Sayfalar

29 Temmuz 2017 Cumartesi

Sevgilim Meltemdir Söyleyen

Sevgilim, meltemdir söyleyen
fırsatının bembeyazlığını...
Gözlerim seni görmeyecek;
bekliyor seni yüreğim!

Rüzgar getirdi bana
adını sabah alacasında;
dağ tekrarlıyor
ayak seslerinin yankısını ...
Gözlerim seni görmeyecek;
bekliyor seni yüreğim!

Kuytu çan kulelerinde
alabildiğine çalıyor çanlar ...
Gözlerim seni görmeyecek;
bekliyor seni yüreğim!

Çekiç sesleri
anlatıyor tabutun kasveti'ni;
küreğin sesi de
mezar yerini...
Gözlerim seni görmeyecek;
bekliyor seni yüreğim.


Antonio Machado
Çeviren: Eray Canberk

Savaş

Kinden garazdan bir elle, ey canım İspanya
-Denizler arası, denize inen, enli lir-
Çizildi üstüne savaş bölgeleri bir bir,
En yığılı dağlar ovalar, siper her kaya.

Garaz bir fırtına, alçaklık bir toz bir duman
Dalmış öz meşeliklerine elinde balta
Senin altın salkımlarından şarap sıkmakta
Toprağının tohumudur kaldırdığı harman

Bir kez daha - bir kez daha! - Ey gamlı İspanya,
Nen varsa rüzgar taşan, denizle yıkanır ya
Hıyanete kurban, tüm kırdı geçirdi fesat

Nen varsa kutsal kirletildi unutularak
Tüm ne kaldıysa arıtmış bağrında toprak
Sunuldu bir yağmaya, satıldı haraç mezat!


Antonio Machado
1938
Çeviren: Necati Cumalı

Belfast'taki Dok İşçisi

Orda, işte köşede, dikmiş gözlerini
Çıkmış bir kiriş gibi kasketi
Alnı maden, çenesi çekiç
Dudak mengenesinde gem vurulmuş sözcükler.

Ezebilir bir iyi o yumruk sizi
Evet, gelebilir başınıza pekala
Yalnız bira köpüğüne sabırlıdır o
Süsleyen kenarını yeşil-mavi bardağının.

Yasa'nın çizelgelerinde perçinlenmiş gibidir o
Ona göre Tanrı-Patron yönetir keyfince
İşe alıp işten atmaları ve dinlenmeleri
Karar ulaşır sirenin sesinde.

Oturmuş, bir kelt çarmıhı gibi ağır yoğun öyle
Koltuğun rahatına alışmıştır köşede
Bu akşam karı ve çocuklar duymazlar herhalde
Kapının itilişini ve tiryakinin öksürdüğünü girişte.


Seamus Heaney
Çeviren: Kaya Öztaş

Alabalık

Kıyıdan sazları dümdüz
Ayırdım aksın diye çevik ellerim
O kırışıksız suda
İzleyip usulca akıntıyı
Onu yavaşçacık sallayan
Akışkan ve bedensel düşün
Bulunduğu yatağa doğru

Fezanın kralı, bedensiz
Süzüldüm üstünden onun
Tadına vararak öz yokluğumun
Duyularım genleşerek ağır ağır
Anlık sakinliği içinde
Tetikten önceki, yücelim noktasına erişen.

Ve ellerimin ayası
Canlı, onu hissettiğinden tüm bedeniyle
Zevkten yay gibi gerilmiş oldu.
İnanılmaz derecede yakındım ona
Görebiliyordum her tel pulunu
Gölgem düşmeden üstüne.

İki avuç birden onu kafeslediler
Çırpıntılı solungaçları altında
Sonra (ırmağı dalgalandıran geniş
gölgemi daldırarak içeri)
Sıktım. O saatten beridir
Duyarım ellerimde şiddetinin zevkini.


John Montague
Çeviren: Kaya Öztaş

28 Temmuz 2017 Cuma

Adsız Şiir

Düşmanın göğsüne açtığı yara
seni yıkmaya yetmedi, yiğidim
kişiliğindir senin
ayakta dimdik ölmek
sen hançer ve kan şarkısı

sen
göçmen kuşları
sen
zafer marşı

gözlerin ne kadar da parlak,
halkın öfkesi,
kanınla uyanıyor
Tophane meydanında
coşuyor halk
hep beraber savunuyorsa,
ekmek özgürlüğü
ulu fidanım
ölümündür kılavuzları
aç ve çıplak insanları
adın sarsın istemiyor, düşman
fakat
ulaştıkça haykırışların onlara
bir mihrap oluyor
kanının her damlası

adın
halkın türküsüdür artık
dolaşır dilden dile
adın
İran bayrağı
Hazar, senin adına yaşar.



Hosro Golesorhi
Çeviren: M. Babek

Dalga

küçük bir nehir idim
ormanlar, dağlar ve vadilerden
akıyordum
kendi içinde boğulur
durgun sular, biliyordum

beni yolumdan alıkoyamadı
menzilin uzaklığı, yatağımın karanlığı
ne de durgunluk korkusu

şimdi katılmışım
tükenmez dalgalara
varlığımız dayanmak
yokluğumuz dayanmak.


Meniye Oskuyi
Çeviren: M. Babek

Eğer Bir Bire Eşit Olsaydı

Durmaksızın bağırıyordu öğretmen
tahtanın önünde
kızgın mı kızgındı
tebeşir tozluydu elleri

ama arka sıradakiler
kimi pestil paylaşıyor,
kimi karıştırıyordu elindeki,
resimli dergiyi

denklemler yazıyordu coşkuyla
düzgün elyazısıyla
zalimlerin yürek rengi tahtanın üstüne
yazdı yine
"bir eşittir bire"
öğrencilerden biri kalktı ayağa
diğerleri kalkmadı - bu her zaman böyledir -
ve "yanlıştır" dedi "bu denklem" yavaşça
çocuklar şaşkın gözlerle süzdüler onu
öğretmen duraksadı
sordu ayaktaki çocuk
"diyelim her insan bir birim
eşit midir yine bir bire"
sessizlik
- ne güç bir soru -
kızdı öğretmen "evet" dedi
gülümsedi ayaktaki çocuk
"diyelim her insan bir birim
neden ayrılmış insanlar
soylu üstte yoksul altta"

diyelim her insan bir birim
neden gümüş yüzlüsü ay gibi üstün
neden zenci olan feryatlarla altta

altüst eder bu denklemi
her insan bir birim olursa

güldü çocuk sordu çocuk
eğer bir eşit olsaydı bire
kim yaşatırdı soyluları varlık içinde
kim örerdi Çin Seddini
kim katlanırdı yoksulluk yüküne
eğer bir eşit olsaydı bire
kimin yüzünde şaklardı kırbaç
kim koyabilirdi özgür kuşları kafese

sustu öğretmen
dinledi, mahzunlaştı
yazdırdı çocukların defterlerine
"bir eşit değildir bire"


Ahmet Ziberem
Çeviren: M. Babek

27 Temmuz 2017 Perşembe

Karga Tünemesi

Karga bir küme dağ gördü sabahleyin, buram buram.
Denizi gördü
Omurgası loş, kıvrımlarında bütün dünya.
Yıldızları gördü, karanlıkta yitip giden bir duman, hiçlik
ormanında üretim yerlerini örten mantarlar, Tanrı ağusu.
Yaratılışın korkunçluğundan titredi.

Dehşetin verdiği görüntüde
Şu ayakkabıyı gördü, tabansız, yağmurdan sırılsıklam,
Yatıyor çölde.
Bir de çöp tenekesi vardı, dibi paslanıp delinmiş,
Rüzgarın oyun yeri, pis su birikintilerinde.

Bir de ceket vardı sessiz evin sessiz odasındaki karanlık dolapta.
Bir de yüz vardı, sigarasını tüttürmüştü alacakaranlık
pencereyle ateşin korları arasında.

Yüzün yakınında, bu el, hiç kıpırdamadan.
Elin yakınında, şu fincan.

Karga göz kırptı. Göz kırptı. Hiçbir şey olmadı.

Gerçeklere baktı da baktı.
Hiçbir şey kaçmadı gözünden. (Hiçbir şey kaçamaz ki).


Ted Hughes
Çeviren: Talat Sait Halman

Şarkı

Kadınım, kutsadığında ayın eğik kupası seni
Yumuşak ateş oldun bir bulut inceliğiyle;
Güç yıldızlar yüzdü göz yerine yüzünde;
Durdun yer ettim gölgende:
Döndün, buza döndü gölgen

     O Kadınım.

Kadınım, okşadığında deniz seni
Köpükten mermerden, ama-dilsiz.
Ne zaman açacak taş dikitini?
Ne zaman salıverecek dalgalar köpüğünü?
Ne ölüyorsun ne de dönüyorsun eve,

     O Kadınım.

Kadınım, yel öptüğünde seni
Ezgin yaptın onu denizkabuğu gibi.
İzliyorum suları ve yeli hala.
Yüreğim türkünü duyup kırılalı beri
Sevgililerinin çaldığı kötü amaçla,

     O Kadınım.

Kadınım, düşün yitirdiğimde seni
Ayın dopdolu elleri yıkıntı saçarak,
Denizin elleri dünyanın göğüslerinden karanlık,
Yelin geçtiği yerde dünyanın çürüyüşü,
Başım sevgiden yorulmuş durarak
Ellerimde ve ellerim dolu toprak,

     O Kadınım


Ted Hughes
Çeviren: Şavkar Altınel - Roni Marguli

Eylül

Oturup akşamları izliyoruz yayılan karanlığı yavaşça:
Hiçbir saat saymıyor bunu.
Yinelendiğinde öpücükler ve kollar sarıldıkça
Kim bilebilir zamanın nerede olduğunu.

Yazortası: iri, durgun sarkıyor yapraklar:
Bir yıldız gözlerin ardından,
İpek bileğin altından bir deniz, diyorlar:
Hiçbir yerde zaman.

Şimdi duruyoruz; uyamadı yaz zamanına yapraklar.
Saatlerin söylemesi gereksiz
Artık salt anımsadıklarımız var:
Başkaldırıyor dakikalar, ellerinde başlarımız

Başları gibi talihsiz Kraliçesiyle bir Kralın
Ayaklandığında budala kalabalıklar;
Ve sessizce sularına havuzların
Atıyor taçlarını ağaçlar.


Ted Hughes
Çeviren: Şavkar Altınel - Roni Margulies

26 Temmuz 2017 Çarşamba

Yatakta Konuşmak

Yatakta konuşmak en kolay şey olmalı,
Bir gelenek sanki böyle yanyana uzanmış olmak:
İki kişinin içtenlikliğinin kanıtı.

Oysa konuşmadan geçen zaman gittikçe uzuyor.
Dışarıda rüzgarın o eksik karmaşası
Bir toparlıyor bulutları bir dağıtıyor,

Karanlık kentler yığılıyor ufukta.
Ve umursamıyor tüm bunlar bizi. Yanıtlanmıyor
Sorumuz: bu denli uzakken tekillikten, yatakta,

Niye daha da zor, neden,
O sözcükleri bulmak, hem sevecen, hem içten,
Ya da en azından, ne kırıcı, ne yalan.



Philip Larkin
Çeviren: Roni Margulies

Sokaklar

Şiirin başlığı "Hanoi Sokakları"ydı,
Konusu düşen bombalar, ölüm ve yıkım,
Çile ve sefalet, acı ve hasar.
Bestelendi şiir, bestenin konusu da ölüm
Ve yıkım, çile ve sefalet, acı ve hasar.

Salon bulundu, şarkıyı okuyacak birisi de
Eşlik edecek bir orkestra, program basacak
Bir basımevi... O zaman düşündüler ki
Olup bitenlere,bakılırsa şarkının adı
"Saygon Sokakları" olsa daha uygun.

İyi söylendi şarkı, iyi çalındı, iyi karşılandı.

Şiir gerçekten evrenseldir, musiki gibi
Düşen bombalar da ölüm ve yıkım da.
Çile ve sefaletle acı ve hasar da

Gerçekten tek şair gerektir dünyaya,
Belirli yerlerde adları yayımcılar değiştirir,
Tiyatro yönetmenleri, katipler, kültür bakanlıkları.


D. J. Enright
Çeviren: Talat Sait Halman

Tanrılardan Sonra Kahramanlardan Sonra

Görüyorsun işte, ne kadar kolay bir insanı susturmak,
İki üç yardakçın adamın kollarını büker arkasında,
Sokakta bekleyen bir arabanın içine yakapaça sokup
Issız bir yere götürür de ağzını burnunu
Darmadağın ederseniz adam susar eninde sonunda.

Söz açma kahramanlıktan. Ömrü bir soluk kadardır.
Kafalarına kurşun yemiş olan koca kahramanlar
Birer cesettir ancak. Gömdürme masrafını ailesi
Ödemek zorunda. En sessiz sedasız cenaze bile masraf
kapısı.

Düşünceler, bilgiye dayanıyor günümüzde. Hiç kimse
Çabucak heyecana kapılmıyor artık. Nice kahramanlar
Gelip geçti. Sağduyu değişir kuşaktan kuşağa. Genel yargı şu:
Başı derde girenler, kargaşalık çıkartarak belalarını bulmaya
Dünden hazır olanlardır. Bu illetten kurtulamayanlar, doğuştan
intihara eğilimlidir.

Ne olursa olsun, uzmanlar bile ayırt edebilir mi kahramanı
Kötü adamdan? Özellikleri nedir ki?

Tarih kitapları çoktan doldu.
Gazetelerde yer satın alınamaz parayla da sevgiyle de.
Gazetelerin işi gücü beşizler, en yeni modalar,
İç çatışmalar ve cinayetler ev köpeklerinin yiğitliği.
Örneklerdeki ilham gücünü göstereyim deme,
Daha iyisi, örneklerden ibret alınması üzerinde dur.
Özgürlükten sebze ya da arabaymış gibi, hayati ihtiyaçmış
Gibi söz açmak boşuna. Sebze yiyen araba süren bilgili
kimselerle konuşuyorsun.

Söylemesi acıklı ama, bizim çağımızda, çıkar yol
Başkalarından medet ummaktır, bir de
Ataerkil ve anaerkil ailelerden, sıkıla sıkıla çalışan
Katiplerden, ihtisas yapmaksızın zar zor okul bitirenlerden,
Yaşamanın son tadını almaya kalkışan dedelerden, acayip
Hülyalara kapılmış kızlardan, içlerini boşaltmak için
Ellerinden gelse şiir yazacak olan delikanlılardan...
Yoksul ülke, işte, kahraman olmayan bu insanlardan yana zengin.
Kitlelerin önderleri artık önderlik yapmaz olmuş.
Şimdi, kitlelerle bir arada kalmışsın,
Hepsinin ayrı ayrı istekleri, küçük inatçı hırsları,
(Kurşuna dizilemeyecek, hapse atılamayacak kadar kalabalık
Olduklarından) kalımlı olanlar.
Ya kitleden biri olacaksın ya da gidip asacaksın kendini,
Öleceksin kuru başına. Açık bir mektup bırakacaksın, gururlu,
Kınayan bir mektup, gazetelerin yayınlamasını da istiyorsan,
Pürüzsüz olmalı mektup, hem de kısa


D. J. Enright
Çeviren: Talat Sait Halman

25 Temmuz 2017 Salı

Fern Hill

Ben işte öyle gencecik, tasasız bir çocukken seken evin ordaki
Elmaların altında, otlar nasıl yeşilse işte öyle mutluyken,
Vadideki koruyu örten yıldızlı gece,
Zamanın da izniyle bağırıp tırmanırken
Hep öyle pırıl pırıl dipdiri gözlerinde,
Ve sayılan biriyken vagonları orada, prensi o elma köylerinin,
Bir kere zamanında altında krallar gibi ardımdan sürüklendi
Ağaçlarla dalları, arpalar, papatyalar
Rüzgarın sağnağıyla ırmaklardan aşağı.

Yemyeşil, umursamaz, o mutlu avludaki ambarlar arasında ünlü,
Bir de türkü tutturup o çiftlik yurdummuş gibi,
Yalnızca bir kerecik genç olan o güneşte,
Zamanın da izniyle oynayıp koşuşurken
Hep öyle pırıl pırıl Tanrının esirgeyişinde,
Yemyeşil, pırıl pırıl, hem avcı, hem çobandım, buzağılar
Ses verirdi öttürdüğüm boynuza, tepelerde tilkiler donuk donuk havlarken
Pazar çanı ağır ağır çınlardı
O kutsal derelerin çakıllarında.

Gün boyunca hiç bitmeyen bir koşuydu, ne güzel, uzanan tarlalarda
Ev boyunda tarlalarca ekinler, bacalarda ezgiler, bir havaydı,
Çalıyordu, su gibi öyle güzel,
Ateş bile otlar kadar yeşildi.
Ve her gece o yalın yıldızların altında
Ben atımla yol alırken uykuya, baykuşlar da çiftliği uzaklara taşırdı,
Ay geceyi dolandıkça duyardım, ahırlarda kutsanmıştım,
Öten kuşlar balyalarla uçardı, atlar birden
Şimşek gibi karanlığa dalardı.

Sonra uyanmak ve çiftliğin beyaz bir gezgin gibi
Geri gelişi, çiğ içinde, omuzunda horozla: her şey
Pırıl pırıldı, Adem ile Meryemdi,
Gökyüzü yeni baştan bir araya geldiydi
Ve güneş işte o gün yusyuvarlak belirdi.
Demek ki aydınlığın doğum gününden hemen sonraydı
O fırdönen alanda, büyülenen atlar da hızla çıkarken
Soluklarının dumanı tüte tüte kişneyen yeşil ahırdan

Ve sayılan biriyken tilkilerle sülünler arasında, gülen evin yanında
Yepyeni bulutların altında, yürek nasıl uzunsa, işte öyle mutluyken
Durmadan doğan günün aydınlığında
Koşardım hiç aldırmadan,
İsteklerim yansırdı ev içinde savrulan samanlarla
Hiçbir şey umurumda değildi, gök mavisi uğraşımda, zamanın
O güzel sa hah türküleri kulağıma geldikçe
Çocuklar yeşil yeşil, altın gibi sapsarı
İlk duadan çıkmış onu izlerken

Hiçbir şey umurumda değildi, o süt beyaz günlerde, zaman
Kucaklar kaldırırdı beni kırlangıçlı samanlığa elimin gölgesinde
Durmadan yükselen ayın aydınlığında,
Onun uçtuğunu bile duymazdım
Yükselen tarlalarda at sırtında yol alırken uykuya
Uyanıp o çocuksuz ülkeden sürgit kaçan çiftlikte.
Ah işte öyle gencecik tasasız bir çocukken Tanrının esirgeyişinde
Zamana yakalandım körpecik ve ölürken
Türkümü söylediysem de denizler gibi zincirlerimle


Dylan Tomas
Çeviren: Cevat Çapan

Başlangıcımda

Başlangıçta üçgen bir yıldız vardı
Boş bir yüzün ötesinde ışığın gülüşü
Kök salan havanın ötesinde kemikten bir dal
Özdek çatalladı özleştirsin diye ilk güneşi
Ve uzayda fırdolayı yanan şifreler
Döndükçe cennet cehennem karşıtı birbirine

Başlangıçta solgun bir imza vardı
Üç heceli ve yıldızlı tıpkı gülümseyiş gibi
Sonra suların üstüne izler düştü
Kalıplanmış bir yüz ay üzerine
Çapraz ağaca ve kutsallığa dokunan kan
Değdi ilk buluta ve bir belirti bıraktı

Başlangıçta dağca yükselen ateş vardı
Ki bir kıvılcımla havayı tutuşturdu
Bir üç gözlü, kızıl gözlü kıvılcım çiçeksi açık
Yaşam yükseldi ve filizlendi yuvarlanan denizlerden
Patladı köklerden, pompalandı topraktan ve kayadan
Çayırları besleyen gizli yağlar

Başlangıçta söz vardı, söz
Ki ışığın som köklerinde
Soyutladı boşluğun tüm harflerini
Ve soluğun bulutlu yataklarından
Sözler fışkırdı, çevirerek yüreğe
İlk harflerini doğumun ve ölümün
Başlangıçta gizli bir beyin vardı
Beyin hücrelendi ve düşünceye kaynaklandı
Yükseldik bir güneşe doğru çatallanmadan önce
Kan fışkırdı ve dağıldı yellerin ışığına
Hançerlenmiş kökeni sevginin


Dylan Tomas
Çeviren: Osman Türkay

Kağıdı İmzalayan El

Bir şehri yıktı kağıdı imzalayan el
Soluğu kesti beş egemen parmak
Çiftleştirdi ölüler evrenini, bir ülkeyi böldü
Beş kral bir kralı ölüme görürdü

Eğik bir omuza uzanan güçlü el
Tebeşirle kenetlenmiş parmak eklemleri
Cinayetlere bir son veriyor
Görüşmelere son veren kalem

Bir hastalığı çoğaltıyor güçlü el
Ağustos böceğiyle birlikte açlık ve kıtlık
Karalanmış bir imzayla büyüktür
İnsanlara hükmeden el

Krallar ölüler sayar, yaraları yumuşatamaz
Ve alnını okşayamaz kimsenin
Gökyüzü ve şefkat ellerin emrindedir
Ama gözyaşı yoktur ellerin.


Dylan Tomas
Çeviren: Anıl Meriçelli

24 Temmuz 2017 Pazartesi

Hükmü Hiç Kalmayacak Artık Ölüm Ülkesinin

Hükmü kalmayacak artık ölüm ülkesinin
Tek gövdede çıplak ölüler birleşecekler
Rüzgarla batan ayaktaki insanla beraber;
Sıyrıldı da savruldu mu artık o kemikler,
İskeletler tepeden tırnağa yıldız dolacak.
Sağlamlaşır akılları çıldırsalar bile,
Ummana batsa da çıkar hepsi sahile;
Kaybolsa da her sevgili kaybolmayacak aşk,
Hükmü hiç kalmayacak artık ölüm ülkesinin.

Hükmü hiç kalmayacak artık ölüm ülkesinin
Çoktan uzananlar denizin kıvranışında
Rüzgarca ölüp bitmeyecekler boşuna;
Gerilen etleri mosmor olacak cenderede,
Bağlanmış azap çarkına, hiç kopmayacaklar.
Avuçlarında inanç parça parça olsa bile,
Gulyabani kötülükler canevinden deşse,
Yarılsalar da her uçtan, kopup kırılmazlar
Hükmü hiç kalmayacak artık ölüm ülkesinin.

Hükmü hiç kalmayacak artık ölüm ülkesinin.
Ve çığlık atmayacak martılar kulaklarına,
Dalgalar sille tokat çarpmayacaklar kıyıya;
Deli rüzgarla uçup düştüğü yerlerde çiçek
Eğecek kamçılı yağmurlara bitkin başını.
Çılgın da olsa, leş gibi cansız da olsalar
Kelleler fışkıracak yerden ezip laleleri,
Çatlayacaklar güneş altında, güneş çatlayacak:
Hükmü hiç kalmayacak artık ölüm ülkesinin.


Dylan Tomas
Çeviren: Talat Sait Halman

Parkın Gediklisi Kambur

Parkın gediklisi kambur,
Münzevi bir zat...
Demir kapılar açıldı mı o saat
Ne kadar berduş varsa içeri doluşur
Büzülür o da şimşirlerin arasına iki kat
Paydos vaktine dek orada durur
Gazete kağıdından yer peynirsiz ekmeğini
Zincirli maşrapadan içerdi suyunu
Yelkenlimi yüzdürdüğüm yalağın içine
Görmezlikten gelirdi çocukların toprak doldurduğunu
Geceleri sığınırdı bir köpek kulübesine
Ama duymazdı uykusunda uluduğunu

Parkın kuşları gibi kalkardı erken
Parkın çimleri gibi çöker toprağa
Kambura da Maşallah, diye başlarlardı derken
Mektep kaçakları kenar mahallelerden
Şeytan görmüş gibi kaçardı fıkara
Yumurcaklar üstüne koşuşurlarken
Yumruğunu sallar ama başlamazdı gülmeyi
Harlandıkça büyüse de sırtındaki tümseği
Bir solukta aşar fidanlığı fideliği
Kaybolurdu söğütlüğün yaygarası içinden
Sonunda bunun dayak yemek de var bekçiden
Hep o kambur bozuyor dirliği düzenliği!

Öğleyin pineklerken havuzun başında
Ördeklerle kuğularla bir başına
Bir kıyamettir kopar korudan
Kükrerdi sıçrayıp kayalığın taşına
Yamyamların gözlerinden bir alay kaplan ...
Bıraksalar, bırakmazlardı ki rahat
Hayalin kuracaktı çarpuk çomaklarından
Selvi boylu bir sultan suret
Salına salına gelecekti yanına
Ömür-boyu can yoldaşlığına razı
Bir hayat ki hayatta görülmedik bir hayat

O kahpe, o kambur feleğe inat
Oysa rivayet ederler kim
O bozuk-düzen parkta geceleyin
Çitlerle çalılardan sonra
Kuşlar havuz ağaçlar çimen
Ve çilekler kadın masum çocuklar
Gelirmiş kamburun peşi sıra
Karanlıktaki kulübesine kadar


Dylan Tomas
Çeviren: Can Yücel

Acı Limonlar

Bir acı limonlar adasında
Karanlık yuvarlarında meyvelerin
Ayın soğuk otlarının yandığı,

Sonra kuru otlar yerdeki
Acıtan anılan, yan yaşamdır
Gözden geçiren ölü alışkanlıkları

Gerisini söylemesek daha iyi,
Güzellik, karanlık,
Kocamış denizler korusun onları

Anılarıyla uykularının
Kıvırcık başı Yunan denizinin
Saklar sessizliğini akmayan yaşlar gibi.


Lawrence Durrell
Çeviren: Cevat Çapan

Özgürlük

Ey herkese içlerindeki odlarca özlem
Kuğulara göl, allara petek,
Yarasalara karanlık, sevgililere
Sevişme sunan özgürlük,
Salt bilgeleri kısıtlayan, sınırlayansın,
Kendisinden yan kurtulan herkes
Çeker acılarını yalanlarının,
Özgürlük, özgürlük, zindanı özgürlüklerin.


Lawrence Durrell
Çeviren: C. Çapan - T Aktürel