Şiir, Sadece: 2017-04-30

6 Mayıs 2017 Cumartesi

Aradığım Kadın

Aradığım kadın
Benden daha yakın bana
Ayak seslerini işitiyor gibiyim
Tutkumun ateşi içinde.

Dinmeyen susuzluğuyla bülbül gibi
Gönlümün kurumuş havasında
Eriyip gidiyor bir damla su için.
Usuldan usuldan giriyor düşüme
Ilık gecede ay ışığı altında.

Canevimin yeşeren yaprakları içinde
Gördüğüm o kadındır, bulutumsu, uçucu, gönül alıcı,
Delice ses veren gök gürültülerine benzeyen,
Şimşeğin parıltısında şöyle bir bulduğum kadındır o.

Diktiğim çardağın altına oturup
Sevgilimin boynunu çiçeklerle süslüyorum,
Derken sıçrayıp uyanıyorum birden
Elim böğrümde çiçekler boynumda.


Nazrul İslam
Çeviren: Eray Canberk

Umut

Belki raslarım sana, sevgilim,
Ufukların bir ucunda
Gökyüzünün çekildiği ve kucakladığı
Ağaç kümelerinin koyu yeşilinde

Issız çayırda
Şu uzak kulübede
Ya da köy havuzunun sakin kenarında
belki de yapayalnız
hafıfçe gülümseyerek
ellerimi ellerine almak için
çıkagelirsin
Bu gökyüzü mavisinden de ötede
Peçesiz yüzün ışıldıyor
Ve bu güney rüzgarı
Senden haberler getiren
Gizli bir elçidir
Ormanlara kaçan

Yaramaz bir afacansın
Birdenbire çıkıverirsin karşıma
Ve sevgiyle öpersin gözlerimden
Orada o uzak ufukta
Görkemli ışınlarıyla güneş
Haber veriyor bütün bunları.


Nazrul İslam
Çeviren: Yaşar Nabi

Korku Belirtileri

Teker teker korku belirtileri
yavaşça siliniyor ortalıktan.
Yaralı duvarları özel evlerin,
dükkanların, istasyonların, öğrenci
yurtlarının, iyileşiyorlar kafa tasındaki
deliklerin yeni etle dolması gibi.
Kaybolmakta korku belirtileri
teker teker, köylerden, kasabalardan.

Elektrik direğinde çalışkan karga
bir kez daha oturuyor, gagasında
samanla-kuluçka
zamanıdır anne-karganın.
Yüreğin Rabindranath Tagore'u
devlet hapishanesinden salınmıştır şimdi
ve duyulabilir yine
Bengal'in ışığında ve havasında
sakin portresi ışır duvarlarımızda.
Boş kafesi bulur, çıkarır
verandaya asarım
parlak, yeşil bir kuşun
döneceğini umarım.
Çünkü kaybolmakta korku belirtileri
kaybolmakta teker teker.

Ama hala damarlarımdaki kan, beynimdeki
korkunun koyduğu kurallara göre akar.

Alova ağacının altındaki tavuklar
kafalarındaki bir patlamanın
sesiyle birden etkilenirler.
Tınazın yanında bir tavşan titrer
çarpılarak anısıyla
çıplak çeliğin dokunuşunun.
Ağaçların yaprakları karabasanlarda
hala alevlerini götürürler ölü yakılan
meydanların ve büzülüp buruşurlar
simsiyah, sıcak küller uçuşan havada.

İri ve kıllı bir kol girer içeri
pencereden, ezerek, kırıp geçirerek
evdekileri, Masum pilav tabağı, bir
Albayın sırıtan yüzüne dönüşür ve gövdesiz
zıplamaya başlar döşemenin üstünde.
Birden sadık köpeğim atılır üzerime
kana susamış dişlerini duyarım ensemde.
Oğlum kahkaha atarak ulur
kardeşimin gövdesini görürüm
Kızkardeşimin gövdesini görürüm
sallanırken tavandaki kirişten.
Odamda bir tipi başlar-
göğsümde sıkışmakta kar- 
kefen bezleri dans ediyor rüzgarda
ölüm şarkısı adına!

Çok denedim. Korkuluklar
yaptım ve diktim her yere
aklımın tarlasında. Ama
hayaletler reddediyor gitmeyi.
Her gün, günün sonunda
yorgun düşerim, yorgun düşerim
yorgun, yılan ıslıklı korkunun
benliğimi saran kollarından.

Beyaz inek dönecek mi bir daha
sundurmasına, hafifçe kaldırarak
tozları ayaklarıyla ve
çanını çıngırdatarak, günbatımında?


Şemsur Rahman
Çeviren: Ali Cengizkan

Tanrıyı Arayış

Tanrısız olur mu hiç- der, çıkararak papuçlarını
su kabarıcaklarını yoklayarak, düşünüp tartarak her şeyi yeniden,
ve gün ağarır ağarmaz başlar tanrıyı araması-çekmecelerde,
çatı arasında
başlar arayış çeyiz sandıklarında, çocukların ceplerinde
arar tanrıyı adam, ağaç kovuklarına göz ata ata
ahırın çevresinde, nehrin kıyılarında
peyke altına bakar, dama çıkar, bacanın içini araştırır
ot ambarında, saplar elindeki sopayı geçen yılki tınaza
unları elekten geçirir, seçip ayıklar kuru mantarları
söker saati, takar yeniden, şaşırmaksızın,
eski kitapları karıştırır, satır aralarını
arar, eski takvimlerin sayfaları arasında, sararmış arıcılık el-
kitaplarında bir elma ağacının altını yoklar, bir yerlere gömülmüş olmasın
kuyunun suyunu çeker, parmaklarıyla araştırır dibi
geçirir birkaç kez tırmığı havuzdan enine boyuna
bir kapan kurar köşede, sıçan deliğinin yanına
tartar elindeki pasaportu, çocukların nüfus kağıtlarını yoklar
kiliselerde mihrabın arkasına göz atar, arar hastanede,
papazın evinde
bakar tabutlara mezara indirilirken
arar ilaç şişelerinde, acı tatlı ilaçlarda
sonra oturur ucuna kerevetin, başlar duaya
esneyerek, kaşınarak, alıştığı üzere
her gün öylece, sabahtan akşama dek: ve tabutunun kapağı
düşünce
ansızın bir korkuya kapılır: unuttuğum bir şey oldu mutlaka


Vytautas Bloze
Çeviren: Berzinç - Ataol Behramoğlu

5 Mayıs 2017 Cuma

Sürgün

Bilinmez bitkiler.
Bir tufandan fışkırmış toprak
Ölü ısırganotunun uğultusunda.

Çanların uçuşu
parçaladı yüreği
pencere camı gibi.

Datura fastuosa.
Sardunya Vadisi'nin yalnızlığı.
Nasırlı ellerin dikeni
kazıyor toprağı ve ağlıyor.

Durmadan yürüyorum
ısırgan ve baldıran uğultusunun
hüzünlü tören alayında.

Çünkü bize kalan biricik şey
-mezar üzerinde kısa kısa izler-
vasiyetin senin.



Nyka Niliunas
Çeviren: Özdemir İnce

Ben Olmayınca

Dağlarda özgür kartallar
Sen ve ben, dağlarda.
Ah, adımı sana kim yankılar
Dağlar olmayınca?

Özgürlüğü çığırır rüzgar
Özgür kişi hiçbir şeyi umursamaz!
Ah, gülüşümü sana kim anımsatır
Geçip gidince yaz?

Gün karardı güneşle birlikte
Ve güneşle uyanacak bir daha
Ah, neyi koyabileceksin aşkımın yerine
Ben olmayınca?


Salomeja Neris
Çeviren: Uldis Berzinç - Ataol Behramoğlu

Ziyaret

Bu gece, ölmüş bir dost
Ziyaretime geldi
Oturduk sofraya
Ve iyi sözler konuştuk

Düşümde bilmiyordum öldüğünü
Neşeli ve capcanlıydı
Yiyip içelim dedim
Kaldırdık kadehlerimizi

Ne yedi ne içti
Yüzünde bir tuhaf gülümseyiş
Ben yeniden kadeh kaldırdığımda
Daha da tuhaf bir şeyler söyledi

Anımsamıyorum söylediklerini
Durdu birden ve kalktı gitmek için
Giderken kucaklayıp öptü beni
Ve dönüp baktı arkasından eşiğin

Uyandım ve uyku tutmadı bir daha
Ama her şey biraz daha kolay
Ve daha az karamsarım
Bu ziyaretten sonra


V. M. Putinas
Çeviren: Uldis Berzinç - Ataol Behramoğlu

4 Mayıs 2017 Perşembe

Dilsiz

Laf atar millet atar kuş bile
ağzı açık nesi var diyecek taş benim ağzımda
susar kulaklarımdaki İsa.

Dilsizim ben dilim yok ağzımda ve
başımı sallarım dilsizim dilsiz ve sağır
hırlar korkudan gırtlağımda o söz kurbanlık
domuz gibi semiren.

Kral fırlar yerinden sürçer merdivenlerde
soytarı ve gelirler kara keşişler bir
tabut taşıyarak ağızları açık.

Bak konuşuyor org ve duyumsuyor alnım
konuşuyor hava ve korkutuyor ve çürüyor ciğerlerimde söz.

Parmakla işaret ediyor ve gösteriyorlar
elleriyle bir çukur kaz hadi.


Uldis Berzinç
Çeviren: Uldis Berzinç - Ataol Behramoğlu

Ne İyi Pencerelerin Olduğu

Ne iyi pencerelerin olduğu. Işık
girer kaçınılmaz olarak, ışığın gerçeğini
doğrulayan karanlık ve değişen mevsimler
girer, öyle akıl almaz bir neşe ki
en ansıdır tüm neşelerin.

Bazen kederin sessiz kuşu
gelir uçarak, büyüyen neşemi
kemikli kanadıyla kesip atmayı umar,
ama ben cüretli sözcükleri bilirim.
Onların gücüdür bu imgeleri kovan.

Ne iyi ellerin olduğu. Az şey değil
bu neşeyi duymak. Okşamak
o düğümlenmiş kökleri, ağaç kesiklerindeki
derin çizgili yüzü ve kurtarmak az şey değil,
huş ağacının özüne hapsolmuş karıncayı.

Ne iyi başarmış olmak
insan olarak doğmayı. Bir taş, ya da
hayvan değil. Fakat, kuşun geri gelmesinin,
bir daha ve sözcüklerin güçlerini yitirmesinin
iyi olduğuna nasıl inandırsın insan kendini,

cüreti etkisiz kılıyor çaresizlik.


Maris Caklais
Çeviren: Yusuf Eradam

Ve Dünyamız Olan Bu Kürecik

..... Ve dünyamız olan bu kürecik
konuşmayı tez öğrendi
ve dillerinden biri
yulaf tarlasında sis örneği başladı kıvrılmaya

nasıl salınırsa ırmakta söğüt dalı
rüzgarda nasıl savrulursa acı duman
dillerinden birinde
ağlayıp güler bu yaşam

ve dillerinden birinde
açıldı ağzım
yıldızlar bilmediklerimi fısıldayarak
penceremi zorlayınca


Janis Peters
Çeviren: Uldis Berzinç - Ataol Behramoğlu

3 Mayıs 2017 Çarşamba

Kendinden Geçiş

Ah; en güzel şey her günkü yaşamdır
Ve damarda hışırtıyla akan bu kan.
Ne ayık oldum ne sakıngan
Ve sevinç her yanımı kuşatır.

Entarimin açık yeşil ipeğidir
Bir dalga gibi köpüren ayaklarımın altında
Ve düşüyor tüm giysim fışırtıyla
Çünkü kadın çıplakken en güzeldir

Neden böyle güzel kokuyor ay çiçeği?
Yoksa bugün yaşamım değişecek mi kökünden
Ah, işte böyle biriyim ben

Ki içiyor beş duyum her sevinci
Farkım yok ölüme mahkum birinden
Yaşamaya delice susamışken


Marie Under
Çeviren: Uldis Berzinç - Ataol Behramoğlu

Ses

Küçücük bir oğlanken ben
Bir ses çınlamaya başladı içimde

Az biraz boyattığımda
Ses de yükseldi göğsümde

Şimdi her yanım o sesle kaplı
Göğsüm altında eziliyor

Hayatımdır o, canımdır
Dünya ona dar geliyor


Yuhan Liiv
Çeviren: Uldis Berzinç - Ataol Behramoğlu

Dünya Bene Tanış Gelir

Gedirim, izim böyüyür,
Susuram, sözüm böyüyür
Bakıram, gözüm böyüyür
Dünya bene tanış gelir

Bunun dağı, taşı tanış,
Bunun yazı-kışı tanış
Gözlerimin yaşı tanış
Dünya bene tanış gelir

Bir defe de gelmişemmi?
Gelmişemmi, görmüşemmi?
Yaşamışam, ölmüşemmi?
Dünya bene tanış gelir.


Ramız Rövşen

2 Mayıs 2017 Salı

Son Gecedir Bugün Yine

Son gecedir bugün yine,
sabah yine son seher,
Son yel dolur son yelkene.
Kayık yüzür birteher...

Ahırıncı ağaçdır bu,
Esir sonuncu külek.
Bağlayıb sonuncu yolu
Yine sonuncu felek...

Şimdi son kuçe üstüne
Yağacak son adımlar,
Yine dönecekler tine
Sap-sarı, son adamlar...

Doğulur sonuncu insan,
Sonuncu insan ölür,
Yine son defa ağlayan,
Son defa gülen olur...


Vagif Vekilov


sabah: yarın
seher: sabah
birteher: birtuhaf
ahırıncı: sonuncu
esir: esiyor
bağlayıb: bağladı-kapadı
kuçe: sokak
tin: köşe

Diyojen Çırağları

Anar'a


Diyojen çırağları yanır
yanır kardeşim hey!
Bu pencere
o pencere
bizim pencere ...
Her pencere bir Diyojen çırağı.
Hayat derk olunur
her pencerede.
Akılla derk olunur,
yumrukla
dudakla,
kardeşim hey!
Işıklar yanacak
pencere ışıkları
kainatın
Diyojen çırağı-
Güneş
kalkana kadar.
Işık derk olunacak onda
kardeşim hey!
Diyojen çırağları yanır;
bu pencere,
o pencere
pencereler.
istemirem sönsün
Diyojen çırağları.
Pencere,
çırağ olmak isteyirem,
kardeşim hey!


Vagif Vekilov
1963


çırağ: lamba, mum
derk: anlama
onda: o zaman

İnkılap Adası

İnkılap
aldı avucuna
balaca bir adayı
Dünyaya
yaydı şöhretini, adını.
İnkılap halkın partlayan sabrıdır
Nefretidir, gayretidir.
İnkılap
ezilen halkların
Volkan
vuran hakikatidir.
Cehalet karanlığını
İnkılap öz nuru ile bezeyir.
İnkılap adası Küba
Amerikaya yan alan
"Avrora" gemisine benzeyir.


Fikret Koca


balaca: küçük
partlamak: patlamak
yan almak: yanaşmak

1 Mayıs 2017 Pazartesi

Elimden Gelse

Ben isterim ki
Bulutlar ağlasın
Çocuklar ağlamasın
Hiçbiri öksüzlük
Yetimlik duymasın

Ben isterim ki
Konuşsun her çiçek
Kendi dilince
Silahların
Kesilsin sesi

Ben isterim ki
Yangınlar sönsün
Umutlar sönmesin
Erişsin her meyve
Kendi çağında
Yüreklere
Acı söz değmesin

Ben isterim ki
Eğilsin dallar
Bereketten;
İnsanoğlu
Başını eğmesin
Utançtan ya da güçsüzlükten

Ben isterim ki
Gözyaşı gibi
Aksın pınarlar
Berrak duru
Toprağın üzerinde
Pınar gibi
Akmasın gözyaşı
Yeryüzünün hiçbir yerinde

Ben isterim ki
Bir yıldızlar
Kalsın uykusuz
İnsanlar yatıp dinlensinler
Taze bir güçle
Başlamak için
Umutlu sabaha

Ben isterim ki
Her şey eğilsin
İnsanın önünde
İnsan insana
Tutsak olmasın

Ben isterim ki
Sevinç mutluluk
Bol olsun
Yürekten yüreğe
Ülkeden ülkeye
Açık yol olsun


Resul Rıza
Uyarlayan: Ataol Behramoğlu


Bende İhtiyar Olsa

Ben isteyirem:
Bulutlar ağlasın
uşahlar ağlamasın:
analı ya anasız.
Ben isteyirem:
güller açılsın,
gülleler açılmasın,
amanlı ya amansız.
Ben isteyirem:
kapılar kapansın
soğuk olanda hava.
Gözler kapanmasın,
sözler kapanmasın.
Ben isteyirem:
yangınlar sönsün,
ümitler sönmesin.
Meyveler değsin öz faslında.
Yüreklere söz değmesin.
Bahardan budaklar eğilsin.
İnsan başını eğmesin;
hacaletten ya güçsüzlükten.
Aksın bulaklar gözyaşı gibi
toprağın üzerinde.
Gözyaşı bulak gibi akmasın
dünyanın hiçbir yerinde.
Her şey insana baksın.
İnsan ele bakmasın.
Geceler yıldızlar oyak olsun.
İnsanlar yatıp dinçelsin;
Kuvvet toplasın sabahın
Hayırlı işlerine.
Açsın gözlerini
Geleceğin ümitli seherine.
Ben isteyirem:
sevinç, saadet bol olsun.
Yürekden-yüreğe,
ülkeden-ülkeye
açık yol olsun.


Resul Rıza


Türkçe Uyarlaması: Elimden Gelse - Resul Rıza

Hayat Sevgisi

Ah, ben günden güne bu güzelleşen
Işıklı dünyadan nece el çekim.
Bu yerle çarpışan, göyle elleşen
Dostdan, aşinadan nece el çekim?

Bakınız tan yeri sökülmüş kibi
Dostlar bir cabheye dökülmüş kibi
Uzakdan uzağa ham gümüş kibi
Akaran sehradan nece el çekim?

Bir yanda terlanlar, dumanlı dağlar,
Bir yanda keklikler, ayna bulaklar,
Bir yanda bülbüller, çiçekli bağlar
Ben bu tamaşadan nece el çekim?

Hayat dedikleri bu keşmekeşden,
Kalbimde, kanımda yanan ateşden
Geceden, gündüzden, aydan, güneşden,
Bu engin fezadan nece el çekim?

Mehriban sevgilim karşımda durdu,
Yine şairliyim başıma vurdu,
Bendan Mecnun gönlüm merakla sordu
Bu saçı Leyladan nece el çekim?

Hazan acısına edib teheminül
Gülün kölgesinde ötende bülbül
-Hayat, hayat-, diye çırpınır gönül
Gönülden, sevdadan, nece el çekim?


Mikayıl Müşfik

Toprak

Yüreğimde gezdirirem doğma anam toprağı,
Babalardan yadigardır her gülşeni, her bağı.
Ben toprakda yaranmışam, toprak benden yaranıp,
Bana vatan yaranıp.
Milyon-milyon muhabbetler yatır toprak altında.
Muhabbetler, hoş sohbetler yatır toprak altında.
Tarih bilir neler, kimler karışıp bu toprağa,
Toprak altta vahtlı, vahtsız yatanları anıram,
Özümü de bu toprağa bir namized sanıram.
Sanırım ki yeryüzüne ışık salan yıldızlar
Göçüp gitmiş duhaların kocalmayan sözüdür.
Geceleri dünyamızı seyre dalan yıldızlar
Toprak altda yatanların göklerdeki gözüdür.


Süleyman Rüstem


dogma: öz
vaht: vakit
namized: namzet, aday
duna: kuşluk vakti