Sayfalar

9 Kasım 2019 Cumartesi

Omurga Flütü II

Gök de
unutan maviyi dumanlar yüzünden
ve bulutlar da, delik deşik göçmenler yellerde
son aşkımla; parlayacak
tutuşuncaya değin kızıl yanakları gibi veremlilerin.

Sevincim bastıracak alarmı ve bağırışını
yığınların, evlerini unutan neredeyse.
İnsanlar,
dinleyin!
Çıkın korkuluklardan, çukurlardan
Sonraya bırakın bitirmeyi savaşı.

Sürse bile
çarpışmalar Bachus orgları gibi
yitirmedi gücünü aşk; sözcüğü.
Sevgili Almanlar!
Taşıyorsunuz dudaklarınızda
Gretchen'i Goethe'nin Faust'undan.

Fransız
gülerken öldürülüyor süngüyle
ve gülerken parçalanıyor vurulan uçmazı
düşündükleri zaman
nasıl öptüklerini dudaklarını
ah Traviata.

Yüzyıllar çiğnedi en tatlı meyveyi
ama tükürüyorum.
Zamanı şimdi kapanmanın yeni ayaklara!
Türkümü söylüyorum bugün
Süslenip püslenen bir kadına
kızıl saçlı.

Belki de bu süngülü günlerden
tanık olunca yüzyılların, sakalı
kimse kalmaz
yalnız sen
Ve ben
koşarız ardından senin kentten kente

Buradan çok uzaklara gideceksin
gizlenmek için suskunluğunda gecelerin-
yanan sokak fenerlerinden Londra sisiyle
ulaşır sıcaklığı sana tutuşan öpüşlerimin.

Kervanlarını süreceksin ateş çölleri ortasından
aslanlar dolaşan-
ben
sereceğim, ayağının altına Sahra’sını
yangın sıcağı yanaklarımın.

Ve görüyorum seni, gülen ve meraklı
şık toreadorun oyununu
kıskançlığım
fırlatılacak birden halk yığınlarına
can çekişen boğanın bakışından.

Dalgın adımlarla köprüye gidiyorsun-
ve düşünüyorsun,
her şey iyi orda, aşağısında ırmağın.
O zaman görürsün
çürüyen dişlerimi ışıyan suda,
altında Seine köprüsünün
benim.

Bir başkasına değişiyorsun ateşli koşucuları
Ateşler içinde Sokolniki ve Strelka.
Görüyorsun ozaman beni yüksekten gözkırpan
ay gibi, çıplak ve batık acılara.

Güçlüyüm
ve gerekince bana
buyururlar:
öleceksin savaşta!
Dudaklarımda donup kalır sonuncusu
adın olur
paramparça olunca mermilerle.

Neler gelecek başıma?
Azize Helena?
Ya da imparator tacı mı giyeceğim?

Dörtnala aştım yaşam dalgalarını,
çar yüzünden Evren üstü
ve yaşam boyu hapisliğe
aday olabilirim.

Benim ilk buyrultum
çar olarak atanınca:
"Bas günşığı paraları bütün
çariçenin yüzü gibi!"

Irmaklar akar kuzey rüzgarlarıyla orda
ve soluklaşır bütün dünya tunduralarla
zincirlerime kazıyacağım adını Lilya
ve öpeceğim onlar parçalanıncaya kadar

Unutuverdin göğün maviliğini
ve kabarıyor sırtın
kükreyen kaplan gibi.
Duysana
bir aşk tutuşuyor belki son defa
ateş kızılı yanakları gibi veremlilerin.


Mayakovski
Çeviri ve inceleme: Abdullah Rıza Ergüven

8 Kasım 2019 Cuma

Omurga Flütü I

I
 
Çiğniyorum kilometrelerini yolların şaklayan adımlarla.
Nereye gidebilirim içimin cehennemi tutuşunca?
Göksel Hoffman mıydı o biri ozan olan
seni bulan, lanetlenen kadın?
 
Yollar çok dar sevinç kasırgalarına.
İnsanlar kusuluyor donanmış eğlencelerden.
Düşünüyorum.
Düşünceler başımdan aşkın
kan tümsekleri gibi, sayrılı ve pıhtılaşmış.
 
Ben,
bütün eğlencelerin tansık ustası,
yok biri eğlenceye gidecek benimle.
Daha iyi olurdu sokağa atılmam
ve parçalamak kafamı taş Nevskiy'e karşı!
Sövüp saydım.
 
Bağırdım var olmadığını tanrının,
ama soktu elini tutuşan Cehennem'e tanrı
ve bir kadın çıkardı
dağ gözünde kımıldadı
ve buyurdu bana?
sev o kadını!
 
Tanrı memnun.
Sonsuz göğün altında
yitirdi yaşamını acı çeken bir insan.
Tanrı avuçlarını sürüyor yukarıda.
Tanrı düşünüyor:
bekle sen, Vladimir!
 
Bilmeyim diye
kim olduğunu
sürdü
insancıl notalar piyanoya
ve gerçek bir koca verdi sana.
Gelirsem birden yatak odası kapısına
Ve haçlarsam işlemeli örtüyü üstüne göbeğinizin,
biliyorum
duyulmaya başlıyacağını yanık et kokusunun
ve şeytan tütecekti kükürt gibi;
 
Ama koşturdum dört yanıma
sabah erkenden, bir sevgili kaçırmış olmandan korkarak.
Çığlığımı biledim tertemiz, dizelerle
yarı deli bir cevahirci gibi.
Kağıt oynansaydı!
Çalkala boğazını
kuruyan yüreğini köpüklü bardakla.
 
İhtiyacım yok sana!
Benim olasın istemiyorum!
Biliyorum
ölüm çarçabuk
alıp götürecek beni
 
Var olduğun gerçekse, tazın,
sen örmüşsen yıldız göğü halısını,
bu acı işkencesi,
kötüye giderse her gün
sence buyurulmuşsa cezalanmam,
as kendini tanrı yargıç zinciriyle.
Bekle ziyaretimi.
Tam zamanında geleceğim
ve gecikmeyeceğim.
 
Dinle beni,
Büyük enkizisyoncu!*
 
Ağzımı bıçak açmıyacak.
Bir çığlık bile
kopmayacak paramparça, dudaklarımdan.
Bağla beni kuyruklu yıldızlara yabanıl atlar gibi
bırak yollarına gitsinler
ve parçalasınlar beni kanatlarında yıldızların
Ya da şöyle:
ruhun boş ve çıplak
yargına sunulunca-
uyuşuk ve yürekler acısı-
atabilirsin bir ağ gibi Samanyolu'nu
üstünden bir direğin ve asabilirsin beni.
Yap istediğini.
Dört parçaya ayır beni.
Ellerini yıkayacağım, suçsuz
Yalnız bir şey-
al götür o lanetli kadını
sevgilime yaptığın gibi!
 
Çiğniyorum kilometrelerini yolların şaklayan adımlarla.
Nereye gidebilirim içimin cehennemi tutuşunca?
Göksel Hoffman mıydı o biri ozan olan
seni bulan, lanetlenen kadın?


Mayakovski
Çeviri ve inceleme: Abdullah Rıza Ergüven

7 Kasım 2019 Perşembe

Omurga Flütü - Giriş

Lili Yuryevna Brik'e
 
 
Giriş
 
Hepiniz için,
sevinç bulmuş olduğum ya da bulduğum
ve koruduğum ikon resimleri gibi ruhun
şiir dolu kafamı yükseltiyorum
bir şarap bardağı gibi masadan.
 
Düşündüm arasıra
iyi olacağını
sona erdirmeyi bir kurşunla.
Nasıl olursa olsun,
bugün sunuyorum
en son konseri içten çekilme selamımı.
 
Hafıza!
Burda sokulacak onlar beynin salonuna
dolu gözleriyle ışıldayan kahkahaların
sonsuz kuyrukları hepsinin, sevdiğim.
Düğün giysilerine bürüneceğiz bu gece.
Işıyacak sevinç bedenden bedene.
Bu gece, bu gece, hiç unutulmayacak.
Çalacağım, ayağa kalkıp
kendi omurgamı flüt gibi.
 
 
Mayakovski
Çeviri ve inceleme: Abdullah Rıza Ergüven

6 Kasım 2019 Çarşamba

Pantolonlu Bulut IV

Mariya! Mariya! Marıya!
bırak içeriye beni Mariya!
Böyle duramam sokak ortasında!
İstemiyor musun?
 
Sen bekliyorsun
delik deşik olsun diye yanağım
denendi herkesçe
solukluğu yüzün
geleceğim fısıldayarak
dişsizler gibi geveleyip
var bugün
"olağanüstü, doğru düşüncelerim".
 
Mariya
görüyorsun
daha şimdiden kambur sırtım.
 
Sokağın aşağısında
insanlar bakıyor küçücük odalardan
iri kursaklarının üstünden
kırk yıl acıyla pişmiş
ve alaylı gülüşleri onların
dişlerinin arasında
hiç de öyle değil
kuru ekmek taneleri görülür dünden.
 
Kaldırımlar ağladı yağmurdan
solgun gölcüklerle çevrili
üstübaşı ıpıslak bir serseri
yalıyor yolların taş cesetlerini
ve ağaran kaşlarda
evet! buz çubuklarının
kaşlarında gözyaşları
evet! suborularının göz kapağından dökülen yaşlar 

Yaladı bütün yayalar dilini yağmurun
ve her ekipaj ışıttı yağlı bir atleti:
yenip yutulan insanlarla
çatladılar
ve yağ sızdı çatlaklardan
ve dışarı aktı ekipajdan
bayat pirzola ve çiğnenmiş köfteler
bellisiz biz kaçışta.
 
Mariya!
Onların yağlı gözleri
yumuşak bir adla nasıl delinecek?
Kuşlar
öterek dilenir
uyumlu bir sesle sunar yalvarışım
ama ben Mariya
bir insanım etten ve kemikten
veremli bir geceyle öksüren, elinde Prensniye Sokağı'nın
 
Canlı bir insan mı istediğin Mariya?
Bırak içeriye beni Mariya!
Tutacak zilin koncunu titreyen parmaklarımı
 
Mariya!
 
Yabanıl otlar sarmış yolun otlağını ansızın.
Boynuma geçmiş ipi halk yığınlarının.
 
Aç kapıyı!
 
Canımı onlar acıtan!
 
Bak gözlerime
kadın şapkası iğneleri batırılmış!
 
İçeri aldı sevgili beni.

Çocuğum!
Korkma
kaim boynumda
terli kadın göbeğinden bir dağ yaşam boyunca
çekiyorum
bu tertemiz aşkları milyonlarca.
ve milyonlar milyonlarca kirli orospular
Korkma
yalnız bir kez daha
bastıracağım kendimi binlerce kadına
eriyen karlarında inançsızlığın
"Mayakovski'nin bütün sevgilileri!"
bu çılgının yüreğinde,
dörtnala gidiyor bütün bir çariçe soyu.
 
Yaklaş Mariya!
Çıplak ve utanmaz
ya da titreyen bir korkuyla
sun çiçeklenen dudaklarını bana:
hiç yaşamadık Mayıs için, ben ve yüreğim
bu hayatta yaşadık
yalnız yüz kadar Nisan var.
 
Mariya!
Tiyana'ya şarkısını söyledi sonelerinde ozan
ama ben
bir insanım
büsbütün etten
ve yalvarıyorum bölenine
hıristiyanların yalvardığı gibi:
"Sun bize bugün
günlük ekmeğimizi."
 
Sun bana Mariya!
 
Mariya!
Unutacağım diye korkuyorum adını
bir ozan olarak unutulmaktan korkuyorum
bir sözcük
doğdu gecelerin işkencesi gibi
(Tanrıyla eşitlik ve onun gibi büyük )
 
Bedenini
sevip koruyacağım
er gibi
savaşın öldürmüş olduğu
yığın yığın
ve hor görülmüş
bu bacaktan korkuyor kendisine, kalan!
 
Mariya-
istemiyor musun?
İstemiyorsun!
 
Ha!
Bir kez daha
yaslı ve üzgün
al yüreğimi
kanıyor gözyaşlarını
ve taşı onu
köpek gibi
taşı köpek inine yeniden
tiren çiğnemiş gibi ayaklarını.

Yol şenlenecek yüreğimin kanı şaklayınca
çiçek gibi takılacak tozuna yağmurluğumun.
Güneş bin kez dans edecek çevresinde dünyanın
Herodes'in kızları gibi
başı çevresinde Jean’ın dans etti.
 
Ve dansları sona erince
yaşamının yettiği bütün o yıllar
uzanacak yolum babamın evine
kan damlalarıyla kaplı, milyonlarca.
 
Öne doğru uzanacağım o zaman
gece uçurumunun kargaşalığıyla sarmaş dolaş
ve alçak gönüllülükle
kolunu tutacak
ve şöyle fısıldayacağım kulağına:
 
-Dinleyin şimdi Bay Tanrı’yı!
yorulmadın mı
her sabah her akşam
gözleri yaşartmaktan bulut reçelinde?
Biliyor musun
bir karuselde olduğumuzu
çevresinde bilgi ağacının, iyi kötü!
 
Her yerde var olan sen, her dolapta var olacaksın
ve biz böyle şaraplar koyacağız masaya
kaybolur havari Petrus bu başdönmesiyle
ve başlar ki ka poo dansına,
ve dolduracak cenneti Evalar yeniden:
Sen buyur yalnız-
ve ben
bir şey düşünmeden
koşturacağım ardından en güzel kızların
bulvarda
 
Bunu mu istiyorsun?
 
Değil mi?
 
Sallayıp iki yana şaşkın başını
ve çatıyor musun uzayan ak kaşlarını?
İnanıyor musun
arkanda
o kanatlı şeytan
biliyor mu en küçük şeyleri aşk üstüne?
 
Ben de bir meleğim budur ne olduğum-
benzetti beni gören uysal kuzuya
baş eğmem bundan sonra bir kısrağa
güzel vazoları Sevres işkencelerinin
Sonsuz güç kollu ve ayaklı, sendin bizi koruyan,
gören bizi
başımız var, konuşan ve dinleyen-
sunamaz mıydın bize
acı çektirmeden sevişmeyi
öpüşmeyi, öpüşmeyi, öpüşmeyi?!
 
Sonsuz bir Tanrı olduğuna inanıyordum senin
ama sen yalnız acınacak bilisiz bir tanrı çocuksun.
Bak, boyun eğiyorum
ve çekiyorum kundura bıçağını
koncundan çizmemin.
Seni kanatlı şarlatan!

Kal cennetinde!
Korkunç tüylerinle çırpın dur, yat orada!
 
Seni günlük kokulu hayvan, alıp atacağım
burda'n Alaska’ya!
 
Bırak beni!
 
Kolay kolay beni durduramazsın.
Dingince göstermek istiyorum birkaç şey
ne yalanım var
ne de haklıyım.
Bak
devirdiler yıldızların başlarını
ve her şey kanıyor göksel kıyımla!
 
Merhaba!
gökyüzü!
Çıkar şapkanı üzme bizi
Geliyorum!
 
Suskunluk.
 
Evren uyuyor
bu dev kulak eğik hayvan ayaklara
yıldız pençeli kıvılcım saçan.


Mayakovski
1915
Çeviri ve inceleme: Abdullah Rıza Ergüven

5 Kasım 2019 Salı

Pantolonlu Bulut III

Ama neden bu
ve nereden-
yeniyor bu ak sevinç
kirli dev yumrukları!
Tımarhane korkusu aldı beni
ve çektim perdesini kuşkunun
beynimdeki.

Ve
uzanınca ileri
boğucu kasınmalardan
batan savaş gemisinin karnında-
sürüklendi bölük pörçük
acılı gözüyle Burlyuk.

Kan dolmuş gözlerle ağlaya ağlaya
kalktı ayağa
başladı yürümeye
ye dedi
yağlı kişiden beklenmeyen sevecenlikle
"İyi!"
 
İyi, sarı gömlek engelleyince
görüşü ruhun ateşindeki
İyi
"van Houten çikolatası içiniz!"
diye bağrılınca giyotinde.

Ve bu an
bengalce
bağırışa
değişmek istemiyorum
bir şeyi dünyada...

Ama sigara dumanında,
likör bardağı gibi gözkırptı
Severyani'nin sarhoş ve çirkin yüzü.

Nasıl göze alıyorsunuz ozan denmeyi, gakguk etmeyi
gri evcil kuşlar gibi tümünün en grisi!
 
Bugün
çatlaması gerek
dünyanın kafatası
ve kesilmesi boks alanı için!
Ancak bir düşünce kuşkulandırır sizi-
"Cazip dans etmiyor muyum?"
Ama eğleniyorum
başka biçimde gördüğünüz gibi-
pezevenkler ve oyun serserileri gibi!

Siz
aşkları delik deşik eden, altüst eden
yorgunum ben
bitmez seliyle gözyaşlarının
ve bırakıyorum sizi
güneşle tekgözlük gibi yapışmış
dört açılan gözümde.

Görülmemiş giysilerle
yürüyüp gideceğim güneşler altında
tutuşturacağım bedenimi herkesin sevdiği
ve tıpış tıpış yürüyecek tasmayla önümde Napolyon
fino köpeği gibi.

Açılıp saçılacak toprak bir kadın gibi önümde,
uçan bir kuşkuyla titreyip etine kadar.

Nesneler yaşama kavuşur-
kımıldar dudaktan
ve çene çalan
"Fötnof, fötnof, fötnof".

Birden
karardı hava
ve fırtına bulutları
bütün gök sallandı durdu.
Beyaz işçi yığınlarına benziyordu onlar
öfkeli bir grev ilan eden bütün göğe.

Korkunç bir gürültü koptu buluttan
ve sümkürdüler kocaman burunlarıyla yeğin
ve değişti göğün yüzü birkaç saniyede
yüz ekşitmesiyle Demir Bismark'ın.

Ve biri
takılıp kaldı bulutun kanadına
uzattı elini bir kahveye-
özdeş anda
sevecen bir, kadın yüreği
ve kıyıcı ateşle yakma gibi.

İnanıyor musunuz
kahveyi okşadığına güneşin
bu akşam?
Değil, general Galiifet'i
kurşuna dizen başkaldıranları!

Eller yukarı bütün üşengenler
alın bıçakları, taşları, tabancaları
ve siz bütün kolsuz sakatlar
dövülürsünüz Danimarka kafataslarıyla!

Buyurun bütün açlar
terleyenler
kuşkulananlar
kalbura dönenler yoksulluk içinde

Buyurun!
Bütün pazartesileri, salıları
kanlı bayram günlerine boyayacağız sizi!
Bıçaklar toprağa bulanacak anılmak için
kim hayvanlaştırmak isterdi onu!
Toprak
besiye çekilen bir sevgili gibi
Rothschild gibi bilmek istemeyen daha çok!

Bırakın dalgalansın bayraklar kurşun ateşinde
bütün bayram günler dalgalanan-
as domuz kasaplarının kanlı iskeletini
taa tepeye, sokak lambaları direğine.

Yemin ettim
kapanıp dizlerine
kestim bıçakla
sürükledim ardından
beni ısırsın diye
 
Kızıl, La Marseillaise gibi gökleri sarstı
ölüm savaşında günbatımı.

Delilik şimdiden.

Hiç bir şey olmayacak.
Gece düşecek ve oburca
çiğneyip yutacak
karanlık pisboğazlıkta.

Bak
gök yeniden buz kesiliverdi
bir avuç gümüş yıldızla ihanete batmış.

Geldi o.
Gurul gurul içiyor Mamay gibi her şeyi
oturuyor ağırca arkaüstü kente
Gözlerimiz delik açamaz bu gece
daha kara Azef'ten!

Yığılır kalırım bir meyhane köşesinde
ben ruha, boğulur şaraba örtü
ve görürüm
o kadının değirmi gözlerini masada
Yedi kendini yüreğimde Madonna'nın bakışı.
 
Neden bağışlıyorsun meyhanecilere, mum utkundan
örneğe göre boyanan?
Görüyor musun,
yineleniyor burda özdeş tarih:
Barabbas yeğleniyor
Golgatalı oğluna.
 
Belki taşıyorum bilerek insan yığınında
bir yüz, değil daha yeni başkalarınkinden
Belki
bu en güzeli
bütün oğullarının
ben bu.

Ver
çabuk ölümünü zamanın
kendi sevincinde küflenmeye başlayanlara
büyümeye başlasın çocuklar burda yanyana
oğlanlar baba olsun
ve kızlar gebe.

Ve yeni doğanlar ülkemizde
büyüyüp ak saçlı bilgeler olsunlar.
Ad olarak verecekler bir gün onlar
doğan çocuklarına
başlıklarını şiirlerimin.

Belki benim İngiliz imparatorluğu
ve hiç paslanmayan makineler üstüne yazan
en güncelinde bütün İncillerin
on üçüncü havari.

Ve bağırdığım zaman
yüzsüzce, bütün gücümle-
her saat başı
ve sabahtan akşama-
İsa belki duyacak nasıl güzel koktuğunu
Unutma Beni çiçeğinin ruhumda.


Mayakovski
Çeviri ve inceleme: Abdullah Rıza Ergüven

4 Kasım 2019 Pazartesi

Pantolonlu Bulut II

Öv beni!
Büyük şeyler yapmış olmasam da
Damgalıyorum "nihil" sözcüğünü
yapılanlar adına.
 
Okumak mı?
Hiç bir şey okumadım!
Kitaplar mı?
Ne yapılır kitaplarla?
 
Bir kez inandım
o da kitaplar yaratıldığı zaman
bir ozan çıkar ortaya
yarım ağızla
ve durup yaşam dolu, bağırır aptalca
başa gelen bu işte!
Daha iyi biliyorum şimdi ama
şarkılar çıkmadan önce
dolaşırlar yara bere alıncaya kadar
ve yüreğin içinde
çırpınır düşlemin aptal çapak balığı,
uyaklar, ses yinelemeleri bilyeleriyle
kaynatır onları aşk ve bülbül çorbasında
dönüp dururken yollar kargaşalık içinde
bir dille, kesilen ve konuşmayan.
 
Yolculuk ediyoruz yeni Babil Kulesi'ne
ama tanrı
dilini karıştırıyor insanların
ve yerle bir ediyor
kentleri ekili toprağa.
 
Yol acıyı bastırıyor, dileniyor sonra
ama dikine bir çığlık boğazlarında onların.
Faytonlar atları arık ve şişik dolmuşlar
tösler boğazına trafik yolunun
daha ince veremden
uzanıyor yolun göğsü paramparça.
 
Kapattı yolu kent karanlıkla.
 
Ve ne zaman o-
her şeye karşın!
sonra halk yığınlarını soktu alana,
çöktü kilise merdiveni bir öksürükle
düşündüm ben:
baş melek korosunun şarkılarını
geliyor soyguncu tanrı ceza vermek için.
 
Sonra uzanır yol ve sızlanır:
"Gel gidelim ve çene çalalım!"
 
Krupp ve Kruppçular kirletti kenti
ve korkunç çatık kaşlarla güç verdi ona.
Ölü sözcüklerin, acılı iskeletleri arasında
yararlanan bugün, iki mi yalnız
"Borsçiy"e
inanıyorum
ve "domuz"a.
 
Ozanlar
ağlamalar, hıçkırıklarla şişik
saçlarını başlarını yoldular sokaklara düşüp:
"Şiir nasıl yaratılır böyle sözcüklerle
dörtlükler için
aşk üstüne
ve bahar çiçekleri üstüne?"
 
Ama ozanların arkasında
yolların egemenleri:
öğrenciler
satıcılar
ve orospular.
 
Arkalarda yavaş!
Benim egemenliğim!
Sizler yoksul değilsiniz
sadaka dilenmiyoruz burda!
 
Sağlığımız yerinde bizim
geleceğe götüren bizi dev yığınlarla
dinlemeseler de yuvarlayıp tırmananları
bağlıyacağız dergi ekleri gibi
tüm çift yataklara!
 
Onlara mı dileneceğiz eğip başımızı
ezgilerle
oratoryalarla.
Biziz yaratan bu ezgileri gittikçe büyüyen
fabrikalar, labratuvar ateşi gibi bayıltan.
 
Faust’ta beni ilgilendiren
düşçül şenlik fişekleri gibi
düşer Mefistofeles'le göksel yere.
Biliyorum-
daha karabasan Goethe'nin düşleminden
çizmemde bir çivi.
 
Ben
altın çığlığımın bir tek sözcüğüyle
ruhu yeniden doğuruyor
ve bedeni özgür kılıp
diyorum size:
Yaratmış olduğum her şeyden daha değerli
bir tek tane yaşam dolu!
 
Dinleyin!
Şimdi işiteceksiniz
günün boğazdelen vaazlarını Zarathustra'nın
ve inleyerek yuvarlandığım yerde!
 
Biz
uykulara batık çarşaf yüzlü
ve dudakları sarkık avizelerce
biz
cezalı işçiler cüzamlılar evinde kentin
bütün, yaşam zehirlenir orda yaralı altınla, pislikle
daha temiz mavi göğünden Venedik'in
temizlediği denizin ve güneşlerin!
 
Boşver hepsine
Homerosların, Qvidiusların tanrısal ezgilerine
bize yer yok orda
çiçek bozuğu paslı kahramanlar!
Biliyorum
ışıyacak günışınları kendiliğinden
ruhlarımızın uçan altın kumlarından! 
 
Daha gerçek sinirlerle kaslar yalvarılardan.
Zamana mı yalvaracağız bağışlanalım diye!
Biz-
her birimiz-
sıkar yumruğunu
işte bu güçler tutar dünyaları.
 
Tırmandım Golgatalarını salonların
Petrograd, Odesa, Kiev, Moskova'da
ve yok orda
bir tek
bağırmayan
"Haça ger
haça ger o şeytanı!"
Ama siz-
insanlar-
bana aşıksınız öbürlerinden çok daha
ve siz beni anlamayan da.
 
Gördünüz mü
nasıl yaladığını köpeğin döven eli!
 
Öykülermiş gibi uzun ve gereksiz
aptalca güldü bana bütün çağdaşlarım.
Ama görüyorum
biri gelecek buraya bir zaman, sonra
bir başkasınca görülmeyen.
 
Herkes için o aç köleler başta,
görülmemiş dar görüşlü tüm insanlarca
yürüyüşe geçecekler bindokuzyüzonaltıda
süslü dikenli tacıyla devrimlerin. 

Benim peygamber dedikleri onların,
acının olduğu yerde ben varım.
Düşen her damla gözyaşında
gerildim çarmıha.
Bağışlama yok daha burda.
 
Sevecenlik vardı bir zamanlar
yakıp kül ettim ruhları.
Daha zor bu saldırıp yıkmaktan
bilmiyorum kaç bin Bastiyliler.
 
Ve gelince
haber veren kurtarıcı başkaldırımı-
çıkarıp atacağım
ruhumu göğsümden sizler için
ve onu çiğneyeceğim
büyüyünceye kadar!-
ve dikeceğim onu kanlı bir bayrak gibi.


Mayakovski
Çeviri ve inceleme: Abdullah Rıza Ergüven

3 Kasım 2019 Pazar

Pantalonlu Bulut I

İnanıyor musunuz sıtma olduğuna?
 
Başa geldi bu.
Odesa’daydı geldi başa.
 
"Saat dörtte geliyorum"-
dedi Mariya.
 
Sekiz.
Dokuz.
On.
 
Pencereden ötelere
gitti akşam
karabasanlı bir geceye
işkenceli.
 
Çökük sırtımın arkasında kükreyen bir kahkaha
büyük şamdanların yalazından.
 
Sanmıyorum tanıyacağını birinin beni
bu iniltiler içinde
iki büklüm
sinirli dev.
Ne düşünmesi istenir böyle bir tümseğin?
Böyle bir tümsek yığınlar ister!
 
Pek de önemli değil
yapılmışsa insan madenden
ve yüreği buz kesilmiş demirden.
Buna karşın geceleyin
gizlemek istiyor sesini
bir zaman yumuşak ve kadınımsı.
 
Ve şimdi
ayaktayım
güçlü ve çökmüş, bir pencerede
ve eriyor çerçeveler kızgın sıcağıyla alnımın.
Bu aşk istediğim gibi olacak mı?
Olur mu
küçük ve yazıklı ya da kocaman bir dey gibi?
Bir büyük bir olur böyle bir bedenle, nerdeyse:
olur yalnız
biraz barışçıl aşk budalalıkları
ürken otomobil düdüklerinden
ama tutkun atlı tramvayların hafif zillerine.
 
Islak damlalar düşüyor başımın üstüne
dikince özlem dolu
gözlerimi yağmurun yüzüne, çiçek bozuğu.
Bekliyorum.
kentin sağırlatıcı suçlu gölleri taşınca.
 
Delicesine koştu bir bıçakla gece yarısı
yakalayıp
devirdi
kaçan günü.
Boğazı kesilen başı gibi kütüğün
düştü on ikinci savaş.
 
Bütün yağmur damlacıkları
ağladı hıçkırarak çerçevelerde
ve yüzünü buruşturdu kocaman
yüz buruşturmalar gibi bütün
Parisli Nötre Dame'a.
 
Cehennemin dibine o kadın!
Beklemedim mi yeterince?
Uluya uluya yırtılacak ağızlar, nerdeyse.
 
İşitiyorum:
yumuşak
yatağındaki civciv gibi
fırladı bir sinir.
 
İlkin
yürüdü yavaş yavaş
bir dönüşten bir dönüşe
sonra geçirdi onu 
görülmemiş
bir hıza
Uçup dönüyor şimdi başka bir sinirle
deli bir dansla.
 
Tozdan geçilmiyor alt katta.
 
Sinirler
küçük
büyük
tümü!
dans ediyor
bacaklar kırılıncaya kadar
deli bir dört nalla!
 
Ve gece altüst ediyor odayı yeniden
ve yıkanan sokağın çamuruyla doluyor göz.
 
Keskin bir inlemeyle açılıyor kapı
bütün otel sanki
gıcırdatıyormuş gibi dişlerini.
 
Sen içeri girdin
bir acı "şimdi bitti" gibi
çevirip kadifesini eldivenlerin
çıkardın ağzından baklayı.
"Biliyorsun-
başka biriyle evleneceğim!»
 
Sanki
bu çok önemli mi?
Kurtarırım ben kendimi.
Bağlı değilim hiç bir şeye!
Nabız gibi
ölü bedendeki.

Anımsıyor musun?
Demiştin:
"Aşk
para
tutku
Jack London"-
ve gördüğüm her şey:
bir Giaconda sen
çalınmak zorunda olan Louvre Müzesi’nden!
 
Ve onlar öyle yaptılar.
 
Yola düşeceğim aşk sarhoşluğundan sonra
ateşlerle aydınlanan kara kaşlarla.
Sonra!
Yanmış yıkılmış evlerde de
uyuyan yersiz yurtsuz serseriler var!
 
Benimle alay mı ediyorsun?
"Bir yoksul evde kopekten daha değerli
ozansı deliliğinin zümrütleri."
 
Anımsa!
Vesuvius'la alay edilince
yerle bir oldu Pompey’i
 
İşitin!
Sayın baylar!
Seven sizler
günahları
kıyımları
ve üçkağıtçılığı.

Bir gün olsın
bir şey gördünüz mü
yüzüm gibi korkunç
olduğu
zaman
devinimsiz tümden?
 
Ve tanıyorum-
"ben"
çok küçüğüm bana göre.
Bir şey var durmak istemeyen içimde.
 
Alo!
Kiminle konuşuyorum?
Ana?
Amma!
Oğlun çok mu çok hasta.
 
Ateşler içinde yüreği.
Bilmiyor nereye gideceğini buralardan
selam et benden kızkardeşi Yuda’ya, Olya’ya.
Her sözcük
şakalar, yalın konuşmalar bile
bağırıyor tutuşan dudaklarınca onun bu akşam
atıyor kendini çıplak orospular gibi
tutuşan genelevinin penceresinden.
 
Hava temizlenir
bir yanık kokusu şurda!
Koşarak geliyorlar şimdi
ışıyan başlıklarıyla!

Alo bütün yangın söndürücüler
titizlikle tırmanılır tutuşan bir yüreğe!
Fıçı üstüne fıçı
dolduruyorum gözyaşı mı.
Tırmanmak istiyorum belkemiği eklemlerini.
Şimdi atlıyorum! Atlıyorum! Atlıyorum!
Ama parçalanıyor eklemler
Atlanamaz üstünden bir yüreğin, tutuşan!
 
Yanan yüzün
çatlak dudaklarından :
dev bir öpücük olur kömürleşen.
 
Ana!
Duramıyorum şarkılara.
Korolar tutuşuyor yüreğimin kilisesinde!
 
Yanan, tutuşan yapılardan çocuk gibi kaçıyor
kömürleşen rakamlarla sözcükler kafatasından.
Böyle uzandı
uzanımın elleri göğe doğru
Lusitania limanından, tutuşan
Korkutulan insanlarında
dingin evlerin
bakar durur ateşlerin kızıl gözü gökten.
İşte buradayım ve gelecek yüzyıllara bağırıyorum:
Yanıyorum!


Mayakovski
Çeviri ve inceleme: Abdullah Rıza Ergüven