylu.

Bu kanlı dünya savaşında
Zafer ezilenlerden yana,
güçlü, sımsıcak zafer,
özgür yürek, özgür kafa.

Gençlik kızgın, güçlü, atılgan,
köle gibi yaşayamaz bundan böyle,
hıçkırığa, gözyaşına, didinmeye paydos,
paydos bu toprağın çocuklarına.

Biz, bu yeni çağın çocukları,
atılacağız yeni kavgalara,
sevgiyle yeşeren yaşamımızla
ödeyeceğiz bedelini özgürlüğün.


Migjeni
Çeviren: A. Kadir - Gülen Fındıklı

Bizde Ölüm ve Güzellik

Çağırınca ölüm nasıl diyecektim kalbime
: "Gel"
Gömütle nasıl kandıracaktım onu
Nasıl düğümleyecektim çevresinde
Görülemez düşünün doruklarını ele geçirmek için o güçlü ipleri
Diyecektim ona
: "Eridi güneş denizde
Gitmek gerekli"

Ölümle duran kalbime nasıl diyecektim
: "Serüven bitti"

Birleşti ölümle güzellik bizde
Kaynakların isteği tutuyor yurtsamayı içimizde
Yayıyor gölgeler egemenliğin üstümüzde

Bu mu ölüm
Ne ki taşıyor kalbim onda yaşamın yamanlığını
Vardır onda sisli dostların gelip giden anıları
Zamanlardan gelen armağanlar arasında bırakıyor kalbim onları
Bir yakarışı yakarış anısını arkadaşlıkları

Bunlar kim anı ekranından geçenler
Aşkımızla övgülü giyinik
Sevinç yapıtını tanıyan bir yürek bolluğuyla

Tattık bize sunulanlardan
Dorukları tutan adakları
Ve bağımıza girenlerle

Orda çağırdık onları
Vardı söz vermişliğimiz

Sunduk yürek bağışları arasında bin dua yakarış dilekçesi
Konuk gelen bize
Gelen güzelliğin gizeminden
Hallerimizi emziren
Çağıran bizi ki yürüyor sevimiz olamayan yolda
Sudan
Gideremeden susuzluğumuzu içtik kaynaktan
Yaşadık sevdalı andan
Bir kez bile yadsımadı büyücüler
Yoktu sonu yolculuğumuzun

Özgürüz cinler gibi gidiyoruz rüzgarla
İstediği gibi rüzgarın
Yöneten yüce doruklarını
Sevimizin umutsuzluğumuzun
Göçebe merkürün bir gemisi üstünde
Bilinç noktasına doğru evlerin
Ölümün gözetlediği

Aşkımızdır kalansa
Onlara
Anı
Yurt sana


Selma El-Cayusi
Çeviren: Nuri Pakdil

25 Nisan 2017 Salı

Ezgi

Şefkatle içtim bu katıksız tatlı aşkı
Doldurdum onunla ışık bardağını
söyledim türküsünü sonsuz sessizliğe
Öylesine uzaklaştırdım ki kalbimden mutsuzluğu
Adadım esprimi tatlı şiire
Herkesin nakaratımı telli sazında yeniden bulduğu
Zamanın evet türkümle coştuğu
Benim için yükselttiği en yüksek tabyalarını
Sevince boğdu beni zaman
Dinginlik sürerek üstüme
Öyle bir ateş yaktı ki beni
Güldüm bununla birlikte
Soludum şaşılası bahçelerin çiçeklerini
Bırakarak ışığa yüreğimi
Yeniden doğuşu ruhumu
Arzu açıyordu yüreğimde
Çiçeklerin üstüne döküyordu tan kızıllığı çiğ bardağını
Vuruyordu kanatları düşlerimin aydınlığa
Besisuyu onarıyordu zamandan önce pörsük yaprakları


Muhammed Şabuni
Çeviren: Nuri Pakdil

Şair Kalbi

Uçan sürünen kalkan süzülen evrenin üstündeki bütün varlıklar
Kuşlar çiçekler kokular kaynaklar eğik dallar
Denizler mağaralar doruklar oturulan çöller yanardağlar
Işıkla gölge geceyle mevsimler bulutlar gök gürültüleri
Kar geçici gönül kararması zorlu fırtınalar cömert yağmurlar
Din öğrenimleri düşler duyuşlar suskunluk şarkı
Yaşıyor hepsi bunların kımıldıyor kalbimde
Özgürlük düzleminde
Sonsuzluk çocuklarının keskin büyülü kız kardeşinde
Burda kalbimde
Dipsiz ölçüsüz
Onuyor ölüm
Eğleniyor yaşamın korkunç görüşüyle
Burda soluyor gecenin yılgıları
Titriyor güllerin acıları
Yankısında doğuyor sanat yapıtları
Sesleri sonsuzluğun yineliyor burda
İşte burda dilekler aşkla hüzün
Gösterişli bir alay
İlerliyor birbiri ardında
Burda bitimsiz gün ağarması
Başlaması gecenin yeniden
Kabaran binlerce okyanus
Sonra boyun eğmek sınırları

Şimdi çekiliyor yüzü zamanın
Yeniden görülmez üzre yarın


Ebülkasım El-Şabi
Çeviren: Nuri Pakdil

Gecenin Öksürüğü

Koyulaştı uykum diyordu
Oysa bende ayaklanıyordu gece
Soluyordu yinimin ateşi üstünde
Gel gel
Bendedir aşk
Işığı şerbet renkli lamba
Bende anların esrimesi
Gelmiyorsan korkağın biri olduğundandır
Ey suyu kurumuş eski zaman kavanozu

Gel gel
Çimdirdim tatlı anılarla bu akşamı
Gelirsen onun sana açacağı gizler
Burada:
Gönlüm bir tutukludur yakınır
Gel gel
Yoktur yıldız
Tarlamda ne de bir ışıltı
Gel gel
Bir serüven oldu gecemiz
En egemen esrikliğin doruğu

Bir damla yetiyor coşturmaya beni sesinden
Geliyor sesin kayar gibi gün ağarmasından

Ne ki ben Antar gibi
Yiğidim sabırlıyım ölüm gelip çatınca
Çağlayanda
Düşüşünün en uç noktasında
Veriyorum ancak öpüşümü
Dileğin özgür olmak

Kendi başına buyruk dalgalar
Yaran kayıkçı gibi sessizlik ırmağını
Yaşamak ortasında fırtınanın
Gök gürültüsünün
Dolaşmak balta girmemiş ormanlarda
Gitmek gitmek istiyorum
Yalnız
Önüne geçip önsezilerimin
Katlayıp harmanisini gecenin
Güzelim sende
Yamanlığı suyun
Bukalemun nemi
Bense birkaç patlama
Ama öldürdün ruhumda geceyi
Düşlerimin kıvılcımı
Ölmüş duygularımda kaldı ancak
Bırak beni
Kış uykusunda
Konuşmaya gelişi esrik güzel bir ölü gibi
Geçmiş düşümün çocukluğunda kalayım bırak beni
Bırak sürmeli kapının arkasında
Yok yok açma
Kaçacağım açarsan kapıyı
dalıp içine
Bitimsiz ormanların

Kaçılabilir mi ki


Hasan Abdullah El-Kureyşi
Çeviren: Nuri Pakdil

24 Nisan 2017 Pazartesi

Yeşil Barış

Bak...
Tanın parmakları
Işıktan bir ayla ördü
Penceremizin etrafına ...
Kuşlar, ağaçlarda uyuyan komşularımız,
Uyandılar sabahla
Ve dinliyorlar gizlice ezgili söyleşimizi...
Bak, güneş altın örgüler yapıyor
Tepeler üzerinde...
Binlerce hasırdan...
Sevgilim... sevgilim benim... benim...
Ey şebboy çiçeği,
Ey usul usul mırıldanan ezgi
Irmak kıyılarında ...

Sevgilim... sevgilim benim...
Ozan ruhunun kızkardeşi...
Çevir benimle birlikte rüzgarlarını
Yeşil yolunu yaşamın ...
Uzat bana kollarını
İnci çiçekleri toplamak için.
Benimle geç... birlikte geçelim
Böğürtlen tarlalarını
Çiçekli kıyılara kadar,
Ve kendi yolumuza yarın
Karanfiller, menekşeler ekeriz.

Resmini yapacağım yeşil barışın buraya.
Varlık mumyalanmış bahçe değil artık onda
Irmak mırıldanır ırmağa ...
Kuşlar kuşlara öter
Gözyaşları birleşir gözyaşlarıyla
Ve yaralar yaralarla,
Burda buluşur insan insanla
Yüce bir kucaklaşma.
Ve artık tepelerinde Afrika'nın
Ve Asya gecelerinde,
Bir tek çoban kızı ağlamasın
Hıçkırmasın tek bir ırmak ...
Ve küçük çocuğum benim,
Kaygısız bir kelebek gibi.
Tepeden tepeye uç haydi.


Muhiddin Fares
Çeviren: Özdemir İnce

Kentin Sokakları

Kentin sokakları...
Duvarları is ve dumandan kararmış evler ...
Çıplak mahalleler
Yoksulluğun, umutsuzluk ve umudun
Sevinç ve hüznün gizlendiği
Çıplak mahalleler ...

Sırtı kambur işçiler,
Oyuk bir kaya gibi yankılanan öksürüklerle
Göğsü sarsılan işçiler ...
Hovarda saraylara ışık dağıtmak için
Köprüler ve mermer merdivenler dikmek için
Dönen makineler ...
Sokakları kentin, duvarları is ve dumandan kararmış evler,
Bağrının derinliklerinde yaşıyoruz ...
Yaşıyoruz, ölmek istemiyoruz ama.

İşte bir gün, yükselen, gemiyi saran dalgalar gibi,
Yükseldi gökyüzünde duvarlar ...
Tanrı adamlarını saldı mahallemize ...
Yolumuzu kapattılar ... duvarlar çıktılar ...
Dayanılmaz bir acı tek varlığı gün olan insana ...
O zaman ağlamaya koyuldu eski kulelerinde
Kilisenin çanları . ..
O zaman, her sabah,
Yalvaran yaşlı bir kadın gibi tıpkı,
İki bağcık ışık istedik Tanrıdan
Ve sonra yayılınca gece
Ve kaplayınca bizi karanlık
Bir kez de gökyüzüne yakardı yüreklerimiz:
Ey ay, ey yıldızlar, neredesiniz,
Görüyor musunuz nasıl sarmış karanlık, bir hapishanedeyiz sanki,
Nasıl yüzüstü bırakmış bizi böyle
Canlıdan daha çok ölü bırakan yaşam..?
Alsam kavalımı, canlandırmak için umutları,
Sevinmek isteyen hüzünlü nakaratı,
Söylemek için ışık kavgamızı ...
Ansımak için tarlalarımızı, ağaçlarımızı, ırmaklarımızı ...
Kavalımı alsam
Çünkü Said'deki köyümde benim
Ne karanlık vardır, ne korku,
Ne de gün ışığındı kesen yüksek duvarlar.

Hüzünlü kentin duvarlarında,
Yürdüm, sorguya çekerek bakışları ...
Sarayının çevresinde güçlü yüce başkanın,
Toplanmış dilenciler gördüm,
Oyuk karınlı kardeşler... öksüren... gülen... uluyan...
Çolak, topal perişanlar gördüm, ilenen ve dans eden ...
bu donmuş yüreklerine biraz sıcaklık arayan açları gördüm.
Ve döndüm geriye bu ışık beldesinden,
Benzeşlerime her zamankinden daha çok aşık.
Sırtı kambur işçiler,
Oyuk bir kaya gibi yankılanan öksürüklerle
Göğüsleri sarsılan işçiler.
Dönen makineler,
Işık nakaratı,
Kentin sokakları ...
Duvarları is ve dumandan kararmış evler ...
Bağrının derinliklerinde yaşıyoruz,
Yaşıyoruz, ölmek istemiyoruz ama.


Jili Abdurrahman
Çeviren: Özdemir İnce

Kara Tufan

Alnımı ağarttı doğan gün,
Ey Afrika toprağı,
Islak ve kar derinliklerini aydınlattı tan,
Duyuyor musun zencilerin şarkıların
Ağır ve korkunç yankılanan..?
Görüyor musun kölelerin
Bıyık altından gülen yüzünü
Tabutları başında zorba hükümdarların?
Uçsuz bucaksız bir mezarlıktın
Fatihlerin atlarının çiğnediği,
Bir ettin çürümüş
Tükürdüğü yüzyılların.

Kölelerin toprağı.
Afrika, ülkesi sen
Perişan kılıklı
Serseri zencilerin.
Nasıl yaşarlar böyle çırılçıplak?
Nasıl insan sayılırlar, abanoz renkli derileri varken,
Dağ mağaralarında yakarken ışıklarını,
Bırakırken çocuklarını ağaç kovuklarına ...
Nasıl insan sayılırlar?

Avlamak için bir köle sürüsü Afrika toprağında ...
Ne zaman param olacak, bir sandal, bir köpek, bir gömlek alacağım ...
Beyaz bir insanım çünkü ben kar gibi tıpkı,
Ne var ki güçlü değilim öyle ...
Yoksulum, ama kardeşlerim vardı benim, gittiler,
Döndüler sonra güçlü ve zengin;
Niçin gitmeyeyim onlar gibi ben de?
Kaç kez istedim bir vahşi gövdeyi,
Tadına doyulmaz gövdesini bir zenci kadının ...
Bana dediler ki çünkü, kölelerin derisinin
Özel bir kokusu, kendine göre tadı var ...

Afrika, gömüler ülkesi,
Toprağı perişan kılıklı serseri zencilerin,
Geldim sana bir gün yeni bir fatih kimliğinde ...
Zengin ve hayat arayan.
Uzun yıllar, boyun eğmiş davrandın,
Ağırlığı altında zındıkların büyük günahlarının ...
Erişince sana sabah aydınlığı;
Yırttın kefenini işte
Ve tana karşıdan bakan,
Rüzgarların yönünü değiştiren
Ve, yeniden,
Kandan harflerle tarihini güneşin alnına yazan
Bir dev gibi ayağa kalktın tekrar.
Duyuyor musun Afrika, şarkılarını kara derililerin
Ağır ve korkunç yankılanan?
Görüyor musun kölelerin
Bıyık altından gülen yüzünü,
Tabutları başında zorba hükümdarların?

O, böyle şarkı söylüyordu Afrika için,
Ve öfkeli çılgınlığında,
Kurtuluş çanları çalıyordu,
Zincirlerinde kıvranırken Afrika,
Görerek hapishaneleri topraklarında kurulan,
Ve görerek yükselişini ölüm sehpalarının kendi toprağında,
Yüreğinin içinde taşıyordu çünkü
İsyanını geçmiş çağların ...

Kendi düşüyle esrimiş,
Ve gerçekleşmiş gibi hayalleri,
Titredi sevinçten,
Görünce çıplak zenci yığınlarını,
Gümbürdeyen isyanla ayaklanmış,
Yürürken üzerine zorbanın;
Ağlayarak kucakladı kardeşlerini
Ve şarkı söylemeğe başladı onlarla birlikte,
Ve yazdı duvarlarına zamanın
Şarkılarım kana bulanmış Afrika'nın.


Muhammed El Feyturi
Çeviren: Özdemir İnce

Afrika'nın Sesi

Sesin senin Afrika
Yankılanıyor bende
Boğuk da olsa, çınıltılı da
Tenimde duyuyorum onu, yüreğimde,
Terrli bir toprak kokusu
Tütüyor onda.
Onda Kongo'nun
Soluyuşunu
İşitiyorum
Ağır ağır akan
Tozlu bir uzaklıkta.

Sesin kanımı tutuşturuyor
Onun en güçsüz yankısı
Bir fırtına gürleyişidir.
Şimşekli boşanışında gözbebeklerinin
Günün dinmeyen çarpıntısında
Ve dalgalarında gençlik kahkahasının
Sesin tutuyor
Sarıyor beni ...
Boğuk ya da çınıltılı
Öfkeli ya da sevecen
Sesin
Yankılanıyor bende ...
Ve dağılıyor umutsuzluk
Ve süzülüp yükseliyor umut
Sessizlikten, sisler içinden ...


Muhammed El Feyturi
Çeviren: Ataol Behramoğlu