Beowulf sürdürdü sözlerini ve son kez
geleneksel şekilde övündü. "Hayatımı riske
atardım gençken sık sık. Gel gör ki artık
yaşlandım, fakat mademki kralım, yine de
kavgadan kaçmayacak ve yine kazanacağım.
Yeter ki terk etsin şeytan yer altı kalesini,
ve beni açık arazide bulsun.
Sonra değerli dostlarına seslendi tek tek,
miğferli, kararlı ve soylu savaşçılara:
"Eğer ejderhayla baş etmenin başka
bir yolunu bilseydim, yine elime almazdım silah.
Geçmişte Grendel'le ilgili
dediklerimi nasıl doğruladıysam,
ejderha hakkında da haklı çıkardım.
Ne var ki, soluğunda erimiş zehir var
bu yaratığın; ben de bu yüzden,
demir giysi ve kalkanla gidiyorum.
Bir mağara muhafızı karşısında korkup
geri kaçamam. Gerisi Tanrı'ya kalmış,
ikimizin arasında yaşanacak her şey yazgıdır.
Kararım kesin ve fazla konuşmak
gereksiz bu kanatlı kertenkele için.
"Dostlarım, siz burada durun, zırhınızla
güvende ve bu ölümcül kavga bitince görün
hangimiz daha iyi dayanıyoruz yaralarımıza.
Bu elbette sizin davanız değil,
ne de benden başkasına düşer boyunun
ölçüsünü vermek bu canavara. Cesaretimle
yeneceğim onu ya da bu ölümcül kavga,
bu kıyamet kapıp götürecek kralınızı."
Sonra kalkanını yüklenip yürüdü
bu meşhur kral, zırhı ve miğferiyle,
tamamen kendi gücüne güvenerek kayanın
altına girdi. Ödleklere göre bir iş değildi.
O güne dek defalarca savaşa
girip hepsinden galip çıkmış
yaşlı savaşçı sert kayanın yüzünde
bir taş kemer tespit etti, buradan
-höyüğün girişi olmalıydı- sıcak hava
dalgaları esiyordu, dayanılmaz sıcak.
Çok güçtü gömünün yanında durup
canavara direnmek bu alev denizinde.
Sonra haykırdı Gotların en görkemlisi,
ciğerlerini boşaltıp kasırga gibi koptu,
hiddeti hesapsız. Gri taşın altında
duvarlara çarpa çarpa çalkandı
bu düello daveti. Depreşti kin ve nefret
sesin sahibinin bir insan olduğunu
anlamakta gecikmedi gömü bekçisi,
barış ve görüşme devri bitmişti,
burnundan buram buram tüten öfkesi
patladı kayalardan. Bir gürültü patırtı.
Aşağıda Beowulf kalkanını kaldırdı:
Silkindi, kıvrandı ve kinle dolu
sürgün yaratık, elinde ata yadigarı
kılıcıyla hazır bekleyen krala yöneldi.
Öfkeden deliye dönmüş iki düşman da
korku salıyordu ötekinin kalbine.
Uzun kalkanı yanında, kılı kıpırdamadan
dikildi kral yine de ve atıldı yılan:
Alevlerden bir yumak sekip yuvarlanarak
koşuyordu kaderine. Kalkanı beklediği
korumayı sağlamadı maalesef meşhur krala,
fazla dayanamadı. Bu son defada ilk kez
Beowulfa zafer bağışlamayacaktı Kader.
Ve Gotların lideri kolunu kaldırıp vurdu
rengarenk pullara, tek parça koparamadı:
Çınlayarak indi, evet, bir çizik açtı,
fakat kat kat fazlası lazımdı bundan.
Mezar muhafızı öfkeden kudurdu,
köpürdü, ölümcül alevler kustu:
Darbeyi teninde hissedince dev bir
dalga olup kabardı öldürme duygusu.
Muhteşem bir zaferden mahrum olmuştu
Beowulf, kalın deriyle buluşmuştu ama
o güne dek ilk defa yarı yolda
bırakıyordu kılıcı. Kolay değildi elbet
Beowulf için buraları bırakıp ötelerde
bir yere taşınmak, hesapta yokken,
ama olmalı. Çünkü kimse kalıcı
değildir dünyada.
Çok geçmeden daha
kızgın rakipler yine kapıştı. Cesaretlenen
gömü bekçisi gerildi, göğsünü şişirdi,
öyle bir yel estirdi ki her yöne,
kral alevler içinde çaresiz kaldı.
Hiç yardım alamadı soylu yoldaşlarından,
o seçme birlik safları bozdu, can derdiyle
kaçıp ormana attılar kendilerini.
Fakat içlerinde vicdanlı biri vardı:
Büyük kalpler görmeze gelemez kan bağını.
Adı Wiglaf'ti, oğullarından biri Weohstan'ın,
Aelfhere soyundan saygın bir Shylfing.
Kor kesilen miğferi içinde kralın
başı dertte olduğunu görünce, derhal,
kendisine bolca bağışlanan hediyeleri düşündü,
babasından kalan tüm haklarla birlikte,
huzurlu hayatını Waegmundingler arasındaki.
Seyirci kalması söz konusu olamazdı.
Sarı ahşap kalkanına sarıldı bir eli,
diğeri antika kılıcı kavradı -
Denir ki Eanmund'du bu silahın sahibi,
babasını Weohstan öldürmüştü bir vakit.
Sürgündü Ohthere, yakınları yanında değildi,
teçhizatını akrabalarına teslim etti Weohstan,
revnaklı miğferi, örme zırhı ve işte o
hatırasını devlerin. Onela'ysa hepsini
geri çevirdi: Galibin hakkı galipte kalsın.
Ölen, kardeşinin oğlu olmasına karşın
kan davası gütmedi. O giysileri,
kılıcı kaybetmedi Weohstan, oğluna kalıt
bıraktı aldığında babasının yerini.
Son günlerindeyse Mızraklı-Gotların önünde
pek çok silah verdi Wiglaf'e.
Ve işte şimdi,
genç adam kralının yanında savaşa girecekti,
dövüşteki ustalığı ilk defa sınanacaktı.
Güvenini yitirmedi Wiglaf ve ata yadigarının
yüzü dönmedi, yüz yüze durduklarında
keşfedeceği gibi kertenkelenin.
Kederli sesiyle
akıcı ve akıllıca sözler söyledi Wiglaf:
"Biranın ırmak gibi aktığı günler
hatırımda, kralın huzurunda sadakat
yemini verdiğimiz: Yüzük Yağdıran'ın yüce
lütfuna sonuna kadar layık şekilde,
herhangi bir sebepten başı sıkıştığında,
tüm o malzemenin, zırhın, kılıcın, miğferin
hakkını vereceğimizi vaat etmiştik.
Kalabalık saflar içinden eliyle seçti bizi,
bu işe yakışır görüp yüceltti,
-bu cömert armağanları bağışladı bana-
geleneksel şekilde övündü. "Hayatımı riske
atardım gençken sık sık. Gel gör ki artık
yaşlandım, fakat mademki kralım, yine de
kavgadan kaçmayacak ve yine kazanacağım.
Yeter ki terk etsin şeytan yer altı kalesini,
ve beni açık arazide bulsun.
Sonra değerli dostlarına seslendi tek tek,
miğferli, kararlı ve soylu savaşçılara:
"Eğer ejderhayla baş etmenin başka
bir yolunu bilseydim, yine elime almazdım silah.
Geçmişte Grendel'le ilgili
dediklerimi nasıl doğruladıysam,
ejderha hakkında da haklı çıkardım.
Ne var ki, soluğunda erimiş zehir var
bu yaratığın; ben de bu yüzden,
demir giysi ve kalkanla gidiyorum.
Bir mağara muhafızı karşısında korkup
geri kaçamam. Gerisi Tanrı'ya kalmış,
ikimizin arasında yaşanacak her şey yazgıdır.
Kararım kesin ve fazla konuşmak
gereksiz bu kanatlı kertenkele için.
"Dostlarım, siz burada durun, zırhınızla
güvende ve bu ölümcül kavga bitince görün
hangimiz daha iyi dayanıyoruz yaralarımıza.
Bu elbette sizin davanız değil,
ne de benden başkasına düşer boyunun
ölçüsünü vermek bu canavara. Cesaretimle
yeneceğim onu ya da bu ölümcül kavga,
bu kıyamet kapıp götürecek kralınızı."
Sonra kalkanını yüklenip yürüdü
bu meşhur kral, zırhı ve miğferiyle,
tamamen kendi gücüne güvenerek kayanın
altına girdi. Ödleklere göre bir iş değildi.
O güne dek defalarca savaşa
girip hepsinden galip çıkmış
yaşlı savaşçı sert kayanın yüzünde
bir taş kemer tespit etti, buradan
-höyüğün girişi olmalıydı- sıcak hava
dalgaları esiyordu, dayanılmaz sıcak.
Çok güçtü gömünün yanında durup
canavara direnmek bu alev denizinde.
Sonra haykırdı Gotların en görkemlisi,
ciğerlerini boşaltıp kasırga gibi koptu,
hiddeti hesapsız. Gri taşın altında
duvarlara çarpa çarpa çalkandı
bu düello daveti. Depreşti kin ve nefret
sesin sahibinin bir insan olduğunu
anlamakta gecikmedi gömü bekçisi,
barış ve görüşme devri bitmişti,
burnundan buram buram tüten öfkesi
patladı kayalardan. Bir gürültü patırtı.
Aşağıda Beowulf kalkanını kaldırdı:
Silkindi, kıvrandı ve kinle dolu
sürgün yaratık, elinde ata yadigarı
kılıcıyla hazır bekleyen krala yöneldi.
Öfkeden deliye dönmüş iki düşman da
korku salıyordu ötekinin kalbine.
Uzun kalkanı yanında, kılı kıpırdamadan
dikildi kral yine de ve atıldı yılan:
Alevlerden bir yumak sekip yuvarlanarak
koşuyordu kaderine. Kalkanı beklediği
korumayı sağlamadı maalesef meşhur krala,
fazla dayanamadı. Bu son defada ilk kez
Beowulfa zafer bağışlamayacaktı Kader.
Ve Gotların lideri kolunu kaldırıp vurdu
rengarenk pullara, tek parça koparamadı:
Çınlayarak indi, evet, bir çizik açtı,
fakat kat kat fazlası lazımdı bundan.
Mezar muhafızı öfkeden kudurdu,
köpürdü, ölümcül alevler kustu:
Darbeyi teninde hissedince dev bir
dalga olup kabardı öldürme duygusu.
Muhteşem bir zaferden mahrum olmuştu
Beowulf, kalın deriyle buluşmuştu ama
o güne dek ilk defa yarı yolda
bırakıyordu kılıcı. Kolay değildi elbet
Beowulf için buraları bırakıp ötelerde
bir yere taşınmak, hesapta yokken,
ama olmalı. Çünkü kimse kalıcı
değildir dünyada.
Çok geçmeden daha
kızgın rakipler yine kapıştı. Cesaretlenen
gömü bekçisi gerildi, göğsünü şişirdi,
öyle bir yel estirdi ki her yöne,
kral alevler içinde çaresiz kaldı.
Hiç yardım alamadı soylu yoldaşlarından,
o seçme birlik safları bozdu, can derdiyle
kaçıp ormana attılar kendilerini.
Fakat içlerinde vicdanlı biri vardı:
Büyük kalpler görmeze gelemez kan bağını.
Adı Wiglaf'ti, oğullarından biri Weohstan'ın,
Aelfhere soyundan saygın bir Shylfing.
Kor kesilen miğferi içinde kralın
başı dertte olduğunu görünce, derhal,
kendisine bolca bağışlanan hediyeleri düşündü,
babasından kalan tüm haklarla birlikte,
huzurlu hayatını Waegmundingler arasındaki.
Seyirci kalması söz konusu olamazdı.
Sarı ahşap kalkanına sarıldı bir eli,
diğeri antika kılıcı kavradı -
Denir ki Eanmund'du bu silahın sahibi,
babasını Weohstan öldürmüştü bir vakit.
Sürgündü Ohthere, yakınları yanında değildi,
teçhizatını akrabalarına teslim etti Weohstan,
revnaklı miğferi, örme zırhı ve işte o
hatırasını devlerin. Onela'ysa hepsini
geri çevirdi: Galibin hakkı galipte kalsın.
Ölen, kardeşinin oğlu olmasına karşın
kan davası gütmedi. O giysileri,
kılıcı kaybetmedi Weohstan, oğluna kalıt
bıraktı aldığında babasının yerini.
Son günlerindeyse Mızraklı-Gotların önünde
pek çok silah verdi Wiglaf'e.
Ve işte şimdi,
genç adam kralının yanında savaşa girecekti,
dövüşteki ustalığı ilk defa sınanacaktı.
Güvenini yitirmedi Wiglaf ve ata yadigarının
yüzü dönmedi, yüz yüze durduklarında
keşfedeceği gibi kertenkelenin.
Kederli sesiyle
akıcı ve akıllıca sözler söyledi Wiglaf:
"Biranın ırmak gibi aktığı günler
hatırımda, kralın huzurunda sadakat
yemini verdiğimiz: Yüzük Yağdıran'ın yüce
lütfuna sonuna kadar layık şekilde,
herhangi bir sebepten başı sıkıştığında,
tüm o malzemenin, zırhın, kılıcın, miğferin
hakkını vereceğimizi vaat etmiştik.
Kalabalık saflar içinden eliyle seçti bizi,
bu işe yakışır görüp yüceltti,
-bu cömert armağanları bağışladı bana-
en değerlileri olduğumuzu düşündü de ondan
askerleri arasında. Hal böyleyken,
şu yakarcayla yalnız yüzleşmek istemesine
rağmen Ülkemizin Koruyucu Kalkanı,
kahramanlığın kitabını yazan kralımız
bükülmez bileklerimizden yardım beklerken,
durmak yakışmaz, davranın yetişelim,
çekip alalım onu bu ateş çemberinden.
Tanrı şahidimdir ki, kralımla aynı şekilde,
o yalaz yaksın beni bin kez yeğlerim
elimde kılıç ve yürekte utançla
eve dönmektense. Düşüncesi bile korkunç,
düşmanın karnını deşip Gotların
kralını kurtarmadıkça dönmek ne kelime?
Farkındayım, bizim için yaptığı fedakarlıklar
çok daha fazlasını hak ediyor, deyin
o halde, böyle yalnız başına
düşüp kalmak mı olmalı kaderi? Yok,
yekvücut olmalıyız dağılmak yerine:
Zırhla kılıç, miğferle kalkan."
Sonra dağlayan dumanın içine daldı,
sadece şu sözlerle seslendi kralına:
"Dayan Sevgili Beowulf, devam et,
gençlik vaadini yerine getir. Yaşadığım
sürece asla leke sürdürmem demiştin
adına ve şanına. Şöhretin dünyayı tuttu,
tutun öyleyse sevgili kral ve kal
durduğun yerde olanca direncinle,
yettim." Bu yaman sözler yeniden
kızdırdı ejderhayı, ateşini körükledi,
alevlerden diliyle aradı düşmanlarını,
nefret ettiği insanları. Ne yazık ki
anında yandı, kül oldu kalkanı Wiglaf'in,
vücudunu saran zırh fayda vermedi.
Fakat kendi kalkanı kömür
gibi ufalanıp dağılınca, delikanlı,
Beowulf'un sağlam kalmayı başarmış
tablasının ardına sığındı hızla seğirtip.
Aldığı cesaretle coştu,
şan kazanma hevesiyle şevklendi Beowulf,
kılıcını canavarın kafasına hınçla vurdu.
Kırıldı Naegling. Beowulf'un emektar kılıcı
bütün umutlarını boşa çıkardı.
Keskin demirden yana şanslı değildi,
zaten en gerektiği zamanda
hayal olurdu ondan umduğu hayır.
Kolunu indirdiğinde, ne kadar kanlı,
ne kadar sert olsa da kılıç
darbenin şiddetiyle parçalanıp dağılırdı,
kulağıma gelen bu, öyle güçlüydü yani.
Sonra halkın belalısı, ateş soluyan
ejderha deliye döndü ve üçüncü defa
hücuma hazırlandı. Fırsatını bulunca
bir alev seliyle kaptı savaşçıyı
ve sivri tırnaklarını boynuna sapladı.
Kızıl kana bulandı Boewulf'un bedeni,
ılık kanı oluk oluk fışkırdı.
Denir ki Weohstan'ın değerli oğlu
kralının güç durumunu gördü de
yetişti yaradılıştan gelen cesaretiyle.
Ama kılıç tutan eli kazaya uğradı,
yandı. çünkü başı hedeflemek yerine
biraz aşağıyı nişanlamıştı. Neyse ki
nakışlı kılıç karnını deldi
canavarın ve alevler giderek cılızlaştı.
Bir kez daha gücünü topladı kral,
belinden savaş için bilenmiş
bir hançeri çekip çıkardı. Ve öyle bir çaktı ki
böğrüne, canavar canhıraş çığlıklarla böğürdü.
Canavarın üstesinden gelmişti cesaret.
O akraba ikili ve iki asil ortak
düşmanı yok etmişlerdi. Ders çıkarmalı
bundan, bize ihtiyaç duyulduğu an
hazır olmalı. Heybetli krala dönersek yine,
bu, dünyadaki sayısız başarılarının,
seferlerinin ve zaferlerinin sonuncusu oldu.
Çünkü hemen sonra,
bu yer-yakanın daha evvel açtığı yara
yanıp şişmeye başladı. Beowulf'un ciğerlerini
ve karnının içini kemiriyordu
ölümcül zehir, midesi bulanıyordu.
Oturacak bir yere yöneldi. Bakışlarını
o devasa taşlara dikti, toprağın nasıl
kolonlarla, kalın kemerlerle
desteklendiğine dikkat etti.
Yardımseverlikte eşi yok o savaşçı
kendi elleriyle yıkadı kralının yaralarını,
miğferini çıkarıp yüzünü suyla sildi.
Beowulf konuştu, yaralarına karşın,
yaralar ölümcüldü, yine de konuştu, çünkü
farkına varmıştı ki şu fani dünyada
son anlarıydı bunlar, kendine ayrılan süre
hızla bitiyor, ölüm başucunda bekliyordu.
"Beni vücudunda yaşatacak bir veliaht,
bir oğul doğurtsaydım -kısmet değilmiş-
askerleri arasında. Hal böyleyken,
şu yakarcayla yalnız yüzleşmek istemesine
rağmen Ülkemizin Koruyucu Kalkanı,
kahramanlığın kitabını yazan kralımız
bükülmez bileklerimizden yardım beklerken,
durmak yakışmaz, davranın yetişelim,
çekip alalım onu bu ateş çemberinden.
Tanrı şahidimdir ki, kralımla aynı şekilde,
o yalaz yaksın beni bin kez yeğlerim
elimde kılıç ve yürekte utançla
eve dönmektense. Düşüncesi bile korkunç,
düşmanın karnını deşip Gotların
kralını kurtarmadıkça dönmek ne kelime?
Farkındayım, bizim için yaptığı fedakarlıklar
çok daha fazlasını hak ediyor, deyin
o halde, böyle yalnız başına
düşüp kalmak mı olmalı kaderi? Yok,
yekvücut olmalıyız dağılmak yerine:
Zırhla kılıç, miğferle kalkan."
Sonra dağlayan dumanın içine daldı,
sadece şu sözlerle seslendi kralına:
"Dayan Sevgili Beowulf, devam et,
gençlik vaadini yerine getir. Yaşadığım
sürece asla leke sürdürmem demiştin
adına ve şanına. Şöhretin dünyayı tuttu,
tutun öyleyse sevgili kral ve kal
durduğun yerde olanca direncinle,
yettim." Bu yaman sözler yeniden
kızdırdı ejderhayı, ateşini körükledi,
alevlerden diliyle aradı düşmanlarını,
nefret ettiği insanları. Ne yazık ki
anında yandı, kül oldu kalkanı Wiglaf'in,
vücudunu saran zırh fayda vermedi.
Fakat kendi kalkanı kömür
gibi ufalanıp dağılınca, delikanlı,
Beowulf'un sağlam kalmayı başarmış
tablasının ardına sığındı hızla seğirtip.
Aldığı cesaretle coştu,
şan kazanma hevesiyle şevklendi Beowulf,
kılıcını canavarın kafasına hınçla vurdu.
Kırıldı Naegling. Beowulf'un emektar kılıcı
bütün umutlarını boşa çıkardı.
Keskin demirden yana şanslı değildi,
zaten en gerektiği zamanda
hayal olurdu ondan umduğu hayır.
Kolunu indirdiğinde, ne kadar kanlı,
ne kadar sert olsa da kılıç
darbenin şiddetiyle parçalanıp dağılırdı,
kulağıma gelen bu, öyle güçlüydü yani.
Sonra halkın belalısı, ateş soluyan
ejderha deliye döndü ve üçüncü defa
hücuma hazırlandı. Fırsatını bulunca
bir alev seliyle kaptı savaşçıyı
ve sivri tırnaklarını boynuna sapladı.
Kızıl kana bulandı Boewulf'un bedeni,
ılık kanı oluk oluk fışkırdı.
Denir ki Weohstan'ın değerli oğlu
kralının güç durumunu gördü de
yetişti yaradılıştan gelen cesaretiyle.
Ama kılıç tutan eli kazaya uğradı,
yandı. çünkü başı hedeflemek yerine
biraz aşağıyı nişanlamıştı. Neyse ki
nakışlı kılıç karnını deldi
canavarın ve alevler giderek cılızlaştı.
Bir kez daha gücünü topladı kral,
belinden savaş için bilenmiş
bir hançeri çekip çıkardı. Ve öyle bir çaktı ki
böğrüne, canavar canhıraş çığlıklarla böğürdü.
Canavarın üstesinden gelmişti cesaret.
O akraba ikili ve iki asil ortak
düşmanı yok etmişlerdi. Ders çıkarmalı
bundan, bize ihtiyaç duyulduğu an
hazır olmalı. Heybetli krala dönersek yine,
bu, dünyadaki sayısız başarılarının,
seferlerinin ve zaferlerinin sonuncusu oldu.
Çünkü hemen sonra,
bu yer-yakanın daha evvel açtığı yara
yanıp şişmeye başladı. Beowulf'un ciğerlerini
ve karnının içini kemiriyordu
ölümcül zehir, midesi bulanıyordu.
Oturacak bir yere yöneldi. Bakışlarını
o devasa taşlara dikti, toprağın nasıl
kolonlarla, kalın kemerlerle
desteklendiğine dikkat etti.
Yardımseverlikte eşi yok o savaşçı
kendi elleriyle yıkadı kralının yaralarını,
miğferini çıkarıp yüzünü suyla sildi.
Beowulf konuştu, yaralarına karşın,
yaralar ölümcüldü, yine de konuştu, çünkü
farkına varmıştı ki şu fani dünyada
son anlarıydı bunlar, kendine ayrılan süre
hızla bitiyor, ölüm başucunda bekliyordu.
"Beni vücudunda yaşatacak bir veliaht,
bir oğul doğurtsaydım -kısmet değilmiş-
bu zırhı hediye etmek isterdim şu an.
Elli yıl boyu bu ülkeyi yönettim.
Hiçbir komşu kabilenin kralı
cesaret edemedi benimle cenge,
beni korkutmayı gözü kesmedi.
Bahtıma düşeni aldım, benimsedim benim olanı,
kavgalar kışkırtmadım, yalan yemin etmedim.
Tesellim budur, ölüm bunca yakınken,
Her Şeye Hükmeden kötü düşünmeyecek hakkımda,
doğru davranışlarım sayesinde, soluğumu verirken
kardeş kanı dökmekle suçlamayacak beni.
Koş şimdi kıymetli Wiglaf, gri kayanın
altına, canavarın yattığı yere git,
gözlerine ziyafet çek hazineleriyle,
haydi durma: O tarihi altınlara doya doya
bakmak, o mücevherlere... ancak böyle mümkün
kolayca kayıp gitmem bu hayattan,
epeydir başımda kalan tacı bırakmam."
Yüzü hızla solgun ve yorgun lordunu
durup dinledi Weohstan oğlu ve derhal
zırhıyla mahzene indi zafer sarhoşu,
hayal edilemez bir hazine buldu
tahtın arkasındaki sandıkta. Duvarlardan sarkan
süsler, yerlere saçılı çil çil altınlar,
yaşlı-yakıcının odası yıpranmış
kupalarla, vazolarla doluydu, eskiden kalma.
Paslı, yenmiş başlıklar, süslü bileklikler
dört yanda. Dilediğin kadar derine göm,
göz ilişmez kuytuya sakla,
her durumda kayıp gider elinden hazineler,
sandıklar dolusu altın sana kalır sanma.
Sonra bir sancak gördü som altından,
hazinenin üstünde bir kuyumculuk harikası.
Öyle bir ışık saçıyordu ki , sayesinde Wiglaf
sağı solu ayan beyan seçebiliyor,
mücevherleri seyrediyordu. Ses seda
yoktu ejderhadan, cansız yatıyordu.
Sonra, duyduğum kadarıyla, bu delikanlı
ilkel devirlerden kalma o delikte
bulduğu kabı kacağı doldurdu kucağına,
sancağı da unutmadı, o şahane nişanı.
Kralın bağışlamaz bıçağı bitirmişti işini:
Definenin çevresinde dönenip duran,
geceleri ateş püskürten pullu yaratık
saf dışı bırakılmıştı.
Hazineyi görmenin heyecanıyla
koşarak döndü Wiglaf. Derin bir kaygı
yerleşmişti yüreğine, açıkta, bıraktığı yerde
hala hayatta bulmayı umuyordu Beowulf'u.
İçi içini yiyerek yanına vardığında,
bir kan gölüne batmış gördü kralı,
son nefesindeydi, ömrü nihayet buluyordu.
Yeniden silmeye koyuldu elini yüzünü.
Hüzünlü gözlerle altınları süzüp
yavaş yavaş konuştu kral:
"Her şeye hakim olan Yüce Tanrı'ya
Şerefin ve Şanın Şelalesi'ne şükür ki
bu define önümde duruyor şimdi,
halkıma böyle bir hazine bırakıyorum.
Ve son nefesimi bu servete
sahip olmak için sarf ettiğime göre,
bundan böyle sen bakacaksın insanlarıma,
daha fazla dayanamam ben.
Adamlarıma söyle, küllerim soğuyunca,
kıyıda bir buruna kursunlar mezarımı.
Hronesness ufkunda her daim halkıma
beni hatırlatsın ve 'İşte Beowulf'un mezarı!'
desin yolu düşen denizciler,
sürerken gemilerini sisli sularda."
Altın kolyesini çözüp genç savaşçıya
verdi sonra cömertliği sonsuz kral,
yanında demir giysi, yaldızlı miğfer.
"Son temsilcisi sensin Waegmundingler'in (1)
Kader kar gibi kürüdü hepimizi,
asil kandan gelen koca bir sülaleyi
alıp götürdü ecel ve sıra bana geldi."
Savaşçının son sözleri oldu bunlar.
Başka bir diyeceği yoktu. Yakıldı bedeni,
ve göğüs kafesinden kanatlanıp ruhu
yüce ruhlara ayrılan yere gitti.
Anonim
Eski İngilizce'den Uyarlayan: Seamus Heaney
İngilizce'den Çeviren: Nazmi Ağıl
1. Wiglaf'in hem İsveçli hem de Beowulf'un Gor kökenli sülalesi olan Waegmundling'li
olduğu belirtiliyor. Bu çifte kimlik okuru şaşırtmamalı, çünkü aile bir noktada taraf
değiştirmiş ya da farklı kabilelerden iki aile evlilik yoluyla birleşmiş olabilir.
Elli yıl boyu bu ülkeyi yönettim.
Hiçbir komşu kabilenin kralı
cesaret edemedi benimle cenge,
beni korkutmayı gözü kesmedi.
Bahtıma düşeni aldım, benimsedim benim olanı,
kavgalar kışkırtmadım, yalan yemin etmedim.
Tesellim budur, ölüm bunca yakınken,
Her Şeye Hükmeden kötü düşünmeyecek hakkımda,
doğru davranışlarım sayesinde, soluğumu verirken
kardeş kanı dökmekle suçlamayacak beni.
Koş şimdi kıymetli Wiglaf, gri kayanın
altına, canavarın yattığı yere git,
gözlerine ziyafet çek hazineleriyle,
haydi durma: O tarihi altınlara doya doya
bakmak, o mücevherlere... ancak böyle mümkün
kolayca kayıp gitmem bu hayattan,
epeydir başımda kalan tacı bırakmam."
Yüzü hızla solgun ve yorgun lordunu
durup dinledi Weohstan oğlu ve derhal
zırhıyla mahzene indi zafer sarhoşu,
hayal edilemez bir hazine buldu
tahtın arkasındaki sandıkta. Duvarlardan sarkan
süsler, yerlere saçılı çil çil altınlar,
yaşlı-yakıcının odası yıpranmış
kupalarla, vazolarla doluydu, eskiden kalma.
Paslı, yenmiş başlıklar, süslü bileklikler
dört yanda. Dilediğin kadar derine göm,
göz ilişmez kuytuya sakla,
her durumda kayıp gider elinden hazineler,
sandıklar dolusu altın sana kalır sanma.
Sonra bir sancak gördü som altından,
hazinenin üstünde bir kuyumculuk harikası.
Öyle bir ışık saçıyordu ki , sayesinde Wiglaf
sağı solu ayan beyan seçebiliyor,
mücevherleri seyrediyordu. Ses seda
yoktu ejderhadan, cansız yatıyordu.
Sonra, duyduğum kadarıyla, bu delikanlı
ilkel devirlerden kalma o delikte
bulduğu kabı kacağı doldurdu kucağına,
sancağı da unutmadı, o şahane nişanı.
Kralın bağışlamaz bıçağı bitirmişti işini:
Definenin çevresinde dönenip duran,
geceleri ateş püskürten pullu yaratık
saf dışı bırakılmıştı.
Hazineyi görmenin heyecanıyla
koşarak döndü Wiglaf. Derin bir kaygı
yerleşmişti yüreğine, açıkta, bıraktığı yerde
hala hayatta bulmayı umuyordu Beowulf'u.
İçi içini yiyerek yanına vardığında,
bir kan gölüne batmış gördü kralı,
son nefesindeydi, ömrü nihayet buluyordu.
Yeniden silmeye koyuldu elini yüzünü.
Hüzünlü gözlerle altınları süzüp
yavaş yavaş konuştu kral:
"Her şeye hakim olan Yüce Tanrı'ya
Şerefin ve Şanın Şelalesi'ne şükür ki
bu define önümde duruyor şimdi,
halkıma böyle bir hazine bırakıyorum.
Ve son nefesimi bu servete
sahip olmak için sarf ettiğime göre,
bundan böyle sen bakacaksın insanlarıma,
daha fazla dayanamam ben.
Adamlarıma söyle, küllerim soğuyunca,
kıyıda bir buruna kursunlar mezarımı.
Hronesness ufkunda her daim halkıma
beni hatırlatsın ve 'İşte Beowulf'un mezarı!'
desin yolu düşen denizciler,
sürerken gemilerini sisli sularda."
Altın kolyesini çözüp genç savaşçıya
verdi sonra cömertliği sonsuz kral,
yanında demir giysi, yaldızlı miğfer.
"Son temsilcisi sensin Waegmundingler'in (1)
Kader kar gibi kürüdü hepimizi,
asil kandan gelen koca bir sülaleyi
alıp götürdü ecel ve sıra bana geldi."
Savaşçının son sözleri oldu bunlar.
Başka bir diyeceği yoktu. Yakıldı bedeni,
ve göğüs kafesinden kanatlanıp ruhu
yüce ruhlara ayrılan yere gitti.
Anonim
Eski İngilizce'den Uyarlayan: Seamus Heaney
İngilizce'den Çeviren: Nazmi Ağıl
1. Wiglaf'in hem İsveçli hem de Beowulf'un Gor kökenli sülalesi olan Waegmundling'li
olduğu belirtiliyor. Bu çifte kimlik okuru şaşırtmamalı, çünkü aile bir noktada taraf
değiştirmiş ya da farklı kabilelerden iki aile evlilik yoluyla birleşmiş olabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder