Sayfalar

20 Mayıs 2017 Cumartesi

Adsız

Belki de bugünkü kadar hiç
duyumsamadık avuçlarımızda
bize özgürlük getiren
kızarmış ellerin sıcaklığını.

Henüz yitmedi kulaklarımızda daha
yıpranmış silahlarının uğultusu.
Sokaktaki insanlarımızın kolları
Gene açık eskisi gibi kucaklamaya.

Yüzünüzde bunca gerçek gözyaşları,
kucak açtığında ölülerine toprağımız,
hala sıcak ve yakıcı gözyaşlarımız.
Evet, söylüyorum bunu bütün dünyaya!

Ve bütün yüreğimle haykırıyorum size:
Yaralamayın n'olur bu sevdayı!
Hayalleri paramparça olan ülkemizde
bir o kaldırabilir bunca acıyı.


Jaroslav Seifert
Çeviren: Özdemir İnce

Küçük Kızların Türküsü

Daha güzel ne var dünyada
küçük kızlardan başka
doğar doğmaz elma kokarlar
ballı süt karışımıyla.

Küçücüktür hepsi birer gonca
tenleri yaldızlanır
üç yaşlarında
belli belirsiz bir gölge
çizer saflıklarını.

Tertemiz gülerler
ve vücutlarından geçen dalga
durur kalır doruklarda
sonsuza kadar.

O zaman kızarır yüzleri
Ama bebekleri oynar onlarla
çocuk düşlerinde
ve gözlerinden öpmeye zorlarlar.

Artık ezilmiş akağaç yaprakları
kokar tenleri burcu burcu
ve biraz çevirseler başlarını
yürekleri küt küt atar.


Jaroslav Seifert
Çeviren: Özdemir İnce

Aşık Kadınlar

Coşkunuzdan bir gökkuşağı yapılırdı
güzel yavuklular
Biri beni bırakır bir başkası gelir aynı güzellikte
o da bırakır gider

Senin bana bıraktığını başkalarına veririm ben
Voltava pırıldar 
Ey sen kıskanç kadın geçer ve şarkı mırıldanırsın
ve çekip gidersin sonra

Üç renkli fiyonga karşılaştırılabilir aşkla
saçlar ağız gözler
Ölür ayak sesleri avlunun yankılanımında
mavi bir gökyüzünü andıran avluda

Ah başkalarının benden istediklerini
veremiyorum sana
Nice geceler boyu aradığım kadın
gelip kapıyı çalsana

Odamda kara bir bayrak dalgalanıyor mağrur
Yüzlerce yeni gökkuşağı ve yeni renkler
solsun
Sen gel baştan çıkarıcı kadın

Sen benim maça kızım Ey benim güzel kadınım
Ey Maria
Dinle piyanomun sesini senin içindir çaldığı
arya

Fiyongada yalnız bir tek kara kurdela kaldı
bir bez parçası işte
Sen de gittin ötekiler gibi tıpkı
Gittiler hepsi de


Vitezlav Nezval
Çeviren: Eray Cantürk

Bulutlar

Sağ gözün öğle vaktidir gökyüzünün
En yüksek noktasındaki güneşi andıran gözbebeğiyle
Sol gözün öğle saatlerinde bir göldür
Ve bulutlar
Sanrılarındır senin
Aşkı düşündüğünde
Bir gemi geçer su üzerinden
Ya da Afrika
Korktuğun zaman sen
Akrep burcu çıkar bulutların içinden
Senin ellerini düşündüğünü balıklara göre anlarım
Bir evliliği düşlüyorsan eğer bin yapraklı gül açık eder bana
Aşk yorgunluğuyla masalsı kentler kurarsın
Tritonların kavgasıdır kararsızlıkların
Kederli misin bir mum yanar
Acele bir öpücük gönderirsin bana mühürlü bir mektubun
içinde

Çıngıraklar gibi ses verir sevincin
Tutkuya kapıldığın zaman
Bir çitin arkasına gizlenir bütün dünya
ne düşünüyorsun işte bir lamba
Yatmaya mı gidiyorsun bir gecelik görürüm
Ninni söyledin mi de birçok yeni doğmuş çocuk var yukarda
Senin uyuduğunu açık eder bana kuştüyü yastıklar
Güneş batar batmaz uyursun
Ve açarsın gözlerini uykunda
Sağ gözünü gökyüzüne dikip
Sol gözünü bir göle
Aydır gözbebeğin
Kararsız düşünün beyaza kesmiş ayı
Genç kızlık dönemini görürsün düşünde
Ve kargalar havalanır mermer bir şatodan

Düşünde görürsün ilk öpücüğünü
Ve bir kuyuya dalar bir akbaba
Evlendiğin geceyi görürsün düşünde
Ve can çekişir bir kuğu
Yaşlılığını görürsün
Ve bir yumak yuvarlanır toprağın üstünde
Bu gece senin için bir uykusuzluk gecesidir
Gökte bir tek bulut bile yok çünkü
Yalnız sabah yıldızı açık edecek bana gün ağarırken
ağladığını


Vitezlav Nezval
Çeviren: Eray Canberk

19 Mayıs 2017 Cuma

Sıkıntı

Voltava'dır söyleyen bu sözsüz şarkıları
Voltava söylüyor ve ben yazıyorum güftesini
Gece ağlarını dökmüş ve av başlıyor
Daha da ışıltılı bir bayram gecesinden
Art arda ölüyordu yıldızlar derken
Beyaz balıkların sözsüz oyunu içinde kederle ve iç çekmeden

Gel sevimli Madelon gel Hedwige gel Clara
Voltava sarfa söyler Madelon gelmez ama

Döker yamaçlardan akan sularını Voltava
Boğulmuş kadınların üzerine sisini serer gece
ve ben işitilmez notaların sesleri gibi bulup çıkarırım onları
beyaz köpüklerin taçlandırdığı kasvetli duanın seslerini
Böyleydi ölümleri kadınların art arda
beyaz balıkların sözcük oyununda kara kralların kucağında
sözsüz bir aşk türküsü gibi geceleyin şenliklerin gürültüsü gibi

Gel sevimli Therese Marie Ninon Clara
Voltava şarkı söyler Madelon gelmez ama
Voltava'nın suyu üzerinde parıldıyor görkemli maskaralık
Ah şarkı söyleyebilsem mızıkalar çalgılar çalınınca
Kapkara kuyu bileziğinin altına serer ağlarını gece
Ölü ay şöyle bir bakar örtündüğü rahibe harmanisi altından
inci ışıltısını andıran havai fişeklerin sözsüz oyunu içinde
sözsüz bir aşk türküsü gibi yüzyılların uğultusu gibi
sizler gibi sevimli Therese Marie Manon Clara

Voltava şarkı söyler Madelon gelmez ama


Vitezlav Nezval
Çeviren: Eray Canberk

Aşk

Gün yaş döker... Çiseler çayırın üzerine
Oğlanlar ve kızlar bağlamaya giderler ot demetlerini

Dönmezler geri
Çayır yeşildir gözler mavi
gözleri tıpkı bir tutam menekşe demeti
Oğlanlar ve kızlar sarmaş dolaş
Aşar başlarını menekşenin mavisi

Aşkla ve orakla yaşamak zor gelir bize
Aşkı yaralar keskindir orak
Çanın sesi duyulunca avlularda
Gözlerin bunca güzelliği kalmayacak

Er geç saat gelecek
gecenin içinde solan peygamber çiçekleri için
gelecek mutluluk saati
Küçük bir çocuk kaldırır başını yastığından
anne tutsaktır aynanın içinde

Acıdan ve güzellikten çatlar
acıdan çiçeklenir güzellik
Gökyüzü yıldızlarla dolu püskürtme
Gül rengi bulutlar döner otlamaya çayırda

Gece yaş döker... çiseler çayırın üzerine
Oğlanlar ve kızlar otların arasında öpüşmeye gitmişlerdi

Sabah çocukları açacak onlara kapıları
Döner mi oğlanlarla kızlar
Dönmezler geri


Vitezlav Nezval
Çeviren: Eray Canberk

Genesis ve Exodus

Dünyaya geldiğimde
Bezelye çorbası gibiydi ortalık sise boğulmuştu
Ve babam -olayı kutlamak için-
Kırmızı şarapla sarhoş olmuştu

Sakallı yüzünü bastırdı sonra
Kendinden geçmişçe oğlana
Yaptığı gibi mutlu anlarında
Kar örtmüştü tüm dağları
Ve kasırga ulumaları: Haho! Haho!

Kasırga değildi o
Gaklıyordu baykuş, kukumav ve karga
Dua ediyordu papaz üç yaşımda
Babamın mezarı başında

Acı günler başlıyordu
Bağrına basıyordu konu komşu
Annemin mezara konuşunu görmeyin diye
İyiliksever ellerde

Bağırıyordum lokomotife: Çabuk ol! Acele et!
Al götür beni dünyaya
Aklımı başıma toplamalıyım elbet
İsa gibi on iki yaşında

İsa gibi bundan böyle
Yeni bir anne aradım kendime
Başıboş yürüdüm ülkeden ülkeye
Bir yerlerde bekliyor olmalıydı
Sıpsıcak kalbiyle

Bekliyordum saygılı ve tok gözlü
Yeşerdikçe aramızda sevgi tohumu
Bir muştu, mutluluk ve huzur yüklü
Ve tüm nimetleri dünyamızın
Çeşit çeşit, küçüklü büyüklü

Diz çöktüm önünde askerlik şubesinin
Ağladım umutsuz ve içler acısı
Arındım ölüm korkusu
Mermiler, gülleler dolusu

O günden bu yana korkuyu attım
Sevme gücüm de kalmadı artık
Donmuş bakışlarım tarlalar arasında
Ve kilitli kalbim kül dolu kavanozda

Açıkça her bağıt, her yükümlülük
Hiçe sayılmışlıkta anlamsız ve boynu bükük
Ve yanılgılar büyük kapılar önünde
Sayısız kentte

Artık duygularımda değilim ben
Yargılarım yüzünden
Tüm sevgim yıldızlara artık
Ve kardeşliğim hane berduşlara

Çokça uğradığım bir eski katedral vardı
Günnük kokardı
Ve kaderine orada aralanırdı
Büyük kapısı gökyüzünün

Artık bağlanmıyorum bir noktaya
Tüm yeryüzünü kendimin sayıyorum
Coşturuyor uçsuz bucaksız dünya
Hala neden pişirilir tuğlalar
Bana gerekli değil artık bunlar
Terk edilmiş oteller yolda belde
Her yerde her yerde
Beni ağırlamaya hazırlar

Artık tanımıyorum ülkeyi
Sürmeyi, ekip biçmeyi, tomurcuk vermeyi
Geyikler, ayılar, kaplanlar vurdum her yerde
Mississippi'de, Ob'da ve Nil'de

Biricik tarla değil artık beni sınırlayan
Ağaç değil, çit değil, çit kazığı değil
Bir sarı başak. bir baş hayvan değil
Sirenler işaret verir durmadan
Rüzgar yön, denizler ses verir

Çelikten bir taya kurulmuşum
Gemim, benim kuğu kuşum
Dur, gelme, orda bekle! diyen yok
Bütün engellerden azat olmuşum

Böylece gidiyorum, Ah Tanrım
Nedir bu özlem, neden kararsızım
Senin ölümsüz annen
Açmadığı halde kucağını
Gemici gemisinden
Kucaklıyor yer yuvarlağını

Denizlerin şarkısı çınlıyor-bu sesle
Kül kavanozu açılıyor kalbime
Çözmek için deniz havasındaki gizemi
Başlıyor Allahın Ruhulkudüsü gibi
Asılıp kalmaya denizler üstüne

Haho! Haho! Böyle uluyordu rüzgar
Kaptan köprüde duruyordu
Ve genç dalgalar onu öpüyordu


Jan Smrek
Çeviren: Kemal Kandaş

18 Mayıs 2017 Perşembe

Yeryüzü Şarkısı

Göklerin ayı,
Aramızdaki anlaşmayı unutma.
O kadar eğilmen doğru değil bence
Saklanmak ister gibi
Ermiş Ludmilla'nın eteği arkasına

Gidecek öyle kısa yolun kaldı ki
Vinodrady'ye.
iyi düşün.
Önce kilisenin damından in,
Sonra su borularından.
Her yerde savaş var.

İşte Prag, altı aydır bekleyen bir saatli bomba,
İşte Pankrac, acılarımızın Bastille'i.
Ya Terezin?

Bir şair ölüyor orada,
Kurtulmuş Fransa'nın en güzel oğlu,
Robert Desnos,
Aşkı gibi gözleri var.

Meleksi iki yürek gibi gözleri var,
Meleksi iki yürek gibi gözleri var saydam safranlarda,
Saydam safranlarda gözlerin en saydamı.


Konstantin Biebl
Çeviren: Ülkü Tamer

Şiir

Yeniden uzanıyorum eski kemana, kalmış gibi hala tellerde
Sıcaklığı yumuşak parmakların geçmiş günlerden
Ve uzanıyor sesler geçmiş günlere
Titreşerek tellerden
Arılar gibi ıhlamur ağaçlarına üşüşen

Bu uzayda iz bırakmadan geçmiş bir şarkı değildir
Rüzgarları dinmiş, anılara itilmiş bir şarkı değildir
Sevgi dolu bir elin çocuk yanaklarını okşaması da değil
Acı değil, tatlı değil, gülmek, hıçkırmak değil
Günah çağrısı değil, dalgaların sonsuzu aşması değil

Ve yüz gemi, hepsi de yepyeni, dalgalar üstünde
Sonsuza doğru gidiyorlar gündüz ve gece
Orada yelkenliler, görkemli, altınla süslü
Yıkılmış kaleler, göçmüş direkler üstünde
Açlıkla, susuzlukla ve doymuşlukla yüklü

Ve tüm kalıntılar, kurumuş, solmuş
Ve taptaze güller, alev alev yanan
Eli açık doğa, ülkemizi çiçeklerle donatan
Altın sarısı yazın, ekmek kokusu, devşirdiğimiz yemişler
Ve kabarmış dalgalar, Tanrı evi, baca ve köprüler

Rüzgara karşı tohum ekiyorum dört doğrultuda
Durmadan çimlenen nedir içimin tarlasında
Bir ekiciyim ben, tezcanlı bir duyguda
Ölmezlik saçıyorum, ölmezlik tarlasına
Rüzgarın dört doğrultusuna
Toprağım ben, tohumum avuçlarında

Sen benim alınyazımsın, güneş, yağmur, çiğ, kaynağımsın benim
Ve ben fırtına, ben can, gökyüzünde kutsal evim
Kutuptan kutba yürüyoruz biz, eşikten kapıya yürür gibi
Karanlık göğü aydınlatan bir çift yıldızız
Ve yanımızda iki çocuk, biri erkek, biri kız

Nasıl karşı durabilir bize dünya, ölüm ahtapotları
Bizim tapınağımız evren, bizim kalemiz Tanrı
Aşağılık bir katil sıkmak ister gırtlağımızı
Mezarın yakınında. Ve ensesinden tutmuş Tanrı
Gazaba gelip çalmış, caddenin çamuruna

Bağrışıyorduk denizin ortasından ormana dalmış gibi
Dalga beyaz bir at, sırtlamış bizi, nereye?
Azgın denizin binlerce dünyayı sömürdüğü yere
Yüzüncü kubbe örtüyor üstümüzü, iki yüzüncü gelmede
Dalgalar beyaz bir at, sırtlamış bizi, nereye?

Dalgalar altımızdadır kumsala dek
Ve çöl, tarla, fundalık
Yeniden çöl, tarlalar, değirmenler buğdayı öğüten
Ve tapınaklarda insanlar, dua eden, küfreden
Ve deniz bırakamadığımız elimizden


Stefan Krcmery
Çeviren: Kemal Kandaş

Duygusal Eğitim

Kadın elinin hareketleri, alto gülüş,
Güvercin kanatlarının grisi,
Yapraklarda yelin oyunu, çatlaması meyvenin,
Avucumda yakıcı soluğu bir köpeğin.

Böyle yok oluyordu dumanlar ve sesler, susuyordu,
Solgun ışıklar, oynayan gölgeler, uğultusu ağaçların,
Gece iniyordu üzerine kentin.


Josef Hora
Çeviren: Muzaffer Uyguner

17 Mayıs 2017 Çarşamba

Otuz Üç Yaşında

Otuz üç yaşında
(Tam orta yerinde yaşam yürüyüşünün
İsa ile aynı yaşta
Ortasında Uzay Çağı'nın)
Ayrılıyorum yarısından
yaşamımın...

Bir zamanlar matematiği
Pekiyi olan ben
Kavradım otuz üç yaşında
Bu pankartlar, atomlar
Roketler, sibernetikler
Kiliseler, plastikler
Ve söylevler çağımızı
Belirleyen en önemli şeyi:
Her şeyin ikiye ayrılması...

Ayrılmış her şey ikiye: Doğu, Kuzeye ve Güneye
Ve insanlar: Doğulu ve Batılı diye.
Ayrılıyor dünya
Düşmanlarla çılgınlarla
Bir zaman ayrılmaz olan fırtınalar
Ayrılıyor atom mantarlarına ve elektrik üretim merkezlerine
Arkadaşlar da ayrılıyor
Dünkülere ve bugünkülere
Perdeler bile ayrılıyor
Oya işlemelilere
Ve demir perdelere...

Yanıbaşımda yatıyorken sen
Bir çift yeşil göz ayırıyor beni
Öteki kadınlardan.
Bak, kızımız
Daha dün emekleyen:
Geliyor bize doğru sevinçle ...

Bir artı işareti gibi
yana açılmış kollarıyla...

Fakat o yeni Milad'ın insanıdır
Önümüzdeki otuz üç yılda ...


Dimiter Stefanov
Çeviren: Ataol Behramoğlu

İlkel Düşler

Dimiter Stefanov'a


Her gece bir karabasan bela olur bana
Kaynaşır uykumda taş devri insanının korkuları
Yavaşça kımıldar sürünürler
Sayısız geçmiş çağlardan ...
Kaçıp gitmekten başka ne yapılabilir o zaman?
Suçlamalı mı kızıl kanı canlı diye böylesine?
Acı veren, umarsız üşüşmesi kurtların...
Erimek, yok olmak, karışmak toprağa...
Doğmak kanatlarla ve geride bir gölge bırakmak
Dehşet
parçalasın diye ...

Her gece aynı şey, ve derken:
-Kes gürültüyü, oğlan uyandı yine
Yarın okula gidecek erkenden ...
-Özür dilerim ...
Kalbim sıkışmış olmalı ...
Gidip pencereyi açarım titreyen ellerle
Bir sigara yakarım yaslanıp pervaza
-Tiryaki olmadığım halde.-
Dünya nasıl da harikulade şimdi
Olağanüstü sessiz
Ve dopdolu, yaşamı solumanın ateşli rüzgarıyla
Ve depremsel zonklamasıyla yüreklerimizin!
Ve ancak o zaman görürüm yanan uçlarını
Sessiz sigaraların her pencerede ...
Bizim apartmanda. Orada, ilerde. Şurada da ...
Bizim caddede... Tüm kentte ...
Bizim dünyamızda ... Ve dünyalarında onların ...
Yanan uçları
sessiz
sigaraların ...

Kırmızı sinyalleri gibi olgunlaşmış alarmın!
Hayır! Artık şimdi
Mağara insanının korkuları değil söz konusu olan,
Ve onun ilkel düşleri!
Tüylerim ürperir savaşı düşünerek

Ve öteki modern şeyleri...


Andrey Germanov
Çeviren: Ataol Behramoğlu

Geriye Saymak

Geriye saymak; sıfıra dönmek.
Böyle bir şey var gerçekten de!
Kavrulup yok olması Hiroşima'nın
Atom rüzgarıyla
budur işte...

Geriye saymak; sıfıra dönmek ...
Sayılar birbiri ardına hızla çözülüyor.
Soyluların kurduğu şatolar, katedraller
Saman çöpü gibi gevriyor.

Dağ dorukları da gevriyor
benim kafatasım da ...
Beni size bağlayan yeşil çağ
Çöküyor kumdan bir köprü gibi.

Geriye saymak; çözülüyor yıllar
O genç günlerin kırlarına ...
Geçtiğimiz yollar boyunca geriye gidiyorlar
Başlangıcına çağımızın.
Geriye, başlangıca, o küçük kasabaya
Köprünün üstündeki tavus kuşu
Çay bahçesi, eski tip gramofon
Ve tekrar edip duran aynı ezgi.
Ve işte çocukluk arkadaşlarım, meslektaşlarım
Geçiyorlar ırmağın üstünden yavaşça
Dudaklarında kuru bir gülüş ve kır düşmüş saçlarıyla
Fakat bir düşte gibi yakışıklı.
Mimarlar,
istasyon şefleri,
ve doktorlar,
dalgın bakışlı şairler.
Üniversite öğrencileriydik
Ve işte ilkokul öğrencileriyiz şimdi.
Kumral açık alınlarımıza
Düşürüyorum duyduğum acının gölgesini.

Bağrımda
ürkünç bir hızla
Dönüyor geriye doğru rakam sıraları ...
Geriye! Sıfıra! Geriye saymak!
Sıfır, hiç demektir.
Sıfır, onulmazca yıkılmış bir ocaktır
Azgın, yakıp kavuran bir kıyamette.

Bir infılaktır her şeyi yok eden!
Ve her şey fırlıyor geriye:
Beyin
duygu
hücre
Su
Ve ayrışıyor yapayalnız atomlarına
Yapayalnız bir yıldızın.

Gezegenimiz harikalarla dolu daha!
Uzayın ıssızlığını düşündüğümüzde.
Onun varlığıdır kaynağı mutluluğun
Odur temel anlamını veren maddeye ...

Okul arkadaşlarım, fizikçiler, matematikçiler
Durdurun geriye gidişini sayılarını
Koşun imdadına benzersiz, biricik
Yeşil ve böylesine capcanlı dünyamızın ...


Peter Karaangov
Çeviren: Ataol Behramoğlu

16 Mayıs 2017 Salı

Küçük Şeyler

Severim küçük şeyleri
küçük çocukları
küçük evleri
küçük ülkeleri,
küçük çiçekleri; menekşeler gibi.

Gösterişsiz küçük şeyler,
uçsuz bucaksız alanları vardır ama.
Eskiden küçük bir kente otururdu,
büyük bir mutluluk yuvasında.

İyilik vardır küçük şeylerde.
Gözyaşında, öpücükler, yüce gönüller.

Daha zordur şu dünyada büyük olmak
ve her konuda onurlu kalmak.

Güçtür hem güçlü hem de sevecen olmak
güçtür yetkili olup da doğru kalmak.
Büyük bir umutları vardır küçüklerin:
Ağır ağır çizmek: dize dize
adım adım
çiçek çiçek
nokta nokta bir çizgi çekmek
ve yaratmak daha iyi bir dünyayı.

Ve yüreğiyle inanıyorum ki çocukların
boyutlarda değildir büyüklük
uçsuz bucaksız bir güçtür sevecenlik
çok önemlidir insanın ruh saflığı
küçük sevecenlikler büyük aşkları doğurur
büyük dağlar menekşelerden oluşmuştur
büyük ozanlar dağlarıdır sayısız küçük çiçeklerin.


Liana Daskalova
Çeviren: Özdemir İnce

Geri Çekilme

Bulut sürüleri, otladınız mı tanyerinin otunu?
Başı tıraşlı bir çocuktur gökyüzü. Çıt yok,
tek bir çalkantı sesi toprağın üzerinde.
işte benim görkemli tacım: yosunlardan bir taç.
Sözcüklerim sıçrıyor balıklarla birlikte
sabah kumsalının üzerinde.

Kendi kendimden, tanyeriyle soyunmuş durumda,
arıyorum uzaklıkların ele geçirdiği yüzü.
Boş bir kilise gibi sessiz duruyor okyanus
sarkıyor martıların çarmıhına gerilmiş ruhum.

Ve geri çekilme saati aralıyor düşüncelerimi
aralar gibi kapısını bir kulübenin,
terk edilmiş bir tahta benzeyen sobayla birlikte
rüzgarların geceyi geçirmek için girdiği.

Bir örümcek ağı gibi parlıyor kuşku köşelerde
ve duruyor gökyüzünde bir kırık çapa
bir kuyruklu yıldızın kuyruğu Avcı Cebbar'ın
altında.



İvan Davidkov
Çeviren: Özdemir İnce

Gideceksin

Bırakıp gideceksin sen beni,
dünyam tümüyle kalacak ama
o bir tek gün
ve sımsıcak iki avuçta.

Soluğun kalacak bir de
çiy tanelerinde domurlanan,
çimenlere düşen gümüşsü iz
ayaklarının ardından.

Kalacak suskunlukla iç içe
o çözülmez iki bakış
ve iki gönül kalacak
birbirine dolaşmış.

Koyakta hep öyle köpüre köpüre
çağıldayıp gidecek su,
bırakıp da gitmeyecek ama
seni yakınımda bulma duygusu.

Aldatacak seni bugün
nereye çekerse çeksin.
Bırakıp gideceksin sen beni,
bırakıp gideceksin.


Georgi Cagarov
Çeviren: Kental Özer - Fahri Erdinç

15 Mayıs 2017 Pazartesi

Mutluluk

Geceydi, Vitoşa'dan geliyordum
Arabanın içindeydim tek başıma.
Çevrede sıra sıra şaşkın yayalar
Gitar sesleri, şarkılar.

Koyu karanlığın içinde
Küçük bir yıldız gibi birden
Farların yansısı parladı
Genç bir adamın omuzunda.

Hepsi bu kadar, bir saniye ancak
Ama neler vermezdim uğruna
Nişan yüzüklü bir kadın elinin
Böyle konması için omuzuma.


Valeri Petrov
Çeviren: Özdemir İnce

Paris Yağmuru Üstüne Bir Laterna Şarkısı

Bir hikayedir bu eski mi eski
Paris kadar eskidir derler.
Şirin bir kız portresi, elinde çiçekler
Bir kaldırım ressamının çizdiği.

"Hoşça kal!" dedi ayrılırken kız
"Uzaklara gidiyorum
Burada ne aşk var, ne ekmek, ne tuval
Kara boyalar sadece.
Ve caddeleri Paris'in
Seine Nehri'ne çıkan hepsi de."
"Ne olur kal!" dedi ressam
"Üç rengim var senden aldığım
Altın sarısı, mavi ve kırmızı
Ve Paris'ten de bir gök
Sıcak, ışıltılı
Ve işte bir kaldırım
Cömert, büyük, parlak,
Madeni paraların gelip konacağı."

Bir hikayedir bu eski mi eski
Paris kadar eskidir derler.
Şirin bir kız portresi, elinde çiçekler
Bir kaldırım ressamının çizdiği.

"Ne olur, bay kaldırım!" dedi sonra
Diz çöküp yumuşak bir sesle;
"İzin ver şu geniş tuvaline
Bir küçük kız resmi çizmeme
Mavi, altın sarısı ve kırmızı
Üç tebeşirimle...
Dinlenirken o üstünde senin
Isınacak bütün gün Paris'in güneşinde
Ve yaklaşacak yanına
Bakışlar, adımlar, eller
Ve cömert, büyük, parlak
Madeni paralar düşecek üstüne..."

Bir hikayedir bu, eski mi eski
Paris kadar eskidir derler.
Şirin bir kız portresi, elinde çiçekler
Bir kaldırım ressamının çizdiği.

Ve ressam yıkıp kaşına kasketini
"Hadi gel!" dedi kıza
Ve ilkin gür, kabarık
Altın sarısı saçlarını
Yerleştirdi taşlara ...
Sonra gözlerini, koyu mavi
Ve kırmızı dudaklarını
"Hoşça kal" diyen.
Ve elini. ( Katran kokulu bir çiçek demetini
Sımsıkı tutan hala.)
Ve sonra "Kal!" dedi "Ne olur ..."
Usulca okşayarak onu
"Daha rahat bir yatak alırım sana
Ve çiçekler, çok daha güzellerini;
Ve akşamları, gün batarken
Aşağılarında Seine'in
Kara nehir mavnalarının arkasında;
Cömert büyük, parlak
Pek çok paramız olacak ..."

Bir hikayedir bu eski mi eski
Paris kadar eskidir derler.
Şirin bir kız portresi, elinde çiçekler
Bir kaldırım ressamının çizdiği.

Düştü bulutların, kuşların gölgesi
Düştü gölgeleri gelip geçenlerin
Silindi hızla ressamın çizgileri
Düştü ölü yapraklar, muz kabukları
Ve ansızın yağmur damlaları başladı düşmeye ...
Oh! Paris yağmuru
Keyifle tıpırdayan, usulca
Pırıltılı, alaycı
Karanlık, okşayıcı ...

Geçip gitmeyen bir tek
Yağmur oldu, serperek
Cömert, iri
Gümüş paracıkları ...
"Dur!" dedi ressam, "Ne olur!
Dur! Gidecek yoksa ..."
Ve yüreği inledi acıyla
Ve kızın kederle boşandı gözyaşları
Ağladı altın sarısı, mavi
Ve kırmızı gözyaşlarıyla
Ve akıp gitti Seinee ...

Bir hikayedir bu eski mi eski
Paris kadar eskidir derler.
Şirin bir kız portresi, elinde çiçekler
Bir kaldırım ressamının çizdiği...


Veselin Hançev
Çeviren: Ataol Behramoğlu

Düş

Ürpermeler vakti, güzel düşler
Ve kaynayan kanın vakti.
Tomurcuklar açtı, aşk çiçeklendi
Kokusu, taçyaprakları ölü.

Artık uzanmıyor bana dudakların.
Gövden artık bir zevk kaynağı değil.
Ağzını açsan tepem atıyor. Boşluk, yanıbaşın.
Yanında canım sıkılıyor, yalnızım yalnız.

Ama akşam, bastıran karanlığa bakıyorum,
Gökkubbede tırmanan yıldızlara;
Önümde sekiyor dünya-
Bir sırça kap, bir yığın büyü perisi.

İçinde, bir ışın soluyor.
Tapılan dudaklar ağzıdır bir ölünün.
Ve dönüyor, dönüyor durmadan
Sonsuza dek - kırık kalplerin tozu.

O zaman, bu incecik ip, küçücük
Kalplerimizi birleştiren bizim.
Bir güç oluyor, gücü kavruk adamın,
Bir halat kadar güçlü-demirden bir halat.

Sana böyle kızgın böyle yabancı
Uyanmasız bir uyku düşlüyorum
Toprağın beni kucaklayacağı günü,
Göğsünde tatmak için uykuyu.


Aleksandr Gerov
Çeviren: Özdemir İnce

Aşk Türküsü

Bir barut fıçısı gibi çöker üstümüze
betondan bir yapı, kocaman.
Yüreklerimizde savaşın homurtusu,
içimizde isyan, ateş ve kan.

Görürüm bu isyanı şimdi de
fabrikaların bacalarında,
gün batısındaki kızıllıkta,
dingin, mavi gökyüzünde.

Daralırken buralarda korkunç çember,
yanaş bana, gel söyleyiver,
suç mudur bu benim yaptığım:
Ayırdığım yüreğimde aşka bir yer?

Suç mudur yoksa, gel söyleyiver,
gürültülerle çalkalanırken fabrikalar,
mitralyözle taranıp biçilirken ortalık,
suç mudur "seni seviyorum'' demek?

Aşkımızın dünyası çok daraldı,
ne yapalım, sevgilim, bu bir gerçek!
Bu türkücüğü bunun için yollarım sana,
gözlerimde pırıl pırıl bir gelecek!


Nikola Vaptsarov
Çeviren: A. Kadir - Asım Tanış - G. Santoro