Sayfalar

9 Haziran 2018 Cumartesi

Kapalı Göl

Bir göl yanına vardım
Aynasına eğildim
Dedim: Bir yudum su ver
Dedi: Çok uykusuzum.

Küçük bir dere oldum
Dağa çıktım hız aldım
Gölün yanına vardım
Gözlerini kapattı.

Geceden yıldız çaldım
Kıyısına uzattım:
Neden verdin bunları
Benim içim tuz dolu?

Soyunup kuma yattım
Eğilip göle sordum:
Benimle ağlar mısın?
Dedi: Çok uykusuzum.


Barış Pirhasan
Tarih Kötüdür

Tarih Kötüdür

İşte gençliğimin şiirleri
İlk gençliğimin
Güzel şeyler
Deli saçmaları
Beceriksizlikler
Şehvetle titreyen parmaklarla yazmışım onları.

Bir çocuk için
En güzeli
Belki bütün yazdıklarımın en güzeli
Gövdemi ılık
Kirli
Pırıl pırıl bir havuzda düşlerdim
Göğsümde nilüferler
Su çiçekleri

Garip bir çocuk dediler bana
İçine kapalı
Güçlü
Onun koluna girerdim
Zayıflığı çekerdi beni
Acımasız pırıltısı
Geceleyin kendini sevmesi
Organları

Çocukluğumun şiirleri
Hepsinde umarsız bir çığlık
Zavallı
Traji-komik
Şanlı tarihim:
Ne zorbalar geçmiş beynimden
Ne haksız kıyımlar olmuş gövdemde
Kimler can vermiş hapishanelerde
Hangi sınıf egemen?

İlk şiirlerim
Alaycı bir göz
Kirpiklerinde tohum
Düzensiz patlamalar
Yaralı omuzlarım
Biri kavga türküsü
Acemi
Çığlık çığlığa
Yarım

Bütün bunlar şimdi geçmişte kaldı
Çocukken yazdıklarım beni yüreklendiriyor
Bir budala gibi
Yoksul bütün halklar gibi
Şaşkın bir el yazısıyla
Ayaklanmalar tasarlıyorum.


Barış Pirhasan
Tarih Kötüdür

8 Haziran 2018 Cuma

Karadeniz Şarkıları'ndan

Ansızın içimde bir deniz ürperdi,
Kuşkunun ilmiğinden geçti umut,
Ey şehir çığlıkları gerdin,
Başucunda kara bulut.

Akşamdı, kesti şarkıyı kıyı
Geçmiş yıllardan neler anlattı, neler,
Banklarda işlek bir mırıltıyı
Kışkırtıyordu yumşak gölgeler.

Dolanarak gündüz bir adak ağacına,
Dalgalar talih diler,
Gece rıhtımın, altın zincirine
Asılıdır altın gemiler.

Ama ağır sancılar taşıyor kıyımız,
Yamaçlarda kadınlar, yangınında derin ahların,
Tepelerimizde eziliyor yorgun toprağımız
Altında nükleer silahların.


Azer Yaran
Mayıs

Uçurum

Şiir uçurumdur
Ve çiçekten bir köprü
Geçer üstünden
Gerçeğin kıyısına uzanan
Düş kıyısından

Kimi ulaşır karşıya uçar gibi
Kimi ulaşamaz, düşer
Kimi de boşlukta asılı kalır
Düşerken tutunabilirse
Bir kelimeye eğer


İsmail Uyaroğlu
Şiir Kitabı

Şiirin Üç Kuralı

Hayatın bağrından
Kanayarak kopan kelimelerle
Kurulur şiir
Bir

Şiir sızlanmaz, haykırır
Ama sızlayan yanını da
Duyar insanın içindeki
İki

Ve şiir geleceği bildirir
Ve gösterir gelecek kimin elinde
Kimdedir güç
Üç


İsmail Uyaroğlu
Şiir Kitabı

7 Haziran 2018 Perşembe

Şiir Çiçeği

Kimi zaman düşlerim suluyor
Kimi zaman gerçek
Günü vakti dolunca
Bir de bakıyorum, kalemin ucunda
Açıvermiş bir çiçek


İsmail Uyaroğlu
Şiir Kitabı

Sevinç

Sarılıp birbirinize çocuğunuzla
Uyudunuz mu hiç?
Akan uyku değil sanki aranızda
Uyku hafifliğinde bir sevinç


İsmail Uyaroğlu
Hayatı Karşılayan Şiirler

Necatigil İçin, Saygıyla

Bir kayanın
Uçuruma yuvarlanırken
Çıkardığı gürültüye
Benzer her halde
İnsanın hasta yatağında
Ölümü gördüğü an
Attığı çığlık

Ama hocanın ki
İnce bir çiçeğin
Sapı kırılırken çıkardığı
Ses kadar mutlaka
Hafifti
Tıpkı şiiri gibi
Usul bir ah:
Ölüyorum eyvah!


İsmail Uyaroğlu
Hayatı Karşılayan Şiirler

6 Haziran 2018 Çarşamba

Ferhat

kara yeller ak yelleri dövende
sevdanı yüreğine kuşat
al sesimi vur kanının gümbürtüsüne
zamanıdır dağları delmenin, Ferhat

dağların başı yaslı
Ferhat'ın sevdası kan ağlar
yüreğin sağlam, bileğin güçlü Ferhat
istesen dağlar dağlar...

ateşi üfle Ferhat
körüğü iyi kullan
bu can bunca hasrete dayanır
soludukça içimde sevdan

sevdan ki bir yıkıcı kuştur yüreğimde
gümbürder zulme karşı kan gibi
ölürsem dağlar için ölürüm Ferhat
kalırsam vuruşkan şahan gibi


Arkadaş Z. Özger
Şiirler, 1974

Yağmur, Toprak, Keder

Oturdum kır kahvesine
Havada toprak kokusu

Yumuşacık yağmur yağıyor
Okulsuz çocukların düşlerine
Işığı tüketilmiş
Can kara gözlerine

Yağmurla toprakla yaralı
Bir güz kahvesinde ikindi
Küçücük bir çocuğun saflığı
Doldurdu yüreğimi

Bugün gonca alevi keder
Ufkuma inceden yağıyor
Yağmurla beraber


Ahmet Ada
Gün Doğsun Gül Üstüne

Bağevinde Ozan

Düştü ilk yaz yağmuru
toprakla söyleşen rüzgar
kokusunu verdi günbatısından
bulutsu kekremsi
öpüşleri ağulayan

Kuyu dibinde bağevinin
yüzyıllık yalnız testi
gibi susuz, kandilsiz halka
el verdin gönül verdin

Sen ki okyanusta damla
ayın altında derin mavi su
balıkçılara muştusunu dağıtan
bulutlarla sevdalı cankuşu

Ey çocukların kuşların akranı
alınterinin gümüş sesi ozan
rüzgar gülü şarkın dizildi
günü uyandıran kuşlardan
basımevi çıraklarından al haberi


Ahmet Ada
Gün Doğsun Gül Üstüne

5 Haziran 2018 Salı

Ana

Öner'in anası için


Kayıp duruyor bakışları
duvardaki resme ve kapıya
oğul mu beklediği, sevgili mi

Belli ki yaşıyorlar hala
uzun uzun yaşıyorlar belli ki
bırakıp gittikleri anılarıyla
Çıkıp gelirler bir gün belki
Üşümüştür çünkü toprağın
soğuk yalnızlığında birisi

Öteki arkasında parmaklığın


Ahmet Telli
Su Çürüdü

Göç

Göç oldu bir acıdan öbür acıya
oysa sağrısı kurumamıştı atımızın
daha dün sürüp gelmiştik buralara
bugün göründü yine yolların ucu

Devrildi kıl çadırlar seher vakti
usulca uyandırıldı çocuklar
ve kadınlar bohçası çözülmemiş
bir keder gibi düştüler yola

Turnalar gitti biz gittik.
bitmedi peşimizdeki nal sesleri
nerde konaklasak tedirgin dik
kuruyordu ırmaklar ve göller

Bir yangın gibi taşıyıp durduk
kederi ve acıyı göğsümüzde
yer gök duman içindeydi sanki
genzimizi yakıyordu ayrılıklar

Zulüm bırakmadı peşimizi hiç
biz gittik o buldu izimizi
konar göçer olduk yedi iklimde
tanığımızdır dağlar taşlar

Yalnız bir öfke ışıltısı kaldı
gözlerimizin yorgun sularında
yaşamak bir inat oldu artık
yaşamak bir direnme oldu zulme

Ve işte devrildi yine kıl çadırlar
göç başladı bir acıdan bin acıya
Geride akşamın küllenen ateşi
ve susturulmuş çocuk sevinçleri kaldı


Ahmet Telli
Su Çürüdü

Soluk Soluğa II

Büyük aşklar yolculuklarla başlar
Ye serüvenciler düşer bu yollara ancak

Onlar ki dünyanın son umudu
soyları tükenen birer çılgındırlar

Ne bir adresleri vardı onların yeryüzünde
ne de aşktan başka bir sığınakları

Ama yaşarlar dünyanın dört bir yanında
Ölümle alay ederler sanki

Nerde beklenirse ordaydılar
bir kez bile gecikmediler ömür boyu

Neydi onları ordan oraya
savurup duran şey

Onları daima yalnız kılan
neydi bu yaşam denilen gürültüde

Her dilden bir adları vardı onların
ama hiçbir ülkenin kimliğini taşımadılar

Sarışındılar belki de esmer
yani birçok yüzün bileşkesi

Ne altın arayıcısıydılar
ne de aylak bir gezgin

Vurulup düşseler de her kuşatmada
serüvencidir onlar ve hiç ölmezler

Ki onlar hep yalnızdır ve her nasılsa
Bulurlar heder olmanın bir yolunu

Onlar ki bu dünyada
kahraman olmaya mahkumdurlar

Sislenen anılar kaldı bize onlardan
renkleri bozulup duran solgun anılar

Nasıl yazılmalı ki silinip gitmesin
bulutlar gibi çekilmesin gök boşluğuna

Bileği güçlü ve gözüpek. avcılar mıydı
onları kuşatıp yeryüzü cennetinden atan

Yoksa kendini tüketen hüzünler miydi
vurulup düştükçe ışığını karartan

O serüvenlerin günlüğü tutulmadı
yazılmadı o insanların destan şiiri

Parça parça ettirilseler bir kanala
(ki sanırım böyle oldu sonları )

Fışkırır yüreklerinden
başarısız ihtilallerin yangınları


Ahmet Telli
Su Çürüdü

4 Haziran 2018 Pazartesi

Güz Gelmeden

Sırtında taşıdığın kıl heybe
dağ rüzgârı ve lor peyniri
gibi doluysa kır çiçekleriyle
sesler türkülere dönecektir
üzünçse ışıklı bir sevince

Dudaklarında özlem türküleri
ve gözlerinin menevşesinde aşk
çağıldıyorsa çavlanlar gibi
usulca gir umudun menziline
hüznü gerilerde bırak

Türküler paylaşılıyorsa eğer
dağ rüzgarları paylaşılıyorsa
sevinç de dahildir buna
ve o zaman bütün bir yaşam
paylaşılacak kadar güzeldir artık

Heybendeki kır çiçekleri
bir yangındır güze doğru
tutuşturur yüreğinde
uzak özlemlerin külünü
hiç beklemediğin bir anda

Güz gelip de yangın başlamadan
tutmalısın doğanın yelesinden
yüreğindeki sabah olmadan
gül bahçesine sevda hevengine


Ahmet Telli
Saklı Kalan

Mis!

Mis gibi şeftalinin sırasıdır şimdi
Haziran maziran derken o da çıkacak

Aldatılmış ruhum çıkacak

Adım deliye çıkacak


Mehmet Taner
Arka Oda

Ölüler Bizi Görür

otelin girişinde kurduk barikatları
kaygılardan tasalardan umutlardan
gözlerimizde düşünceler
beynimizde sözcük demetleri

yanaklarımda geziniyor
tanrının buzdan eli
parmak uçlarımda
uzak denizler karıncalanıyor

gül'dük kül olduk bir akşam üstü
el yazılarımız aktı göklere
yazılarımız ki bayrağımızdır
rengini özgürlüklerden alan

o'ydu göğsüme verdi sevincinin ateşini
merdivenlerde tırabzanların dibinde
saçlarının dağılan sarışınlığında
baş döndürücü baharlar
kapandı yüzümüze bize küstü
odalar telefonlar loş aynalar

sırma saçlarıyla öpüyor şimdi
derisi birinci derece yanık
omuzbaşlarımı
ürperiyor göz kapaklarım
sabahı çarşaf gibi serdiğimiz morgta
biraz daha sarılsa ayağa kalkacağım

dokunsam dirseklerim üşür
dokunsam dudaklarım donmuş
dokunsam isli derimin gözenekleri
gül yanaklarını kurutur
göğsüme sokulu bir bağ bıçağıdır
kubilay'dan beri ölümün mor damgası

yine de yaşıyoruz çok şükür
duvar ilanlarında kitap resimlerinde
tutanaklarında mahkemelerin
iftiralar karalamalar ince sefil
bizden ölümlerce uzak çizgiler
aykırı dursa da bedenlerimiz
yaşamın içinde yaşıyoruz şükür

gün doğdu karınca kanatlarında
uyandı sofralarda çay bardakları
çeşmelerde su tarlalarda buhar
uyandı çayır kuşları
ışık gibi dolaşıyor ruhumda kanım
her şey bir öpücüğe bakar
hadi deseler uyanacağım

biriniz öpsün beni
unutsun yakıldığımı tuzaklarda
kalp atışlarımı uyandırsın bir an için
söylesin usanmadan yarınlara yüzümü


Hidayet Karakuş
Ateş Mektupları