Bugün şairi ve şiiri eski anlayış ve tariflerin çerçevesinden kurtarmak zamanı gelmiştir. Bu, sanatçıyı -insanlığını inkar demek olan sosyal gerçeklikten tecrit edip onu "soyut boyutta" bir yaratık saymak ve sanatçının yarattığı eserleri: "Tanrısal bir ustalık", "bir ihsan", "bir Tanrı vergisi saymak", belirli bir sosyal topluluğun görüşlerini yaymaktan başka bir şey değildir.
Doğayı ve toplumu bir gerçek olarak almayan, doğa ve toplum olaylarını, insan ve akıl üstü izahlarla, mantık dışı endişelerle kavramaya çalışan bir felsefe anlayışı sanat ve entellektüel hayatımıza adamakıllı işlemiştir. Kafaları bu pisliklerden kurtarmak ve her şeyden evvel bir insan olan, doğaya ve topluma sımsıkı bağlı bulunan sanatçının sosyal varlığını ortaya koymak lazımdır.
Sanatçıyı sosyal problemlerin, halk hayatının, sosyal davaların dışında görenler, menfaatleri icabı, rahata alışık olanlardır, sosyal gelişmenin hızlandırılmasından korkanlardır, taşlaşmış, yosun tutmuş değerleri muhafaza etmek isteyenlerdir, hastalıklı melankoliklerdir. Oysaki hayat bütün hareketi, aktivitesi, ileri atılışlarıyle diri, canlı ve değişiktir. Hayat dinamizmine can katan, hayatı öven, kötülükleri protesto eden, insanlığımızı yükselten sanatçılardan huylananlar, onları fildişi kulede tutmak istiyorlarsa, korktukları içindir.
Ressam olsun, müzisyen, aktör, romancı, şair olsun, genel olarak ortaklaşa bir işçilikleri vardır. Renkle, sesle, kelimelerle, artistik-sosyal bir dünya kuruyorlar. Hayatımızı yazmış-çizmiş oluyorlar. Bizi dile getiriyorlar, gözümüzle, hayalimizle, sinirlerimizle oynuyorlar. Bir heykele dokunmak istemişizdir, bir bakış bizi kılıç gibi bölmüştür, bir çift sözle yumrukları sıkmış veya ağlamaktan yığılıp kalmışızdır. Çırılçıplak bir bozkır manzarasında belki ölüm, belki yaşamak arzusu duymuşuzdur. Bir tablonun, bir resmin, bir şiirin, bir bestenin bize ettikleri böyle şeylerdir. Sanatçı, yaşadıklarımızı bize yaşatıyor, düşündüklerimizi düşündürüyor. Sanatkar kişi, bizi, en güzel, en çirkin, en unutulmaz şekilde, en dokunaklı, en gerçek şekilde hikaye ediyor, insanoğlunun hayatı, macerası, esprisi yaşatılıyor, sanatçı yaşadığımızı doğruluyor.
İnsan nasıl yaşarsa öyle düşünür. Sanatçı bizi nasıl düşündürmüşse öyle yaşamıştır. Ve bizleri de o türlü bir yaşayışa ve düşünceye çağırıyor. İnsan yaşayışının mahiyeti ve sanat eserlerinin ortak özelliği budur.
İnsanoğlu ise sosyal gelişmenin çeşitli konaklarında bir başka türlü yaşamış, bir başka türlü düşünmüştür. Üretim araçlarının, teknolojinin her değişmesinde yeni bir toplum düzeni ortaya çıkmış ve bu toplum tipine uygun düşen bir düşünce tarzı oluşmuştur. Her sanat eseri devrin sosyal-ekonomik şartlarına uygun bir içerik ve estetik anlayışı yaratmıştır.
Yüzyılımızın toplum tipi bölümlü bir toplum tipidir, bağdaşık olmayan, sosyal grup ve zümrelerin çatışmalarının içinde geliştiği ve bu sosyal grup ve zümre çatışmalarının gittikçe keskinleştiği bir toplum tipidir. Bu toplumun düşünce ve eylem gerçeği, karşıtlıklar taşımaktadır. Bundan dolayı bu tip bir toplumun sanat eğilimlerinin çeşitli yönlerde dalbudak salması, mevcut sosyal-ekonomik şartların bir sonucudur.
***
Bugünkü genç Türk şiiri, yüzyıllardan beri sürüp gelen eski şiirimizin son kalıntılarıyla yan yana. Yalnız, eski şiiri safdışı ede ede gelişiyor.
Bizim, artık insana tövbe dedirten ve altı yüzyıl süren bir klasik şiirimiz vardır. Kendi şartları içinde büyük söz üstadları da yetiştiren ve cansız, insansız ve soyut olan bu şiirimizden kurtulmak için, yüzyıllık bir fikir ve sanat yolu da zorla katedilmiştir. İdealizm ve idealizmin klasik doğu edebiyatında önemli bir unsuru olan "soyutlama"cılık, bizim halk edebiyatımıza ve yeni edebiyatımıza dahi adamakıllı damgasını vurmuştur. Tanzimattan bugüne kadar olan fikir ve sanat hayatımızdaki gelişmeler ve yenilikler inkar edilemez. Bununla beraber yeni bir Türk şiiri ve romanı vs. ancak demokratik cumhuriyet devriminden sonra doğal mecrasına yönelebilmiştir. Bugün Türk şiirinde ve şairleri arasında hala eski sanat değerleriyle yetişenler, hala eskiyi terennüm edenler, hala "soylu ve seçkin" sayılan, öznel bireyci mırıltılarla kalem oynatanlar vardır.
Bugün şiirimizde, halk davalarına karışan, sosyal hayata saçının her teliyle bağlı olan sanatçılarımız vardır.
Bugün şiirimizde, eski söyleyişi, eski dünya görüşünü atan, hayata bilfiil katılan sanatçılarımız, hümanist kültürü, insanlığın daha iyi bir geleceğe olan inancını haykıran şairlerimiz vardır.
Bugün hala fikir ve sanat hayatımızda önemli mevkileri ve imkanları olan sosyal mürteciler ve sahte sanatçılar vardır.
Fakat her şeye rağmen genç Türk şairleri devrimci bir sanat anlayışına varmışlardır. Şiir gökten yere inmiş, sokağa, "meydan"a çıkmıştır. Günlük hayat, somut olan hayat, sosyal hayat, ızdırap hayatı, ümit bağlanan şeylerin hayatı, genç şairlerimizin yeni ilham kaynaklarıdır. Genç şairlerimizin çoğu, halkçı, demokratik bir içerikle beraber, yeni bir estetik de kurmuşlardı. Eski edebiyatımızın laf cambazlığı, eski dilimizin mollalığı, eski estetiğin şarklılığı yıkılmıştır.
Eski şiirin son kalıntıları tasfiye edilen söz alanında söyleyecek tek beyitleri kalmıyor. Bugünün şairleri hayat örsünde döğüle döğüle, pişe pişe günlük bireysel eğilimlerden de kurtulacaklar ve sanatımız daha yüksek ulusal ve hümanist bir karakter alacaktır.
Bu fikir ve eylem yüzyılında, sosyal ilerlemenin, insanlığın mutluluğu yollarında; insanın birey olarak ödevi ne ise, sosyal toplulukların, örgütlerin, politikacıların ödevleri ne ise, sanatçının da ödevi odur: Sosyal gelişmeyi hızlandırmak, köhnemiş gerçekleri değiştirmek, insanın insanca yaşamasını sağlayarak, şartları hazırlamak ve sosyal görevde bilfiil vazife almak, hayata bilfiil katılmak.
Hayatımızın ve aşkımızın şarkısını söyleyen şair, hakkımızı koruyan şair, ulusumuzdan yana olan şair, hümanist şair, barışçı şair, bizleri birbirimize sevdiren şair, kötülüklerin yok edilmesi için savaşan şair; meydan senindir.
Sanatın ve düşüncen gerçek olsun.
Enver Gökçe
Yeryüzü, Sayı 3, 15 Kasım 1951