Şiir, Sadece: Çorak Ülke
Çorak Ülke etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Çorak Ülke etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Nisan 2016 Perşembe

The Rock'dan Korolar

I

Kartal süzülür doruklarında Göğün,
Avcı köpeğiyle izler kendi yörüngesini.
Ey sürekli devrimi kümelenmiş yıldızların,
Ey sürekli yinelenişi saptanmış mevsimlerin,
Ey dünyası bahar ve güzün, doğum ve ölümün!
Sonsuz dönüşü düşünlerle eylemlerin,
Sonsuz buluşlar, sonsuz deneyimler,
Getirir bilgisini hareketin, ama durağanlığın değil;
Bilgisini konuşmanın, ama susmanın değil;
Bilgisini sözlerin, ama habersizliği Kutsal Sözden.
Tüm bilgimiz bizi daha yaklaştırır bilisizliğimize,
Tüm bilisizliğimiz bizi daha yaklaştırır ölüme,
Ama yakınlık ölüme, daha yakınlık değildir tanrı'ya.
Nerede hayat, yaşarken yitirdiğimiz?
Nerede bilgelik, bilgi içinde yitirdiğimiz?
Nerede bilim, bilgiler içinde yitirdiğimiz?
Göğün dönüşü yirminci yüzyılda
Bizi uzaklaştırır Tanrı'dan, yaklaştırır Kül'e.

Gidip gezdim Londra'yı, zamanı gösteren Kenti,
Orada Nehir akar, yabancı para desteğiyle.
Orada bana dendi: pek çok kilisemiz var,
Ve pek az aşcı dükkanımız. Orada bana dendi:
Mahalle papazları emekliye! Kilise gereksiz insanlara
İş yerlerinde, ama Pazarı geçirdikleri yerde.
Kentte gerek yok çanlara:
Varsın varoşları uyandırsınlar.
Gidip gezdim varoşları, ve orada bana dendi:
Altı gün canımız çıkar, yedinci gün gazlamalıyız
Dişi geyik peşinde, kız oğlan kız peşinde.
Hava bozuksa evde oturur ve gazete okuruz.

Sanayi bölgelerinde, orada bana anlatılan
Ekonominin yasalarıydı .
Güzelim kırlarda, orada görünen oydu ki
Kırlar şimdi yalnız pikniğe elverişlidir.
Ve kiliseye gereksinim görülmüyordu
Kırda ya da varoşlarda ; ve kentte
Yalnız önemli düğünler için.


Koro Şefi

Susun! ve bozmayın gerekli uzaklığı.
Çünkü seziyorum , yaklaşmakta
Rock. O belki yanıtlar kuşkularımızı.
Rock. Gözcü. Yabancı.
O ki görmüştür ne olduğunu
Ve görür ne olacağını.
Tanık. Eleştirmen. Yabancı.
Tanrı-esriği, ki içindedir doğruluk doğuştan.


Rock girer, bir oğlanın öncülüğünde.

ROCK:

İnsanların çoğu sürekli işçidir,
Ya da sürekli işsiz, bu daha zordur,
Ya da geçici işçi, bu da hoş değildir.
Üzüm cenderesini tek başıma çiğnedim, bilirim
Ki gerçekten güçtür yararlı olmak, el çekerek
İnsanların mutluluk saydığı şeylerden, arayarak
Sonu çapraşık iyi davranışları, kabullenerek,
Kılı kıpırdamadan, onursuzca davrananları,
Herkesin alkışını ya da hiç kimsenin aşkını.
Herkes hazırdır parasını yatırmaya
Ama çoğu kazançtan pay umar.
Derim size : Yetkinleştirin istencinizi.
Derim : hiç düşünme hasadı
Ama düşün gereğince ekmeyi.

Dünya döner ve dünya değişir,
Ama tek bir şey değişmez.
Yaşantım boyunca tek bir şey değişmez.
Ne kadar gizleseniz de, bu şey değişmez:
Sürekli çatışması iyi ile kötü'nün.
Unutkan, savsıyorsun türbeleri, kiliseleri;
Öyle insanlarsınız ki bu zamanla alay edersiniz
İyilik adına yapılanlarla, nedenler bulursunuz
Mantıklı ve aydınlık kafaları hoşnut edecek.
Sonra, savsıyorsunuz ve küçümsüyorsunuz çölü.
Çöl uzak değildir güney dönencesinde,
Çöl yalnız çevresinde değildir bölgenin,
Çöl sıkıştırılmıştır kapı komşu metro'ya,
Çöl yüreğindedir senin kardeşinin.
İyi insan yapıcıdır, yapıyorsa iyi olanı.
Size göstereceğim şeyler şimdi yapılmaktadır,
Bazı şeyler de çok eskiden yapılmıştı,
Ki sizleri yüreklendirebilir. Yetkinleştirin istencinizi.
İşte size halkın yaptığı iş. Dinleyin.


Işıklar azalır; yarı karanlıkta şarkı söyleyen

İŞÇİLERİN sesi duyulur:

Boş yerlerde
Kuracağız yeni tuğlalarla
Oradadır eller ve makineler
Ve kil, yeni tuğlalar için
Ve kireç, yeni harç için
Tuğlaların düştüğü yerde
Kuracağız yeni taşlarla
Kirişlerin çürüdüğü yerde
Kuracağız yeni keresteyle
Sözcüğün söylenmediği yerde
Kuracağız yeni bir dille
Oradadır iş birlikte
Bir kilise hepimize
Ve bir iş her birimize
Herkes kendi işine.


Şimdi soluk göğe karşı bir işçi kümesinin silüeti belirir.

Daha uzaktan onları yanıtlayan İŞSİZLERİN sesi duyulur.

Kimse iş vermedi bize
Eller ceplerde
Ve suratlar asık
Açık yerlerde dolaşıp dururuz
Ve titreriz ışıksız odalarda.
Yalnız rüzgar dolaşır
Boş tarlalarda, sürülmemiş,
Orada bir pulluk, yan yatmış
Bir pulluk izine. Bu ülkede
İki adama bir sigara olmalı,
İki kadına yarım bardak acı
Bira. Bu ülkede
Kimse iş vermedi bize.
Ne hayatımız isteniyor, ne ölümüz
Yer alıyor The Times'da.


Gene İŞÇİLERİN şarkısı

Nehirler akar, mevsimler geçer
Serçe ve sığırcığın harcanacak zamanı yok.
İnsanlar kurmazsa
Nasıl yaşayabilirler?
Tarla sürülünce
Ve buğday ekmekleşince
Onlar ölmeyecek kısalmış bir yatakta
Ve ensiz bir çarşafla. Bu caddede
Ne başlangıç, ne hareket, ne barış, ne de son var,
Ama sözsüz gürültü ve tatsız yiyecek.
Gecikmeden, ivecenleşmeden
Bu caddenin başlangıcını ve sonunu yapardık.
Biz kurduk anlamı:
Bir kilise hepimize
Ve bir iş herkese
Herkes kendi işine.


III

Rabbin kelamı ulaştı bana, diyerek:
Ey aşağılık kentleri düzenci insanların,
Ey aydın insanların umarsız kuşakları,
Saptırılmış, labirentlerinde ustalığınızın,
Kafeslenmiş, geliriyle size özgü buluşların:
Size eller vermiştim, tapınmaktan çektiniz,
Size dil vermiştim, sonsuz palavra için,
Size Yasamı vermiştim, siz komisyonlar kurdunuz,
Size dudaklar vermiştim, dostça duyguları belirtmek için,
Size kalpler vermiştim, karşılıklı güvensizlik için.
Size seçme gücü vermiştim, ama ancak bocaladınız
Saçma varsayımlarla boşuna eylemler arasında.
Nicesi kitap yazıp bastırmakla uğraşıyor,
Nicesi adlarını basılmış görmek dileğinde,
Nicesi koşu sonuçlarından başka şey okumaz.
Çoktur okuduğunuz, ama Kelamı değil Rabbin,
Çoktur konutunuz, ama Evi değil Rabbin.
Kurar mısınız bana alçıdan bir ev, çatısı oluklu,
Doldurmak için pazar gazeteleri döküntüleriyle?


BİRİNCİ ERKEK SESİ:

Bir Haykırış Doğudan :
Ne yapılacak payandasına tüten gemilerin?
Bırakacak mısınız halkımı, unutkan ve unutmuş,
İşsizliği, çalışmayı ve çılgınca bilinçsizliği?
Orada kalacak devrilmiş baca,
Çıplanmış tekne, paslı bir demir yığını,
Tuğla yığılı bir sokakta, keçilerin tırmandığı,
Ki orada söylenmez Benim Kelamım.


İKİNCİ ERKEK SESİ:

Bir Haykırış Kuzeyden ve Batıdan ve Güneyden
Ki her gün binleri gönderirler zaman-bekçisi kente;
Ki orada Benim Kelamım söylenmez,
Lobelya çiçekleri ve tenis fanilaları ülkesinde
Tavşanlar yuva kazar ve karaçalı yine biter,
Isırganlar gelişir kumlu çakıllı avluda,
Ve rüzgar der: "Buradaydı kibar tanrısız halk:
Onların tek anıtı asfalt yollar
Ve yitmiş binlerce golf topu."


KORO :

Kurarız boşuna, tanrı bizimle kurmadıkça.
Üstlenebilir misiniz tanrının size vermediği kenti?
Trafiği yöneten binlerce polis memuru
Soramaz size, neden geliyorsunuz, nereye gidiyorsunuz.
Bir kobay kolonisi, etkin bir dağsıçanı sürüsü
Daha iyi kurarlar tanrısız kuranlardan.
Ayaklarımızı kaldıralım mı sonsuz örenler arasında?
Sevmiştim güzelliğini Evinin, huzurunu Tapınağının,
Süpürdüm döşemelerini ve süsledim mihraplarını.
Nerede tapınak yoksa orda yuva olmayacaktır.
Gerçi vardır barınaklarınız ve kurumlarınız,
Kira ödendiği halde güvenilmez pansiyonlarınız,
Yere gömülü fare yuvası bodrumlarınız
Ya da numaralı kapılı sağlık konutlarınız
Ya da komşununkinden daha iyice bir eviniz;
Peki, Yabancı sorarsa: "Kuruluş amacı nedir bu kentin?
Karşılıklı sevgiden mi bu ıkış tıkış bir araya geliş?"
Ne yanıt vereceksiniz? "Hep birlikte oturuyoruz ki
Herkes para kazansın" mı? yoksa, "Bu bir toplumdur" mu?
Ve Yabancı ayrılacak ve dönecek çöllere.
Ey ruhum, hazır ol Yabancının gelişine,
Hazır ol çünkü nasıl soracağını bilir o.

Ey bezginliğini insanların, tanrıdan yüz çevirip
Uslarının görkemine, eylemlerinin ününe dönenler,
Sanatlara, buluşlara, atak girişimlere dönenler,
İnsan büyüklüğünün, hiç güvenilmez, düzenine dönenler,
Yani toprak ve suyu sizin hizmetinize sunanlar,
Denizleri sömüren ve dağları devindirenler,
Yıldızları sıradan ve yeğlenen diye ayıranlar,
Yetkin buzdolabının tasarımıyla uğraşanlar,
Ussal bir ah tak kuramıyla uğraşanlar,
Olabildiğince çok kitap basımıyla uğraşanlar,
Yaratarak mutluluğu, fırlatarak boş şişeleri,
Döndürerek dinlencenizi ateşli bir coşkuya
Ulus için, ırk için ya da insanlık denen şey için;
Unutmuş olsan da Tapınağın yolunu,
Hatırlayan birisi var senin kapının yolunu:
Hayattan kaçınabilirsiniz, ama Ölüm'den değil.
Sizler yadsıyamıyacaksınız Yabancı'yı.


VII

Başlangıçta tanrı dünyayı yarattı. Çorak ve çıplak.
Çorak ve çıplak. Ve karanlık derinliklerin yüzündeydi.
Ve insanlar varolunca, kendi çeşitli yollarında,
çabaladılar ezinç içinde ulaşmaya tanrıya.
Bilinçsizce ve boşuna, çünkü insan boş bir şeydir, ve
Tanrısız insan yele kapılmış bir tohumdur: o yana, bu
yana sürüklenen, ve kök salıp göverecek hiçbir yer
bulamayan.
Onlar ışığı da izlediler, gölgeyi de, ve ışık onları ışığa
doğru yeddi, ve gölge onları karanlığa ulaştırdı,
Yılanlara ve ağaçlara tapınış, hiçbir şey bulamayınca
şeytanlara tapınış: hayat ötesi hayatı istemek, tensel
olmayan esrimeyi istemek.
Çorak ve çıplak. Çorak ve çıplak. Ve karanlık derinliklerin
yüzünde.

Ve Ruh suyun yüzünde kımıldadı ve insanlar ki
ışığa döndüler ve ışıktan haberleri vardı
Buldular Yüksek Dinleri; ve Yüksek Dinler iyiydi
Ve insanları ışıktan ışığa yeddiler, İyi ile Kötü'nün
bilgisine.
Fakat onların ışığı hep karanlıkta çevrilmiş ve
mahvolmuştu
Ilımlı denizlerin havası, Kutup Akıntısının durağan ölü
soluğuyla parçalanır gibi;
Ve onlar bir sona ulaştılar, bir ölü son, bir hayat ateşinin
ürperttiği,
Ve onlar, açlıktan ölmüş bir çocuğun buruşuk ve antik
görünüşünü aldılar.
Dua çarkları, ölülere tapma, bu dünyanın yadsınışı.
anlamı unutulmuş ayinlerin onanışı
Rüzgarın kamçıladığı tedirgin kumlukta, ya da rüzgarın
kar barındırmadığı tepelerde.
Çorak ve çıplak. Çorak ve çıplak. Ve karanlık derinliklerin
yüzünde.

Sonra geldi, saptanmış bir anda, bir an ki
zaman içre ve zamandan,
Bir an, değil zaman dışı, ama zaman içre, yani tarih
dediğimiz şey: zaman dünyasını çaprazlamasına ve
ikiye bölerek, bir an zaman içre ama zamandan
bir an gibi değil,
Bir an zaman içre ama zaman o an içre yapılmıştı: çünkü
anlamı olmaksızın hiçbir zaman yoktur, ve anlamı
veren ise zaman'ın o anı idi .
Sonra sanıldı ki insanlar ışıktan ışığa geçmeliydi, ışığında
Kelamın,
Olumsuz varlıklarına karşın bağışlanan Çarmıh ve Özveri
içre;
Hayvansal hep önceki gibi, kösnül ve çıkarcı hep önceki
gibi, bencil ve mankafa hep önceki gibi,
Ama hep çabalayarak, hep yeniden onayarak, hep o ışığın
aydınlattığı yolda yürümeyi sürdürerek;
Çoğu kez duraklayarak, oyalanarak, yalpalayarak, gecikerek,
dönerek ama başka hiçbir yol izlemeyerek.

Ama belli ki bir şey olmuştur, daha önce hiç olmayan:
tam olarak bilmesek de ne zaman ve neden ve nasıl
ve nerede.
Diyorlar ki insanlar tanrıyı başka tanrılar yüzünden
boşlamadı, hiçbir tanrı olmasın diye; ve daha önce
hiç olmayan şeydi bu
İnsanlar hem tanrıları hem de tapınmayı yadsıdılar,
yeğledikleri önce Mantık idi,
Ve sonra Para, ve İktidar, ve Hayat dedikleri şey, ya da
Irk, ya da dialektik.
Kilise yadsındı, kule yıkıldı, çanlar alt üst edildi, başka
ne yapmamız gerekirdi
Ama öylece kaldık eller bomboş ve avuçlar açık
Bir çağda ki ilerliyor durmaksızın geriye doğru?


İŞSİZLERİN SESİ (çok uzaktan)

Bu ülkede
Bir sigara olacak iki erkeğe,
İki kadına çeyrek litre acı
Bira...


KORO:

Ne diyor dünya, doğru yoldan ayrılır mı bütün dünya,
kestirme bir yolda güçlü arabalarla?


İŞSİZLERİN SESİ (daha da hafiften)

Bu ülkede
Hiç kimse iş vermedi bize...


KORO:

Çorak ve çıplak. Çorak ve çıplak. Ve karanlık
derinliklerin yüzünde.
Kilise mi yanılttı insanlığı, yoksa insanlık mı kiliseyi?
Bir zamanda ki kilise artık saygı görmez, tepki de
uyandırmaz, ve insanlar unutmuşlardır
Tüm tanrıları, Tefecilik, Kösnü ve İktidar dışında.


IX

İnsanoğlu, kendi gözünle gör , ve kendi kulağınla işit
Ve yüreğini hazır tut sana göstereceğim her şeye.
Kimdir o ki demişti: tanrının Evi bir Hüzün Evidir;
Yolda karalar giyinmeli ve üzgün davranmalıyız, asık
suratlarla,
Boş duvarlar arasından geçmeli, pesden bir şarkıyı
titreterek, hafiften fısıldıyarak?
Tanrıya yükleyeceklerdi kendi üzünçlerini, duyacakları
acıları
Kendi günahları ve hataları için, günlük uğraşlarını ele
alırken.
Ama caddede yürüyüşleri baston yutmuş gibidir,
yarışa hazır soylu atlar gibi,
Donatarak kendilerini, işgüzardır piyasada, forumlarda ve
ve bütün din-dışı toplantılarda.
Düşünerek kendi yararlarını, her eğlenceye hazır,
Sağlayarak kendi rahatlarını.
Yas tutalım özel bir odada, öğrenerek pişmanlık yollarını,
Sonra öğrenelim neşeli arkadaşlığını azizlerin .

İnsan ruhu hızlanmalı yaratma için.
Biçimsiz taşlardan kendini taşla özdeşleştirince yonutçu,
Daima hayatın yeni biçimleri fışkırır, insan ruhundan ki
katılmıştır taşın ruhuna;
Anlamsız çizilmiş biçimlerinden her şeyin, (ister canlı ister
cansız
Ressamın gözünün gördüğü) fışkırır yeni hayat, yeni biçim,
yeni renk.
Ses denizinden müzik hayatı,
Kaygan çamurundan kelimelerin, sulusepkeni ile
dolusundan sözlü karmaşaların,
Oynak düşünce ve duyguların, kelimelerin ki yerini almıştır
düşünce ve duyguların,
İşte orada fışkırır yetkin düzeni sözün, ve güzelliği
büyünün.

Rab, bu armağanları sunmayalım mı Senin hizmetine?
Sunmayalım mı Senin hizmetine bütün gücümüzü
Hayat için, onur, kayra, ve düzen,
Ve duyuların ussal kıvancı için?
Yaratan Rab istemiş olmalı yaratmamızı
Ve yarattığımızı kullanmamızı gene kendi hizmetinde
Ki zaten O'nun hizmetidir yaratma işinde.
Çünkü insan bütünlenmiştir ruh ve bedenle,
Ve dolayısıyla ruh ve beden olarak hizmet etmelidir.
Görünen ve görünmeyen, iki dünya buluşudur insanda;
Görünen ve görünmeyen buluşmalı onun Tapınağında;
Yadsımamalısınız gövdeyi.

Şimdi görürsün ki Tapınak tamamlanmıştır:
Pek çok çabadan sonra, pek çok engelden sonra;
Çünkü yaratma işi hiç sancısız olmamıştır;
Yontulmuş taş, görünen çarmıhtaki İsa,
Süslenmiş sunak, yükselen ışık.

Işık

Işık
Görünen hatırlatıcısı Görünmeyen Işığın.


X

Gördün yapının kuruluşunu, gördün süslendiğini
Geceden gelen birince, tanrıya sunulmuştur o şimdi,
Artık bir kilisedir, bir ışık daha dikilmiş bir tepeye
Bir dünyada, şaşkın ve karanlık ve ürkmüş korku
habercisinden.
Peki gelecek üstüne ne deriz? Kurabildiğimiz tek bir kilise mi?
Ya da sürdürecek mi o Gerçek Kilise fethetmeyi Dünyayı?

Büyük yılan hep yarı uyanık yatar, dünya cehenneminin
dibinde, kıvrılmış
Kendi katları içre, uyanıncaya dek açlıktan ve çevirerek
başını bir sağa bir sola hazırlanır yiyip yutma saatine.
Ama Günahın Gizi bir çukurdur, öyle derin ki ölümlü
gözler iskandil edemez. Gel
Sen , arasından onların , yılanın altın gözlerine bayılanların,
tapanların, yılanın gönüllü kurbanlarının. Seç
Kendi yolunu ve ayrı kıl kendini.
Pek merak etme İyiyi ve Kötüyü;
Çabalama zamanın gelecek dalgalarını saymaya;
Ama kendini hoşnut say çünkü ışığın var
Yeter adım atmana da basamak bulmana da.

Ey Görünmez Işık, öğüşler sana!
Onca parlak ölümlü görüşler için.
Ey Daha Büyük Işık, öğüşler Sana daha sönüğün için;
Doğu ışığı çan kulemize ulaşır sabahları,
Işık ki dolunur batı kapılarımızda akşamları,
Alacaışık durgun gölcükler üzre yarasalar uçarken,
Ay ışığı ve yıldız ışığı, baykuş ve pervane ışığı,
Ateşböceği ateş ışığı upuzun bir yaprakta.
Ey Görünmez Işık, tapıyoruz Sana!

Şükran Sana ışıklar için, tutuşturduğumuz,
Işığı mihrabın ve kutsal yerin;
Küçük ışıkları gece yarısı düşünceye dalanların
Ve ışıklar, renkli pencere camlarından gönderilen
Ve ışık, cilalı taşlardan yansıyan,
Yaldızlı oyma tahtadan, ve renkli fresklerden.
Denizin altı bakışımızdır, gözlerimiz yukarı bakar
Ve görür ışığı, tedirgin sularda kırılan.
Görüyoruz ışığı ama göremiyoruz nerden geliyor.
Ey Görünmez Işık ululuyoruz Seni!

Dünyasal hayat ritmimizde ışıktan bıkarız. Kıvanırız gün
erince sona, oyun erince sona ; ve coşkunluk acıdır daha çok.
Bizler çocuğuz, çabucak bıkan: çocuklar ki kalkar geceleri ve
uykuya dalarlar roket ateşlenirken; ve gündüzler, iş ya da
oyun için, uzundur.
Bıkarız eğlenceden ya da çabalamaktan, uyuruz ve iyi ki
uyuruz.
Denetiminde kan ritminin ve gündüzün ve gecenin ve
mevsimlerin.
Ve söndürmeliyiz mumu, söndürmeli ışığı ve yine
yakmalıyız;
Daima karartmalı, daima yeniden parlatmalıyız alevi.
Bu yüzden şükran Sana, cılız ışığımız için, gölgelerle
benekli.
Şükran Sana ki yönelttin bizi kurmaya, bulmaya
oluşturmaya parmak uçlarımızda ve gözlerimizin
ışığında.
Ve bir mihrap kurunca Görünmez Işığa, üstüne dikebiliriz
küçük ışıkları, bedensel görüş gücümüze uygun ışıkları.
Ve şükran Sana ki ışığı hatırlatır bize karanlıklar.
Ey Görünmez Işık, sunarız Sana şükranımızı, Senin büyük
görkemin için!


T. S. Eliot
Çorak Ülke, Dört Kuartet ve Başka Şiirleri

27 Nisan 2016 Çarşamba

Coriolan II. Bir Devlet Adamının Sıkıntıları

AĞLA, niçin ağlayayım?
Bütün gövdeler çayırdır: kapsıyarak
Banyo Arkadaşlarını, İngiliz İmparatorluğu Şövalyelerini,
Süvarileri,
Ey Süvariler! Legion d'honour'lü,
Kara Kartal Nişanlı (1. ve 2. sınıf),
Ve Doğan Güneş Nişanlı.
Ağla, ağla, niçin ağlıyayım?
İlk yapılacak iş, komiteler kurmaktır:
Danışma kurulları, daimi encümenler, üst komiteler, ve
          alt komiteler.
Bir sekreter yeter birçok komiteye.
Niçin ağlıyayım?
Arthur Edward Cyril Parker telefon operatörü atandı,
Maaşı haftada 1 Sterling 10 Şilin, yılda 5 Şilin artışla
          yükselecek
Haftada 2 Sterling 10 Şiline ; Noel primi 30 Şilin
Ve yılda bir hafta tatil.
Bir komite atandı, bir mühendisler komisyonu seçmek için
Su İşlerini görüşecek.
Bir komisyon atandı
Bayındırlık İşleri için, ilk sorun tahkimatın yenilenmesi.
Bir komisyon atandı
Görüşmek üzere bir Volscian komisyonuyla
Sürekli barış için: ok tüyleyiciler, harbe yapıcılar, ve
          demirciler
Karma bir komite kurmuşlar, protesto için siparişlerdeki
          azalmayı.
O sırada muhafızlar zar atar bataklıkta
Ve kurbağalar (El Mantuan) vıraklar bataklıkta.
Ateşböcekleri parlar cılız şimşeklere karşı
Niçin ağlayayım?
Anne anne
İşte sırasıyla aile portreleri, soluk büstler, görünüşte
          hepsi pek Romalı,
Pek benziyorlar birbirlerine, sırayla aydınlanarak aleviyle
Terli bir meşale taşıyıcının, esniyor.

Ey gizlenen altında... Gizlenen altında... Orada güvercinin
          ayağı durur ve kitlenir bir an,
Durağan bir an, öğle dinlencesi, hazırlanmış en geniş öğle
          ağacının üst dalları altında
Bir öğle sonrası esintisiyle karışan göğüs tüyleri altında
Orada siklamen yayar kanatlarını, orada yabanasması
          sarkar kapıya doğru
Ey anne (arasında değil bu büstlerin, hepsi gereğince yazılı)
Ben, bir yorgun baş, arasında bu başların
Boyunlar güçlü, taşır onları
Burunlar güçlü, yarar rüzgarı
Anne
Olmayabiliriz bir süre için, belki de şimdi, birlikte,
Kıyımlar, kurban etmeler, adaklar, yakarıp edinmeler
Başladıysa şimdi
Olmayabiliriz
Ey gizlenen
Gizlenen durağanlığında öğlenin, sessiz geberen gecede.
Gel küçük yarasanın kanat rüzgarıyla, ateşsineği ya da
          ateşböceğinin küçük ışığıyla gel,
"Yükseliş ve düşüş, toz ile taçlanmış", küçük yaratıklar,
Küçük yaratıklar seyrekçe cıvıldar tozlar içre, geceler içre.
Ey anne
Niçin ağlayayım?
Bizler bir komite istiyoruz, bir temsilciler komitesi,
          bir komite soruşturmalar için
ÇEKİL ÇEKİL ÇEKİL


T. S. Eliot
Çorak Ülke, Dört Kuartet ve Başka Şiirleri

Coriolan I. Zafer Töreni

Taş, bronz, taş, çelik, meşe dalları, at nalları
Kaldırımlar üzre.
Ve bayraklar. Ve trampetler. Ve pek çok kartal.
Kaç tane? Say bakalım. Ve halkın böyle yığışması.
Tanıyamadık o gün kendimizi, ya da tanıyamadık kenti.
İşte tapınak yolu, ve biz, pek çoğumuz doldurup yolu.
Pek çoğu bekleyerek, kaç kişi bekleyerek? ne önemi var, böyle bir günde?
Göründüler mi? Yo, daha değil. Bazı kartallar göründü. Ve dinle trampetleri.
Buraya geliyorlar. O da geliyor mu?
Doğal uyanık hayatı Benliğimizin, bir sezme işidir.
Bekleyebiliriz taburelerimiz ve sosislerimizle .
İlk gelen hangisi? Görebildin mi? De bize. Gelen

5,800,000 tüfek ve karabina,
102,000 makineli tüfek,
28,000 havan topu,
53,000 sahra topu ve ağır top,
Bilmem ne kadar cephane, mayın ve tapa,
13,000 uçak,
24,000 uçak motoru,
50,000 cephane arabası,
ve 55,000 ağırlık arabası,
11,000 sahra mutfağı,
1,150 sahra fırını.

Amma zaman aldı bu. Şimdi sıra O'nda mı? Hayır,
Şunlar golf kulübü kaptanları, bunlar izciler,
Ve şimdi societe gymnastique de Poissy
Ve şimdi de Belediye Başkanı ve Lonca Üyeleri. Bak
Orada şimdi o, bak:
Gözlerinde hiç de sorgu sual yok
Ya da ellerinde, atın üzerinde sessiz,
Ve gözler tetikte, bekliyor, seziyor, ilgisiz.
Ey gizlenen altında güvercin kanadının, gizlenen göğsünde sutospağasının,
Altında palmiyelerin öğleyin, altında akarsuyun
Durağan noktasında dönen dünyanın. Ey gizlenen.

Şimdi tapınağa çıkıyorlar. Sonra kurban.
Şimdi bakireler geliyor ellerinde vazolar, vazolarda
Toz
Toz
Tozun tozu, ve şimdi
Taş, bronz, taş, çelik, taş, meşe dalları, at nalları
Kaldırımlar üzre.

Bütün görebildiğimiz bu. Ama kaç kartal! ve nice trampetler!
(Ve Paskalya günü kırlara çıkmadık,
Onun'çin genç Cyril'i kiliseye götürdük. Ve çan çaldı onlar
Ve o yüksek sesle seslendi, peksimetler.)
Şu sosisi atmayın,
El altında bulunsun. O kurnazdır. Lütfen bize
Verir misiniz bir ışık?
Işık
Işık
Et fes soldats faisaientla haie? ILS LA FAISAIENT.*


T. S. Eliot
Çorak Ülke, Dört Kuartet ve Başka Şiirleri


* Ve askerler saf tutuyorlar mı? Tutuyorlar.

Üç Müneccimin Yolculuğu

Journey of the Magy


"Geliyor denen soğuktu, tutulduğumuz,
"Tam da yılın en kötü zamanı
"Bir yolculuk için, böyle uzun bir yolculuk:
"Yollar derin ve hava keskin,
"En ölü zamanı kışın."
Ve develer yaralı, ayaklar çatlak, inatçı,
Uzanıp yatmakta eriyen karlar üzre.
Öyle zaman oldu ki özledik hep
Yamaçlardaki yazlık konakları, terasları,
Ve şerbet getiren ipekler içre kızları.
Sonra deveciler küfrede homurdana
Ve kaçarak, ve içki ve kadın isteyerek,
Ve gece-ateşleri sönerek ve barınak yokluğu,
Ve kentler düşman, kasabalar dost değil
Ve köyler pislik yuvası, fiyatlar çok yüksek:
Çetin denen bir zamandı, geçirdiğimiz.
Sonunda yeğledik gece yolculuğunu,
Tavşan uykularına dalarak,
Kulağımızda sesler çınlayarak, diyordu ki
Bütünüyle aptallıktı bu.

Sonra tan vakti indik ılıman bir vadiye,
Islak, kar sınırı altı, ot kokulu,
Bir akarsu ve karanlığı döven bir değirmen,
Ve üç ağaç, ufka yakın.
Ve bir yaşlı beyaz at çayırda dörtnala kalktı.
Sonra bir hana vardık, kapı üstünde asma dalları,
Açık bir kapıda altı el, gümüş parasına zar atan,
Ve ayaklar, boş şarap tulumlarını tekmeleyen.
Ama hiçbir haber yoktu, onun'çin düştük yola
Ve vardık geceleyin, zamanından önce değildi
Yeri buluşumuz; bu (diyebilirsiniz) yeterliydi .

Tüm bunlar uzun zaman önceydi, hatırlarım,
Ve bunu yine yapardım, ama düşündüm
Şunu düşündüm
Şunu: bütün o yolda yedilişimiz ne içindi
Doğum mu yoksa ölüm mü? Bir doğum vardı, bu kesin,
Kanıtımız vardı ve şüphemiz yok. Doğumu. ve ölümü
görmüştüm,
Ama düşünmüştüm bunlar farklıydı; bu Doğum sanki
Çetin ve acı can çekişmemizdi, sanki Ölüm, bizim ölümümüz.
Sonra yerlerimize döndük, bu Ülkelere,
Ama artık rahat değiliz burada, eski düzen içre,
Tanrılarını kucaklayan bir sürü yabancıyla.
Bir başka ölüm olsa ne sevinirdim.


T. S. Eliot
Çorak Ülke, Dört Kuartet ve Başka Şiirleri

26 Nisan 2016 Salı

Ash-Wednesday

Paskalya Perhizinin İlk Çarşambası


I

Çünkü ummuyorum döneyim gene
Çünkü umuyorum
Çünkü ummuyorum döneyim
İsteyerek şunun yetisini, bunun gücünü
Artık çabalamam çabalamaya böyle şeyler için
(Kocamış kartal neden gersin kanatlarını?)
Neden ağıt yakayım
Yiten gücüne bildiğimiz saltanatın?

Çünkü ummuyorum tadayım gene
Olumlu saatin çürük ününü
Çünkü sanmıyorum
Çünkü bilirim ki bilmeyeceğim
Geçici olan tek gerçek gücü
Çünkü içemem orada
Ağaçlar çiçeklenir ve pınarlar akarken, çünkü hiçbir şey yok artık

Çünkü bilirim ki zaman hep zaman
Ve yer, hep o yer ve tek yerdir
Ve gerçek yalnız belli bir zamanda gerçektir
Ve yalnız belli bir yerde
Kıvanıyorum ki her şey olduğu gibi ve
Ben boşluyorum o kutlu yüzü
Ve boşluyorum o sesi
Çünkü umamam döneyim gene
Bu yüzden kıvançlıyım, bir şeyler kurmanın
Verdiği kıvançla

Ve yakarıyorum Tanrı'ya bağışlanmamız için
Ve ben yakarıyorum ki unutabileyim
Bu sorunları ki kafamda onca evirdim çevirdim
Onca açıkladım
Çünkü ummuyorum döneyim gene
Bırakın bu sözler yanıtlasın
Çünkü yapılan yapılmayacaktır bir daha
Dilerim verilecek cezamız çok ağır olmasın

Çünkü bu kanatlar artık uçacak kanat değil
Yalnızca dövmeye yarar havayı
Hava ki şimdi tümden hafifleyip kurumuş
Daha hafif ve kuru istekten
Öğret bizi aldırmayı ve aldırmamayı
Öğret bize uslu oturmayı.

Yakar biz günahlar'çin şimdi ve ölüm saatimizde
Yakar bizler için şimdi ve ölüm saatimizde.


II

Lady, üçbeyaz pars çöktü altına ardıçın
Gün serinliğinde, yedikten sonra tıka basa
Bacaklarımı yüreğimi ciğerimi ve ne vardıysa
Kafatasımın yuvarlak oyuğunda. Ve Tanrı dedi
Yaşayacak mı bu kemikler? Yaşayacak mı
Bu kemikler? Ve bir zamanlar ne vardıysa
Kemikler içre (çoktan kurumuş) cıvıldadı:
İyiliği yüzünden bu Lady'nin
Sevimliliği yüzünden ve düşüncelerinde
Yüceltmesi yüzünden Bakire Meryem'i,
Işıl ışıl parıldarız . Ben ki dönüşmüşüm burada
Sunuyorum eylemlerimi unutulmaya ve aşkımı
Çölün gelecek kuşaklarına ve sukabağına.
Bu yüzdendir geri aldım
Bağırsaklarım göz liflerimle sindirilmez parçalarımı
Parsların burun kıvırdığı. Lady bir yanda dalmış
Beyaz tuvaletiyle, derin düşüncelere, beyaz tuvaletiyle.
Kemiklerin beyazlığı çeksin hele cezasını unutkanlığın.
Hayat yok ki içlerinde. Değil mi ki unutulmuşum
Ve unutulacaktım, öyleyse unutacağım
Bunca bağlı, yönelmiş tek amaca. Ve Tanrı dedi
Yalvaçlığını yele de, yele yalnız, çünkü yalnız
Yel dinleyecek. Ve kemikler cıvıldadılar
Çekirgelerin kemirme sesiyle şarkılarına başladılar

Sessizliğin Lady'si
Sakin ve acılı
Solgun ve en yetkin
Gülü anıların
Gülü unutkanlığın
Tükenmiş ve can-katan
Kaygılı ve dinlendiren
Biricik Gül
Şimdi Bahçedir
Tüm aşkların bittiği
Tüket ezincini
Doyurmayan aşkın
Katmerli ezincini
Doyuran aşkın
Sonu, bu sonsuz
Yolculuğun çıkmaza
Bitimi her şeyin ki
Bitirilemez
Kelamsız konuşma ve
Hiç konuşmasız kelam
Öğüşler Anamıza
O Bahçe için
Tüm aşkların bittiği.

Bir ardıçın altında şakıdı kemikler, dağılmış ve parıltılı
İyi ki dağıldık, pek hayrımız dokunmadı birbirimize,
Gün serinliğinde bir ağaç altında, hayır duasıyla kumların ,
Unutup kendilerini ve birbirlerini, birleştiler
Sessizliğinde çölün. İşte ve topraktır ki sizler
Bölüşeceksiniz kardeşçe. Ve ne ayrılma ne de birleşme
Söz konusu. Toprak bu topraktır. Elimizde kalıtımız.


III

İlk dönemecinde ikinci merdivenin
Dönüp de gördüm aşağ'da
Aynı görüntü sarılmıştı tırabzana
Buğusu içinde kokuşmuş havanın
Boğuşuyordu merdivenlerin şeytanıyla,
Aldatan suratı umut ve umutsuzluğun .

İkinci dönemecinde ikinci merdivenin
Bıraktım onları büküle döne aşağ'da;
Başka yüzler yoktu ve karanlıktı merdiven,
Islaktı, kertikliydi, bir yaşlının onmaz salyalı ağzı ,
Geçkin bir köpekbalığının çentikli boğazı gibiydi.

İlk dönemecinde üçüncü merdivenin
Bir pencere vardı incir biçimi açılmış
Ve çiçekli alıçlardan ve bir çayırlıktan ötede
Geniş sırtlı biri, bürünmüş mavi ve yeşile,
Büyüledi Mayıs zamanını antik bir flütle.
Savrulan saçlar hoştur, kumral saçlar yüze savrulan ,
Leylaklar ve kumral saçlar;
Oyalanmış, flütün ezgisi, biter ve adımları düşüncenin üçüncü merdivende,
Duralamada, duralamada; ve güç, umut ve umutsuzluktan öte
Tırmanmada üçüncü merdivene.

Tanrım, değmez benim gibisine
Tanrı m , değmez benim gibisine ama neydi o kelam söyle.


IV

Kimdi yürüyen arasında menekşelerle menekşelerin
Kimdi yürüyen arasında
Değişik yeşillikte çeşitli tarhların
İlerleyip beyazlı mavili, Meryem'in renkleri içre,
Söz edip boş şeylerden
Bir yadsıyıp bir kabullenerek sonrasız acıyı
Kimdi katılan ötekilere, yürürlerken,
Kimdi gürleştiren çeşmeleri, canlandıran pınarları

Serinleten kızgın kayayı ve pekiştiren kumları
Hezaren çiçeği mavisiyle , Meryem'in mavisi,
Sovegna vos ( Unutma beni )

İşte yıllar, geçip gider aradan , taşıyan
Kemanlarla flütleri uzaklara, sağaltan
Uykuyla uyanış arası zamanda yürüyeni , bürünen

Ak ışığa, dalga dalga, sarmada gövdesini , dalga dalga.
Yeni yıllar yürür, sağaltıp
Parlak bir gözyaşı bulutunda, yılları, sağaltıp
Yeni bir şiirle antik şiiri. Kurtar
Zamanı. Kurtar
Erişilmez düşlerdeki yorumlanmamış düşü
Yaldızlı ölü arabasını çekerken süslü ünikornlar.

Sessiz bacı beyaz ve mavi peçesiyle
Porsuk korusunda, bahçe tanrısının ardında,
Flütü soluksuz, baş eğdi, imledi ama tek kelam etmedi

Ama çeşmeler gürleşti, kuşlar şakıdı aşağ'ya
Kurtar zamanı, kurtar düşleri
Simgesidir kelamın, duyulmadık, söylenmedik

Yel binlerce fısıltı düşürmeden porsuklardan

Ve sonra bizim sürgünlüğümüz


V

Yitik kelam yitmişse, edilmiş kelam edilmişse
Duyulmadık, edilmedik
Kelam edilmemiş, duyulmamışsa;
Hala edilmemiştir o kelam, O Kelam duyulmamış,
Tek kelamı olmayan O Kelam, O Kelam içinde
Bu alemin, bu alem için;
Ve ışık parıldadı karanlıkta ve
O Kelama karşı tedirgin alem hala dönüyordu
Ortalarında O sessiz Kelamın .

Ey ulusum benim, ne ettim ben sana.

Nerde bulunacak o kelam, o kelam nerde
Çınlayacak? Burada değil, yeterli sessizlik yok
Yok denizlerde ya da adalarda, yok
Kıtalarda, çöllerde ya da yağmur ülkesinde,
Yok onlar için ki karanlıkta yürürler
Hem gündüz vakti, hem gece vakti
Uygun vakit ve uygun yer burada değil
Hiç bağışlanma yeri yok onlara, o yüzü tanımadılar
Hiç kıvanma zamanı yok onlara, şamata içre yürüdüler ve o sesi yadsıdılar

Yakaracak mı peçeli bacı onlar için
Ki yürüyüp karanlıkta seçerler seni ve yadsırlar seni,
Onlar ki boynuz üzre cansız, arasında mevsimle mevsimin, zamanla zamanın , arasında
Saatle saatin, kelamla kelamın, güçle gücün, beklemekteler
Karanlıkta? Peçeli bacı yakaracak mı
Kapıdaki çocuklar için,
Çekip gidemezler ve yakaramazlar:
Yakar onlar için ki seçerler ve yadsırlar

Ey ulusum benim, ne ettim ben sana.

Peçeli bacı, ince uzun porsukağaçları arasında
Yakaracak mı onlar için ki onu incitirler
Ve dehşete düşer ve boyun eğmezler
Ve onarlar önünde alemin, yadsırlar kayalıklarda
O son çölde, arasında son mavi kayalıkların
Çöl bahçenin içinde, bahçe çölün içinde
Kurak, tükürüp buruşuk elma çekirdeklerini ağızlarından.

Ey ulusum benim.


VI

Ummadığım halde döneyim gene
Ummadığım halde
Ummadığım halde döneyim

Çırpınarak kar ve zarar arasında
Bu kısa geçişte ki orada düşler geçer
Düşlergeçmiş alaca karanlığa doğumla ölüm arası
(Kutsa beni peder) istemeyi istemesem de bu şeyleri
Granit kıyıya bakan geniş pencereden
Ak yelkenler hala uçar denize, denize uçarak
Kırılmamış kanatlar

Ve yitik yürek katılıp kalır ve kıvanır
Sesinde yitik leylakların ve yitik denizin
Ve cılız can davranır baş kaldırmaya
Çünkü eğik gökkuşağı ve kokusu yitik denizin
Davranırlar sağaltmaya
Çığlığını bıldırcınlarla fırdönen kızkuşlarının
Ve kör göz yaratır
Bomboş gövdeler, fildişi kapılar arasında
Ve koku, yeniler tuzlu tadını kumlu toprağın

Bu, gerilim zamanıdır ölümle doğum arasında
Bu, yalnızlık yeridir ki üç düş orada geçer
Mavi kayalıkların arasından
Ama porsukağacından silkelenen sesler sürüklenirken
Bırak öbür porsuk da silkelenip yanıtlasın.
Ey kutlu bacı, kutsal ana, pınarın canı, bahçenin canı,
Çektirme bize, yalanla maskara etmeyelim kendimizi
Öğret bize aldırmayı ve aldırmamayı
Öğret bize akıllı uslu oturmayı

Bu kayaların arasında bile ,
Gönül rahatlığımız O'nun elinde
Ve bu kayaların arasında bile
Bacı, ana
Ve ırmakların canı, denizlerin canı,
Ayrılık acısı gösterme bana
Ve bırak çığlıklanın ulaşsın Sana.


T. S. Eliot
Çorak Ülke, Dört Kuartet ve Başka Şiirleri
Çeviri: Suphi Aytimur

Oyuk Adamlar

A penny for the Old Guy*


I

Bizler içi oyuk adamlarız
Bizler içi doluk adamlarız
Birlikte eğilen
Kafaları saman tıkılı. Yazık!
Kurutulmuş seslerimiz
Birlikte fısıldaşınca
Sessizdir, anlamsızdır
Yel nasılsa kuru otlarda
Ya da sıçan ayakları cam kırımlarında
Kuru kilerimizde

Görünüş biçimsiz, gölge renksiz,
Kötürüm güç, jest kımıltısız;

Onlar ki göçüp gittiler
Göz kırpmadan ölümün öbür Ülkesine
Anarlar bizi, anarlarsa, derler ki
Yitik azılı canlar değillerdi , ama
İçi oyuk adamlardı
İçi doluk adamlardı.


II

Düşlerde bakamadığım gözler
Ölümün düşsel ülkesinde
Bunlar görünmez:
Orada, bu gözler
Günışığıdır kırık bir sütun üzre,
Orada, bir ağaçtır salınır
Ve sesler
Yelin türküsündedir
Daha uzak ve daha ağırbaşlı
Solan bir yıldızdan .

Daha yakına yaklaşmıyayım
Ölümün düşsel ülkesinde
Ben de kılık değiştireyim
Şöyle seçme giysilerle
Sıçan kürkü, karga tüyü, çapraz çomaklar
Bir tarlada
Ne yöne eserse yel , o yöne
Daha yakına değil -

İstemez o son karşılama
Alacakaranlık ülkesinde


III

Bu ölü ülkedir
Bu kaktüs ülkesidir
Burada taştan putlar
Yükselir, burada onlar kabullenir
Bir ölü elinin yakarışlarını
Solan bir yıldızın pırıltısında.

Hep böyle midir
Ölümün öbür ülkesinde
Yalnız uyanış
O saatte, biz tam
Titrerken sevecenlikle
Dudaklar ki öpüş içindir
Yakarışlar sunar kırık taşlara.


IV

Burada değil gözler
Burada göz ne gezer
Bu ölen yıldızlar vadisinde
Bu oyuk vadide
Bu kırık çenesinde yitik ülkelerimizin

Bu sonuncusunda buluşma yerlerinin
El yordamıyla aranıyor
Ve kaçınıyoruz konuşmaktan
Yığılmış kıyısına bu kabarmış nehrin

Görmeyeceğiz belirmezse
Gözlerimiz yerlerinde
Sonrasız yıldızı
Katmerli gülü gibi
Alacakaranlık ölüm ülkesinin
İşte tek umudu
Boş adamların.


V

Çevresinde döndüğümüz frenkinciri
Frenkinciri frenkinciri
Çevresinde döndüğümüz frenkinciri
Saat beşte sabahleyin.


Düşünceyle
Gerçek arasına
Devinimle
Eylem arasına
Düşer o Gölge

Çünkü Senindir Ülke

Kavrayışla
Yaratma arasına
Coşkuyla
Yanıt arasına
Düşer o Gölge

Hayat uzun mu uzun

Kösnü ile
Kasılma arasına
Cinsel güçle
Varlık arasına
Kök ile
Soy sop arasına
Düşer o Gölge

Çünkü Senindir Ülke

Çünkü Senindir
Hayattır
Çünkü Senindir o

İşte böyle kopar kıyamet
İşte böyle kopar kıyamet
İşte böyle kopar kıyamet
Gümbürtüyle değil iniltiyle


T. S. Eliot
Çorak Ülke, Dört Kuartet ve Başka Şiirleri


(*) Old Guy için bir penny (5 Kasımda Guy Fawkes'ın yakalanışını kutlamak üzere donanma fişeği almak için çocukların para isteme yolu)

J. Alfred Prufrock'un Aşk Şarkısı

S'io eredessi ehe mia risposta fosse
a persona ehe mai tornasse al mondo,
questa fiamma staria senza piü seosse.
Ma per cio ehe giammai di questo fondo
non tornô vivo aleun, s'i'odo il vcro,
Senza tema d'infamia ti rispondo.


Gidelim öyleyse, sen ve ben ,
Akşam göğe karşı serilmiş yatarken
Eterlenmiş bir hasta gibi masada;
Gidelim o yarı tenha sokaklardan:
Mırıltılı inziva yeri olan
Tedirgin gecelerin, tek gecelik salaş otelleriyle
Ve istiridye kabuklu, talaşlı aşevleriyle ,
Sokaklar ki yoz tartışmasınca sinsi niyetlerin
İzleyip durur seni
Duyasın diye sanki o ürkünç soruyu . . .
Ah , "Nedir?" diye sorma sakın,
Gidelim de bir hatır soralım.

Salonda kadınlar girip çıkar
Mikelanj elo'dan söz açar.

Sarı sis sürterken sırtını pencere camlarına
Sarı duman sürterken burnunu pencere camlarına
Yaladı köşesini bucağını akşamın,
Oyalandı bir süre oluklardaki sularla,
Aldırmadı bacalardan inen kurum inerken sırtına,
Taraçayı hızla geçip ansızın atıldı,
Baktı, ılık bir Ekim gecesiydi gelen,
Bir kıvrılıp evin çevresine , uyuya kaldı .

Ve gerçekten zamanı gelir
Pencere camlarına sırtını sürterek
Sokaklar boyunca kayan sarı dumanın;
Zamanı gelir, zamanı gelir
Yüzün olur karşındaki yüzleri karşılayacak ;
Cana kıymanın da , yaratmanın da zamanı gelecek ,
Ve zaman , tüm işleri ve günleri için ellerin
Ki alıp soruları düşürür tabağına tek tek;
Senin zamanın ve benim zamanım ,
Ve zamanı sayısız kararsızlığın da
Ve sayısız görüşlerin ve caymaların da,
Daha tadına bakmadan tost ile çayın.

Salonda kadınlar girip çıkar
Mikelanj elo'dan söz açar.

Ve gerçekten zamanı gelir
Sorarsın, "Cesaretim var mı?", "Cesaretim var mı?",
Zamanı gelir geri dönüp merdivenden inmenin,
İç ezikliğiyle tepemdeki kelliğin -
(Diyecekler, "Saçları nasıl da seyrelmede!")
Günlük elbisem üstümde, kolalı yakam çenemde,
Kravatım şık ve sade ama üstünde sıradan bir iğne -
(Diyecekler, "Ama kollarıyla bacakları ne ince !")
Cesaretim var mı
Tedirgin etmeye evreni?
Bir dakika da yeterli zaman var
Kararlarla caymalar için ki bir dakika değiştirir hepsini.

Çünkü tümünü de bilirim ben, tümünü bilirim -
Bilirim nedir akşamlar, sabahlar, ikindiler,
Hayatımı çay kaşıklarıyla ölçmüşüm bir bir;
Ölgün bir düşüşle ölen sesleri bilirim
Uzakça bir salondaki müziğin etkisiyle.
Nasıl cüret ederdim öyleyse?

Ve gözleri de bilirim ben, tümünü bilirim -
Gözler ki tek cümlelik yaftada özetler seni;
Ben ki yaftalanmış yayılmışım bir iğne altında,
Ben ki iğnelenmiş, duvarda kıvranmaktayım,
Nasıl başlayabilirdim o durumda
Tükürmeye günlerimle alışkanlıklarımın izmaritlerini?
Nasıl cüret edebilirdim hem de?

Ve kolları da bilirim ben, tümünü bilirim -
Kollar ki bileziklidir, beyazdır, çıplaktır,
(Ama lambanın ışığında ayva tüylerine bürünür!)
Yoksa o parfüm mü, bir elbiseden,
Bana böyle boş şeyleri söyleten?
Kollar ki ya bir masaya dayalı, ya bir şala sarılı.
O zaman mı cüret etmeliydim?
Nasıl başlamalıydım ama?

.....

Diyeyim mi, akşamüstü dar sokaklarda sürttüm
Ve pipolarından yükselen dumanı seyrettim
Pencerelerden sarkan ceketsiz, yalnız adamların? . . .

Çentikli bir çift kıskaç olmalıydım ben
Sessiz denizlerin dibinde seğirten.

.....

Ve ikindiler, akşamlar, böyle deliksiz uyusun!
İnce uzun parmaklarla okşanmış,
Uykuda . . . yorgun . . . sözde hastalanmış,
Yatıyor yerde, burada, yanımızda upuzun.
Yeter miydi, çaylar, kekler, dondurmalardan sonra,
Sürüklemeye gücüm, o anı bir çıkmaza?
Ama ağlayıp oruç tuttum, ağlayıp yakardım,
Gördümse de başımın (dazlakça) bir tepside getirildiğini,
Bir yalvacını diyemem - hem nedir ki, önemi;
Görmüş ün yalazının benim için parıldadığını,
Görmüş ölümsüz kavasın paltomu tutup sırıttığını,
Ve doğrusu korkmuştum .

Ve üstelik onca çabaya değer miydi?
O fincanlar, o marmalat, o çaylardan sonra,
Porselenler arasında, seninle söyleşimiz arasında
Değer miydi onca bocalamak ,
Sorun'u bir gülüşle kesip atmak,
Sıkıp bir yumak haline sokmak evreni,
İtip yuvarlamak sonra o ürkünç soruya,
Demek için, "Ben Lazarus, ölüler arasından,
Geldim anlatmaya her şeyi, anlatacağım size her şeyi" -
Ya biri, yastığa gömerek başını umursamadan
Deseydi, "Demek istediğim hiç de bu değil.
Hiç de bu değil . "

Ve üstelik onca çabaya değer miydi,
Onca üzüntüye değer miydi,
Günbatımlarından, avlulardan, sulanmış sokaklardan ,
Romanlar ve çay bardakları ve yeri süpüren eteklerden sonra -
Hem bunlar, hem daha nice şeylerden sonra? -
Elde değil ki söylemek açıkça içimdekini!
Ama bir hayal feneri sanki beyaz perdeye yansıtmış sinirleri:
Onca üzüntüye değer miydi
Ya biri, gömülerek yastığa ya da sıyırarak şalını
Ve dönerek pencereye deseydi bir:
" Hiç de bu değil,
Demek istediğim hiç de bu değil."

.....

Yooo! Ne Prens Hamlet'im ben , ne de elimdeydi olmak;
Bir maiyet lorduyum, öyle biri ki elbette
Renklensin diye bir gezi önayak olacak bazı sahnelere ,
Öğüt verecek prense ; tamam , bir oyuncak prensin elinde,
İşe yaramaktan hoşnut, saygılı,
Politik, ölçülü ve çok dikkatli;
Cafcaflı sözlere düşkün, biraz da kaz kafalı ;
Kimi zaman da, doğrusu, gülünç adamakıllı -
Adamakıllı Soytarı , kimi zaman da.

Kocamak tayım . . . Kocamak tayım . ..
Paçaları kıvrık pantolonlarla dolaşacağım .

Saçımı arkadan mı ayırayım? Bir şeftali yesem mi acaba?
Ayağımda beyaz flanel pantolon , dolaşacağım kıyıda.
Birbirine şarkı söylüyordu deniz kızları orada.

Sanmam ki bana şarkı söylesinler.

Gördüm onları denize açılırken dalgalar üzre
Tarayıp savrulan dalgaların ak saçını tel tel
Bir ak, bir kara, suları savururken yel .

Oyalandık bir süre salonlarında denizin,
Denizyosunu çelenkli denizkızlarının yanındaydık .
Uyanıncaya dek insan sesleriyle, sonra boğulduk.


T. S. Eliot
Çorak Ülke, Dört Kuartet ve Başka Şiirleri


(*) Yerdiğim yanıtlar, bilseydim ki
Dünyaya dönebilecek birinedir,
Bu alev Şimdiye çoktan sönerdi.
Ama hiç kimse sağ dönmemiştir
Bu derinlikten. dendiğine göre,
Küçülmeden yanıtlıyorum bir bir.

DANTE
Cehennem XXVII'den

25 Nisan 2016 Pazartesi

Karıma Bir Sunu

Sana borçluyum bu kabına sığmayan sevinci,
Canlandırıyor duyularımı uyanış saatimizde;
Ve uyumu, düzenliyor erincini uyku saatimizin ;
Ve soluk alışı birlikte

Aşıkların ki gövdelerinde birbirinin kokusu
Düşünürler aynı şeyleri söze gerek kalmadan
Cıvıldarlar aynı sözleri anlama gerek kalmadan

Ne hırçın kış rüzgarı üşütür
Ne bunaltan tropik güneşi soldurur
Gülbağındaki gülleri ki bizimdir, bizimdir ancak

Ama bu sunu başkaları okusun diyedir
Bunlar sana açıkça sunulan özel sözlerdir.


T. S. Eliot
Çorak Ülke, Dört Kuartet ve Başka Şiirleri

2 Aralık 2012 Pazar

Çorak Ülke

“Nam Sibyllam quidem
Cumis ego ipse oculis meis vidi
in ampulla pendere, et
cum illi pueri dicerent:
Sibulla ti thelis;
respondebat illa:
apothanein thelo” (1)

Ezra Pound’a
il miglior fabbro (2)


I.
ÖLÜLERİN GÖMÜLÜŞÜ

En zalim aydır Nisan, çıkartır
Leylakları ölü topraktan, karar
Bellekle arzuyu, karıştırır
Kasvetli kökleri bahar yağmuruyla.
Sıcak tuttu bizi kış, örterek
Yeryüzünü unutkan karla, besleyerek
Kurumuş yumrularla bir parça hayatı.
Şaşırttı bizi yaz, Starnbergersee dolaylarında
Bir kırkikindi yağmuruyla; sığındık sırakemerlere,
Ve çıktık gün ışığına, Hofgarten’e doğru,
Ve kahve içtik, ve konuştuk bir saat kadar.
Bin gar keine Russin, stamm’ aus Litauen, echt deutsch. (3)
Ve çocukken, arşidüklerde kalmıştık,
Kuzenim, bir kızakla gezdirmişti beni,
Ve korkmuştum. Dedi ki, Marie,
Marie, sıkı tutun. Ve kaymıştık yamaç aşağı.
Dağlarda, özgür hisseder insan kendini.
Gecenin çoğunu okuyarak geçiririm, güneye giderim kışları.

Hangi kökler kavrar, hangi dallar büyür
Bu taş döküntüde? İnsanoğlu, [1*] (4)
Söyleyemezsin, ya da sezemezsin, çünkü bildiğin sadece
Güneşin kavurduğu kırılmış görüntülerin bir yığıntısıdır,
Ve ne ölü ağaç korunak, ne cırcırböceği huzur, [2*] (5)
Ne de kuru taş suyun sesini verir. Sadece
Gölge vardır bu kızıl kayanın altında,
(Gel gir bu kızıl kayanın gölgesi altına)
Ve hem sabah vakti uzun adımlarla arkandan giderken
Hem de akşam saatinde seni karşılamak için dikilen gölgenden
Farklı bir şey göstereceğim sana;
Bir avuç tozdaki dehşeti göstereceğim sana.
Frisch weth der Wind
Der Heimat zu
Mein Irisch Kind,
Wo weilest du? [3*] (6)
“Bana sümbüller vermiştin bir yıl önce ilk kez;
Sümbül kız diye çağırmışlardı beni”.
- Geri geldiğimizde fakat, geç vakit, sümbül bahçesinden,
Kolların dolu, ve saçların ıslak, konuşamıyordum,
Ve gözlerim güçten düşmüştü, ne diriydim
Ne de ölü, ve bir şey bilmiyordum,
Bakarak ışığın yüreğine, sessizliğe.
Oed’ und leer das Meer. [4*] (7)

Madam Sosostris, o ünlü kâhin,
Çok fena soğuk kapmıştı, gene de
Avrupa’nın en bilge kadını olarak bilinirdi.
Meymenetsiz bir deste kartla. İşte, demişti [5*]
Senin kartın, boğulmuş Finikeli Gemici,
(Bunlar O’nun gözleri olan incilerdir. Bak!)
İşte üç asâlı adam, ve işte Çark,
İşte Belladonna, Kayaların Hanımı, durumların hanımı.
Ve işte tek gözlü tüccar, ve boş olan
Bu kart, görmemin yasaklandığı
Sırtında taşıdığı bir şeydir. Bulamam
Asılmış Adam’ı. Suda ölmekten sakın.
Kalabalık bir halk görürüm, yürürler halka halka.
Teşekkürler. Eğer sevgili Bayan Equitone’u görürseniz
Söyleyin zayiçeyi bizzat getireceğim:
Bu günlerde dikkatli olmak gerekli.

Hayali Şehir, [6*] (8)
Bir kış şafağının kahverengi sisi altında,
Bir kalabalık aktı Londra Köprüsü üstünden, sürüyle,
Düşünemedim ölümün sürüyle insanı heder ettiğini. [7*] (9)
İç çekişler, kısa ve seyrek, nefes almalar, [8*] (10)
Ve her adam dikmişti gözlerini ayaklarına.
Yamaçtan yukarı ve aşağı King William Caddesine,
Azize Mary Woolnoth’un saatleri ölçtüğü yerde
Ölü bir sesle nihayet vurduğunda dokuz. [9*]
Orada gördüm bir tanıdığı, ve durdurdum O’nu, bağırdım: “Stetson!
Benimle birlikte gemilerdeydin Mylae’de!
Geçen yıl bahçene diktiğin o ceset,
Filizlendi mi? Bu yıl çiçek açar mı?
Yoksa apansız ayaz altüst mü etti tarhını?
Oy, uzak dursun o Köpek, o insanların dostu, [10*] (11)
Yoksa tırnaklarıyla kazıyıp çıkarır yeniden!
Sen! Hypocrite lecteur! – mon semblable, – mon frère! ” [11*] (12)


II.
BİR PARTİ SATRANÇ

Oturduğu sandalye, parlatılmış bir taht gibiydi, [12*] (13)
Alazlanmıştı mermerde, altın bir Cupido’nun (14)
Gözetlediği yüklü asmalarla işlenmiş
Kaideler tutuyordu aynayı
(Kanatları ardında başka biri sakladı gözlerini)
Çiftleyerek yedi kollu koca şamdanın alevlerini
Yansıtarak ışığı masanın üstüne
Mücevherlerinin ışıltısı doğrularak karşıladı O’nu,
Atlas mahfazalardan döküldü bollukla bereketle.
Tıkaçsız fildişinden küçük şişelere ve renkli camlara
Sinmiş O’nun tuhaf suni kokuları,
Merhem, toz, ya da sıvı halinde – tedirgin, şaşkın
Ve kokularda boğmuş duyuyu; pencereden artarak esen
Havayla kımıldadı, semirerek
Bu yükselip uzayan mum alevlerini,
Savurarak dumanlarını altın tavana, [13*] (15)
Heyecanlandırdı oyma tavan süslerini.
Yeşil ve turuncuyla yanmış muazzam deniz ağacı
Doymuş bakırla, oyulmuş bir yunusun yüzüşü misali
Hüzünlü bir ışığı barındıran renkli taşla çevrili.
Kadim şömine üstünde sergilenmişti
Orman manzarası görünen bir pencere resmi. [14*]
Philomel’in dönüşümü, barbar bir kral eliyle [15*]
Öyle zalimce zorlanmış; gene de bülbül gibi [16*]
Doldurmuş bütün çölü bozulmamış bir sesle
Ve hâlâ çağırır, ve hâlâ peşine düşer dünya,
”Cik cik” rezil kulaklara.
Ve zamanın solan diğer kesilmiş gövdeleri
Anlatıldı bu duvarlara; bakakalan biçimler
Sarkmış dışarı, yaslanmış, susturmuş çevrilmiş odayı.
Adımlar süründü merdivende.
Ateşin ışığında, çalılık altında, saçları
Savruldu yakan noktalarda
Alazlanıp kelimelere dönüştü, vahşice dingin olmak adına.

“Asabım bozuk bu gece. Evet, bozuk. Benimle kal.
Konuş benimle. Niçin hiç konuşmazsın. Konuş.
Ne düşünüyorsun? Nedir düşüncen? Ne?
Asla bilmem ne düşündüğünü. Düşün”.

Ölü erkeklerin kemiklerini yitirdiği
Fareler sokağında olduğumuzu düşünürüm [17*]

“Nedir bu ses?
Kapı altında yel. [18*]
Nedir bu ses şimdi? Ne yapar yel?
Hiç, tekrar hiç.
Hiç bilmez misin? Görmez misin hiç? Anımsamaz mısın
Hiç? ”

Anımsarım
Onun gözleri olan incilerdi bunlar.
“Diri misin, değil misin yoksa? Kafanda hiçbir şey yok mu? ” [19*]

O O O O Shakespearevari Caz -

Ne de zarif
Ne anlayışlı
“Şimdi ne yapmalıyım? Ne yapmalıyım? ”
“Olduğum gibi ivedilikle çıkmalıyım, ve yürümeliyim caddede
Saçlarım dağınık, böyle. Ne yapmalıyız yarın?
Ne yapıp etmeliyiz her daim? ”
Sıcak su saat onda.
Ve yağmur yağarsa, kapalı bir araba saat dörtte.
Ve bir parti satranç oynayacağız,
Yumarak gözkapaksız gözleri ve bekleyerek kapının vurulmasını. [20*]

Kocası terhis olduğunda, dedim ki Lil’e -
Tartıp biçmeden sözlerimi, bizzat yüzüne söyledim,
ACELE EDELİM LÜTFEN VAKİT TAMAM
Şimdi Albert geri geliyor, kendine çekidüzen ver biraz.
Bilmek ister dişlerini yaptırmak için
Sana verdiği parayla ne yaptığını. Parayı verdi, oradaydım.
Hepsini çektir, Lil, güzel bir diş takımı yaptır, dedi.
Yemin ederim ki, sana bakmaya dayanamıyorum.
Ve ben de dayanamıyorum, dedim, ve bir de zavallı Albert’i düşün,
Askerde dört yıl geçirdi, iyi vakit geçirmek ister şimdi,
Ve eğer O’na bunu sen vermezsen, başkaları verir, dedim.
Ah öyle mi, dedi. İşte aynen böyle, dedim.
O halde kime teşekkür edeceğimi biliyorum, dedi, ve bana dik dik baktı.
ACELE EDELİM LÜTFEN VAKİT TAMAM
Hoşlanmadıysan da bunları yapmalısın, dedim.
Başkaları işine geldiği gibi yapacaktır sen yapamazsan.
Fakat Albert alıp başını giderse, haberim yoktu deme.
Utanmalısın, dedim, bu kadar yaşlı görünmekten.
(Ve yaşı sadece otuzbir) .
Elimden bir şey gelmez, dedi, asarak suratını,
Çocuk düşürmek için aldığım haplar yüzünden, dedi,
(Beş tane çocuğu vardı şimdiden, ve neredeyse ölüyordu küçük George’da) .
Eczacı her şey yoluna girer dedi, fakat eski halime dönemedim hiç.
Büsbütün aptalsın sen, dedim.
Eh, Albert seni rahat bırakmak istemezse, yapacak bir şey yok, dedim,
Çocuk istemiyordun madem neden evlendin ki?
ACELE EDELİM LÜTFEN VAKİT TAMAM
Sonra, Albert eve geldi o Pazar, sıcak bir domuz jambonu yediler,
Ve benden yemeğe kalmamı istediler, tadını çıkarmak için sıcak sıcak –
ACELE EDELİM LÜTFEN VAKİT TAMAM
ACELE EDELİM LÜTFEN VAKİT TAMAM
İy’geceler Bill. İy’geceler Lou. İy’geceler May. İy’geceler.
Ta ta. İy’geceler. İy’geceler.
İyi geceler, hanımlar, iyi geceler, sevimli hanımlar, iyi geceler, iyi geceler. (16)

III.
ATEŞ VAAZI

Irmağın çadırı yıkılmış; yaprağın son parmakları
Kavrar ve gömülür ıslak kıyının içine. Rüzgâr
Aşıp geçer kahverengi toprağı, duyulmadan. Su perileri gitmişler.
Şirin Thames, usulca ak, şarkımı bitirene dek. [21*]
Taşımaz ırmak boş şişeleri, sandviç kağıtlarını,
İpek mendilleri, mukavva kutuları, sigara diplerini
Ya da yaz gecelerinin diğer kanıtlarını. Su perileri gitmişler.
Ve onların arkadaşları, Şehir müdürlerinin avare mirasçıları;
Gitmişler, adres bırakmamışlar.
Leman Gölü suları boyunca oturdum ve ağladım…
Şirin Thames, usulca ak şarkımı bitirene dek,
Şirin Thames, usulca ak, çünkü sesli ya da uzun konuşmayacağım.
Fakat ardımda soğuk bir solukla duyarım
Kemiklerin tıkırtısını, ve bir kikirdeme yayılır iki kulağıma.
Bir fare usulca emekledi bitkiler arasından
Sürükleyerek sümüksü göbeğini kıyıda
O kasvetli kanalda balık avlarken ben
Bir kış akşamı gazhanenin hemen arkasında
Düşünerek kral biraderimin deniz kazasını
Ve kral babamın ondan önceki ölümünü. [22*]
Ak bedenler çıplak, basık nemli zeminde
Ve kemikler savrulur küçük basık kuru tavan arasında,
Sadece fare ayağıyla tıkırdamış, yıllar yılı.
Fakat kornaların ve Sweeney’i Bayan Porter’a
İlkbaharda getirecek motorların sesidir [23*]
Ardımda zaman zaman duyduğum. [24*] (17)
Ah ay parlak parlak ışır Bayan Porter ile [25*]
O’nun kızı üstünde
Yıkarlar ayaklarını sodalı suyla
Et O ces voix d’enfants, chantant dans la coupole! [26*] (18)

Tvit tvit tvit
Cik cik cik cik cik cik cik
Öyle kabaca zorlanmış.
Tereu (19)
Hayali Şehir
Bir kış öğlesinin kahverengi sisi altında
Bay Eugenides, İzmir eşrafı
Tıraş olmamış, kuşüzümü dolu bir ceple [27*]
C.i.f. Londra: belgeler görünmekte,
Davet etti Yunan aksanlı Fransızcayla
Cannon Street Hotel’de öğle yemeğine
Sonra da Metropole’de bir hafta sonu geçirmeye.

O menekşe rengi saatte, gözler ve sırt
Doğrulurken masadan yukarı, insan motoru
Hırıltıyla bekleyen bir taksi gibiyken,
Ben Tiresias, kör olsam da, çırpınırım iki hayat arasında, [28*] (20)
Buruşuk kadın memeli yaşlı adam, görebilir
O menekşe rengi saati, akşam saati gayret ederken
Eve doğru, ve getirirken gemiciyi denizden eve, [29*]
Daktilograf evde çay vaktinde, toplar kahvaltı masasını, yakar
Sobasını, ve serer teneke kutulardaki yiyeceği.
Pencerenin dışında çok tehlikelice asılmış
Güneşin son ışınları vuran kuruyan kombinezonları,
(Geceleri yatağı olan) sedirde kümelenmiş
Çoraplar, pijamalar, külotlar, ve korseler.

Ben Tiresias, buruşmuş memeli yaşlı adam
Algılayarak hadiseyi, ve arta kalanı kehanet ederek –
Ben de bekledim beklenen konuğu.
Küçük bir emlâk bürosunda memur, gözü pek bakışlı
Aşağı kesimden biri, kendine olan güveni
Bir Bradford milyonerinin şapkası gibi oturan
Şirpençe yaralarla dolu o genç adam, ulaşır.
Tahmin ettiği gibi, şimdi elverişlidir zaman,
Yemek yenilmiş, kadın sıkılmış ve yorgundur,
İstenmemiş olsa da, henüz azarlanmamış okşayışlara
Dahil etmeye çalışır kadını.
Heyecanlanmış ve kararlı, saldırır aniden;
Araştıran eller hiçbir dirençle karşılaşmaz;
Kendini beğenmişliğinin karşılığı gerekmez,
Ve kayıtsızlıkla hoş karşılar.
(Ve ben, Tiresias, ıstırabını çektim önceden
Aynı sedirde ya da yatakta meşrulaştırılmış olan her şeyin,
Thebai surlarının aşağısında oturmuş
Ve en adi ölülerin arasında yürümüş olan ben) .
Himaye eden son bir öpücüğü ihsan eder,
Ve el yordamıyla ilerler yolunda, bulur karanlık merdiveni…

Döner kadın ve bakar bir an cama,
Güçbela farkındadır gitmiş aşığının;
Yarı biçimlenmiş bir düşüncenin geçişine izin verir beyni:
“Oh bu da bitti şimdi: ve mutluyum bitmiş olmasına”.
Güzel kadın budalalığa tenezzül ettiğinde ve [30*] (21)
Yalnız adımladığında odasını yeniden,
Düzler saçını eliyle gayrı ihtiyari,
Ve bir plak koyar gramafona.

“Denizlerde sokuldu yanıma bu ezgi”. [31*]
Ve Strand boyunca, Queen Victoria Caddesi’ne dek,
Şehir, ey Şehir, ara sıra duyarım
Lower Thames Caddesi’ndeki bir meyhane yanında
Bir mandolinin latif iniltisini
Ve balıkçıların öğle saatinde aylaklık yaparkenki
Patırtısını ve gevezeliğini: Magnus Martyr’in [32*]
Duvarlarının İyonya beyazı ve altınının
İzah edilemez ihtişamını barındırdığı yerde.

Irmak buğulanır [33*]
Yağla ve katranla
Sürüklenir mavnalar
Meddücezirle
Al yelkenler
Dolar
Boca yönünde, dönüverir ağır serende.
Mavnalar yıkar
Sürüklenen paraketeleri
Greenwich’in aşağı kısmına varırlar
Geçerek Dogs adasını.
Weialala leia
Wallala leialala

Elizabeth ve Leicester [34*]
Çarpan kürekler,
Teknenin kıçı biçimlenmiş
Yaldızlı bir kabuk
Kırmızı ve altın
Heyecanlı dalgalanma
Dalgalandırdı iki kıyıyı da
Güneybatı rüzgârı
Taşındı akıntıda
Kampanaların gümbürtüsü
Beyaz kuleler
Weialala leia
Wallala leialala

”Tramvaylar, tozlu ağaçlar
Highbury’de doğdum. Richmond ve Kew [35*] (22)
Bozdu beni. Richmond’da kaldırdım dizlerimi
Miskince dar bir kanonun zemininde”.

“Ayaklarım Moorgate’de ve kalbim
Ayaklarımın altında. Olaydan sonra
Ağlamıştı adam. “Yeni bir başlangıç” sözü vermişti.
Yorum yapmamıştım. Neye içerlemeliydim ki? ”

“Margate Kumları’nda.
Hiçi hiçle
Birleştirebilirim”.
Kirli ellerin kırık tırnakları.
Benim milletim mütevazi millettir, beklentisi
Yoktur”.

la la

Sonra geldim Kartaca’ya [36*]
Yanarak yanarak yanarak yanarak [37*]
Ey Efendim Siz çıkarın beni dışarı [38*]
Ey Efendim Siz çıkarın

yanarak

IV.
SUDA ÖLÜM

Fenikeli Phlebas, iki haftalık ölü,
Unutmuş martı çığlıklarını, ve derin denizin kabarışını
Ve kâr ile zararı.

Bir deniz altı akıntısı
Topladı kemiklerini fısıltılarla. Doğrulurken ve düşerken
Geçti kocamışlığının ve gençliğinin evrelerini
Kapılırken anafora.

Yahudi ya da değil
Ey sen dümeni çeviren ve rüzgâra bakan,
Bir zaman senin gibi yakışıklı ve uzun boylu Phlebas’ı düşün.

V.
GÖK GÜRLEYİŞİNİN DEDİKLERİ

Terli yüzlerde meşale kızıllığından sonra
Bahçelerdeki ayazlı sessizlikten sonra
Taşlık yerlerdeki ıstıraptan sonra
Bağırış ve ağlayış
Zindan ve saray ve ilkbahar gök gürleyişinin
Yankılanışı uzak dağlarda
O yaşamış adam ölüdür şimdi
Yaşayanlar da biraz sabırla
Ölmektedir şimdi

Burada su yok fakat kaya var sadece
Kaya var ve su yok ve yol kumludur
Döne döne tırmanır yol dağların arasında
Kayalıktır susuzdur dağlar
Su olsaydı dururduk ve içerdik
Kaya arasında ne durabilir kimse ne de düşünebilir
Ter kurudur ve ayaklar kumda
Su olsaydı bari kaya arasında
Çürümüş dişli ölü dağ ağzı tüküremez
Burada ne ayakta durulur ne yatılır ne de oturulur
Sessizlik bile yok dağlarda
Fakat kuru verimsiz yağmursuz gök gürleyişi var
İnziva bile yok dağlarda
Fakat öfkeyle büzüşen ve somurtan kırmızı yüzler var
Çatlak duvarlı balçık evlerin kapılarından

Su olsaydı
Ve kaya olmasaydı
Kaya olsaydı
Ve su da olsaydı
Ve su
Bir pınar
Bir gölet kayalar arasında
Suyun sesi olsaydı bari
Ağustosböceğinin
Ve kuru çayırın şarkısı değil
Fakat münzevi ardıç kuşunun çamda şakıdığı
Bir kayanın üstünde suyun sesi olsaydı bari
Şıp şıp şip şıp şip şıp şıp [39*]
Fakat su yok

Kimdir yanında yürüyen üçüncü kişi?
Saydığımda, yalnızca sen ve ben varız [40*]
Fakat baktığımda ilerdeki o beyaz yola
Hep biri yürür senin yanında
Kahverengi mantosuna sarınmış süzülür, kukuletalı
Kadın mıdır erkek midir bilmem
- Ama kimdir öbür yanında yürüyen?

Nedir havadaki bu yüksek ses
Anne yasının mırıltısı [41*] (23)
Sadece yassı ufukla çevrilmiş çatlak toprakta
Sendeleyerek, bitimsiz ovalar üstünde akın eden
Bu kukuletalı sürüler kimdir,
Nedir dağlar üstündeki şehir
Çatlatır ve ıslah eder ve patlatır erguvan havada
Düşen kuleleri
Kudüs Atina İskenderiye
Viyana Londra
Hayali

Bir kadın kavradı uzun siyah gergin saçlarını
Ve keman fısıltılı müziği kondurdu bu tellere
Ve yarasalar bebek yüzleriyle erguvan ışıkta
Islık çaldı, ve çırptı kanatlarını
Ve lekelenmiş bir duvarda sarktı baş aşağı
Ve ters dönmüştü kuleler
Hatırlatarak ağır ağır çalıp saatleri bildiren çanlar
Ve boş sarnıçlardan ve yorgun kuyulardan şakıyan sesler.

Dağlar arasında bu çürümüş delikte
Bu solgun ay ışığında, şarkı söylüyor çimen
Yıkılmış mezarların üstünde, şapel yakınlarında
Oradadır ıssız şapel, rüzgârın evidir yalnızca.
Pencereleri yoktur, ve kapı salınıp durur,
Kuru kemikler kimseye zarar veremez.
Yalnızca bir horoz durur damın tahtasında
Ku ku riku ku ku riku
Bir yıldırım parıltısında: Sonra nemli bir yel esişi
Getirir yağmuru.

Ganga batmıştı, ve bükülgen yapraklar
Beklemişti yağmuru, kara bulutlar
Toplanırken çok uzaklarda, Himavant üstünde.
Cengel çömelmişti, sessizlikte kamburlaşmıştı.
Sonra konuştu gök gürüldeyişi
DA
Datta: ne vermişiz? [42*]
Dostum, kan sarsıyor kalbimi
Sakıngan bir çağın asla geri alamayacağı
Müthiş cüreti bir andan feragat edişin,
Ve yalnızca bununla var olduk
Ölüm ilanlarımızda bulunmaz bunlar
Ne de cömert örümceğin sarmaladığı hatıralarda [43*]
Ne de o sıska avukat tarafından
Mühürleri kırılmış odalarımızda
DA
Dayadhvam: Duydum anahtarı [42*] [44*] (24)
Kapıda döndüğünü ve sadece bir kez döndüğünü
Düşünürüz anahtarı, herkes zindanında
Düşünür anahtarı, herkes doğrular bir zindanı
Yalnızca akşam karanlığı, göksel söylentiler
Diriltir bir an için umutsuz bir Coriolanus’u. (25)
DA
Damyata: Yanıtladı tekne [42*]
Neşeyle, yelken ve kürekte uzman ele
Durgundu deniz, kalbin yanıtlayacaktı
Neşeyle, davet edildiğinde, çarparken itaatle
Denetlerken elleri

Kıyıda oturmuş
Balık avlıyordum, çorak bir düzlük ardımda [45*]
En azından topraklarımı düzene mi koysam?
Londra Köprüsü yıkılıyor yıkılıyor yıkılıyor

Poi s’ascose nel foco che gli affina [46*] (26)
Quando fiam uti chelidon – Ey kırlangıç kırlangıç [47*] (27)
Le Prince d’Aquitaine à la tour abolie [48*] (28)
Bu kırık parçalarla yıkıntılarımı destekledim
Değil mi ki size yakışırım. Hieronymo delirdi gene. [49*]
Datta. Dayadhvam. Damyata. [42*]

Şantih şantih şantih [50*]

T.S.Eliot (1888-1965)
(1948 yılı Nobel Edebiyat Ödülü sahibi) .
Çeviren: İsmail Haydar Aksoy


(1) >>Ve Sibylla’yı kendi gözlerimle gördüm Cumi’de, bir cam kavanozda duruyordu, ve çocuklar “Sibylla, ne istiyorsun? ” diye sorduğunda “Ölmek istiyorum” diye yanıtlamıştı. (Petronius, Satyricon, XXVI) <<.
Kadın kahin Sibylla’ya sonsuz bir hayat bahşedilmesine rağmen, sonsuz bir gençlik bahşedilmemişti. Asırlarca yaşayan Sibylla’nın bedeni giderek küçülerek, sonunda bir çekirge boyutuna gelir. Yaşamayı sürdürecek Sibylla’nın bedeni küçülmeye devam edecektir.
(2) il miglior fabbro: daha iyi usta. Ezra Pound’a yapılan ithaf, Dante’nin İlahi Komedyası’nda Araf bölümünde (XXVI, 17) Dante’nin şair Arnauld Daniel ile karşılaşması esnasında söylediği sözlere gönderme yapmaktadır: “Fu figlior fabbro del parlar materno” (“Anadilinin en iyi ustasıydın”) . Ezra Pound, Arnauld Daniel’den bazı şiirler çevirerek “Make it new” adlı kitapta yayınlamıştır. Ayrıca “Çorak Ülke” adlı şiirin Ezra Pound tarafından editlendiğini de belirtmek yerinde olacaktır.
(3) Katiyen Rus değilim, Litvanya kökenliyim, safkan Alman’ım.
(4) “Ve bana dedi: İnsanoğlu, ayaklarının üzerine dikil de seninle konuşayım” (Hezekiel, 2:1)
(5) “…, ve yolda dehşetler olacak; ve badem ağacı çiçeklenecek, ve çekirge ağır gelecek kendisine, ve arzu zayıflayacak; çünkü insan kendi sonsuzluk evine gidecek, ve yas tutanlar sokaklarda dolaşacaklar”. (Vaiz, 12: 5) .
(6) “Sert esiyor yel / Memlekete doğru / İrlandalı yavrum / Nerede kaldın? ” (Wagner, Tristan ve İsolde)
(7) “Issız ve bomboş deniz”. (Wagner, Tristan ve İsolde) .
(8) “Yürüyenlere güpegündüz hayaletlerin sokulduğu / Kalabalık şehir, düşlerle dolu şehir”. Baudelaire
(9) “Ve böyle ivecen bir güruh gördüm ardında, / Ki ne düşünmüştüm daha önce ne de duymuştum, / Ölümün oklarıyla bunca kişinin öldüğünü”. Dante, İlahi Komedya, Cehennem, iii. 55–7.
(10) “Dinleyen bir şey olarak gelen sesi işittim, / Ağlayış değildi, fakat iç çekmeler cevapladı yalnızca / O sonsuz hava kudretle titreyerek kıpırdadı”. Dante, İlahi Komedya, Cehennem, iv. 25–27.
(11) Webster’ın “White Devil”deki “Ağıt”ı: “But keep the wolfe far hence, that’s foe to men, / For with his nails he’ll dig them up again”. (“Fakat uzak tut kurdu buradan, ki düşmanıdır insanın, / Çünkü tırnaklarıyla yeniden kazıyıp çıkarır onları”) .
(12) “İki yüzlü okur! – benzerim, – kardeşim benim! ” (Baudelaire, Kötülük Çiçekleri’nden)
13) Shakespeare’in “Antony ve Kleopatra” adlı yapıtından: “The barge she sat in, like a burnish’d throne, Burn’d on the water” (II. ii. 190) : “İçinde oturduğu mavna, parlatılmış bir taht gibi, yanıyordu suda”.
(14) Cupido: Roma Mitolojisi’nde Aşk Tanrısı. Eros ve Amor adlarıyla da anılır.
(15) Lacquearia. Aeneiden, I, 726: “dependent lychni laquearibus aureis incensi, et noctem flammis funalia vincunt”. (“Yakılmış lambalar asılıyordu altın tavanlardan, ve meşalelerin alazları mağlup ediyordu geceyi”) .
(16) Bakınız: Shakespeare’in “Hamlet”i, IV, 5. Ophelia’nın sahneden ilk çıkışı sırasındaki ayrılık selâmı.
(17) Marvell, To His Coy Mistress (O’nun Cilveli Metresi İçin) : “But at my back I always hear / Time’s winged chariot hurrying near” (“Fakat ardımda her zaman duyduğum / Zamanın kanatlı savaş arabalarının hızla yaklaşmasıdır”) .
(18) “Ve ey çocuk sesleri, kubbelerde çınlayan! ” Verlaine
(19) Tereu, bülbül sesine öykünülürken kullanılır. Philomel’i kirleten kral Tereus’la, bülbül sesini taklit ederken çıkarılan sesin benzeşmesi dikkate değer.
(20) >>[Zeus] şakalaşıyordu uzanıp dinlenmekte olan Juno’yla, / Dedi ki “Siz kadınlar, aşkta daha çok arzu duymalısınız erkeklerin hissettiğine oranla”. / Juno inkar etti; ve her ikisi de Tiresias’ı çağırdı, / (Sanki çifte bir arzuyu biliyordu da) yargıç olacaktı bu konuda. / Bir keresinde muazzam iki yılanın çiftleştiğini görmüştü bir ormanda Tiresias, / Ölümcül bir darbe vurarak bir değnekle ayırmıştı onları. / Anında erkek iken dişi olmuştu yılanın biri; / Dişi bir yılan olarak yaşadı yedi yıl boyunca (garip ama böyle!) / Sekizinci yılında da Tiresias aynı şeyi görmüştü / “Sana değnekle bir daha vursam / Bu vuruşun etkisi, karşıtına dönmen olur belki, / O halde tekrar vuruyorum” dedi Tiresias / Ve daha önceki gibi vurduğunda yılana, daha önceki biçimine ve cinsiyetine kavuştu yılan. / Bu gülünç çekişmeyi karara bağlayacak yargıçtı Tiresias. / Ah! Zeus’un tarafını tutmuştu, / Juno haddinden fazlasıyla öfkelenmişti. / Acıma bilmeden / Apansız indirdi sonsuz geceyi düş gören gözüne Tiresias’ın. / (Bir tanrının yaptığı işi yapılmamış gösteremez asla hiçbir tanrı) . / Bütün gücün babası yitirilmiş gözün avuntusu olarak / Kehanet gücü verdi O’na, / Bu bahtsızlığı biraz dindirsin diye”. (Ovid, Dönüşümler’den) .
(21) Goldsmith, the song in The Vicar of Wakefield. (“Wakefield Vekili”ndeki şarkı) : “When lovely women stoops to folly / And finds too late that men betray, / What charm can soothe her melancholy? / What art can wash her tears away? // The only art her guilt to cover, / To hide her shame from ev’ry eye, / To give repentance to her lover, / And wring his bosom is – to die.” (“Güzel kadın budalalığa tenezzül ettiğinde / Ve çok geç fark ettiğinde erkeklerin aldattığını, / Hangi cazibe teselli eder ki O’nun melankolisini? / Hangi sanat eseri yıkayıp yunar gözyaşlarını? // Tek çare suçunu örtecek bir şeydir, / Ayıbını bütün gözlerden saklayacak, / Aşığına tövbe ettirecek bir şey / Ve yüreğini buracak bir şey – ölmek”.)
(22) Dante, İlahi Komedya, Araf, V. 133: ”Ricorditi di me, che son la Pia; Siena mi fe’, disfecemi Maremma.” (“Al beni, la Pia, yeniden aklına; / Siena hayat verdi bana, öldürdü beni Maremma”) . Ayrıca Dante’nin ”Gölgeler Diyarı”ndan geçerken yolgöstericisi Vergil’in mezar taşında da şunlar yazmaktadır: ”Mantua me genuit, Calabri rapuere…” (”Mantua doğurdu beni, Calabri yırtıp attı beni”) .
(23) Herman Hesse, Blick ins Chaos (Kaos’a Bakış) : “Şimdiden Avrupa’nın yarısı, en azından Doğu Avrupa’nın yarısı kaosa sürüklenmektedir. Kutsal çılgınlıkla sarhoş bir şekilde uçuruma doğru gitmektedir. Dimitri Karamazof’un şarkısını sarhoş ve esrime içinde söylemektedir. Bu şarkılara yurttaşlar acı acı gülmektedir, Azizler ve izleyiciler gözyaşları içinde dinlemekteler”.
(24) “Şimdi duydum, o korkunç kuleye mıhlarla sabitlenmiş / Kapının menteşesini”. Dante, İlahi Komedya, Cehennem, XXXIII, 46.
(25) Shakespeare’in bir piyesi: “The Tragedy of Coriolanus”, “Coriolanus’un Trajedisi”.
(26) >>”Ey, seni dağın yamacına çıkaran / Ne alazlanan ne de ayazlanan o güç adına / Rica ediyorum senden ki dindir acılarımı”. Sonra baktım alevde yitip gidişine.<< (Dante, İlahi Komedya, Araf, XXVI, 148) .
(27) “Kırlangıç gibi bir işe yaradığımda…” (Pervigilium Veneris’ten) .
(28) “Yıkık kulede Aquitane Prensi”. Gerard de Nerval

T.S. ELİOT’UN “ÇORAK ÜLKE” İÇİN EKLEDİĞİ NOTLAR:

Sadece başlık değil, fakat planı ve şiire eşlik eden sembolizmin önemli bir bölümü Bayan Jessie L.Weston’un “Son Yemek” üzerine olan kitabından esinlenmiştir: Ayinden Romantizm’e (From Ritual to Romance, Macmillan) . Gerçekte, o denli borçluyum ki, Bayan Weston’un kitabı şiirdeki zorlukları açıklama konusunda benim notlarımdan daha yararlı olacaktır; ve (kitabın kendisinde bulunan o büyük ilgi bir yana) kitabı şiirin açıklanmasının bu zahmete değeceğini düşünen herkese tavsiye ederim.Bizim kuşağımızı derinden etkilemiş olan, başka bir antropoloji kitabına da genel olarak borçluyum; The Golden Bough (Altın Dal) dan bahsediyorum; özellikle iki ciltten yararlandım Adonis, Attis, Osiris. Bu kitaplardan haberdar olan herkes şiirdeki bitki törenlerini ele alan belli referansları hemen tanıyacaktır.

I. ÖLÜLERİN GÖMÜLÜŞÜ
[1*] Hezekiel 2:7 ile karşılaştırınız.
[2*] Vaiz 12:5 ile karşılaştırınız.
[3*] Tristan ve Isolde, i, 5–8. dizeler.
[4*] Tristan ve Isolde, iii, 24.dize.
[5*] Kendi rahatıma uyması amacıyla apaçık bazı sapmalar yaptığım, Tarot kartlarının yapısına tam anlamıyla hakim değilim. Asılmış Adam, geleneksel Tarot kartlarından olmakla birlikte, benim amacıma iki şekilde uymaktadır: zihnimde Frazer’in Asılmış Tanrı’sıyla çağrışım yapmaktadır, ve Emmaus’un müridlerini ele alan Beşinci Bölüm’deki pasajda kukuletalı figürle çağrışım yapmaktadır bende. Finikeli Denizci ve Tüccar daha sonra ortaya çıkar; “kalabalık halk” da, ve “Suda Ölüm” Dördüncü Bölüm’de yerli yerine oturtulur. (Tarot kartlarından) Üç Asâlı Adam’ı ise gelişigüzel olarak Balıkçı Kral’la ilişkilendirmekteyim.
[6*] Baudelaire ile karşılaştırınız: “Fourmillante cité, cité pleine de rêves, /Où le spectre en plein jour raccroche le passant”.
[7*] Karşılaştırınız: Inferno, iii. 55–7: si lunga tratta / di gente, ch’io non avrei mai creduto / che morte tanta n’avesse disfatta”.
[8*] Karşılaştırınız: Inferno, iv. 25–27: Quivi, secondo che per ascoltare, / non avea pianto, ma’ che di sospiri, / che l’aura eterna facevan tremare”.
[9*] Sıklıkla fark ettiğim bir olgu.
[10*] Karşılaştırınız: the Dirge (Ağıt) Webster’s ‘daki White Devil (Beyaz İblis) .
[11*] Baudelaire, Fleurs du Mal (Kötülük Çiçekleri) Önsözü’nde






II. BİR PARTİ SATRANÇ

[12*] Karşılaştırınız: Antony ve Kleopatra, II. ii. 190.
[13*] Laquearia. Aeneid, I. 726: “dependent lychni laquearibus aureis incensi, et noctem flammis funalia vincunt”.
[14*] Sylvan sahnesi. Milton, Paradise Lost (Yitik Cennet) , iv. 140.
[15*] Ovid, Metamorphoses (Dönüşümler) , VI, Philomela.
[16*] Karşılaştırınız: Bölüm III, l. 204. [Metamorphoses (Dönüşümler) ]
[17*] Karşılaştırınız: Bölüm III, l. 195. [Metamorphoses (Dönüşümler) ]
[18*] Karşılaştırınız. Webster: ‘Is the wind in that door still? ‘ (“Rüzgâr hâlâ o kapıda mı?)
[19*] Karşılaştırınız: Bölüm I, l. 37, 48. [Metamorphoses (Dönüşümler) ]
[20*]. Karşılaştırınız: Middleton’un “Kadınlar Kadınlardan Sakınır”ındaki satranç partisi.




III. ATEŞ VAAZI

[21*] Spenser, Prothalamion.
[22*] Karşılaştırınız: The Tempest (Fırtına) , I, ii.
[23*] Karşılaştırınız: Day, Parliament of Bees (Arıların Meclisi) : “Fakat ansızın, kulak vererek, işiteceksin / Boruların ve avın bir gürültüsünü, ki getirecek / Actaeon’u Diana’ya ilkbaharda, / Ve görecek herkes O’nun çıplak tenini…”
[24*] Karşılaştırınız:Marvell, To His Coy Mistress (O’nun Cilveli Metresi İçin)
[25*] Bu dizelerin alındığı baladın nerenin baladı olduğunu bilmiyorum: bana söylendiği Sidney, Avustralya’dan olduğudur
[26*] Verlaine, Parsifal.
[27*] Kuşüzümlerinin fiyatı “Londra’ya taşıma ve sigorta bedava” olarak belirtilmişti; ve yükleme faturası, vesaire, ödeme yapılırken makbuzla birlikte alıcıya teslim edilecekti.
[28*] Tiresias, sadece bir izleyici olsa bile, ve gerçekte bir “karakter” olmasa da, gene de bu şiirde kendisinde geri kalanları birleştiren en önemli şahsiyettir. Tek gözlü tüccar gibi, kuşüzümü satıcısı gibi, Finikeli Denizci’yle kaynaşmaktadır, ve adı en son anılan tümüyle Naples Prensi Ferdinand’dan büsbütün uzak değildir, böylelikle bütün kadınlar tek bir kadındır, ve bu iki cinsiyet Tiresias’da buluşur. Tiresias’ın gördüğü, gerçekte, şiirin özüdür. Ovid’den alıntılanan bütün pasaj antropolojik ilgi açısından önemlidir.
“…Cum Iunone iocos et ‘maior vestra profecto est / Quam, quae contingit maribus’, dixisse, ‘voluptas.’ / Illa negat; placuit quae sit sententia docti / Quaerere Tiresiae: venus huic erat utraque nota. / Nam duo magnorum viridi coeuntia silva / Corpora serpentum baculi violaverat ictu / Deque viro factus, mirabile, femina septem / Egerat autumnos; octavo rursus eosdem / Vidit et ‘est vestrae si tanta potentia plagae’, / Dixit ‘ut auctoris sortem in contraria mutet, / Nunc quoque vos feriam! ‘ percussis anguibus isdem / Forma prior rediit genetivaque venit imago. / Arbiter hic igitur sumptus de lite iocosa / Dicta Iovis firmat; gravius Saturnia iusto / Nec pro materia fertur doluisse suique / Iudicis aeterna damnavit lumina nocte, / At pater omnipotens (neque enim licet inrita cuiquam / Facta dei fecisse deo) pro lumine adempto / Scire futura dedit poenamque levavit honore”
[29*] Sappho’nun dizelerinden daha hatasız görünmeyebilir bunlar, fakat aklımda gece çökmüşken geri dönen balıkçılar vardı.
[30*] Goldsmith, the song in The Vicar of Wakefield. (“Wakefield Vekili”ndeki şarkı)
[31*]. The Tempest (Fırtına) , yukarıda belirtilen yerde.
[32*] Aziz Magnus Martyr’in iç kısmı bence Wren’in iç kısımları arasında en güzel olanıdır. Bakınız: The Proposed Demolition of Nineteen City Churches (P. S. King & Son, Ltd.) . [Ondokuz Şehir Kilisesinin Yıkılması Hakkındaki Teklif].
[33*] Thames’in (üç) kızı hakkındaki Şarkı burada başlar. Dize 292’den dize 306’ya kadar sırasıyla konuşurlar. Götterdammerung, III. i: The Rhine-daughters (Rhin’in Kızları) .
[34*] Froude, Elizabeth, cilt I, kısım IV, İspanyalı Philip’e De Quadra’nın mektubu: “Öğleden sonra bir mavnanın içindeydik biz, seyrediyorduk nehirdeki oyunları. Anlamsızca konuşmaya başladıklarında, (Kraliçe) , Lord Robert ve ben yalnızdık pupada, ve öyle saçmaladılar ki Lord Robert en sonunda dedi ki, madem ki ben de huzurlarındaydım o halde eğer kraliçe isterse evlenmemeleri için herhangi bir neden de bulunmamaktadır”.
[35*] Karşılaştırınız: Araf, V. 133: ‘Ricorditi di me, che son la Pia; /Siena mi fe’, disfecemi Maremma.’
[36*] Aziz Augustine’in “İtiraflar”ı: “Kartaca’ya geldim sonra, kutsal olmayan aşkların kazanı şakıdı kulaklarımda”.
[37*] (Önemi “Dağ Vaazı”na tekabül eden) Buddha’nın “Ateş Vaazı”nın bütün metninden alınmıştır bu sözcükler. Müteveffa Henry Clarke Warren’in “Buddhism in Translation” (Harvard Oriental Series) [“Buddhist Çeviri Metinler” (Harvard Asya Serisi) ] kitabında çevrilmiş olarak bulunmuştur. Bay Warren Buddhist çalışmalar konusunda Batı’daki en büyük öncülerdendi.
[38*] Tekrar Aziz Augustine’nin “İtiraflar”ından. Şiirin bu bölümündeki zirve olarak, Doğu ve Batı çileciliğinin iki temsilcisinin birleştirilmesi, tesadüfi değildir.




V. GÖK GÜRLEYİŞİNİN DEDİKLERİ
Beşinci Bölüm’ün ilk kısmında üç tema kullanılmaktadır: Emmaus’a yolculuk, Tehlike Şapeli’ne varış (Bayan Weston’un kitabına bakınız) , ve günümüz Doğu Avrupa’sındaki bozulma.
[39*] Turdus aonalaschkae pallasii’dir bu, Quebeq Bölgesi’nde duyduğum münzevi ardıç kuşu. “Kuzey Doğu Amerika Kuşları Hakkında Elkitabı”nın yazarı Chapman’a göre “En çok tenha ağaçlıklarda ve sık çalılıklı inziva bölgelerinde görülmektedir… Ne sesinin çeşitliliği ne de gücü fark edilebilecek özelliğe sahip olmamakla birlikte, saflık ve şirinlik dolu şakıması ve ses perdesini gereğince değiştirmesi mükemmeldir”. Bu kuşun “su şıplatmasının şarkısı” haklı olarak meşhurdur.
[40*] Sonraki dizeler Antarktik’e yapılan yolculuğu anlatan bir anlatıdan esinlenmiştir. (Hangisi olduğunu hatırlamıyorum, fakat sanıyorum Shackleton’undu) : burada anlatılan, güçlerinin tükenmekte olduğu kaşifler grubunun gerçekte saydıkları sayıdan bir fazla grup üyesinin daha bulunduğu yönlü sürekli yanılsamasıdır.
[41*] Sonraki 10 dize. Karşılaştırınız: Hermann Hesse, Blick ins Chaos: “Schon ist halb Europa, schon ist zumindest der halbe Osten Europas auf dem Wege zum Chaos, fährt betrunken im heiligen Wahn am Abgrund entlang und singt dazu, singt betrunken und hymnisch wie Dmitri Karamasoff sang. Ueber diese Lieder lacht der Bürger beleidigt, der Heilige und Seher hört sie mit Tränen”.
[42*] “Datta, dayadhvam, damyata” (Ver, karşındakini anla, denetle) . Gökgürültüsünün anlamı hakkındaki masal, Brihadaranyaka’da bulunmaktadır (Upanishad, 5, 1) . Almanca bir çevirisi: Deussen’s Sechzig Upanishads des Veda, p. 489.
[43*] Karşılaştırınız: Webster, The White Devil (Beyaz İblis) , V, 6: “… yeniden evlenecekler / Kurtçuk senin kefenini delmeden evvel, örümcek / Mezar taşında ince bir perde oluşturmadan evvel”.
[44*] Karşılaştırınız: Cehennem xxxiii. 46: “ed io sentii chiavar l’uscio di sotto / all’orribile torre”.
Ayrıca, F.H.Bradley’in “Appearance and Reality” (Görünüş ve Gerçeklik) , sayfa.346: Harici duyarlıklarım da, düşüncelerime ya da hislerime oranla daha az bana özel sayılmaz. Her iki durumda da tecrübelerim kendi çemberimin içinde yer alır, dışarıya kapalı olan çemberimin içinde; ve bütün bunların öğeleri birbirine benzese de, etrafındaki alan onları çeviren diğerlerine kapalıdır… Kısaca, ruhta ortaya çıkan bir varlık olarak bakıldığında, bütün bir dünya herkes için kendine özgüdür ve kendi ruhuna mahsustur.
[45*] Weston, From Ritual to Romance (Ayinden Romantizme): “the Fisher King” (“Balıkçı Kral”) hakkındaki bölüm.
[46*] Araf, xxvi. 148: >>”Ara vos prec per aquella valor / que vos guida al som de l’escalina, / sovegna vos a temps de ma dolor.” / Poi s’ascose nel foco che gli affina.<<
[47*] Pervigilium Veneris. Karşılaştırınız: Bölüm II ve III’de Philomela.
[48*] Gerard de Nerval, “El Desdichado” sonesi.
[49*] Kyd’in “İspanyol Trajedisi” (Spanish Tragedy) .
[50*] Şantih. Burada tekrarlandığı gibi, Upanishad’ın resmi bir bitimidir. “Anlamayı aşan Huzur” bu sözcüğün manasının cılız bir çevirisi olabilir.