Sayfalar

3 Haziran 2017 Cumartesi

Sarı Turna Kuşunun Evi

Geniş Dokuz Akarsu geçip gelir Çin'i baştan aşağı,
Derince bir yol bağlar güneyi kuzeye.
Uyanıktır Yılan dağıyla Kaplumbağa dağı.
Sisin ve çiğin yağdıgı geniş Yangçe üzerinde.

Sarı Turna kuşu gitmiş, kim bilir ne yana,
Bu ev kalmış geriye, yolcuya sığınak sanki.
Bu büyük azgın ırmağı suluyorum şarabımla,
Dalgaları içimde kabarıyor bir deniz gibi.


Mao Zedung
Çeviren: Eray Canberk

Jüri Matsuba'da Gece Gezintisi

Deniz uyuyor durgun durgun.
Uzakta, yalnız bir hafif bir aydınlık, geniş ve beyaz
Dalgalardan hiç ses gelmiyor bana.
Ah! Gökyüzü ne yüksek, ne bağımsız, ne görkemli, ne dingin.
Bu güzel gece görünümünü seyretmek için
Yıldızlar gözlerini iri iri açıyorlar.
Sayısız yaşlı çam ağaçları Jüri Matsubara'nın
Sessizce bir övgü işaretiyle kaldırıyorlar ellerini göğe.
Elleri tek tek titriyor maviliğin içinde.
Sinirlerim tek tek titreşiyor bedenimde.


Kuo Mo Jo
Çeviren: Eray Canberk

Gülümseyiş

İşte on yıl geçmiş aradan,
Tanımadığım bir kadın gülümsemişti bana.
Anlayamamıştım bunu o zaman,
Hoş bir şeydi, hepsi bu işte.

Kimdi o kadın, bilmem,
Bende kalan yalnız gülümseyişidir
Ve unutturmak şöyle dursun
Zaman beni bağlıyor o gülümseyişe.

Sayısız sevda şiiri yazdım bu yüzden,
Düşlediğim gönül serüvenleri sayısızdı.
Kimileri okudu o şiirleri acıyla,
Tat alarak hazla okudu bazıları.

Acı ya da haz
Doğuyor bu bir tek gülüşten.
Bana gülümseyen kadını bir daha görmedim.
Ama gönlü hoş olsun derim ben


Hu Şö
Çeviren: Eray Canberk

Çiçek Satıcısı Kızlar

Irmağın güneyinde, ilkbahar erken gelir.
Irmağın güneyinde, çiçekler güzeldir.
Satıcı kızların sesi yarıda keser ilkbahar uykusunu.

Kaysı ağacının çiçekleri kızardı,
Aklaştı armut ağacının çiçekleri.
Satıcı kızların sesi doldurdu sokakları.

Kimileri canlı renkli çiçekler ister,
Kimileri solgun renkli çiçekler.
Kaç ilkbahar bir gümüş paraya satılıveriyor?

Alıcılar mutlu gülümsüyor,
Satıcı kızlar üzgün, kederli
Ve gençlik dönemi ilkbaharla birlikte çekip gidiyor.


Lieu Ta-Pai
Çeviren: Eray Canberk

2 Haziran 2017 Cuma

Odysseus

Her zaman daha az alanımız
boğulmuş imgelem
hiçbir şey yok arkasında ufkun
ve küçülüyor sınırlar
kuyruğu benzeri yaşlıların

bendedir geçmiş
her şey bendedir
nereye gidiyorsun yabancı
diye soran ses bile

derinliğine dalıyorsun
iç uzayların
saflığına
kıyılarına iniyorsun
düşüyor son sözcük
tertemiz görüntünün üzerine

hiçbir şey kalmıyor
et kemik ve kirişlerin kılıfında
içten içe
sıkışmış durumda
yeni bir dil buluyorsun
sessizlik işkence eder açlık gibi


Fero (Frantisek) Lipka
Çeviren: Özdemir İnce

Variation X

Git yat
kendine biçim ver kendine göre
şarabını bitir tırnaklarını kemirmeyi bitir
sevmeni bitir düşünde

En sevdiği oyuncakları
zayıf evlerin şişman anahtarlarıydı

Uykumuz uyuyor
Uykuya dalışımız
uykuya dalıyor dağların ötesinde
Düşlerimiz düş görüyor bizim dışımızda

Toprak atmayın onun üzerine
açın kapağı
dinle diyecektir
çarpmayan yüreğime

Seninle bana gelen sözcükler
bir daha geri gelmemecesine yitti
Hangi sözcükler gelirse bana
bir daha geri gelmemecesine yiterler

Yuttuysan eğer
nasıl da duruyorsun midemde
Onu yuttuysan eğer
nasıl da nefret ediyor bizden

Saçma sapan şeyler yazma mektuplarına
aşk kuşkusuz toprağa işler
Öldürüyorum bütün etini kendimde
Kıskancım kendime kahretmeye bayılıyorum

Sessiz ol
seni bağışlıyorum her şeyi
kendimizi sevmeme konusunda
kendime kardeş tanımıyorum


Josef Hanzlik
Çeviren: Ülker İnce

Sessizlik

Sessizlik vuruşu gibi
bir baltanın ya da sözcüğün

Sessizlik bıçak gibi
boğazda

Sessizlik çığlık gibi
kayadan ta dibe kadar

Sessizlik sanki tabancadan çıkıp
davula giren

Sessizlik sanki ilk hece gibi
ölümden sonra söylenen

Şimdi de sessizlik
o zamana kadar da sessizlik


Josef Hanzlik
Çeviren: Ülker İnce

1 Haziran 2017 Perşembe

Masal

Bir ev kurdu kendine
Temelleri,
Taşları,
Duvarları,
Başını sokacak damı,
Bacası ve dumanı
Ve penceredeki manzarasıyla.

Bir bahçe yaptı kendine.
Tahta perdesi,
Kekikleri,
Solucanları
Ve akşam çiğleriyle.

Gökten bir parça kesti, kendine özgü.

Bahçeyi bu gök parçasına sardı,
Evi bahçeye sardı,
Ve mendile doldurdu tümünü.
Ve bir kutup tilkisi kadar yalnız,

Dünyanın yolunu tuttu
Soğuk
Sonu gelmez
Bir yağmurun altında.


Miroslav Holup
Çeviren: Feyyaz Kayacan

Kapı

Git aç kapıyı.
Belki bir ağaç
Bir koru
Belki bir bahçe
Ya da sihirli bir kent vardır dışarda.

Git aç kapıyı
Bir köpek belki bir şeyler arıyordur,
Belki bir yüz,
Ya da bir göz
Ya da bir resmin
resmini göreceksin.

Git aç kapıyı.
Sis olsa bile dışarda
Dağılır

Git aç kapıyı
İşlek karanlıktan başka,
Oyuk rüzgardan başka
Hiçbir şey olmasa bile

Git aç kapıyı.

Hiç olmazsa
Esinti olur
Bir parça.
dışarda.


Miroslav Holup
Çeviren: Feyyaz Kayacan

Yıkım

Hurdahaş olmuş parmaklar getiriyorlar bize,
onları iyileştir, doktor.
Millenmiş gözler getiriyorlar,
yüreklerin avlanmış baykuşları,
yüzlerce beyaz beden,
yüzlerce kanlı beden,
yüzlerce kömürleşmiş beden getiriyorlar,
iyileştir onları, doktor,
ambülanslar dolusu getiriyorlar,
kanın çılgınlığını,
etin haykırışını
sessizliğin yanıp kül olmuşunu,
iyileştir onları, doktor.

Ve sararken yaraları
karış karış,
gecelerce,
siniri sinire,
kası kasa birleştirirken,
gözün görmesini sağlarken,
daha uzun hançerler,
daha güçlü bombalar,
getiriyorlar,
daha görkemli utkular kazanıyorlar,
salaklar.


Miroslav Holup
Çeviren: Sabri Koç

31 Mayıs 2017 Çarşamba

Gidiş

Siyah kar yağıyor
saçlarına
sabırla beni bekleyen
doğanın-

karanlık tepelere
yamaçlara yağıyor
donmuş otlarla kaplı
tarlalara

göllerin üstüne yağıyor
buzlu camdan
göğü göremeyen
ve balıklarına

başka bir dünyayı anlatan-
dilin yalnızca
adlar vermek için
var olduğu bir dünyayı.

Orda bekliyor beni
o dilsiz doğa
yaslanıp durmuş bak
mezarlık duvarına.


Antonin Bartuşek
Çeviren: Gürkal Aylan

Ozanların Dönüşü

Karşılıyoruz ozanlarımızı
yıllardır yıkımlarla
kozalanmış
ipekböcekleri gibi.

Yıllarca karanlık güneşler parladı
yağmur yerine kan yağdı gökten
çamurlu bataklıklara daldık
gırtlağımıza dek

O zaman
ümidin yeşil dutlarında
keskin göz seçebildi
öylesine yavaş bir kıpırdanışı dallarda.

Geniş yapraklı dut korularında
sevi kozaları içinde
sözcükleri işlediler ipek liflerine
suskun konuşmalarının.

Bundan böyle açıkta kalmamalıyız
bir kez daha çıktığımızda
ışığına
gerçeklerin.


Antonin Bartuşek
Çeviren: Sabri Koç

Sessizlik Üzerine Çift Şiir


Bir saniye önce
ikiye kesilmiş portakalı andıran ufak
gecenin koyu özsuyunu akıtmadan önce

Bir saniye sonra
yeni yeni oluşan damla
fışkırmaya hazır olduktan
yara boyunca akmaya hazır olduktan sonra
o anlardan birinde
yaşarmaya hazırlanan
çocuk gözlerine benzeyen
o anlardan birinde
olgunlaşır sessizlik.

Ama o daha gelmeden
kemanlara benzeyen bulutlar
görünmez yayların
son iniltilerinden yoksun
kemanlara benzeyen bulutlar
ateşe doğru kaçarlar ve kılık değiştirirler

bir kadın vücudunun uğultusuna
bir inci duvara
kokuya dönüşürler.

Ve bir saniye sonra
düdük sesi
deler delmez tanyerini
bütün keskinliğiyle
soluğu kesilir sislerin
kasılmaktan

bir saniye sonra
yankı doruk noktasına çıkar
ve olgunlaşır sessizlik.

Sürmez sessizlik
kocaman bir deniz kabuğudur
sessizlik, başka bir şey değil
içinde uğuldar
bütün denizleri dünyanın.
Sürekli coşkuyla yüklü
Sürmez sessizlik ...
Sessizlik.


Lumir Civrny
Çeviren: Özdemir İnce

30 Mayıs 2017 Salı

Duvar Saati ve Yontu

Duvar saati mırıldanıyor yosun rengi kederli bir eski havayı,
Duvar saati, pencerenin dışındaki dünyaya doğru parmaklarını dikiyor,

O tik tak ederken, pencerenin dışında, azar azar soluyor bir gül alacakaranlıkta,
O tik tak ederken, ufka düşüyor bir altın yıldız.

Duvar saati mırıldanıyor yosun rengi kederli bir eski havayı,
Duvar saati, masanın üzerindeki yontuya doğru parmağını dikiyor.

Suskunluk içinde, güzel ve temiz yüzünü sunuyor yontu,
Suskunluk içinde, yontu, duvar saatine soğuk bir gülümseyiş yolluyor.


Pai Z'ien
Çeviren: Aydın Ergü

Öğle Üzeri

Yumuşak gölgelerini atlayıp durur güneş,
Soluğunu içinde tutar evren,
Yorgunluk bir kedinin gözlerini okşar,
Yaldızlı bir geceyi andıran bu öğle üzerinde.

Bütün yaratıklar düşe dalmıştır,
Dünya döner gider başlangıç günlerine.
Yalnızlıktan korkan bir arı
Sonunda bir çiçeğin altında uyur kalır.


Sia Z'ing
Çeviren: Eray Canberk

Dağ ve Yaşam

Dağların doruklarına doğru gözlerini çeviren çocuk,
Bulutların üzerinde yürümeyi ve kuşların sırtına binmeyi
düşlüyoruz

Ustaların sık sık uğradığı ormanlara ve vadilere uçmak için.

Güçlü çağda, gözü yükseklerde,
Tepeleri bir bir ele geçirmek için
Biziz ilk tırmananlar.

Gözü yüksekte olmanın ve düşün yerini anı alınca,
Yaşlı gölgelerimiz batan güneş karşı oturmuş
Kıpırtısız dururlar, akşam çökerken dağların durduğu gibi.


Sia Z'ing
Çeviren: Aydın Ergün

29 Mayıs 2017 Pazartesi

Turfanın Aşk Türküsü

Elma ağacının altındaki delikanlı,
Türkü söyleme artık, n'olur,
Bir kız geliyor bak dere boyundan,
Minik kalbi hızlı hızlı çarpıyor,
Kanat çırpın sabırsız bir kuş gibi.

Baharda bahçesinde çalışır,
Kulaklarını okşar geçer türküler.
Tomurcuklar daha açmadı,
Meyve bekliyor ama bizim delikanlı.
Kız anlamıyor onun düşüncelerini,
Diyor ki ona: "Türkülerinle delirtme beni"

Delikanlının bahçede geçer yazı,
Çalışırken boyuna seyreder kızı.
Meyveler daha küçümencik,
Ama türkülerinde onları topluyor.
Kız ne bilsin kafasından geçenleri,
"Gölge gibi beni izleme" diyor.

Güz olgunlaşma dönemidir,
Dallardan sarkıyor pembe meyveler,
Geceleri kızı uyku tutmuyor.
"Bu gibi işleri anlamalı artık,
Bir şey var işte, niçin söylemiyor?"

Elma ağacının altındaki delikanlı,
Türkü söyleme artık, n'olur,
Seninki bayırdan iniyor işte.
Söyle hadi, kalbinin içindekini,
Aşk meyvesini koparmanın zamanı geldi.


Ven Şieh
Çeviren: Gürkal Aylan

Giz

Senin yanındayken
Bir şeyler akıyor içimden,
Çağlayanlar gibi-
Tutku mu desem, coşku mu desem.

Eve dönerken
Bir şeyler dönüyor içimde,
Gün batıyormuş gibi-
Hüzün mü desem, korku mu desem.


Fang Vei-Teh
Çeviren: Gürkal Aylan

Yen Hsi-Şan'ın Tahsildarı

Yen Hsi-Şan'ın tahsildarı
Köye geldi.
Gelir gelmez de yakasına yapıştı muhtarın:
"Üç günde toparlayın vereceğiniz pirinci.
Bir tek pirinç tanesi bile eksik olursa
Hiç dinlemem, kelleni atarım sonra çuvala"

Sözünü bitirince çekip gitti.
Bir inekle iki koyun bağladı atından sarkan ipe.
Onları da götürdü.
Kapıların ardından bakakaldı köylüler,
Hepsinin gözleri yaş içindeydi.

Köy alanındaki çanı çaldı muhtar
Eriyiverdi köylülerin yürekleri
Evlerine döndüler
Sepetleri, küpleri araştırdılar;
Pişen pirinci bile çıkardılar tencereden,
Askeri vali pirinç istemiş bir kere,
Eşya verip karşılığında pirinç aldılar.

Ha Japonlar,
Ha vali Yen,
Şunun şurasında beş-on kişi
Hepsi birbirinin eşi.

Tahsildar yine geldi.
Mısır yesin diye ahıra bıraktı atını,
Kendi de çakırkeyf muhtarlığa çöktü.
Muhtarlığın önü ana-baba günüydü,
Paçavralar içinde bekleşiyordu köylüler,
Pirinç çuvallarının tartılışına bakıyorlardı.
Birer kaya kesilmişti kabaran yürekleri.
Duvardan atlayan biri, kaçayım derken
Kementle yakalandı,
Saman yığınlarına saklananlar,
Döşeklerinde hasta yatanlar,
Hepsi alana sürüklendi.
Şakladıkça şakladı tahsildarın kırbacı,
Köylülerin tepesindeki ip gerildikçe gerildi.
Dolaplar, şilteler, urbalar, tencereler, tavalar ...
Alınıp götürüldü ne var ne yoksa

Koşarak bir kadın çıkageldi yoldan.
Uçuşan saçları ileriye atıldı ..
Kalabalığı yarıp
Bir çuval fırlattı tahsildarın önüne.
"Al işte, bu da benim vergim, benim pirincim!
Götür Vali Yene ver bu çuvalı. Bu da yetmezse ...
Vali efendiye al beni götür"

Muhtar şaşkına döndü birdenbire.
Çuvalı açıp çıkardı içindekileri.
O da ne - korkuyla gerildi herkes!
Kanlı iki çocuk başı çıkmıştı çuvaldan.
Saçları örgülü bir baş,
Kadının kızı,
Üç yaşındaki Gümüş Kız.
"Cinayet! Cinayet!" diye kaçıştı herkes.
Usulca döndü kadın:
"Onların canına ben kıydım,
Ben öldürdüm kendi ellerimle onları.
Vali vergi istemiş, işte vergi"

Tahsildar gülümsedi.
"Hadi!" diye dürtükledi muhtarı sonra.
Herkes donakalmıştı köyün orta yerinde.
Islıklar çalarak esiyordu kuzey yeli.


Liu Şia
Çeviren: Ülkü Tamer

Yakınma

Sözde beni sevdin, ne uydurma bir sevgiydi o öyle,
Bir kırlangıcın göle dalması denli kısa,
Meltem denli süreksiz. Ne bir gölge,
Ne bir ışık bırakmadan -Kayan bir yıldız gibi-

Gitti sevgin. Hiç umursamadın
Kayıtsızca çözdün halatlarımı.
Ilık düşlerle şişen ak yelkenlerle
Denizleri aştım, tepeleri, ırmakları,

Karanlık geceye girdim mavi bulutlar içinden.
Hem kendimi, hem yolumu yitirdim.
Ölümsüzlük olduğunu düşündüm bu anın
Gümüş yıldızların da gözlerin.

Güldün o zaman, beni uyandırdı gülüşün,
Aklım başıma geldi bir anda.
Benden ne istiyorsun şimdi söyle.
Cennetimin kapısını sımsıkı örttüğün bir sırada?



Sun Yü-T'ang
Çeviren: Gürkal Aylan