Sayfalar

28 Ekim 2017 Cumartesi

Güneş Şiiri

Çılgın şiir giyiyor güneşin şapkasını
çılgın şiir giyiyor mantosunu yağmurun
ve bize uzatıyor süslü oğullarını
ve bütün sorulara tek cevap gibi çiçekleniyor

Çılgın şiir iniyor göğün merdivenlerinden
tırmanıyor ağaçlarına sabahın
bebeciklerin
kirpiklerinde uyukluyor
deliyor öğle ışığını
çalışıyor ve dua ediyor

Islak saçlı çılgın şiir
uyuyor geceleyin
yol alıyor gündüzleyin
duruyor
çiçekleri kokluyor ve gidiyor bulutlarla

Omuzumda ayağı
çılgın şiirin
güzel göğüslerinde senin
çılgın şiir doğuyor güneşin göbeğinden
kayıyor senin böğürlerinden
saçlarından da geliyor

Bizden de çılgındır şiir
Dört kez çiziyoruz simgeyi
kuzey güney ve batıyı görmek için
ve yağmur gibi düştüğünü görmek
geçen yel gibi duymak sesini
ve görmek için sarıldığını kasıklarına akşamın

Daha çılgındır bizden şiir ve sunuyor bize yazı
yavaş yavaş geçen yazı
mevsimlerin kızkardeşinin yanında
çılgındır şiir.


Sergio Mondragon
Çeviren: Muzaffer Uyguner

İndirdiler Kanatlarını Rüzgarda

I.

İndirdiler kanatlarını rüzgarda ölü kelebekler
çevrildi çiçek dürbünü
göründü ölüm
sabah maskesi içinde
Çanlar çalındı ve çiğli yapraklar şenlendi yeniden.
Ölüm
sabah maskesiyle, düşünceli,
çevreye yayılan
güzelliğinde katılaşmış.


II.

Günün hafif kımıltısı
başlıyor
böcekler
soyut biçimleriyle
saatlerin kıvıltısı
artırıyor renkleri
çevrildi çiçek dürbünü
duyuların değişen ışığı
eşyanın karşısında
değişip duruyor
esrimiş gözde
anılardan eser yok.


Isabel Faire
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Anekreon Gibi

Asıldım dudaklarına korkunun.
Gözleri kanlı mor bir kaplan gibi.
Saçlarının altına yığdım ışığı.
Güneş. Kirpiklerinin üzerinde gölge izleri
Baskıda ezilen üzümler gibi uğultulu.
Birdenbire kuşandım heyecanı,

Ve saldırırca tutuşturdum arasında kollarının.
Attım kendimi boynunun yüksekliğinden
On yedi yaşında bir kızın
Korsajının altında
İki küçük gemi gibi
Akarken.


Juan Banuelos
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Belleğin Gerisinde

Diz çöküp anamın karnında
dua etmekti işim gücüm,
arasıra durup seyrederdim
aydınlığını dışarının:
gerçekle yoktu ilgim
ama gülünce anam
bir Akdeniz ateşi yayılırdı
kırılgan iskeletine kemiklerimin.

Görünmeyen seherimdi bu
ve bayramım ve sefaletin öncesinde
duyuyordum seslerin hafif yankısını
etin sinirli penceresi ardında;
aylar geçirdim böyle diz çökmüş
organların oturumunda, sayarak
saniyeleri ve beni kutup gecesinden
ayıran düzenli solukları.

Sonra dokundum yaşama
güvercin yumurtalarının zor sığdığı
o ufacık ellerle;
bütün duyuları karıştırıyordum
altın iplik gibi
içimdeki şimşekler itiyordu başka yaşama.

Saçların ve ayakların sessiz gürültüsünde
selamladılar yanıp tutuşan semaforu.
Dudaklarıma kadar kavruldum o zaman
bir buhar tülünden kurtuldum
ve uyudum derin bir mutluluk içinde
çekerek havayı ciğerlerime.


Marco Antonio Montes De Oca
Çeviren: Muzaffer Uyguner

27 Ekim 2017 Cuma

Ölçüsüzlük

Bu ak ışık sağnağı yok ediyor her şeyi,
körletiyor besbelliyi,
hemen hemen görünmüyor dünya.
Bekleyecek miyiz, kuşkulu,
düşünülmeyen baskınının mutluluğun?

Fakat, ölçüsüz
bir başka ok var yayda.
Kim soracak nedenini
fazla gevezeliğin,
çingen çalıp kurt oynayacak,
kimse dinlemeyecekse söyleneni?

Korkusuz, taşkın bir sevinçle,
anlatacağız her şeyi,
aralayıp sessizliği,
göstereceğiz yaralı yüreği çırılçıplak;
eğer yok olursa güzelliğin
hiçbir anlamı kalmaz
artık dünyanın;
vuruşlarıyla dalganın
gerileriz adım adım.

Işığın eksilmedi yeryüzünden,
ama gene diyebilirim ki
ıklım ıklım anlamlı sözcük
ağır basıyor sessizlikten.


Tomas Segovia
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Heratta Mutluluk

Carlos Pellicer'e


Ta buralara geldim
Yazarak bu çizgileri,
irademin dışında:
Yeşilli-mavili bir cami,
Altı yassılmış minare,
İki ya da üç mezar,
Ermiş bir şairin anıları,
Timurla soyunun adları.

Rastgeldim yüzgünlerin rüzgarına.
Kumla örttü tüm geceleri,
Kamçıladı kaşımı, kavurdu gözkapaklarımı
Şafak:
Kuşların saçılması
Ve taşlar arasında köylülerin ayaksesleri olan
Suyun söylentiler yayan sesi.
(Ancak su da aldı tozdan nasibini.)
Ovada homurtular,
Görünüşler
Yitişler,
Kil şansı kasırgalar
Düşüncelerim gibi aslı astarı olmayan.
Dönüyor, dönüyorlar ·
Otelin bir odasında, tepelerde:
Bir develer mezarlığı bu diyor
Ve benim düşüncelere dalışımda
Hep aynı çöken suratlar.
Rüzgar, o harabeler efendisi mi
Benim tek ustam?

Aşınmalar:
Git gide serpilip büyüyen parçacıklar.

Bir çivi çaktım,
Ermiş'in türbesinde,
Kurumuş ağacın derinine,
Öylesine değil
Diğerleri gibi, kem göze karşı:
Kendiminkine karşı.
(Bir şeyler söyledim:
Rüzgarın alıp götürdüğü sözcükler.)
Bir akşam yükseltiler geldi bir araya'.
Kavaklar gezindi
Değiştirmeksizin yerlerini
Menevişli damlarda güneş
Apansız bahar havaları.
Hanımlar Bahçesi'nde
Tırmandım firuze kubbeye.
Sembollerle döğmelenmiş minareler:
Ve o küfı elyazması ışıldadı
Anlamının daha ötesinde.
İmgesiz görüntülerim olmadı benim,
Yitene dek döndüklerini görmedim biçimlerin
Durgun bir açıklık içinde,
Maddesiz varolmasında Sufi'nin.
İçmedim doluluğu hiçlik içinde
Ne de gördüm iki ve otuz işaretini
Bodisatva'nın elmas bedeninin.
Bir mavi gök gördüm ve tüm mavi tonlarını.
Beyazdan yeşile
Tüm kavaklar yelpazesi
Ve bir çamın üstünde, kuştan çok gök olmuş,
aklı-karalı karatavuk.
Dünyanın dinlediğini gördüm kendinde
Görüntüleri gördüm.
Ve tam şu saatin buçuğuna ünledim:
Ölümlünün kusursuzluğunu.


Octavio Paz
Çeviren: Adnan Özer

Irmak

Huzursuz kent kanımda dolanır bir an gibi,
Ve şikayetçi bir inlemeyi uzun bir S gibi izleyen uçak,
uzak köşelerde kıvrılıp kalan tramvaylar,
birisinin plaza'da geceyarısı silkelediği güceniklikle
yüklenmiş şu ağaç,
yükselen ve parçalanan ve yitip giden ve kulakta kıvır kıvır
dönen bir sır fısıldayan sesler,
karanlığı açarlar, a'ların ve o'ların uçurumlarını, suskun
seslilerin tünellerini,
gözlerim bağlı aşağıya koştuğum dehlizler, uykulu alfabe
bir mürekkep ırmağına benzeyen çukura düşer,
ve kent gidip gelir ve taştan gövdesi tapınağıma ulaşırken
parçalanır,
bütün gece, teker teker, heykelden heykele, çeşmeden çeşmeye,
taştan taşa, tüm bir gece boyunca,
kırık parçaları alnımda birbirlerini ararlar, bütün gece boyunca
kent benim ağzımdan konuşur uykusunda,
nefesi kesik bir söylev, suların kekeleyişi ve tartışan taş.
onun öyküsü.

Bir an kıpırtısız durmak, gidip gelen, gidip gelen ve hiçbir şey
söylemeyen kanımı durgunlaştırmak,
bir incir ağacının gölgesinde oturan yogacı gibi üstüme kurulan,
ırmak kenarındaki Buda gibi an'ı durdurmak,
tek bir an, zamanın kenarına kurulan, benim uykusunda konuşan
ve hiçbir şey söylemeyen ve beni kendisiyle birlikte
sürükleyip taşıyan ırmak imgemi silmek için
kıyıda ırmağı durdurmak için an'ın kilidini açmak, onun
şaşkın odalarına girerek suyun merkezine ulaşmak için
oturmuş,
çeşmeden su içmek, taş dudaklardan dökülen mavi hecelerin
çağlayanı olmak,
kendi kenarına oturan Buda gibi gecenin kıyısına oturmak,
kapaklı an'ın titrek ışığı olmak,
yanışı ve çözülüşü ve doğuşu an'ın, zamanın kenarında
koşuşturan derin soluğu gecenin,
ırmağın söylediğini söylemek, dudaklara benzeyen uzun bir söz,
hiçbir zaman bitmeyen uzun bir söz,
zamanın taştan tümcelerle söylediklerini söylemek,
suların kapladığı dünyaların geniş el-kol hareketleriyle.
Şiirin ortasında büyük bir umursamazlık çöker üstüme,
her şey terk eder beni,
yanımda hiç kimse yok, arkamdan yazdıklarıma dikilen
o gözler bile,
ne arkamda, ne de önümde, hiç kimse, kalem isyan eder,
ne başlangıç var, ne de son, atlayabilecek bir duvar ne de
ıssız bir promenaddır şiir, söylenen söylenmemiştir,
söylenmeyen de söylenemez zaten,
kuleler, yıkılmış teraslar, asma bahçeler, siyah tuzdan bir
deniz, kör bir krallık,
Hayır,
kendimi durdurmak, susmak, gözkapaklarımdan bir yeşil filiz
uçverene kadar gözlerimi kapalı tutmak, bir güneşler filizi,
ve alfabe görüşün rüzgarı altında uzun uzun sallanır
ve akıntı bir dalgaya yuvarlanır ve dalga bendi yıkar,
kağıt, yıldızlarla kaplanıncaya ve şiir karmakarışık sözler
ormanıyla kaplanıncaya kadar beklemek,
Hayır,
söyleyeceğim hiçbir şey yok, kimsenin söyleyeceği bir şey yok
hiçbir şey ve hiç kimse, yalnızca kan,
kanın bu gelip gidişi dışında hiçbir şey, yazıların üstündeki
yazının,
şiirin ortasında yinelenen aynı sözcüğün dışında,
zamanın heceleri, parçalanmış harfler, mürekkep lekeleri.
gidip gelen ve hiçbir şey söylemeyen ve beni de
kendisiyle surükleyip taşıyan kan.

Ve konuşurum, yüzüm kağıda eğilmiş ve yanımda birisi
yazar kanım gidip geldikçe,
ve kent kendi kanında gider ve gelir, bir şey söylemek ister,
zaman bir şey söylemek ister, gece konuşmak ister,
bütün gece boyunca adam tek bir sözcük söylemek ister,
söylevini
vermek sonunda, ufalanmış taşlardan yapılmış,
ve ben kulak kesilirim, adamın söylediklerini duymak,
sürüklenen
kentin söylediklerini yinelemek isterim,
bütün gece parçalanmış taşlar birbirlerini ararlar, elyordamıyla
alnımda, bütün gece su taşa karşı savaşır,
sözler geceye karşı, gece geceye karşı, donuk savaşçıyı hiçbir
şey aydınlatmaz.
silahların vuruşları taşa tek bir parça bile ışık koparamaz,
geceye bir kıvılcım, kimse bir erteleme bağışlamaz
ölümsüzler arasında ölümüne bir savaştır, geri çekilmeyi
sunmak,
kan ırmağı, mürekkep ırmağını durdurmak için
sözler ırmağını durdurmak için, akıntı yukarı geri gitmek için
ve gece altın yalımlı iç organlarını kendi kendine
sergilesin diye.
su göstersin yüreğini, bir boğulmuş aynalar öbeği, camdan bir
ağaç
rüzgarın köklediği,
(ve ağacın her yaprağı kanat çırpar ve parlar ve zalim bir
ışıkla yiter, nasıl yiterse ozanının görüntüsünün sözleri),
zaman kalınlaşabilsin ve yarası görünmez bir yara izi olsun,
dünyanın derisinin üzerinde görülür görülmez ince bir
çizgi,
bırakın sözler silahlarını bıraksınlar ve şiir tek bir sıkı
dokulu söz olsun, ilerleyen amansız bir ışınım
ve tin yangından sonra kararmış çayır olsun, denizin taşlaşan
ve hiçbir şey yansıtmayan ay parçası göğüs
yayvanlaştırılmış boyut dışında, genişleme, kendi üzerine uzanan
uzam, olabildiğince geniş açılmış kanatlar,
ve her şey kendini keserek ve dondurarak saydam iç organlar
kayasına katabilen yalım gibi olabilsin,
büyük sert alevler şimdi kristal, barışçıl bir berraklıkta
karar kılsın.

Ve ırmak akıntı yukarı geri gider, yelkenlerini toplar,
görüntülerini teker teker kaldırır ve kendi içinde
kıvrılır kalır.


Octavio Paz
Ginesra, 1953,
Çeviren: Ali Cengizkan

26 Ekim 2017 Perşembe

Kadınlar

Kalkıp gürültülü kentimden
bu uykulu sıcak kasabaya geldim,
tuz tadı vardı tanyerinin dudaklarında.

Acı getirdim
vadilerimden,
saydam denize özlem getirdim.

Daracık kurdelesinden geçiyordu sokakların
dik memeleriyle kadınlar
oynak ezgilerden göğüsleriyle.

Esmer yüzlerine konmuştu güneş;
gözlerinde iki akik ışığı,
ballı dudaklarında zehir.

Cennet elmaları vardı düşlerinde,
o elmaların süzülmüş suyu,
rüzgarların, kokuların türküsü.

Saydım kadehler biçiminde
yaratmıştı onları Tanrı,
Hugo'nun duasındaki gibi.

Kurudu bütün çeşmelerim
gencecik dudakların sunacağı
bitkin tadıyla bir öpüşün.

Gordoba, çeyiz sandığı kadınların, güzel coşku:
yanaklarınıza allığını veririm seherin dedim
bir öpüşün bitkin tadı karşılığında...

Güneşi verdiler bana!


Jose Gorostiza
Çeviren: Ülkü Tamer

Çocukluk

Küçük bir çocuktum,
Yüzüm kadar iyiydi gözlerim,
Hint kirazı gibi parlaktı yüzüm,
Hint kirazı, tanırım seni!

Kıvırcık saçlarım varmış,
Yün gibi kıvır kıvır.
Yün mü? Tanımam onu.

Çıplak ve özgürdüm,
Dağ güvercini gibi özgür!
Dağ güvercini, tanırım seni!

Berrak bir sesim varmış,
Kristal gibi saf.
Kristal mi? Tanımam onu.

Fakat uzundur vücudum,
Palmiye gibi uzun!
Palmiye, tanırım seni!

Gülüşlerim çıngırakmış,
Çıngıraklar gibi çıngırak.
Çıngırak mı? Tanımam onu!

Ama dans ediyorum durmadan
Tam-tamlar la!
Tam-tam, tanırım seni!


Marie - Therese Rouil
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Biziz

Kuşkusuz biziz.

Biziz, sarı telgraf
sözlerinin üzerinde duran,
dün değil evveli gün kurulan
bu aydınlık adada.

Biziz, çiğden hala nemli gözlerimiz
yumruklarımız ve kusurlarımızla
yanlış ve onu bilmeyenlerimiz
ve bilen ve fakat yanlış yapanlarımızla.

Biziz, zayıf gülümsemesi altında
duran, yavaşça yenik düşmüş
kelebeklerin: Biziz çünkü
her zaman yaşayan bu bölgede.

(Çünkü, yalnızca
şu an'da olmak
ve şu enlem-boylamda
önemli bir utku değil aslında.)


Victor Casaus
Çeviren: Ali Cengizkan

25 Ekim 2017 Çarşamba

Bir Kız Ölüyor Kollarımda

Bir kız ölüyor kollarımda.
Büyük bir felakete kurban gittim diyor.
Gece-gündüz yürümüş de gelmiş evime.
Odamın kara taşlarına vurgunmuş.
Adım Seba Melikesi diyor.
Oğullarıma bakmak istermiş.
Kuğu gibi bir kız.
Tüylerle kaplı baştan aşağı,
yumuşacık.
Canı yaşamak istemiyor artık.
Küçücük memeleri soğuyor gitgide,
dudakları gözünün akından beyaz.
Kollarını boynuma dolamış,
ölüyor kollarımda çaresiz bir kız,
ağır, ölen bütün kızlar gibi:
erkekleri suçlayarak
zavallıcık bu son anında
aşk istiyor,
umutsuz bir kurtuluş.


Herberto Padilla
Çeviren: T. S. Halman

Spaskaya Kulesinin Türküsü

Spaskaya kulesinin
bekçisi
bilmez ki
kulesi rüzgardan yapılmıştır.
Bilmez ki
kaldırımda
cellatların adımları
sürüp gider.
Gün olur,
kanlı bir sarmaşık fışkırır.
Şarkılar unutturmaz
devrilmiş sarayları
ve karanlık pencerelerden
casuslar gözetler durur.
Bilmez ki
hiçbir dehşet
rüzgarda gizlenemez.


Herberto Padilla
Çeviren: T. S. Halman

Yaşlı Ozanların Konuşması

Ozan, unutma sakın,
tarihi yarattığın ya da acısını çektiğin
yer ve zaman ne olursa olsun
tehlikeli bir şiir seni daima pusuda bekleyecek


Herberto Padilla
Çeviren: T. S. Halman

24 Ekim 2017 Salı

Küba'da Yaşadım Oldum Olası

Küba'dır benim yurdum. Oldum olası
Küba'da yaşadım. Yıllar yılı, dünya kazan
ben kepçe dolaştığımı söylerler ya,
bütün bunlar benim kendi düzdüğüm yalanlar.

Çünkü oldum olası Küba' da yaşadım ben.

Doğru,
devrim sırasında adamızın dalgalara karışıp
yok olacak gibi göründüğü günler olurdu da
yolculuk yaptığım yerlerdeki
havaalanlarında
beni adımla
çağırıyorlar
sanırdım
cevap verirken
çoktan erişmiş olurdum bu kıyılara
ter içinde,
koşar adım,
kısa kollu gömlekle,
rüzgarla yapraklarda sarhoş,
güneşle denizle tırmanarak taraçalara
övgü ve sevinç türküleri söylerdim.


Herberto Padilla
Çeviren. T. S. Halman

Öteki

1 Ocak 1959


Biz sağ kalanlar
yaşadığımız için kime teşekkür edelim?
Kim öldü benim yerime cezaevi avlusunda?
Kim vuruldu yüreğinden
bana atılan kurşunla?
Hangi ölümden arda kalmışsam kalayım
artık onların kemikleri benim,
artık onların fırlak gözleri
dünyaya bakan gözlerimdir benim.
El ise onun değil,
benim de değil,
yazar patlayan sözcükler
dünyaya ve yaşama değin
artık içinde onun bulunmadığı ...


Roberto Fernandez Retamar
Çeviren: Gürhan Uçkan

Yalnızlık

Yalnızlık çınlamaz asla
sözsüz bir çukur gibi
söyler ve kalır havada.

Yalnızlık kof buğday.
Yalnızlık ak portakal.
Suskun mimarisini yapan
ölü bir mimar.
Yalnızlık!
İnanırız henüz
bir belirtisi olmadığına.
Ama işte dikenlerin burcunda.
Yalnızlık!
Sancılı bir taş, gömülür gider
dipsiz bir geçitte,
müziksiz bir tek harfle.

Yalnızlık çınlamaz asla.


Felix Pita Rodriguez
Çeviren: Adnan Özer

23 Ekim 2017 Pazartesi

Yalnız Şekiller

Yalnız şekiller, sensiz
can veremem onlara:
dağıtır gür bir yalaza.

Eskiden, ayakta, caddelerde,
içimde, dizilirlerdi.

Şimdiyse bir aynada
uyurgezer bir kız çocuğu gibi
öylece, görmeden, uykuda.

Kör ateşböcekleri
yahut çılgın melekler gibi
söz dinlemezler, bozgunda.

Yalnız şekiller, sensiz
egemen olamam onlara.


Felix Pita Rodriguez
Çeviren: Adnan Özer
1932

Bir Heykele Dörtlükler

Ölümünden çok uzaklarda, zamanın
çepeçevre kuşattığı anıtsın.
Kelebeklere karışan güneşin kıyısında
sessizce duruyorsun.

Sen, beyaz heykel, mermer gül,
öz çocuğusun toprağın,
başında yapraklardan bir çelenk,
göğün altında görmeyen bakışların.

Anlarsın ışıkların solduğunu
sana dokunup geçen renklerden
ve soğuktan alacakaranlıkta
akşam sessizliğinden kopup gelen.

Taşa gömülürken gülümseyişin
kırdı kanatlarını altın arı,
sonsuzluğa taşıyor şimdi içinde
balın ve ağızların anısını.

Kusursuz geometrin biliyor artık
kırağı ürkektir, boştur hava
deniz nasıl gelir kumların ötesinden
sayısız kabukların yankısıyla.

Alnında bir yıldız öpücüğü
anılardan yoksun bir ışık,
anılardan ve yaşlardan arınmış;
mermer bedeninde düşlere yer yok.

Omuzlarına eğilmiş daldan
öpücükler taşıdı bir kuş sana.
Sonsuzluğu ne duru görüyorsun
gecenin bulutsuz açıklığında.


Eugenio Florit
Çeviren: Ülkü Tamer

Birinin Ölümü Üstüne

Burada işte, dağlardan, bulutlardan arınmış bakışta;
gölgesiz kirpikte, bir başkasının yaşıyla ıslanmış kirpikte;
konuşma kuşunun uçup gittiği kuru ağızda;
bu çökmüş göğüste,
düne kadar acıyla kıvranan bu soğuk ellerde,
artık kara saatlerin ağırlığını duymayan ellerde.
Yatağa uzanmış bu kıpırtısız bedende şimdi,
yol kavşağında ağıtların, kumruların, cansız duaların.
Burada, ötelerde: kapalı kapılar ardında,
güneşli dostluk köşelerinde,
tabağı kaldırmadıkları masada.
Daha da ötelerde: şapkanın altında,
kıvrımlarında mendilin,
sayfalar arasına bırakılmış çiçekte.
(Yazık, Tanrım, yazık. Öyle gençti ki.)
Uzaklarda iki kumru buluşuyor havada.


Eugenio Florit
Çeviren: Ülkü Tamer

Aşk Dilenen Gece

Aşk dilenen gece.
Soğuk yel, gök külrengi.
Ölü güneş.
Aşk dilenen gece.

Kapalı gözkapaklarını düşünüyorum onun,
aşk dilenen gece,
kansız dizlerini düşünüyorum onun,
aşk dilenen gece,
ve yeşil tırnaklı ellerini,
solgunluğunu alnının,
ve tıkanmış ağzını onun ...
Aşk dilenen gece,
aşk dilenen gece,
aşk dilenen gece.

Hayır.
adımlarım üzre yürüyor çünkü,
hayır;
çünkü bana seslendi, selamlıyor beni,
hayır;
çünkü geçişine bakıyorum cenaze alayının,
hayır;
çünkü gülümsüyor bana, uzanıvermiş,
uzanıvermiş, yumuşacık ve uzanıvermiş,
ölmüş bir tek vuruşta, uzanıvermiş ...

Hayır.


Nicolas Guillen
Çeviren: Özdemir İnce