Sen suların Fida'smda bulunmuş kemik yığını
sürgünler açtı ve toprak nasıl kürekleniyordu
gördün düşünde o çıplak kayayı
ayaklanan suyu, ölmüş bir pers için
bir değişim ses ya da labirent
bilirsin aynalar çok aldatır, kıştır üstelik
ah söylemez ki tatlı ağzın böyle şeyler
incili sözcük şimdi divan durduğun
hiç kimse yok artık hiç kimse
büyük bir boşluk, giderek büyüyen yaldızsız gecede
rüzgarın deli ruhu
sürüklerdi anları
çıplak mağrasına
tek bir kitapsı sözcük söylemeden
bile
ezgiler gemisi geçerek yaralı göğsünden
iz bırakırdı yeni bir gövdede
ki oradan uyuşuk bir zembille
soyunuyor ruhun bu uygarlığın
kaygan gediğine
harap yaban yaşam bu
arasıra ölü göz
kemiklerin acırdı sonsuz bir sevda için
doyulmamış gün için balrengi ölü göz için
kimbilir nasıl olacaktı, olacaktı ki
ben yeni kavradım yaşamayı bilisiz çocuk, kör böylesine
sevinemiyor, koşamıyor, korkuyordum
görülüyordu herşey kentin büyük aynasından
ki orada yıldız gemiler, kemik kentler, ışığı aklın
İşaretler, surlar bilmecesi
şimdi yoklar saatine dönüştü
(Ey cansız sen)
bıkkınlık şimdi selvilere geçiyor, derindeki kömüre
geride yalnızca saçların
bu yapışık bu bileklerimden bağlayan beni
soyuyorlar bizi yaşam içre donmuş
binlerce ve binlerce iz yürür senin kayanda
senin altında durursan atlar
sızlar kaya
sızlar ten
bir sürgün yeri oldun hep
pınarları duru sularla kıvılcım kaynayan
ve sürgünlerine yenilir sevda
böyle yanık
böyle taze
kıvraklığına taptık güneşin
ifrite tapanlara, ki arada sırada
mavi gözleri gözükürdü Leviathan'ın
pembe ifrit
gece ağacı
doruklarında ölü yüz
kararır kitaplar, kömürdür artık kalem, saçların lale
sapıdır
dökülürdü yine de enseme saçlar, gel dokun diye
koklarsın diye bir gün, günlerden ayçiçekleri hantal ağır
limanımın kuşları
havalanın ve götürün artık saçlarımı
kumral eda, kıvamsız yaşam, ölümüz bizim
laleler ve lale canını ver bize.
Gülseli İnal
Letoon
sürgünler açtı ve toprak nasıl kürekleniyordu
gördün düşünde o çıplak kayayı
ayaklanan suyu, ölmüş bir pers için
bir değişim ses ya da labirent
bilirsin aynalar çok aldatır, kıştır üstelik
ah söylemez ki tatlı ağzın böyle şeyler
incili sözcük şimdi divan durduğun
hiç kimse yok artık hiç kimse
büyük bir boşluk, giderek büyüyen yaldızsız gecede
rüzgarın deli ruhu
sürüklerdi anları
çıplak mağrasına
tek bir kitapsı sözcük söylemeden
bile
ezgiler gemisi geçerek yaralı göğsünden
iz bırakırdı yeni bir gövdede
ki oradan uyuşuk bir zembille
soyunuyor ruhun bu uygarlığın
kaygan gediğine
harap yaban yaşam bu
arasıra ölü göz
kemiklerin acırdı sonsuz bir sevda için
doyulmamış gün için balrengi ölü göz için
kimbilir nasıl olacaktı, olacaktı ki
ben yeni kavradım yaşamayı bilisiz çocuk, kör böylesine
sevinemiyor, koşamıyor, korkuyordum
görülüyordu herşey kentin büyük aynasından
ki orada yıldız gemiler, kemik kentler, ışığı aklın
İşaretler, surlar bilmecesi
şimdi yoklar saatine dönüştü
(Ey cansız sen)
bıkkınlık şimdi selvilere geçiyor, derindeki kömüre
geride yalnızca saçların
bu yapışık bu bileklerimden bağlayan beni
soyuyorlar bizi yaşam içre donmuş
binlerce ve binlerce iz yürür senin kayanda
senin altında durursan atlar
sızlar kaya
sızlar ten
bir sürgün yeri oldun hep
pınarları duru sularla kıvılcım kaynayan
ve sürgünlerine yenilir sevda
böyle yanık
böyle taze
kıvraklığına taptık güneşin
ifrite tapanlara, ki arada sırada
mavi gözleri gözükürdü Leviathan'ın
pembe ifrit
gece ağacı
doruklarında ölü yüz
kararır kitaplar, kömürdür artık kalem, saçların lale
sapıdır
dökülürdü yine de enseme saçlar, gel dokun diye
koklarsın diye bir gün, günlerden ayçiçekleri hantal ağır
limanımın kuşları
havalanın ve götürün artık saçlarımı
kumral eda, kıvamsız yaşam, ölümüz bizim
laleler ve lale canını ver bize.
Gülseli İnal
Letoon