Şiir, Sadece: İlhan Berk Şiirleri
İlhan Berk Şiirleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İlhan Berk Şiirleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Şubat 2017 Cumartesi

Ben Senin Krallığın Ülkene Yetiştim

Ben senin krallığın ülkene yetiştim
Kaldım gölge tanımayan güzelliğinle.
Her sabah büyüten denizimizi böyle
Gülüşlerindi o ülkede bilmez miyim.

Sen o çıktığım sularsın, zencim benim
Denize bakan evler gibiyim seninle.
Dur, geliyorum ellerin ne güzel öyle
Beni şey et gülüşlerini bekleyeyim.

Sen gittiğin o ülkesin varılmıyorsun
Vurmuş sonrasız nasıl en güzel sulara
Güzelliğin balıkları gibi İstanbul'un.

Şimdi her yerde ne güzeldiniz o kalmış
Yankımış denizlere öbür kadınlara
Dünyada sizinle İstanbul olmak varmış.


İlhan Berk
Çivi Yazısı

Uzun Karanlık

Neydi o güneş o sular güneşi çıkı çıkıveriyoruz
Ben seni alıyorum seni cumartesi çocuğu soyuyorum
Birden bir yerlere gidiyoruz bir yerlerden geliyoruz
Bungun, karası, bak diyorum bak acunsuzluk önün diyorum
Hiç yokken böyle diyorum böyle güzel diye diyorum
Sonra birdenbire sen yoksun işte birdenbire yoksun
Bakıyorum Amerikan bir gök sıkılıyorum kalkıyorum
Sen yoksun ya seninle binlerce yerim yok.

Bir sabah uyandım bütün dörtleri beş yaptım.
Çıktım bir bir camları, caddeleri indirdim ses yok.
İnsan böyle n’apar bilmem seni hele bak hiç bilmem
Gidip ağaçları tutuyorum, çocukları çocukları öpüyorum
Durdum bir yerden göğü, sokakları hep sokakları dinledim
Evlerini deniz yıkayan bir kıyıdan bağırıyorsun bana
Bir soluksuzluk bir duvarlar bir duvarlar duyamıyorum
Böyle bir uzun karanlıktan bağırıyorum bağırıyorum.


İlhan Berk
Galile Denizi

Sait Faik

Yitik Ufuk 

Binlerce top kumaşa yazdım sıkıntımı
Şimdi bir dünyada giden gemide ellerim
Pis bir denizde
Bir demiryolu bir çayır bir gökyüzü hava almaya çıkmış görüyorum
Ben geçerken bir evin penceresinde bir dal çiçekleniyor
Bir kadın soyunuyor göğsünü tüylerini en olmadık yerlerini görüyorum
Görüyorum bir çocuğun gözlerinin içinde denizler inip kalkıyor
İşte yeniden dünyadayız, dünyada bayağılıklarla pisliklerle yan yana dünyadayız
Bir sudaki balıklara bakıyor balıklara gözlerimizi çıkarıp veriyoruz
Bizim verilmeyecek hiçbir şeyimiz yok
Aynı yerden bir kadını öpüyor aynı yerden bir denizi seyrediyoruz
Bir daha seninleyim seninle yaşanmayacak sıkıntılar sevgiler Cezayir mahalleleri Sicilyalı gökyüzleri yok anlıyorum
Gemiler geçiyor uzaklardan kimse inip bineyim demiyor, kimse görünmüyor, kimse görmüyorum
Yitik bir ufukta
Bağırıyorum bağırıyorum.


Kalem

Hikâyelerimde ne diyorum ben
Şunu şunu şunu değil mi
Bir bulut geçiyor
Diyorum yaşasın böcekler çiçekler balıklar insanoğulları Barba Antimos
Bir sabah geliyor Matisse yeşili
Alıyorum uykularınıza kitaplarınıza evlerinizin önüne koyuyorum
Ne zaman bir yeşil görseniz artık her işinizi bırakıp bakacaksınız
Mesela bilmiyorum ama bir şiirde bir kadının ayakları suya değdi değecek şimdi
Hem mutlaka hiç kimse geçmeyecek biraz sonra bu sokaktan
İşte bir kuş uçuyor bir yere konacak sağlama ben yazacağım
Bir gökyüzü peşinde gidiyor bu çocuk
Bu adamı bu kadını bu masada tutan başka başka şeyler

Hep böyle diyorum ben
Bir dülger balığını alıyorum gözleri güzeldir diyorum
Bir bulut çıkıyor bir bulut çıktı diyorum
Sarılıyorum kaleme.


Ağıt

Baktık bir evin bahçesi ilk defa bir evin bahçesi başını almış gidiyor
Bir çocuk Grenoble'da İtalyan mahallesinde bir çocuk görüyor ilk
Deniz kıyısındaki o her akşamki kahve birdenbire tutup batıyor
Ne varsa umutlu umutsuz sıkıntılı sıkıntısız o cumartesi akşamları frengili ağaçlar çekip gidiyor
Yeşil zeytin, limon gibi bir İstanbul sarısı kalıyor geriye
Bir evin bahçesi ilk defa gülmüyor ilk defa büyümek istemiyor
Gece her taraf gece Katina'nın elleri gece en sevdiğimiz yerleri gece, gece hiç bitmiyor
Bağırmak sabahlara, akşamüstlerine bir pencereden bir denizden bağırmak bağırmak
Uyandık Eftalikus uyandık İstiklâl Caddesi yok Beyoğlu'ndaki güneş yok
Gökyüzü yok


İlhan Berk
Galile Denizi

Paul Klee'de Uyanmak

Uyanmak çiçek gibi dayanılmaz güzel kızlar
Ad Marginem'den asma köprüler kurmuşlar İstanbul'a
Nehirler, aylar çevirmişler o Ayla'lar, Münibe'ler
Tümü bir uzak denizde A'lar, V'ler, U'larla
Gece sarı bir evde bir iki yaprak evlerinin önünde
Açtı açacaklar dünyamızı açtı açacaklar

Bu denizi Ayla ayaklarını soksun diye getirdim
Bu dünyaları onun için açtım bu balıkları tuttum
Bir sabah çıkmak güneşler, aylar bir sabah çıkmak
Bir ağacı bu evleri sarı ters bir kuşu düzeltmek
Edibe bu sokağı al götür görmek istemiyorum
Edibe bu evleri Edibe bu göğü bu güneşleri Edibe

A'lar V'ler U'larla olmak Paul Klee'de uyanmak


İlhan Berk
Galile Denizi

3 Şubat 2017 Cuma

Kızılırmak

7 Ekim 1951
Bir soğuk, bir karanlık, bir ıssız geceydi
Otuz kişiydik, ağzımızı bıçak açmıyordu
Seni gördük kamyonun penceresinden
Keyifli keyifli akıyordun
Hepimiz tutup cigaralarımızı yaktık
Türkü söyledik.


Türkiye Şarkısı

Bir Alageyik

Kimsecikler yoktu gayet iyi hatırlıyoruz
Bir sabah biz erkenden geldik dünyaya
Ortalıkta büyük bir sessizlik vardı
Deniz kestaneleri ağır ağır nefes alıyordu

Baktık her şey hazırdı dünyada
Gökyüzü. Dağlar ovalar yerini almıştı
Her şey durmadan büyüyüp gelişiyordu
Anladık dünyadaydık artık

Hepimiz ayrı ayrı tutulduk dünyaya
Denizi görenler deliye döndü
Gökyüzüne bakışı vardı bir ceylanın
Bütün ömrümce unutmam

Bizden biraz önce gelmişlerdi sanırım
Gökyüzü dağlar ovalar
Gökyüzü dağlar ovalar
Daha yeni yeni kendilerine geliyordu

Asıl sevincimiz güneşi görünce oldu
Baktık bir geçtiği yerden
Adam boyu kalkıyordu otlar
Bir dokunduğu şey
Bir zaman kendine gelemiyordu

Bir sabah deniz kıyısında
Bir koruyu uyurken bastırdı
Deliye döndüğünü gördüm
Nasıl deliye döndüğünü bir korunun

Şarkılara başladığı hatırımda
Gökyüzünün bir perişanlığı vardı üzerinde
Yüzyılda silkip atılacak gibi değildi
Bu kadar yer kapladığı için dünyada
Belli utanıp sıkılıyordu

Daha o zaman bu gökyüzünün, ovaların
Dünyaya sımsıkı sarılacakları belliydi
Başkaldıramayacakları
Bir vakit yaşamaktan

Hiç unutmam akşama doğruydu yağmur yağdı
Bütün balıklar denizin üstüne çıktı
Hepimiz işimizi gücümüzü bıraktık
Tam beş dakika dünyayı dinledik

Her şey yavaş yavaş oluyordu dünyada
Sarmaşıklar yavaş yavaş uzuyordu
Bir pencere yavaş yavaş açılıyordu
Dünyanın içinden

Dağlara ovalara doğru koştu o gün kimimiz
Kimimiz nehirlere doğru koştuk
Fevkalade sevinmiştik hatırımızda
Bugün işte bir bunu biliyoruz


İlhan Berk
Günaydın Yeryüzü

İstanbul

İşte kurşun kubbeler şehri İstanbul'dasın
Yağmur altında bir adam sallanır durur sehpada
Bir damla mavi gök damlası gözlerinin üzerindedir
Karnını taşlara vermiş biri yatar camilerin önünde
Denize ağaçlara karşı
Bir bahriyeli bu şehrin parkında gördüğü rüyalardan utanıp kaçtı

Köprü başında yağlı ekmeklerini camekana sıralayan
İhtiyar satıcı memnun
Kocaman gemi direkleriyle dolu gökyüzü için şiirler yazıldı

Bakarsın ayağın dibinde boyalı kirli yelkenler yatar
Fildişi kakmalı aşağlık bir gökyüzü çalkalanıp durur
Memurun serserisinin aşkları hayalleri kendilerine mahsus
Ve deliler durup durup küfür etmesini unutmazlar
Minarelerine takılı bulutların sarhoş olduğunu şairler söylediler

Geceleri el kadar bayraklı gemilerin
Kızların uykularına girip dolaştıkları malumunuzdur
İnsana daima güzel şeyler düşündüren yıldızların
Zil zurnalığı için cigaralar yakılıp.
İki gözü iki çeşmedir serseriler için İstanbul
Dört yanında Allah'a söve söve yaşanır
Bir meyve gibidir intihar sabah akşam bölüşülür
Rakının adı geçtiği yerde ayağa kalkılır
Sualler tanzim edilir yaşamaya ait, sorulmaz

İki yanından uzamış saçlariyle
Sevdiği kadından vatandan savaşlardan kaçmış bir takım insanlar geçer
Dünyayı ve insanları görmeye çıkmışlardır
Elleri arkasında bir adam köprünün ortasında durur
Nereye baktığı belli olmaz
Ben gökyüzünü parkı beyaz sarayları seyrettiğini söyleyebilirim
Bu şehir aşktan değil şehvetten düşüp gebermeye hazır
Genç orospular ölü padişahlar hastalar şehri Rezil
İstanbul


İlhan Berk

9 Ağustos 2016 Salı

Burun-Dağ

Burun-dağ'da gök düşüyor mu ne
Gölgesi vuruyor üstümüze yaban kuşlarının.

Ben ki yaralıyım, ben ki haytayım
Bakkallara düşmüş okul defterleri gibiyim.

Senin su duruluğunda yüzün
Sevdiğim kağıtlar inceliğinde.

Ve düşüyor durmadan Burun-dağ'la benim arama.

O zaman işte taze bir ot kokusu yayılıyor
Bizden dünyaya.


İlhan Berk
Kitaplar Kitabı

İstanbul

Haliç

Ve Haliç çocuk dişleri gibi dedim. Gülünce
Çıkan. Esmer, Esmer uyanması gibi vücudumun
Bir yerinin (bir deniz müzesinde iki foklu bir pelikanlı
ve korkunç hüzünler taşıyan
ve Eylül yüzlü).

Eylül bir çocuğun elinden tutmak. gibi Fener'de
(ki bir ortodoks kilisesine devamn ediyordur
lacivert elbiseler giyer ve sarı düğmeleri sallanır rüzgarda

ve yeni yeni ağarıyordur vakit ve çok eski bir kazı
ki bir virgül gibi düşüyordur başaşağı

Balat'a)

Hava düştü Kağıthane tarafında diyorum sonra da
Ve Eyüp'e bakıyorum. Eyüp'de su suya benziyor
Bir ev bir eve. Bir yaprak bir yaprağa.
Ve incecik çiziyor geceyi bir kağıt bir ağaç.
Ve eski yeşil denilen bir yeşil.
Ve bir su çarkı
(Yavaş yavaş dönen. Bir atın çektiği
Gözleri bağlı. Sefil).

Köprünün demirlerine yaslanıp bakıyorum sonra yirmialtı yaşımla
Arkamda asker elbisesi. Bıyıklı. Uzun yüzüm.

Bir dağ istiridyesi gibi de sarı
Belli bir kız seviyorum ve hep geceleri çıkıyor.

Bir balık geçiyor. Ben balığı yazıyorum. Balığı ve

Ben ki ne zaman doğduğumu bir köşeye yazmamışımdır
Ve hep kendimi götürmüşümdür gittiğim her yere

Ve bir sıkıntıyı alt katlarda oturan

Ve hiç çıkmayan.

Düşüyor Haliç, Felçli bir yüz gibi
Kanında demiryolu işaretleri, çapariler, haçlar
Ve iki küskün incir.

Eğilip damarlarını sayıyorum. Çekiyorum derisini
Ve ürkünç yalnızlığını. Bırakılmışlığını, belki de.

Vuruyorum sonra ayağımla. İter gibi bir cesedi.
Soğuk.

Ve şafak ıslaklığında.
Ve bir adamın kollarını. Bakır bir heykeli
Memelerini. Atları. Bir tahtayı. Yavaş

Yavaş sürüdüğün. Ve Aynalıkavak'a çıkıyor şimdi.

Ve iniyorum bir vadiyi. Belki bir ölümü
Evsiz, penceresiz ve dağınık bulan beni.

Ey hurda su! Kirleniyorum. Kirleniyorum bir sütçüden
Sütler içiyorum çok ihtiyar bir sütçüden

Üç padişah görmüş, ve hala topallayarak yürür
Topallayarak gelmiş gibi

Dünyaya
Ve ölüme.

Canım bol sular içmek istiyor bol alkol
Cibali'de sarı bir çocuğun elinden
Bir patrikhane kapıcısıyla konuşmak sonra
Dünyanın öbür ucundan mektuplar alan
Dünyanın öbür ucundaki bir kadını seven
Ve yalnız anahtarlarıyla yaşayan.

Sonra, eski kitapları, eski tarihleri karıştırmak
Suyun en eski tarihini bulmak
Ve bazı çiçekleri
Ki daha ilk duyuyorsundur adını
Duyar gibi bir yıkıntıyı.
Eski bir urba gibi kent. Eski bir urba gibi giyiyorum kenti

Bir kadırgayı. Türlü seslerdeki bir saati
Sütlüce'yi. Sütlüce' deki bir avluyu
Eski takvime göre ok atanları. Nişan taşlarını
Ve bir yağmuru yeraltlarını dolaşan. Yinimin atlasından
gidip gelen

Ve kalan.

Sen ey benim git dediğim gök! Ve ey yalnız su!.
Duyuyorum işte umurunu, kaslarını, yanak kemiklerini

Ve cesedini (eski bir gemi leşi ağırlığında
ve mavi damarları atar hala. Bir hızarın kestiği
Ve ne ölüme benzer
Ne de dirime ve).

Düşüşünü sonra
Bir deniz askeri kılığında dolaşışını

Ve çekilişini. Çok uzun.

Uzuyor su. Kasımpaşa'da bir balıkçının tablası.
Nişancı Ahmet Paşa çeşmesi. Çarklı bir Şirket-i
Hayriye vapuru
Ki yalnız Fener'e, Kasımpaşa'ya, Eyüp'e uğrar ve elli
hissesini Valide Sultan almıştır.
Ve hamalları Karahisarlıdır. Sudadır sonra hep gözleri
Ve elleri.
Ve dümeni on beş derece meyillidir
Onun için yelkovan kuşlarının karınlarını görürsün.
Bir kız sabahları eğik oturur onun için
Ve çillidir nedense.

Kanatlarım açtı açacak bir sülün. Ve bir yeri yüzümün

Çok sarı çok uzun. Uzun yolculuklar düşündüğümden

Ve incecik kemiği bir şiirin

Bir deniz kıyısında.


İlhan Berk
Atlas

Hacı Bektaş Veli

Bir resimde bağdaş kurmuş oturuyor Hacı Bektaş Veli. Evi gibi yeryüzü.

Bir bulut düşürmüş başını duruyor. Onunla gidip gelen. Uzakta bellibelirsiz.

Beyaz, uzun kavuğu. Demek ki güneş var.

Kucağına almış bir ceylanı, bir aslanı. Duruyorlar. Üç kişiler.

Hayvanları mı severdi Hacı Bektaş Veli? Bilmiyoruz. Ama açıktı hep evinin kapısı.

Çizgili mintanı. Yalın. Düz. Ta bileklerine değin uzuyor, uzayıp orda kalıyor.

Yüzü? Uzun yüzü. Sakallı, virdi okur gibi de önüne bakıyor.

Delik değil kulağı ve halkasız.

Yanında yeryüzü: Ağaçlar, sular, gök. Her sabah okuduğu.


İlhan Berk
Atlas

8 Ağustos 2016 Pazartesi

Şiir

San, o Çokgüzel, giriyor kentime
Koyuyor sesini balıkçıl ve yalnız
Nehirlerleyin o, yavaşça etime.
Kırmızı, karışıyor ağızlarımız.

Göğü, bir ormanı gidiyoruz, Uzun
duyuyorum bunlar kirpiklerin. Buğday
Sonsuz Temmuz yüzün, o intiharım. Bunlar
oraların, Ey Aşkyüzlüm benim,
Ey.

Bir aşkı gitmek var, şimdi sen osun
Cinselliğimizi büyütmek büyütmek
Dağlamak çıplaklığımızı göklemek,

Böyle seni suya göğe tutuyorum
Seni artık korkunç karıştırıyorum.

- Uzar şimdi bizden bir gece Upuzun.


İlhan Berk
Aşıkane

Pavurya

Göğül odasından bir pavurya başını çıkardı
- Sol ne kadar uzak, dedi.
libya sefine beyoğlutası / bir deniz ermeni gerindi.
Bir 3 eden 2'den daha gerçek bir 1 yoktur, dedi Fomeret.

Pavurya gidip göğün hendeğine ağdı.
Ben yalnızlık doluydum. Io'ya verdim ormanlarımı.
San ağzı sularımı aldı durdu. Sen geçiyordum, korkuncu,
cinneti denemek istiyordum. Yanında arka pencereler gibi çıkıntılıydı ermeni esmerliğim.
Çıplak, sıkıntılı bir hıristiyanlıktı çıplaklığımız.

- Su uyuyordu güzel ve iri.
Sabahın ışıklı suyuna demir attı sefine. Bunalımın
güzelim elleri boşlukta kaldı. Denizin pencereleri
sürgülüydü / Ben seni bekliyordum
Bir uzun taşlıktı gözlerin yahudi evleri gibi.


İlhan Berk
Mısırkalyoniğne

Ben Uyandım Bir Aşk Demekti Bu Dünyada

Ben uyandım bir aşk demekti bu dünyada
-Sesin, bir gülü bırakmak gibi bir şeydi.
Karaydım, kâğıt gibiydim yaşamalarda
Adım görseniz her gün o denizlerdeydi
Bin yıl bir M sesiydim aşağı Mısır'da.

Ben vurdum sevilere belli değil miydi
Bin yıl seni açtım işte yalnızlığımda.
Ne zaman aydınlığında adım geçti miydi
Bir aşk demekti bu dünyada.

Bir zamanlar yalnızlık güzeldi Mısır'da
Seninle yepyeni bir göktü gidilirdi
Baktım mı, büyürdü bir zambaktı anımda
Şimdi bir gölgedir uzar ovalarımda
Böyle uyanırdım ya uyanmak değildi
Bir aşk demekti bu dünyada.


İlhan Berk
Çivi Yazısı