Sayfalar

17 Haziran 2017 Cumartesi

Sonbahar Günü

Yüce gökler uçsuz bucaksız
Soğuk son bahar mavisi içinde
Kuşlar ağır ağır uçar güneye
Ah özgürlük.

Bir vahşi çığlık kalır kulaklarımda
Şafak kızıllığında kanat çırpanlardan
Özlem ve ayrılık çığlığı onların
Ah özgürlük.

Dönerim der çevreme, mahpusluğuma
Her şey bir düş oluverdi şimdi
Gelen kışla karlara gömülecek.
Ah özgürlük.


Eli Sinervo
Çeviren: Ata Karatay

Benzin

Bir yüce tanrıyım
Yirmi sent'e satılır galon'um
Sokaklarda
Ve birbirini öldürür insanlar
Benim yüzümden
Kıtalarda.
Vızzz...
Ateş öpünce beni
Demire can gelince
Anlarım hemen
Neden
Rüyalar içinde yatmışım öyle
Derinliğinde toprağın
Bin yıllarca.


Henry Parland
Çeviren: Ata Karatay

Gitmek

Gitmek bin kat daha hayırlıdır
Bir kapı ardında kalmaktan, yavrum
Gitmek kimsenin karışamayacağı
Bir rüyaya kendini bırakarak.

Gitmek bin kat daha hayırlıdır.
Bir kapı ardından kalmaktan yavrum!
Bir mahpustun biraz evvel
Eşyaların ne'yinde,
Bir mahpussun gene de:
Sor kalbine cevap versin!
Gitmek diyorum yavrum.
Gitmek bin kat daha hayırlıdır
Bir kapı ardında kalmaktan.


Rabbe Enckell
Çeviren: Lütfü Özkök

Ey Güneş

Ey güneş
Işınlarının ağında
Bir örümcek gibi
Kalpleri yakalayan
Bağlayıp dokuyan sen,
Bir sabah uyanmadan daha
Benimkini de
Sımsıkı
Bir eş kalbe bağla!


Rabbe Enckell
Çeviren: Ata Karatay

16 Haziran 2017 Cuma

Sessiz Komşum

Ruhumun derinliğinde bir kapalı oda var
İçinde hiç karşılaşmadığım bir kimse oturur
Bir yalnız ihtiyar, mezar gibi sessiz,
Bir evsiz barksız, eşsiz dostsuz.

Kim acaba o bir kiracı mı sadece?
Yoksa bir filozof kişi mi yalnızlığı seven?
Yüzüne bakılmasından öylesine korkan
Kendi sesini duymaktan bile çekinen.

Kapıyı vuruyorum girmek istiyorum odasına
İçerde tek başına sessiz yaşayanın;
Dostça selam verip görüşmek düşüncem
Ve ona güç vermek, sevgimi belirtmek.

Cevap yok. Yine eskisi gibi sessizlik, sessizlik
Duraladım, ne yapacağımı şaşırdım doğrusu
Oysa anahtar deliğinden kapalı odanın
Sızan ışık da açıklıyor ki komşum uyanık.


Hjalmar Procope
Çeviren: Ata Karatay

Vurgunum Ben

Güneş tutan bol meyvana, Hayasdanım, vurgunum ben,
Bizim eski sazımızın sızısına vurgun ben,
Kan damlayan çiçeklere, ışıldayan pak güllere
Ve Nair'li çevik belli kızlarına vurgunum ben.

Vurgunum ben gökyüzüne, göllerine, sularına,
Güneşine, kışın kopan korkunç tipi ve borana,
Kara kara huğlarının ve çağlardan beri gelen
Kentlerinin binbir yıllık taşlarına vurgunum ben

Nerde olsam unutamam türkümüzün acısını,
Kitaplarda dualaşan demir-harfli yazımızı,
Yaramızdan sızan kanlar yüreğimi yaksa bile
Güneşli ve yetim yarim: Hayasdana vurgunum ben.

Hasret çeken gönlüm için başka hiçbir destan yoktur,
Naregatsi, Kuçak gibi pek aylalı alın yoktur,
Bu dünyada Araratım gibi ulu doruk yoktur
Sonsuz şeref yolu gibi Masis'ime vurgunum ben.


Yeğişe Çarents
Çeviren: Pars Tuğlacı

Türkü

Ağlayan bir söğüt var
Geceleyin bahçemde
Ağlar avuntusuzca
Ağlar söğüt kederle

Ama sabah olup da
En güzel kız doğunca
Kurutur o yaşları
İpekten saçlarıyla


Avedik Isahagyan
Çeviren: Ataol Behramoğlu

15 Haziran 2017 Perşembe

Reklam Gemisi

Gemi limana yöneliyor dosdoğru
Gölgeli alacakaranlıkta
Oparlörleri şehri selamlıyor çığlık çığlık
Projektörleri beş kollu ışınlarını
Havaya tutuyorlar kayan bir kuyruklu yıldız örneği
Ve bulutlar üzerine ateşten harflerle yazıyorlar:
BİR FORD SATIN ALIN
Ve sonra dönüşüyor gemi
Baştan başa göz kamaştırıcı bir ışık dünyasına
Baca Tuborg şişesi biçimini alıyor
Dağ gibi sayılar ve harflerle acemice boyanmış kenarları
Garip bir maskeleme deneyinde.
Derken Kodak reklam kızı, Johnnie Walker ve tüm ötekiler
Görünüp kayboluyorlar yansıyarak.
Suyun aynasında yansıyarak.
Gemi kah bir yeşil uçurumda koşturuyor
Kah bir san alev parıltısında
Ya da bir karı havuzunda.

Ve üzerinde geminin, geminin neler yok ki?
İşte resim ve ahçılık sergileri
Fransız mutfağı, kübizm ve kimyasal reçeteler;
İşte toplumu -çöp tenekesinde bitler tarafından yenen proletaryadan
Milyonerlerin lüks tuvaletine kadar- derinliğine gösteren
Bir toplumsal sergi.
İşte makyaj klinikleri ve intihar için kurulmuş bürolar:
Hani umutsuz insanların uygun bir ücret karşılığı danışa bilecekleri..
İşte sanat doktorlarının en son şaheserleri
Her biçime sokulabilen erkekler, kadınlar
Ve işte geminin salt kendisi
Tüm üstün olanaklarıyla:
Tenis kortları, yüzme havuzları, kilisesi
Ve gazete (ya da bütün bir İncil'i size taksitle basan)
Basımevi bölümleriyle
Ve de dakikada 180000 devir yapıp
Her devinimi dengeli kılarak
Yolcuları deniz tutmasından koruyan dev jiroskopuyla.

Ve işte nihayet yolcular-
Hepsi büyük ilgi ve ün sembolleri
İşte Napolyonla Moskova'da bulunmuş olan
136 yaşındaki ihtiyar Volkinya Patriği,
6 yaşındaki satranç dehası Polonyalı Semmi Meyer
Ve Siyamlı ikizler ...
Sonra tabii tanınmış kişilerden seçkin bir koleksiyon;
Dünya savaşının müflis kralları,
Ayrıca gemi adamları arasında
ille de bulunması gerekli
Düşkün Rus grandükleri
Ve Viyana Operası kraliçeleri...
Ve birinci mevkide
Film yıldızları:
Vahşi Batı'nın kahramanı
(Odol gülümseyişiyle)
Dünya komedyeni
(Odol gülümseyişiyle)
Ve güneş banyosu güzeli
(Odol gülümseyişiyle)

Fakat limandan uzakta
Bir adam oturur ve kulübede
Saat göstergeleri ve bilinmedik aletlerle donanmış masası
Ağzında sert tütünle dolu piposu
Sıradan bir sokak adamı ya da öğrenci olabilir,
Bekliyor geminin tam dilediği noktaya gelmesini
O zaman basacak düğmeye.
İstediği onun bir ateş değil göklerden inecek
Hayır o kendisi ateşi uçurumun da dibinden yükseltecek.


Otto Gelsted
Çeviren: Ata Karatay

Dağlar

Bu ışıklı gökkubbenin altında
Birkaç dakikaları bile kalmış olanlar
Yüzlerce yıl yaşayacakmış gibi
Koşuşturup duruyorlar

Ve uzakta, binlerce yıllık suskunlukta
Dağlar, bu telaşçı kalabalığa bakarak
Donup kalmışlar haşin ve kederli
Sanki birkaç dakikaları kalmış gibi yaşayacak


Resul Hamzatov
Çeviren: Ataol Behramoğlu

Akşam

Ve - Bu
yalnız çiçek durumu - gül:
sanki bir sakar: birçok
yeni başlangıçlar gibi
kucaklaşma - bir çocuğun:
boşluğa sarıldığı zaman


Gennadi Aygi
Türkçesi: Yunus Çakır

14 Haziran 2017 Çarşamba

İmge: Şenlik İçin

beyazın sessizliğinde
uzakta insan
karın beyazı üzerinde
sanki çekilişi gibi görünmez bir bayrağın


Gennadi Aygi
Çeviren: Yunus Çakır

Masa

boş fincan ve yazgının horozu
ve ben ve masa - ek olarak bir kalem
bu "geçen hayat" denen sergiye
boş fincan ben
şiir yazgının horozu


Gennadi Aygi
Çeviren: Yunus Çakır

Ağustos: Nietzsche Turin'de

oysa bakışında vardı- beyaz bir şey gibi:

mermerimsi- ağırlıksız:

ve maddesiz!-

bu akrabalık nedeniyle dediler
seziyordu açık uçurumları:

ve bahçedeki mermerde

ve kağıdın beyazında havada

bir yol açıyorlardı kendilerine -sanki ipekte!-

birden kocaman açıyorlardı elde
boşluk
bırakarak
bir yerde mağaralarda-

ve şu genel ve boş açıklık derecesinde
/çok uzun süre gerileyen bir tür gök gibi/
kendi kendilerini tüketen güller

paramparça ve canlı şey ağlardı
nemli havada
kireçli sanki


Gennadi Aygi
Çeviren: Yunus Çakır

13 Haziran 2017 Salı

Sabah

Dün gecenin kara pijamalarını
Üstümden çıkarıp
Yarı saydam bahçeye
Adımımı attım.
Ayaklarının u-cu-na
Ba-sa-ba-sa
Yolumdan usul usul gelen
Şu peçeli
Müslüman güzeli de kim?
Gözüm ısırıyor ama
Adını unutmuş gitmişim.
Kaldırıyorum peçesini.
Günaydın hanımefendi, diyorum;
Günaydın.


Wu Wang Yao
Çeviren: L. Sami Akalın

Yalnızlık

Yalnızlık,
Ay ışığının ağaç gölgelerini serptiği bir kaldırımda,
Suskun ve engin gecenin içinde, ağır ve yalnız kendi ayak seslerini dinlemektedir.

Yalnızlık,
Duvar saatinin ve kandilin önünde,
Aceleci tik taklara ya da zamanın sürüklenişine kulak vermektir.

Yalnızlık,
Gözler açık, sırtüstü uzanıp,
Yanan yüreğinin zorlu atışlarını dinlemektir.

Yalnızlık,
Ne terk edilmiş evin açık kalmış penceresi,
Ne de insan gölgesi bile olmayan göl ya da kurbağa sesleri.

Yalnızlık,
Kederli ve insansız bir dünya değil
Ama kalabalığın biçimlendirdiği bir çöldür.

Yalnızlık,
Dünyayı aşan ve uzaklaşan bir düşünce değil
Ama insanların tutkulu aşkıdır.

Ey benim yalnızlığım,
Sevmemek elde değil, yalnızlığı,


Yi Men
Çeviren: Aydın Ergü

Gürültüler

İlkbahar, sayısız ve en güzel gürültülerin mevsimidir:
Güneşte, suya dönüşen karın gürültüsü,
Toprağın altında, harekete geçen toprak kurtlarının gürültüsü,
Sıçrayanın gürültüsü, uçanın gürültüsü.
Yağmurlu ve rüzgarlı bir gecede,
Yağmurun ve rüzgarın gürültülerinin ortasında,
Karanlık Gökyüzünü yıldırımlar yırtarken,
Gök gürültüsü titretirken dağı ve denizi,
Daha da şiddetli bir fırtına patlar,
Derken gök açılır, daha da artar gürültüler:
Ağaçlar tomurcuklanır, çiçekler açar, buğdaylar dalgalanır,
                                                                    demir ve çelik kucaklaşır
Ve insanlar ortaya çıkar, gülerler neşeyle.
Her şey değişir, her şey boy atar, her şey mırıldanır.
Dağlar ve kayalar bile kaynarlar için için,
Zaman bile işittirir aceleci adımlarının gürültüsünü


Li Şa
Çeviren: Işık Horasanlı

12 Haziran 2017 Pazartesi

Ne Yitirdim

Bir şey yitirdim - ne yitirdim peki
Bu ormanda? Geceyarısı elimde fener
Aranıp duruyorum ağaçlar arasında
Yabancı değil yaban çiçekleriyle dolu bu yol.

Her bir ağaç, her bir ot Ah, böylesine bildik bir yerde
Nasıl yitiririm onu!
Burada olmalı yitirdiğim şey
Başka bir dünya bilmiyorum çünkü.

Elde fener, adım adım izliyorum yolu.
Çiğ damlaları, parlayarak, dallarda duruyor.
Ağaçların yukarısından yıldızlar göz kırpıyor
Her şey o derdi sessiz ve dingin ki.

Onu burada yitirdim gerçekten,
Aramakla geçirdim bütün geceyi.
Ama ne yitirdiğimi bulamadım; bildiğim tek şey,
Zamanın beni hızla eskittiği.


Sun Yü-T'ang
Çeviren: Gürkal Aylan

Gülmek

Çocuğum gülüyor;
Gülüşü öylesine onurlu, öylesine özgür, öylesine bağımsız,
Dedesinin, daha doğrusu babamın gülüşü gibi.

Böyle gülerdi babam,
Böyle gülüyor çocuğum,
Ama ben onlar gibi gülemiyorum.

Geçmiş kuşakla gelecek kuşağın gülüşü arasında
Sağır ve karanlık benim gülüşüm,
iki dağ arasındaki vadi gibi.

Benim dünyam, gerçeğin dünyasıdır, benim çağım, şimdiki çağdır,
Bunlar bana pek gülecek bir şey vermiyor,
Ne babamın geçmişine, ne çocuğumun geleceğine benziyorlar.
Yazgının karşısında, gülüşüm soğuk, düşmanım karşısında gülüşüm kinli,
Asya'nın o sınırsız yoksullukları karşısında,
Gülüşüm acı.


Thong Ting-Ven
Çeviren: Aydın Ergü

Ayçiçeği


Sen güneşsin,
Ben seni her gün konuklayan
Ayçiçeği,

Kırmızı bir tülle örtülmüş gökyüzünün altında konuklarım ben seni,
Çiğ tanelerinin yok olduğu bahçede seni beklerim,
Meltem çıktığında yoldaş olurum sana alaca karanlıkta.

Senin ışıl ışıl yanan yuvarlağın
Benim altın gibi yapraklarımı aydınlatır
Ve taçlandırır beni defneden bir taçla.

Göğsümde taşırım ben şiirin tohumlarını
Ve ölümsüz bir aşkı.
Gerçek yaşamının örneğini görürüm senin yüzünde.

Benim yapraklarım mavi bulutlardır,
Yapraklarım mızrak gibi fırlayan ışınlardır.
Yeryüzünün güneşiyim ben.

Sen beni bırakıp gittiğinde,
Önce başımı eğip uykuya dalarım,
Acıdan ölür giderim sonra da.

Bilirim ki güz geldiğinde,
Altın gibi yapraklarım bir bir
Düşüp gidecektir dökülen saçlar gibi.

O zaman senin anın uğruna,
Dökeceğim kanımı,
Göğsümü parçalayacağım

Ve savuracağım ölümsüz tohumlarını,
Bir bir,
Yeniden can bulacak toprağa.


Z'in Zö-Hao
Çeviren: Eray Canberk

Ağaç

Ağaç sonsuza uzanır.
Boşluğu yakalar
Ve yine de sonsuz ellerinin içindedir.

Birbirine girmiş kökleri geçmişin içine dalar,
Dolaşık dalları uzanır geleceğe doğru,
Tomurcukları, gür yaprakları,
Okşar, bulutları, güneşi, yıldızları.

Yaşamı en yükseğe, en büyüğe ulaşır,
En derine, en genişe.

Gökyüzü mavi bir sonsuzluktur,
Bitimsiz ve giz dolu.
Ağaç sonsuza uzanır
Ve yaşamanın anahtarlarıyla, açıp girebilir evrenin gizinin, içine.



Z'in Zö-Hao
Çeviren: Aydın Ergü