Sayfalar

30 Mart 2019 Cumartesi

Yaşam Budur

Kösnül bir an. Taşkınlık. Yoksayma.
Örgenler burulsun, kamçı yalasın gönü, barsaklar boşalsın.
Arınmanın büyüsü.
Çıplak bir yüze bakabilmenin.
Giysilerden arınmış, salt duyum olmuş, gönü gözcüsü.
Varlık içinde yitmezse sarsılmaz bir deneyim.
Sürmeler silinmiş, dişler sökülmüş, memeler sarkmış.
Kesinliği önceden saptanmış devinimlerle sarsılmış gövde.
Soğurma, itme, boşaltma, titreme.
Sıvılar.
Sağaltıcı bir yayılışla, öngörülmedik oranlarda.
Sıvaşık kuttören.
Se.
Sı.
Se.
Sası.
Damakta yürüyen acılık. Tuz.
Yorgunluk bu evrenin tanımadığı bir durumdur.
Durukluk varsayılmamıştır.
Gevşeme benimsenmemiştir.
Sürtünmesiz bir ortam –gözlemlenebilir konumların her biri tam tersini imliyorsa da.
Kaslar büzülür, daha yeğin bir devinimi öncelemek için.
Gönün sığası.
Bütün anları, bütün durumları içerebilir.
Bakışlar bulanıklaşmıştır.
Boynu
Kavrayan el
Bir
Son
Verebilir
Dışarıda sürdürülen bayağılığa.
Yaşam o değildir.
Yaşam budur.


C. Hakan Arslan
01.01.07, Kuşadası

29 Mart 2019 Cuma

Amaçlar

Amaçlı yaşamlar kadar
sinirime dokunan bir şey yok,
ne kadar amaçlı yaşamla
karşılaşırsam
o kadar Kerouac oluyorum.

Alkol bir sığınak değil,
bir gerçeklik süzgecidir
-amaçlar ona takılır
ve Jack’in şarabından iyisi yoktur.

Biliyorum, çünkü şarabın
ucuz ya da pahalı oluşunun değeri
yoktur,
şarabın değişim değeri
amacın değişim değerini kat be kat
aşar.

Amaçlar kolayca el değiştirir,
öznenin kendi üstüne kapanması, ne
tuhaf –
oysa şarabın el değiştirmesi
bir topluluğun genişlemesidir.

2007 insanları bu konuda biraz
zorlanacaktır,
ne de olsa düzenli bir yaşamları,
öngörülebilir amaçları var,
herşey ucu ucuna hesaplanamaz,
ama bizi matematik kesinliklere
ulaştırabilir.

Ne Kerouac’ın ne benim
bu konuda bir tutum benimsememiz
doğru olur,
çünkü şarabın uzaktan da olsa
özgürleşimle bir akrabalığı vardır.

Özgürleşim deyince de
bir Lower East Side sokağında
ellerim cebimde yürümeyi
ve amaçlara
gülüp geçmeyi anlıyorum.

Bu devrimci devinim
bir yön bulma tutkusuna
kapılmadan önce
benimle çıkabilir
ve onu çimlerin üzerinde
becerebilirim.

Bunu daha önce de yaptığım için
belli bir amaca yaslandığımı
düşünebilirsiniz,
ama gövdeleri çoğaltmaktan
daha amaçsız bir şey olamaz.

Gövdeleri çoğaltmak derken
üremeyi değil,
kendini onlara bırakmayı
imliyorum,
bu durum 2007 insanlarına aykırı
gelecektir,
çünkü denetimsiz amaç olamaz.

Bence de.

İşte bu yüzden cep telefonumu
kapatıp
çırılçıplak soyunuyorum.

Taranmaya hazırım.

Bulgular bir boşluğu imleyeceğine
göre

Koşup sıçrayabilir, salıncağa
asılabiliriz.

Amaçsızlığımız dinelince
şarap daha da keyifli gelecektir.


C. Hakan Arslan
28.07.07, Ankara

28 Mart 2019 Perşembe

Hampstead

Tolga Tuyluoğlu için


Hampstead Heath’in ılık bir güne, yorucu kalabalığa açıldığı saatte Merton Lane’de bir
bahçeye oturmuş biramı yudumluyor, güneş gözlüğümle oynaşıyorum:
Sinir sistemimi baştan aşağı etkileyen alerjiye karşı etkisiz bir geciktirici!
Güne Blake’in gözleriyle bakmamı engelleyen iki kara cam! Asit-boyalar
damarlarımda akıyor.
“Blake is Blake.”
NY’ta, 54.Cadde’de, bir apartmanın 15.katında (15D) oturmuş, Kerouac’ın
şiirlerinden, anlatılarından oluşma, müzikle arkalanmış bir CD’yi dinlerken bu tümce
Aysun’la benim yüreğime kargı gibi saplanmıştı.
“Blake is Blake.”
İkimiz de aynı anda salya sümük olmuş, doya doya ağlamıştık.
Bu baştan çıkarıcı üzünç, bu sızı dorukdoyumu Londra’da, bir Pazar günü,
Hampstead Heath göğünü kuşatan anlamsız uçurtmalar arasında peşimi bırakmıyor.
Yaşamın kendi boşunalığı içinde kutsal bir sevinç gibi patlayışını duyumsuyorum.
Allen’ın “Kutsal!” çığlığı cıvıklığını yitiriyor, yeni, güçlü bir tınıya kavuşuyor.
Yaşam var, biz onun içinde bu anın kutsal boşunalığını kaçınılmaz bir yazgı olarak
görüyor, kıvanıyoruz.
Kıvanıyoruz.


C. Hakan Arslan
Londra, 07.06.04

27 Mart 2019 Çarşamba

Çıldırmamak Gerekir

6.Cadde’de miydik, bilmiyorum-
Sheraton’da tuhaf bi gece-
Kaçtığım onca şey izimi sürmekte-
bir de kaçmadıklarım var,
kaçmayı istemediklerim,
ama beni çılgınlığın eşiğine
sürükleyecekler neredeyse,
tıpkı Nietzsche’nin sütçü beygiri gibi,
bunu asla hak etmeyenler,
tüzenin yokluğunu kanıtlayanlar,
bütün nedensellik zincirleri, bütün
erdemler, bütün inançlar
bu boşlukta arınmak zorundalar-
Üsküdar Meydanı’ndaki kör satıcı
beynimde bi çınlama olarak duruyor,
başka kimse için anlam taşımayabilir,
boktan bi öyküsü olabilir,
saçmalamış olabilirim,
ama o kör uzanış, o tedirgin avuç, o yılgın
tutamak
kafamda vızıldayan bi burgaç olarak
kalacak
-aynı burgaç yıllar sonra bi şölen
salonunda çalıştı yeniden,
Sheraton garsonları, hepsi yaşlı, hepsi
huysuz, hepsi titrek, hepsi
umursamaz
-beni o umursamazlık kurtardı-
biri var ki gözlükleri ardında yorgun
gözler,
titreyen eliyle ciddiye almakta işini bana
kalırsa,
taşıyamayacağı bi tepsiye ha babam tabak
yığmakta,
en az 65, belki de yanıldım, erken çökmüş,
en fazla 55, neyse ne,
kafamda vızıldayan burgacı çalıştırdı yine,
gövdesinin duruşu, elinin uzanışı, tepsiyi
tartışı,
herşey bi anlamsızlığa evrilmekte,
oysa burgaç anlamsızlık içre çalışmıyor,
oysa burgaç boşluk içre çalışmıyor,
gözlüklerin ardında işliyor burgaç,
Aysun elimi tutmasa, gözlerimin içine
bakmasa
kendimi kapıp koyvereceğim burgaca,
herşey işliyor,
Heidegger’in ilenciyle birlikte herşey
işliyor,
gevşeyin, herşey işliyor, tıkının, herşey
işliyor,
esenlikle çiğneyelim lokmaları,
gövdeye indirelim kırmızı şarabı, aptalca
bi şakaya gülelim,
herşey işliyor,
otelden çıkıp otoparka yönelince
anlıyorsunuz bunu,
herşey işliyor, araba için sıra var, gülünç
suratlar, herşey işliyor,
en iyisi sokağa çıkmak, herşey işliyor,
onca beklemek yerine,
Heidegger’in izini sürmek yerine, herşey
işliyor, el etmek gelen taksiye,
serin bi hava, dingin bi yağmur, cızırdayan
lastikler, yaklaşan taksi,
duruyor, biz binelim diye,
esrik değiliz, oysa olmalıydık, bağrış çağrış
konuşuyoruz,
Liza bizimle, yarı İngilizce, yarı Türkçe,
taksici “kestirmeden giderim abi” diyor,
Türkçe,
NY’ta el ettiğimiz ilk taksi, Türkçe,
Taksici Ali götürüyor bizi 54.Sokak’la
1.Cadde’nin köşesine,
o sıra üstünü değişen
bi iskelet
New Jersey’e gitmek için metro
istasyonuna inecek,
gözlüklerin ardında burgaç,
bekleyecek
“kestirmeden giderim abi!”
kestirmeden git,
kestirmeden gidiyoruz eve,
kestirmeden,
yoksa,


C. Hakan Arslan
15.05.04, New York - 20.05.04, Ankara

26 Mart 2019 Salı

Manhattan Satori

Levent Demirel ile Liza Carrillo için




Geldim Allen, işte burdayım, New York’ta,
ensonu başardım, sen öleli 7 yıl oluyor –
“Offices of Allen Ginsberg”, Bob Rosenthal “Atla uçağa, gel perşembeye,” demişti, “Allen
burda olucak, konuşursun istediğince,”
1995’te bir pazar akşamı, parasızlık içinde geçen günler, askerlik sorunu, pasaport yok, olsa
ne yazar, nasıl olup da giderim New York’a,
Ferlinghetti’nin asistanı “Yakın bir eyalette misin?” diye sormuştu, “Turkey, Texas mı?” –bu
büyük şaka hiç bırakmadı yakamı
-atla gel, bu pazar, bu perşembe, gelecek hafta başı
-tam 9 yıl sonra NY’tayım, çok yorgun, dağınık, gergin, tedirgin, huysuz,
boğazına kadar işe gömülü
ve bu halleri hiç sevmemekteyim
ve işi hiç iplememekteyim
ve acun böyle de işliyor
ve tao bir yanımda bir değil
ve bunlar bayağı iç dökmeler olsa keşke
ve seninle ilişkim Allen önü sonu bi saplantı olsa, sen nasıl bozduysan kafayı Blake’le
ama değil, ama değil, ama değil –
gerçek derinlik burda
ben derinliklerden geliyorum
ben derinliğim
ben “yeraltı adamı”yım Nietzsche’nin
Trophonios, ayağında kovboy çizmeleri, saçı eskiye oranla çok kısa, suratı asık, küpesi yitik,
beynindeki karıncalanma duruk, yüreğindeki müzik kesik, yürüyorum 5.Cadde’den
aşağı
ve gözlerim görmüyor
ve kulaklarım tıkalı
ve tinsizim
tınmıyorum artık,
densizim, dinsizim,
kinsizim,
kimsizim, karanlık dışarı kusuyor kendini, köpüklü, mis gibi kokan bir kahve sanki, yayılıyor
ılık ılık, parlak göğün altında kenti kuşatıyor, beni de içine katarak, seni de içine
katarak, çünkü bu kent şimdi de seninle varoluyor, kendimden söz etmiyorum,
ozanın acuna dokunuşu benim kastettiğim,
yürekli ürkek bi dokunuş
gür torlak bi dokunuş
kıç avuçlar gibi bi dokunuş
herşeyi yeni baştan tanımlıyor, nesnelerin düzenini kurup ortadan yok oluyor, alçakgönüllü
bir dokunuş,
sokaklar bu sayede biribirine kavuşuyor, geçitler açılıyor, ırmaklar çağıldıyor, denizler
çalkanıyor,
ben bunları bilerek iniyorum tinin yamaçlarından aşağıya, herşey benimle varlık buluyorsa
Allen, buna daha fazla katlanamayacağım, yaralarım iyileşmiyor çünkü, neşem yok,
yaşam öyle bir yere vardı, öylesine bir yere vardı, yaşam öylesine vardı,
seni tanımamış olsam buna aldırmayacağım, Snyder’ın dizeleriyle geçmiş olmasam küçümen
koyaklardan, akışsız derelerden, bitimsiz yamaçlardan, Jack’in içe doğmasıyla
durduğum yerde, oturduğum odada, sarı ışığın altında, külüstür bi daktiloyla onca
yol almamış olsam, bunca kıvanmamış olsam,
-şimdi binlerce mili aşıp duruyorum sabahtan akşama
Ufa, Saraybosna, Berlin, Londra, New York sürtüyorum amaçsızca
herkesin bir amacı var, benim de, işim var, sorumluluklarım –bunu anlamam için kimsenin
söz etmesi gerekmiyor
ama değil, ama amaçsızım, ama yok
Lao-tzu’nun bebeği gibi değilim, herkes bi şeyleri bilircesine eylerken ben durup
durmuyorum şaşkınlık içinde
ben durmuyorum, amaçsızca eyliyorum bi amacı gözeterek, bunca laf salatası şiirden yoksun
görünecek pek çok kişiye, bikaç kulak, bikaç dost, bikaç uzak ozan, aysun, çalışma
masam, eski lambam, 0.5 kalemim bir de
bunda bi şeyler bulacaklar,
üzünç dolu bir öykü çıkarmasınlar yeter,
çünkü buna dayanamayacağım, buna New York’ta dayanamayacağım, buna yarın Lower East
Side’ın sokaklarını turalarken dayanamayacağım, buna dün Village’da, Cafe
Wha?’da neşeli bir gruba kulak verirken dayanamayacağım
buna geçmişte şimdi gelecekte dayanamayacağım
çünkü büyük bir ozanım ben
çünkü benimle can bulacak yaşamı yenileyen dizeler
çünkü buna durak yok
çünkü durursam başlayamam yeniden
çünkü son bir dayanıklılık gösterisinden başka bi şey değilim ben
çünkü 3.Cadde’yle 53.Sokak’ın kesiştiği köşede, ürperten bi esintinin eşliğinde, sigaramdan
çektiğim nefes, kahvemden aldığım yudum acunun dengelerini etkileyebilir
çünkü varlığım değersizse de duraksız düşüncelerim var
çünkü ben imge devşirmezsem kimi varlıklar son bulacaklar
çünkü Allen var, dün olduğu gibi
çünkü bunlar çılgınlığın önüne dikilen som duvarlar
çünkü müziği değiştirebilirim
çünkü şimdi bile yazabiliyorum
çünkü beni varkılan o ince alay
bir mandalanın döngülerini donatıyor
-bunları ciddiye almanızı istesem
o mandala baştan aşağı değişirdi
ben de öyle
-değişmedim Allen,
ama yetişemedim de
beni sürükleyen acun çevrimine
-bunu anlamam için
serin bir NY akşamında
zar zor bulduğum bi kağıda
bunları yazmam gerekmezdi
-yine boyun eğiyorum kendime
yine And Dağları’nda İnka Ermişleri’yle acunu dengeliyorum
yine eşiğine varıyorum satorinin
O satori
beni diri tutabilir
direşken kılabilirdi
bunları yazmasaydım belki
Burada koro girer araya,
haydi, hep bir ağız,
“kart papaz çorba
kart papaz çorba
kart papaz çorba.”


C. Hakan Arslan
06.05.04, New York

25 Mart 2019 Pazartesi

Son

herşeyi sıfırdan başlayarak anlatacağım.
geceydi.uyumuyordum.
üç ay boyunca uykusuzluk peşimi
bırakmıyordu.
sonunda olmayan şeyler beni görmeye
başladı.
önce sesini duydum. ışığı söndürmemi
söyledi.
galiba geceydi.
konuşmaya başladı. şimdi, bana
söylediklerinden
hiçbirini hatırlamıyorum, ilk ve son
sözünün dışında.
'korkma' dedi 've sesimi takip
et'.asansöre bindik.
ben onun, bana söyleyeceği son sözü
almaya gidiyordum.
bir an asansörün aynasında birini görür
gibi oldum,
ya da o aynadaki şey
sesin sahibi olan şeyi gördü,
bilmiyorum.
şehrin merkezine doğru yürüyorduk
durmadan konuşuyordu.
söylediklerinden hiçbir şey
anlamıyordum.
belki de anlattıklarından hiçbir şey
anlamamam için konuşuyordu,
tıpkı hayat gibi geceydi.
yerler donmuştu.
bastığım yerlerden kırılan buzların
sesleri yükseliyordu.
korkmak esrar kokuyordu.
korkuyordum.
nasıl oldu anlamadım birden her şey
kayboldu.
apartmanlar, sokak lambaları,
şehrin köprüleri ve her şey kayboldu.
önümde bir bank vardı, ve bankın
üstünde bir şeffaf bir kalp, atıyordu.
eğilip içine baktım. içinde başka bir kalp
daha vardı.
nedense kalbin içindeki diğer kalbe
dokunma isteği geçti içimden.
işaret parmağımı ince zarının içinden
diğer kalbe dokunmak için uzattım.
tam dokunacağım anda yanımda biri
belirdi.
bu sesin sahibi olan kişiydi.
ben kalbe dokunduğum anda
yanımdaki adam hızla elindeki hançeri
kalbime sapladı.
iki acı duydum aynı anda. birbirinin
aynısı olan iki acı.
elim boşluğa düşerken bir kadın belirdi
bankta.
kalkıp gitti.
arkasına bakmadı.
bir daha hiç bakmayacaktı da.
adamın yüzüne baktım.
o adam bendim.
sonra ben,bana son sözlerimi verdim.
'buraya kendini af etmek için ondan
özür dilemeye gelmiştin!'

yalnızlık,
ışığı söndürmemi söyledi.

aşk,
siyah gecenin içinde uçan
siyah kadife bir kuştu

ölümse beyazla görülürdü.


Jan Ender Can

24 Mart 2019 Pazar

Snuff Film Chicago

Vakitsiz bir hava korsanı macerası bu
Çatışarak geri çekiliyor aşk
Biliyorsun uçurumdan aşağıya koşabilirim
Postalıma zulaladığım tabanca ile
Geceyi tam 12’den vurabilirim
William Burroughs’un yüce ruhu adına!

Bir şeyler eksik biliyorsun
Bu hava boşluğu, bu tımarhane zincirleri
Şehir bir reklama dönüşürken
Çocuklar ölüp duruyor mızıkasız
Dikiliyor karşımıza çölün koskocaman sfenksi
Sen gülüyorsun hepsine, usul bir
Çarşaf sarıyorsun, dilinde bir
Jefferson Airplane türküsü
Takma kafanı diyerek öpüyorsun
Öpüyorsun ve tüm çöl sarmaş dolaş
Sevişiyor karışıyor vadiye
Çatışa çatışa geri çekiliyor aşk
Kendi hücre çeperine…

Vakitsiz bitecek bir hava korsanı macerası bu
Çıldırmış dünya üstümüze
Mermi boşaltsa da
Bekleyecek seni ruhum
Zabrieski Noktasında…


Rafet Arslan