Sayfalar

17 Şubat 2018 Cumartesi

Ulukışla'da Saat Beş

Saat beş. Yoğurt vuruyor analar,
akşam
kaçak tütün gibi koyu, yumuşak,
alev almış göçebe bir kurt sesi
kalaysız bakraca, buzlayan ovaya yansıyan.
yok tipiye gem vuran
ve narayı hançer gibi kullanan atlılar,
toprak suskun
anaların güz bahçesi kesilmiş gözleri
zehrini içine akıtıyor çıkrıklar.

Saat beş. Zonkluyor belleğimde
Aksaray yolunda gördüğüm
gülgillerden bir bitki

Şemdinli'de ırmak gibi akıp geçen
yemyeşil sıbyan ölümleri,
alınları dövmeli kadınların
uçurumlardan daha yabanıl
söylediği ağıt mıydı, ninni mi?

Bir pişmanlık mıdır yaşananlar?
Elini bir an suda unutup gitmesi,
bakarken ardından ağbani hırkaların.
insanınkine benzer kederi
yalnız kalan tahta köprülerin.
Gün kaydını düşer çıplak çocuklarla
bellek körelir düşürülmüş bir elmas gibi
kurumuş bir dere yatağında.
Yaralı tavşan ne bırakır ki
ardında kan izinden başka?

Isparta'da koku yapılır gülden
Aksaray'da bıçak gibi yalnızlık
Hakkari'de efsane.
Balkıyan bulutu görür başak
mavilik gülümseyiş gibi titrediğinde,
ben erken ölümü gördüm
Ulukışla'da saat beşte

Yalnayak suya basıyordu bir çocuk.


Ahmet Oktay
Sürdürülen Bir Şarkının Tarihi

Kederlidir Taşlıkların İstanbul

Toplanın, aldırmayın yağmura
yaşadıklarımızın hesabı tutulacak

Anacığım başörtünü sar
bile gözlerinin öfkeli alevini

Bacım ıslansın saçların bırak
tuz ve ekmek koy çantana
sesinde memleketin akarsularını
Isparta güllerini bulundur

Tokalaş kardeşim
Malatya'da pestil serdi
Tophane'de çıldırmış baharı
ve sandıkları yüklendi bu el
tokalaş, çünkü ölüdür yalnız bir yürek

Babacığım cıgaranı tazele
ister Marmara'nın olsun
İster Karadeniz'in
tütünü severdi hepsi de

Toplanın hüzünlere de yer var
utançtan eğilmiş başlara da
yeni dillenmişler de gelsin
öpelim onları alınlarından
birer gecesi oldu her birinin
çıktılar çocukluktan

Gelin yedi rüzgarlar
yas torbanı şuraya koy Bingöl
terlisin özlemini giyin Diyarbakır
İstanbul yıka da gel kederli taşlıklarını
gece uykusundan sıçrayan dağbaşı
gölgesi taş kesilen söğüt
herbir yerin avare serçeleri
oturun el bağlamadan;
sanki yenilmiş olacağız
bir daha konuşamıyacağız el bağlarsak

sen de şöyle geç Yüksekovalı Recep
bir tas ayranın hatırı var
adını çıkaramadım
demek elma getirdin Amasya'dan
bulgur getiren de sağolsun
bu testiyi Kayışdağ'dan doldurdular
zarar yok bardaksız içeriz
bazlama var akşama
ağıt söylemek için sesimiz

Elini yüzünü yıkamak isteyen var mı
abdest alacak var mı?

Ölülerimizin adı okunacak.


Ahmet Oktay
Sürdürülen Bir Şarkının Tarihi

16 Şubat 2018 Cuma

Bütün Erkekler Ölür

Çünki gök sıkıntıyla ağar
rüzgar buruşur, bir yaprak düşer
ve kaçıyordur solgun mavilikte
martılar ve al geyikler.
İşte altın ve kara akıntılar:
analar, yitirilmiş resimlik
yoksulluk, o korkunç kadın.
Susun, tümünün anıldığı gündür,
kara yağmur ve ebem kuşağı
usulca bütün erkekler ölür.

Kıpırdamasın insandan gelen sesler
kamyonlar devrilir dağ yolunda.
Rehincide kalan bir gümüş saat
emanetçide unutulan bavul,
geçip giden gök taşlarıdır
havadan ve selüloit mavilikten.
Ey mermeri bozuk yalnızlık,
sanki kutsal bir avdır susukta
ve bir yakut parıltısıdır artık.

Çünkü gök kanla ağıyordur,
soluk soluğa atan bir damar
kalbinde hırçın denizin
ve toprağın nabzında,
unutulmak gibi bir şahdamar.
Ürperir aynı rüzgarla
darağacı, çarmıh ve çiçek,
sussun yatakların fısıltısı
avuçlarda parıldayan kehribar:
ekmekli, zincirli ve başları eğik
kadınların erkekleri geçiyordur.
Ve üzgün deltası kısacık ömürlerin
bir albüm, bir şarkı, bir çocuk.

Hangi dondurulmuş hüznün yakutu
çocukluk defterlerince soluk,
ki savaş alanlarında parıldar
bütün koruluklardır ayışığı,
ey ulaşılmayan dayanak aşklar
elleri kanatan kesici ağıt.
Hep unutuştur akılda kalan,
sıçrayan, yenilen ve ölen geyikler,
derdin eksilmediği kalem ve kağıt.
Kısa ve kesin bir sözdür erkekler
İspanya'da "Non Pasaran"
kızaran kilise çanları
katedrallere çöken gölgelik
İtalya'da "Mamma Mia"
İşte avuçların dünyayı duyduğu kayalar,
sarkık bir bıyık Meksika'da "Viva"
Nehirler kurur, susar aşk
ve en katı sözdür erkekler
kıraç ve yoksul Anadolu'da.

Büyük ve yeniktir erkekler,
Söz dinlemez serüvenci çocuk
su şırıltısında sayıklayan hasta,
ve deli bir sevgilidir sabaha kadar
bulgulu, korkunç ve utançla.
Yararsız bütün leylak ağaçları,
hiç bilmiyordur erkekler
doğan ve ölen çocukların hüznünü,
çünki daha önceden ölürler.

Çünki gök ağıyordur kanla,
hep yenik yıldızlar vardır,
anı defteri, kum saati, savaş alanı,
bir yüz
işte o kandır.

Ey ışığını dağıtan kristal
ölümsüzlük, ele geçirilmeyen gömü,
ayışığı denizle kendini sürdürür,
işte herşey geçip gitmede,
usulca bütün erkekler ölür.


Ahmet Oktay
Gölgeleri Kullanmak

Bahçe Görmüş Çocukların Şiiri

İlkin sakin kiraz bahçeleridir andığım eski günlerden
Şehrin çocuklara mahsus kaydıraklardan olduğu
Fi tarihinde kutsal sözleri kale almadıkları için
Harap bırakılmışlar tabiatüstü güçlerle

Bir kere elime aldım mı çocukluğumu
Üstüne kerametler yazılı derilerde
Geleceği bildiren derilerde
Başlar yeni bir mantığın bağbozumu

Paganini bakışıyla ölümü inkar eden
Anneleri şaşırtan çocukları büyüleyen
Sevimli kahinlikleriyle fakirleri sevindiren
Ve siz ey çingene kadınları

O yıllar savaş yıllarıydı geceleri karartma
Gündüzleri fırın önlerinde birikirdi halk
Biz çocuklarla büyükler arasındaki fark
Bir yanda şehir bir yanda kiraz bahçeleri


Sezai Karakoç
Sesler

Rubailer

I.

Çocuklar bana kalırsa yoklar
Yok çocuk falan yok öyle şey
Hayal edilmiş ekler olacaklar
Ailelerin melankolileri için


II.

Doktor istemem Annem gelsin
Yataklar denize atılsın
Çocuklar çember çevirsin
Ölürken böyle istiyorum


Sezai Karakoç
Sesler

15 Şubat 2018 Perşembe

Balkon

Çocuk düşerse ölür çünkü balkon
Ölümün cesur körfezidir evlerde
Yüzünde son gülümseme kaybolurken çocukların
Anneler anneler elleri balkonların demirinde

İçimde ve ellerde balkon
Bir tabut kadar yer tutar
Çamaşırlarınızı asarsınız hazır keten
Şezlongunuza uzanıp ölü

Bana sormayın böyle nereye
Koşa koşa gidiyorum
Alnından öpmeye gidiyorum
Evleri balkonsuz yapan mimarların


Sezai Karakoç
Körfez

Yeni Bir Aşktan Önce

Senin için yazdığım şiirleri
Dün teker teker okudum
Nasıl sevmişim bir zamanlar
Örneğin yüzen gemileri
Bunca mavisini denizin
Farketmemişim şimdiye kadar.

Beni eski bir tanıdık diye hatırla
Tutki ölümsüz anılar yaşadık
Bana sevgiyi öğrettin, yalnızlığı
Bir de uykusuz gecelerde çaldığım
O acılı, umutsuz ıslığı.

Şimdi uzaksın, bir karanlık öte
Ay ışığı yok, üryansın çırılçıplak
Şu sokak başı konuştuğumuz
Keçiören yolu tozlu ıslak
Sanki aradan yıllar geçmemiş
Beraberiz, mutluyuz, güven içre
Öyle zorki yokluğuna inanmak.

Bu aşk içimde aynı hızla
Akarsa önleyemem diyorum
Aralık kapıdan karanlıklar geliyor
Örtmeliyim kimsesizliğim duyulmasın
Ben sana susadım, kadınlığına
Vahşi parmaklarım saçlarını arıyor
Beni eski bir tanıdık diye hatırla.


Teoman Karahun
Varlık, Yeni Şiirler 1958

Sevgi

Şu Ankara şehrinin sokaklarında
Dolaşırken bir kız yanıma gelse
Ben senin yıllardır beklediğin
Aradığınım dese.

Nasıl şaşırırım bilemezsiniz
Yok canım derim, içimde
Kıvanç başaklar gibi biter
Umut yeşerir gözlerimde.

Sonra anılar sökün eder uzaktan
Bir başına dolaşırken caddeleri
Mersin, deniz kenarı, Akkahve
Bir ev, şöyle inik perdeleri

Bu annem işte bana gülen
Gözlerinde telaşların en güzeli
Geç kalma diyor, yorgunsun
- Üstümde geziniyor eli

Şu sevdiğim kız sarı saçlı
Çok sigara içme diyen
Eli elimde akşamları
Sımsıcak türküler söyleyen.

Ben Külebi gibi değilim
Karanlıklar içinde hazan
Umudumu yitiriyorum
Korkuyorum yalnızlıktan.

Hani onun soğuk günleri vardı ya
Diyordu ki, böyle havalar üşütmez beni
Varın bir de bana sorun siz
Bir hançer ki yüreğimde yepyeni

N'olursa olsun diyorum kendi kendime
Bu benim yalnızlığım tükenmiyecek
Zehir gibi rüzgarlar yöremde
Gün günden daha kötü esecek.

Çiçekler açacak bahçelerde
Birbirinden güzel kadınlar, kızlar
Yollarda çocuklar, caddelerde
Gökyüzünden kopup gelen yıldızlar.

Sonra bizim yaşamımız sürünürcesine
Biber gibi, kalır gibi zehirzemberek
Bir bıçak gibidir açlık biliyorum
Şu ense köküme ansızın
Bir gün nasıl olsa inecek.

Şimdi halimi bilemezsiniz
Güçsüz ırmaklara döndüm, acı sulara
Bir büyük şehirde yapayalnız,
Gömüldüm karanlıklara ...


Teoman Karahun
Acı Su

14 Şubat 2018 Çarşamba

Havada Kar Kokusu

Terziler ufacık iğneleriyle
"Bir yılbaşı gecesi dayanır"
Şekerden ve buzdan kuklalar dikiyorlar
"Takma kirpikli dünya"

Denizlerden içerde
Ortalarda doğularda
Açlık kol geziyor
Varıp ocaklarda duruyor
Alimenin oğlu eriyor
Hem vallaha hem billaha
Gözlerimin gözlerimin önünde
Gerzeden cici berber
Kepengini indirmeden yürüyor
Çıldırmış ufalmış bir çocuk kadar kalmış
Gazeteler keskin kalemleri ve flaşlarıyla
Uzağı uzağı gösteriyorlar
Etyopya Bengaldeş, Bengaldeş Etyopya

Havada kar kokusu
Bu yıl yaman kışlayacak
Söyledi cevizler alıçlar
Kuşları görmeliydik
Hiç olmazsa kuşları
Aklımızda kanatları sesleri
Olmadık yerde patlayan.
Küçük kahkahalar biçiminde
Göremedik
Kuşlar büyük kentlerin göğünden
Artık hiç geçmiyor

Havada kar kokusu
Engizekten Elbistanın oralardan
Gavur dağlarından düzlere inenler
Kıl çadırlarını, toprak kaplarını
Derleyip dürdüler çoktan
Sımsıkı kapanmış avcunu açıp
Kağıt para bozuk para
Yazı sayacaklar

Ne denli sündürse ne denli uzatsa
Bir yaz bir kış etmiyor
Şaşkın bebelere bakıyor
Hayvanlara bakıyor
Geçmişim diyor ben benden

Buralarda
Sus sus sus sus
Dan başka bir ses duyulmuyor
Yazanlar ozanlar kardaşlar
Niye, biz ölmüşmüyük


Gülten Akın
Ağıtlar ve Türküler

Pas

Doğduğum kente gittimdi bazı pasları silmeye
Yerinde görmeğe bazı taşları, bazı oyukları, v.b.
Saçlarımı yine uzun tuttumdu bir ağırlık olsun diye
Dışarıklı bir pabuç giydimdi
Yitmesin gelişim diye tozda toprakta

Beni kentin dışında durdular karşılamaya
Çevirip yöremi ayrıladılar
Sanmazdım konuk olayım çocukluğuma
Geri göndermenin ilk adımı olsun hiç sanmazdım
Yengelerim için karşılama

Sanmazdım çocukları asfalta ve parka başlatsınlar
Oteller hanlar yapsınlar canım viraneliklere
Pastalar vitrinler çiğdem pilavına karşı
Sanmazdım kar yerine buzdan dondurma
Bir tek çapanoğlu kalmasın Yozgatta

Dedem ölmüş ninem ölmüş annem ölmüş
Giremedim eski evimize
Dedem ki karşı durmuştu yıllarca
Tütünün ve ağıdın yıkımına
Ninem ki karşı durmuştu yıllarca
Yokluğun ve dedemin yıkımına
Annem ki karşı durmuştu yıllarca
Onulmaz bir inceliğin yıkımına

Gülteni Yozgatlı demesinler bundan böyle
Nerde ölürsem oralı olayım
Doğularda yolsuz dağların değişmez dağların
Soğuk suların başında öleyim.


Gülten Akın
Kırmızı Karanfil

Güz

"Güz geldi. Gözlerim karmakarışık. Körüm ben
Güz geldi. Bunu saçlarımın döküldüğünden.
derler ki yaylada doğmuşum, denizin ardında
iniştir, yokuştur, geçer dizlerimden."

Gazel düştü Derelere ay yarim
Kavga bitti. silahını duvara as
başladı Ocağın kırallığı, Ormana git
baltanı al köşeden, Çocuklarımızı öp.

"Uçurtma salıvermiş göğe aşağıdakiler, havasıdır.
Çocuklar aşağıdakileri okuyor, ben körüm
ne güzel kokuyor Gazeteleri Kitapları
insem bir koklasam kendileri nasıl"

ben burada bağlıyım ay Yarim
Körüm ve Yaşlıyım otuz yaşında
Çocukları al, in aşağıya
dileğimdir, onlar görsünler

"Güz geldi, açıksın Yarim Yarim
ben neyse, ben körüm. Dereden öteyi bilmedim
ama bilirim bir koca yaz çabaladığımız
Patatesin sana bir parça şayak etmediğini"

Sor bakalım adam diye Kaydımız var mı?
ben körüm, biz eski, Çocukları yazdır
Patatesi alıcıya götür ver yirmibeşe
eşeğine bin türkü söyle dönüşte

dünyalık şeylere dünyanın parası gerek
Oysa topraktan çıkardın yirmi beş liracık
Kefenimizi al, sabununu lifini unutma
bir cennet ayırt Hoca parasıyla birlikte

"Bu güz öleceğim. bütün işlerimi bitirdim
Derede yıkandım. cevize tırmandım. kuş ürküttüm
Kaçırdılar on iki çocuk doğurdum. beledim gözledim
Oğlan everdim. kız yetirdim. otuzuma vardım"

"Ağlama kız, deme incinirim yar yar
ben ağlamam dağlar taşlar ağlasın
Körüm, çelimsizim, göğnüğüm, hastayım.
sebebolanları nerde bulayım
adamdan içerli kuşlar ağlasın"


Gülten Akın
Kırmızı Karanfil

13 Şubat 2018 Salı

Zümrüt Longa

Kedinin gözü henüz açıktı
Sabaha karşı fırtına çıktı

Yazlıkçılar uykudan uyansın diye
Yağmur gürültüyle indi siteye

Bozcaada üç beş kulaç ötesi
Taş plakta Hafız Burhan'ın sesi:

     Tennenni tenni Tenes
     Tenni tene Tenedos

Sardalya zamanıydı herkes şaştı
İskele'ye bir tekne kolyoz yanaştı

Önümde 70'lik rakı şişesi
Ardımda yüzyıllık palamut meşesi

Sarhoştum yağmura doğru koştum
İda'dan inmiştim Ege'ye düştüm

     Tennenni tenni Tenes
     Tenni tene Tenedos

Güngörmüş hatmiler gizemli güller
Yağmurlu günle sevişen Zümrütgiller

Sardalya zamanıydı yaz'ı savurduk
Somay'ımla olmadık düşler kurduk

Derken akşam oldu dindi fırtına
Ay bir yana Bozcaada bir yana

     Tennenni tenni Tenes
     Tenni tene Tenedos


Ahmet Necdet
Zümrüt Longa

Biz İki Gülüyüz Hiçin

Paul Celan'ı anarak


yalnızlığa düştük mü gümüş rengi bir zaman
çığlık çığlığa geçer o suskun aynalardan

karanlık gecede söz bir kirpik gibi ışır
bakışır can kuşları hep'le hiç arasından

bana bakarsın sen de/kör bir bakış kadar kör
saatleri sayarak/gözünü hiç kırpmadan

düşün: paris göğünü/kül'ü/ve unutuş'u
yürekler satın aldık orda çiçekçi kızdan

biz ki gülüyüz. hiç'in/açarız sana doğru
hiçkimse'nin şiirle yoğurduğu çamurdan


Ahmet Necdet
Sana Bunca Yangından

Ne Çok Enkaz

sizi bir yerlerden tanır gibiyim
galiba bodrum'daydı geçen yaz
t-shirt'leriniz vardı turkuvaz
pabuçlar "all star american"
ne tutucuydunuz ne de bağnaz
sabah kahvaltısında beethoven chopin
akşamları hacı arif incesaz
     ne çok enkaz.

sizi bir yerlerden tanır gibiyim
sanırım bodrum'daydı geçen yaz
güngörmüş saçlarınız vardı beyaz
bakışlarınız alaya ve delişmen
mavi yolculuklarda yıldız-poyraz
balık yemekten ve çok sevişmekten
gut'a yakalanmıştınız biraz
     ne çok enkaz.

sizi bir yerlerden tanır gibiyim
her halde bodrum'daydı geçen yaz
daracık sokaklarınız vardı çıkmaz
viskiyi çok sever az içerdiniz
gün boyu meyhane cafe-bar caz
"yine de en büyük rakı" derdiniz
iki cami arasında beynamaz
     ne çok enkaz.

sizi bir yerlerden tanır gibiyim
elbette bodrum'daydı geçen yaz
sözcükleriniz vardı ince mecaz
aşklarınızı şiirle yıkardınız
bir yığın kadın huysuz utanmaz
her biriyle ayrı yatardınız
bin türlü işve bin türlü naz
     ne çok enkaz.

sizi bir yerlerden tanır gibiyim
mutlaka bodrum'daydı geçen yaz
dostlarınız vardı köylü ve kurnaz
bireysel konularda acımasız
ülke sorunlarında vurdumduymaz
batı'lı düşünür doğu'lu yaşardınız
azıcık hicazkar her dem şehnaz
   ne çok enkaz.


Ahmet Necdet
Ne Çok Enkaz

12 Şubat 2018 Pazartesi

Oyun

Ay tutulmuş gibi
Bir kapı sürgülü

Bulutların arkasında
Benigör gülü

Bir kız göremez - karanlık
Kirpiği yaş örgülü

Bu nasıl oyun ey ozan
Yanlış kurgulu

Çek sürgüyü açılsın kapı
Al gülü -ver kıza- gülsün

Bu oyun mutlu sona yargılı


Özcan Yalım
Aramıza Gül Girdi

Oyun

Bazı adamların aşk
Bazı kadınları sokaklardan
Çekip alınası karanlığa

Bazı kadınların aşk
Üşüyen burnunun kulağının
Parmak ucunun göz kapağının
Öpüle hohlana ısıtılması

Bazı adamların kadınların
Aşk. yürüne yürüne yıpranmış
Ayakkabısının havasından
Günde yaşamasından kurtulması

Ama dışarda bir izmarit
Bir deniz bir ağ bir sandal
Bir akşam üstü seyredilecek.

Ama dışarda geçilecek
Bir köprü elinden tutulacak
Bir çocuk tutup sallanacak
Bir erik dalı -Bir erik dalı-
Ama dışarda -Ben anlatamam-

Bazı adamlar aşkı
İtip odalara karartır
Bazı kadınlar için aşk
Şöyle bir rüyasız sere serpe
Şöyle bir korkmadan uyumadır

Onlar deniz nedir bilmezler
Ağaç ne serin ne mavi ne
Oltanın ucunda balık nedir


Gülten Akın

Dosvidanya

Bir sevgiliye koşar gibi geldim sana,
sen ki insana
bir sevgiliden daha yakın,
bir ana bağrı gibi sıcak
ve mübarek!

Sen ki inanan ve inandıran,
Sen ki uyanan ve uyandıran,
Sen ki başkaldıran
ve kurtaran insanı
İnsana kul olmaktan!

Sen umudu mazlumların,
Sen öğüncü insanların,
Sen ey dün, bugün, yarın!
Sen ki barış,
sen ki dostluk,
sen ki kardeşlik,
Sen ki ey özgürlük
ve eşitlik!
Sen ki özverinin ülkesi,
görkemliğin mimarı;
sen ey Sovyetler diyarı
ve sen ey aziz Rusya ,
Dosvidanya,
dosvidanya,
dosvidanya!..


Server Tanilli
19.8.1979, Leningrad Hava Alanı
Sanat Emeği, Sayı-24 Şubat 1980


*"Dosvidanya ", Rusçada "Allaha ısmarladık " demektir.