Şiir, Sadece: 2017-12-17

23 Aralık 2017 Cumartesi

Kuşatma Haberleri

Senin yansızlığını kullanıyorum,
ince yüzünü, duru güzelliğini
kapılar önünde yol gözleyenlere
kuşatma haberlerini iletmek için.

Çektiğimiz acıları anlatırsın onlara
saçlarımızı ağartan güç günleri:
duygularımızı anlatırsın, söylersin
saçlarına sakladığımız sözleri.

Anlatırsın onlara, beslediğimiz kini,
nasıl siperler kurduğumuzu çevremizde
açlık ve acı gecelerine karşı
kurduğumuz o kin siperini.

Rahatça sıyrılır gözcülerden
o yansızlığın sıyrılır geçer,
fotoğraflar götürürsün yanında,
bir harita, iki mektup, gözyaşı.

Nasıl yorgunuz sessizlikte, onu anlatırsın,
nasıl sessizlik yiyor sessizlik içiyoruz,
nasıl yaralanıyoruz sessizlikte
ve nasıl ölüyoruz, anlatırsın.

Git bakalım elinde ışıkla,
surlar dışında kimi bulursan anlat,
anlat dünyamızı onlara,
korkularımız anlat, ölen şiirimizi.

Git bakalım, gazetelere anlat
duvarlara yaz asitle,
Gördüklerini, bildiklerini dile getir,
iki akın arasında sana dediklerimi.

Söyle onlara, korusunlar
kurmakta olduğumuz kalelerin gizini...
Ama o kalelerden sarkan alev alev bir çiçek
duru adını açıklıyor dünyaya.

Bu kentte direniş var, söyle onlara
bombaların yıktığı bu kentte,
su azalırken, yiyecek tükenirken
öfke çoğalıyor, umut artıyor şimdi.


Egito Gonçalves
Çeviren: Ülkü Tamer

Kuşkulu Gece

Odamda yapayalnız unutuşun ışığında yazıyorum.
Bırak da yazayım ilerleyen gecede:
Alacakaranlıktan bir parçayım.

Buruk tadıyım bu acılığın
yaratıldığım toprak kadar umutlu,
savaşın bize vaat ettiği tek yasa olan
gelecek barışın gerçeğiyim.

Masalların ve inançsızlığın uçurumlarıyla,
nerede olduğunu bilmediğim yerlerden geliyorum.
Fablların ve öykülerin hayvanını yaratan benim
gizli sevinciyim ben insanoğlunun.

Öyle bir tutsağım ki
zorla kabul ettirilen bu bayağı sessizlikte,
kaç kez gömülmüşüm böyle
yüreğimin derinliğine.

Bırakın diyeyim diyeceğimi geceler boyunca
uykusuzluk nasıl da uzun ve zor.
İşte seherin aydınlığıyla süsleniyor dizelerim,
yeni vatanın toprağıdır çağıran bizi.

Ateşin alevleri kör edemez bizi asla
ve bu hüzün de benim değil artık.
Portekiz ağladığı için ağlıyorum ben
yaklaşan ışığı büyültmek için.

Evlerin üstünde duyuyorum yelin uğultusunu,
daha iyi dinlemek için duruyorum bir an:
Dönüp duran kuş mudur, denizle hüznün
yendiği bir halkın uçuşu mudur?

Sözlerin ve eşyanın mırıltısıdır bu
sesinin gölgesinin kucağında böyle:
Yıldızların ve gömütlerin dirilişidir bu
dünyanın uzanan kollarıdır bize doğru.

Ülkenin ve yelin gürültüsüdür
pencereme vuran ve bana yaz diyen:
Sensin, sevgilim ve siz, insanlar, düşünceler,
geceleyin de gören ve bana gelen hepiniz.

Yazarak tüketiyorum sürgün günlerimi
kımıldayan eşyanın karmaşası içinde.
Açık duruyor kitaplarım üstünde masanın
Beni öven sessiz sayfalar ile.

Meyveler gibi kesik, beni rahatsız eden
gerçeği aradığım olgular gibi kesin:
kitaplar basit, ateşli, doğru,
yasak bütün sertlikler.

...................................

İnsanların ve eşyanın sesini dinleyerek,
Yaşama ve yellere bırakıyorum kendimi
- Sen inebilirsin sessizce
dizelerime, unutuşun ışığı.


Carlos De Oliveira
Çeviren: M. Uyguner

Ossonobra Yıkıntılarındaki Romalı Baş

Yitip gitmiş baş, katı,
kesilmiş halinle ne kadar güzelsin.
hiçbir şey taşımıyorsun kudretli imparatorluktan:
Boş gözlerin bir şey anlatmıyor artık.
alaylar yürümüyor dudaklarında,
öldürülen ve tartaklanan
insanlar dolaşmıyor tepesinde burnunun.
Seyre dalınan hayatın tatlılığı
sessiz sağduyunun soğuk değişmezliğinde
biraz -ve yalnız bir an- bırakıp
düşünceye delilik katmaya
zorunlu olduğunu bilerek,
Düşlenen bir erdem: tutsak,
vücudun hüzünlü saatlerinde, hiç kimse
giremez onun kalbine ve kocası
belki doğuran odur onu, hiçbir zaman
uzun uzun bakarak düşünmedi kendine dönüşü.
Yaşadı, öldü, sütunlar ve insanlar arasında.
çayırlar ve dereler, gölgeler ve ekinler.

Tiyatrolar, bağbozumları arasında, -peri gibi.
Fakat nerede? İmparatorluk geniş.
Bütün tanrılar onundu, tanrıların yüzü
yoktu. Ve insanlar,
tanrılaşmak için hazırdılar
kendi yüzlerini bırakmaya. Bu
yitip gitmiş baş direnmiş:
ne peri ne kadın, yalnız bilim
ve bizden bizi kurtaramayan.


Jorge De Sena
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Gelecek İçin Kaside

altın yaldızlı bir düş gibi
söz edeceksiniz bizden. Konuşmalar sessiz.
Hareketler ağır. Tatlılık, müzik.
Düşünce acı. Gülüş keskin.
Boşlukta geçip giden görüntüler.
özgürdük. Konuşuyorduk.
Bilgindik ve sevimiz
tatlılık ve sükunla doluydu.

Azalmış, hüzünlü bir can sıkıntısıydı
sizin düşlerinizdeki.

Ve fırtınalar, düzensizlikler, haykırışlar.
Geçip gittiğini bilemediğimiz baharlar
şiddet, alay, kinci bir karmaşa
ne kadar yakınımızdaydı tepelerde,
hapisler, ölüm, satılık sevi.
gözyaşları ve savaşlar,
aradığımız yaşamın umutsuzluğu
- sizin düşlediğiniz altın çağda
bu hüzünlü can sıkıntısı olmayacak.

Ve gizlice, özlemli ve sevinçli.
bizi konuşacaksınız -bizi- bir düş gibi.


Jorge De Sena
Çeviren: Muzaffer Uyguner

22 Aralık 2017 Cuma

Biliyorum

Biliyorum, yalnızım ve donmuşum yapraklar arasında.
Hiçbir mağara saklayamaz beni artık
Varlığımdan kopmuş bir göl gibiyim
Gözlerimde sönüyor görüntüler.

Boşlukta yarattığın melodiyi
söylüyorum içimden. Düşüyorum görüntülerden
ölü bir kuş gibi donmuş toprağa
düşen kuru yapraklar gibi.


Sophia De Mello Breyner Andresen
Çeviren: M. Uyguner

İşte

İşte
Soyunmuşum bütün giysilerimden
Ayrılmışım büyücülerden, kahinlerden ve tanrılardan
Yapayalnız kalmak için sessizliğin karşısında
Sessizliğin ve yüzünün güzelliği karşısında

Fakat sen yoksun arasında bütün yoklukların
omuzun dayanmıyor elin dokunmuyor
Senin bulunmadığın zamanın merdivenlerini iniyor kalbim
ve rastlıyor sana
Ovalarda ve sessizliğin ovalarında

Kapkaranlık gece
Kapkaranlık ve saydam
Fakat yüzün ötesinde donuk zamanın
Ve oturmuyorum sessizliğin bahçelerinde
Çünkü sen yoksun arasında bütün yoklukların.


Sophia De Mello Breyner Andresen
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Fernando Pessoa

Gölgelere adanmış gerçek türkü
Senin hayatından çıkarılmıştır
İnsan olmamak cesaretin
Bir pusulaya dayanan gemiciliğin
Yıldızların olmadığı sonsuzluk denizinde
Senin kendine has doğru görüşün

Yarattın ölçülü şiirini
Ve sen dört yüzü olan bir tanrı gibisin
Ve sen birçok adı olan bir tanrı gibisin
Alınyazısının olmayan anıtısın
Şimdi olmayan varlığını koruyan
Ve yok olan yollarda
Toplanamayan otlara benzedin


Sophia De Mello Breyner Andresen
Çeviren: Muzaffer Uyguner

21 Aralık 2017 Perşembe

Hiçbir Şey Kalmayınca

Bir gün çırılçıplak bir büyük
Zenginliğin ortasına oturtacağım seni
Su gibi ağır giysilerin olacak
Meyvelere güzel kokusunu veren kadın çorapları
Kocaman kocaman kasketler olacak
Ve türlü türlü metaller

Siyah bir manzaranın ortasında
Çırılçıplak görmek istiyorum seni
Bronzların şamdanların vazoların ortasında
Burcu burcu tüterken vanilyalı punç
Azgın köpeklerin burunlarına

Bir Rembrandt'ın böyle bir tutkusu olmalı
Ölüme gömülen Saskia'sının tararken saçlarını
Üzümün ağırlığıyla ona engel olmak istermiş gibi
Zincirlemek istermiş gibi şamdanların
O ölçüye gelmez paha biçilmez ışığında


Stanislaw Grochowiak
Çeviren: Özdemir İnce

Coşkunluk

İnsanın burun deliklerini genleştiren bir rüzgar
böyle bir rüzgar var işte
İnsanın çene kemiklerini donduran bir soğuk
böyle bir soğuk var işte
Sen benim için ne kekiksin sen gülsün
bir şey ay ışığında tatlı bir an kadar
ama bu kara yel
ama bu beyaz don

Kadının dudaklarını aralayan bir rüzgar
böyle bir rüzgar var işte
kadının kalçalarını aydınlatan bir ışık
böyle bir ışık var işte
Bende güven falan aradığın yok senin
ne de destek olabilecek bir omuz aradığın
ama bu tuzlu yağmur
ama bu yazdıklı ışık

Aşıkların vücutlarını kül eden bir ateş
böyle bir ateş var işte
aşıkların gözlerini yerinden fırlatan ölüm
böyle bir ölüm var işte
Ve işte Sevinç'in ıslak çayırları üzerinde
yükseliyor bembeyaz bir fildişi kule
Temiz ateş gibi
Ve pürüzsüz ölüm gibi


Stanislaw Grochowiak
Çeviren: Özdemir İnce

Sen ve Ben

Pasın renkli kabuğunda
bir horoz olduk
uçmak için gazete parçalarına
yığmak için ince dallar.
Sonra dalgalı bataklık üzerinde
yellere bıraktık kalyonlarımı.

Açık denizde
gözlerimizden ırak
yalpalayıp sallanıyorlar.
Uğulduyor üstümüzde cılız ağaçlar
ve titreşiyor güneş.
Şu anda da
kıyısında bir ırmağın
ya da köpüklenen denizin
Yuvarlanıyor çakıllar
yuvarlanıp duruyor.

Böyle başladık konuşmamıza
bizim için konuştu
çıplak dalları kışın
ve bir meşeden yelkenli
uzaklaşıp gitti karadan.


Adam Czerniawski
Çeviren: Muzaffer Uyguner

20 Aralık 2017 Çarşamba

Sobamı Alırlarsa

Bir çini sobam var
bir zafer anıtına benzer sobam

Çini sobamı aldılar elimden
zafer anıtına benzeyen sobamı

Geri verin benim çini sobamı
zafer anıtına benzeyen sobamı

Aldılar elimden sobamı

Boz
renkli
bir boşluk
kaldı
ondan geriye
çıplak boz delik,
Ama yeter bana:
çıplak boz delik
çıplak -boz- delik
çıplakbozdelik.


Miron Bialoszewski
Çeviren: Özdemir İnce

Hep Aynı Şeyler

Sanki okulda gibi bitirme sınavları döneminde
Bir sessizlik bir sessizlik
Ayak uçlarına basa basa girilir
Ağırbaşlı herkes koyu renk giysiler içinde, kopya yasak
Bulutların geçtiği görülür ve birden bir yığın şey anımsanır
Islak leylağın kokusu ve arıların dansı yazların sonsuz dinginliğinde
Ama bitirmek ve vermek gerek yaptığın şeyi dört gözle bekleyene
Yağmurlu güz ayları geldi işte sürükleniyoruz kayın ağaçları
     altında bir kil ve çamur denizinde
Dön dolaş hep aynı şeyler gene


Artur Miedzyrzecki
Çeviren: Özdemir İnce

Sende Yansıyorum Ben

Sende yansıyorum ben -der şu seyirci insana
Haber benim - der gazetenin muhabiri
Dünya benim - der su damlası
Ağacım uçtu - der düşerken yaprak

Ama umursamaz bu görüşleri rüzgar
Suyu karıştırır sürükler gazeteyi
Meşeleri soyar
Kırar yağmuru

Çağını tanımak kuruntusuna kapılmasın kimse


Artur Miedzyrzecki
Çeviren: Özdemir İnce

19 Aralık 2017 Salı

Ne Yapmalı - Ne Yapmamalı?

Aya aşık olmamalı insan.
Elinde ağırlığını yitirmemeli balta.
Bahçesinde buram buram kokmalı çürük elmalar
Biraz da ısırgınlar boy vermeli.
İnsan konuşurken kullanmamalı en sevdiği sözleri.
Yarmamalı bir tohumu içinde ne var diye.
Ekmek kırıntısı dökmemeli yere, tükürmemeli ateşe
(Litvanya'da bana bunu böyle öğrettilerdi).
Izbandut, mermer merdivenlerden çıkarken
Çizmesiyle basamakları çentiklemeye kalkabilir
Merdivenlerin sonsuz olmadığını hatırlatmak için.


Czeslaw Milosz
Çeviren: Talat Sait Halman

Bir Görev

Korkudan titreyerek düşünüyorum da yaşamım muradına ererdi
Ele güne itirafta bulunmayı göze alabilseydim.
Açığa vurabilseydim bir yalanı, kendimin ve çağımın:
Cücelerle iblislerin dilinde çığlık atmamıza izin verdiler
Ama yasakladılar saf ve cömert sözleri
Öyle yaman cezalar koydular ki bir tanesini bile söyleyen
Kendini kayıplara karışmış sayıyordu.


Czeslaw Milosz
Çeviren: Talat Sait Halman

Kaçış

Kaçıyorduk yanmakta olan kentten:
Tarlalardan geçen ilk yolda durup geri baktık da
Dedim ki: "Otlarla örtülsün ayak izlerimiz.
Yangında sessizliğe gömülsün amansız peygamberler,
Ölüler anlatsın olup bitenleri başka ölülere.
Bizim yazgımız, yeni bir vahşet kabilesi doğurmak
Uyuklayıp duran kötülükten mutluluktan öte.
Gidelim" ve alevli bir kılıç, yeryüzünü açtı bize.


Czeslaw Milosz
Çeviren: Talat Sait Halman

18 Aralık 2017 Pazartesi

Üçüncü Ağıt

Gözlerim kamaşmıyor artık, kamaşmıştı bir zamanlar
hemen gözlerimi kapatıyorum kum fırtınasına karşı
yıllardır geciken sözcükleri çağırıyorum yanıma
güzel olmasına güzel, ama bomboş yıllar

Paldır küldür dalıyorum dilin dehlizlerine
ortaya çıkmak istiyorum gün ışığıyla birlikte
kimi zaman az konuşuyorum kimi zaman da fazla
imler yoruyor beni, kendimi nesnelere yaslıyorum

Sen ki kırlangıçların kaygılarını giderensin
anladın beni anlamasına, ama harfi harfine
uzaklaşıp gitti dünya ve taşlaşıyor kuş
insan yüzüne gelince: dönüşüyor manzaralara.


Adam Vazyk
Çeviren: Özdemir İnce

Baykuşlar

Ne yapar baykuşlar gündüzleri acaba?
İşleri başlarından aşkındır geceleri.

Penceremin altına kurulup öterler
uzun uzun şafaklara kadar

Yaşayanların baykuşudur biri
bir tavan arasında oturur
Berkley ya da Londra'da

Bir tek cümle bilir
ve onu tekrarlar bu baykuş
anımsamıyorum, hiçbir şey anımsamıyorum

Ne tangoyla dans ettiğim Wanda'yı
ne kirazların o görülmemiş bolluğunu
ne de bunca iyi oluşunu bize karşı

Zaten öyle kirazlar da çıkmıyor artık
anımsamıyorum, hiçbir şey anımsamıyorum

Öteki baykuş ölülerin kuşu
tüneyip bir daha bağırır da bağırır
anımsıyorum anımsıyorum

anımsıyorum sen de sevebilirdin

bir tek yanıtım vardır hep onu tekrarlarım
anımsamıyorum, hiçbir şey anımsamıyorum.


Yaroslaw Ivaszkiewicz
Çeviren: Özdemir İnce

Menekşe

İyi bak
şu menekşenin yapısına
sanki küçük bir katedral
ve adak taşında bir sarı leke
ortada

daha güzel
hem Paestum'dan
hem bütün tapınaklardan
adı bile anılmaz
Torun ve Cnacow kiliselerinin
onun yanında.

Belki sen oturursun
bu katedralde
ölümden sonra.


Yaroslaw Ivaszkiewicz
Çeviren: Özdemir İnce

Sanki Nedir Milletler?

Prangaya mahkum iskeletler.
Gençlik bağla bana kanatlarını
Ebedi göklerin yüksekliğinden

Ram edeyim bu köhne kainatı
Yılların izi yüzünde çizilen.
Alnı hüzünle toprağa eğilen
Dermansız göz kapaklarının çizdiği
O mahut çevrede kalır kişi,
Ey gençlik! kanatların götürsün seni
o vakur kartalın süzüldüğü yere
Keskin nazarların dalsın güneş gibi
İnsanlığın yayıldığı bütün aleme
Bak ayaklarında koyu bir sis

Gördüğün her şeyi karartmakta.
Bu kitle ki alçaklıklar
Etrafını bir tel gibi sarmış
İşte odur bütün dünya
Sana selam olsun Hürriyetin fecri
Ardından doğacaktır kurtuluş güneşi.


Adam Mickiewicz
Çeviren: Fuat Pekin