Şiir, Sadece: İngiliz Şiiri
İngiliz Şiiri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İngiliz Şiiri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Mart 2019 Cuma

Step Out Onto The Planet

Step out onto the Planet,
Draw a circle 100 feet round.

Inside the circle are 300 things
         nobody undertands and,
         maybe, nobody's ever seen.

How many can you find?


Lew Welch

25 Ağustos 2017 Cuma

Uzayda Şarkı

Gökyüzünün ötesine ilk defa uçan insan
Başını çevirince mavi gözlerini gördü yeryüzünün.
İnsan dedi: Nasıl böylesine mavi oldu gözlerin?
Dünya dedi: Okyanus'ta biriken gözyaşları yüzündendir.
Ama niçin akan yaşlarla dolu denizler?
Çünkü binlerce yıldır çok seller boşaldı içimden.
İyi de niçin gözyaşı döktün uzayda dans ederken böyle?
Çünkü ben anasıyım İnsan Soyunun.


Adrian Mitchell
Çeviren: Mehmet Yaşın

Şiir Nedir?

Hep birlikte dans eden şu çırçıplak sözcüklere bak!
Nasıl da çarpıyorlar herkesi.
Tek bir adım atmak yeter bunun'çin -
Çıkarın giysiler'nizi
Ve dansa katılın siz de.
Çırçıplak sözcükler ile insanlar dans ediyor hep beraber.
Olay çıkacak şimdi
Neyse işte geliyor Şiir Polisi!

Devam edelim dansa.


Adrian Mitchell
Çeviren: Mehmet Yaşın

24 Ağustos 2017 Perşembe

Benim Yaslı Kaptanlarım

Birkaç arkadaştılar ve tarihsel adlı
Birkaç insan: şimdi gelmişler
Bir bir görünüyorlar karanlığın içinden.
Ne de geç başlıyor ışımaları,
Nasıl da erişiyorlar sönmeden önce
Pürüzsüz bütünlüğüne bir tenin.

Ve kuşanır oluyorlar sonra bir yokluk gibi
Upuzun bir geçmişin urbasını.
Yenilemek için tek onun için
Yaşadıklarını sanmıştım
Habire kasılan bir sancıya ödenmiş
Bir kuvvetin kısır döngüsünü.
Uyarmalarıdır şimdi bana uzaktan değinen.

Doğru, durulmamışlardır daha,
Gene de bir belirginlikleri var
Kendilerince gerçek ve ayrı;
Bir ayıklanmışı var her birinin
Çıkmazlar arasından.
Çekilmişler bir yörüngeye,
Katı, çıkarsız bir güç ile
Dönüp duruyorlar, yıldızlar kadar.


Thorn Gunn
Çeviren: Feyyaz Kayacan

İdam Sehpasından Kimse Konuşmayacak

İdam sehpasından
kimse konuşmayacak. Sahne
kendi kendini açıklayacak.

O üstü parlak
düzgün kesilmiş tahta
mutfakta kullanılan bir araç tıpkı.

Hele o yüzü maskeli adam
elinde baltası: tanıdığımız biri:
Bizim orda bir depoda çalışıyor iş saatleri.

Sonra, mahkum, yüzünün rengi uçmuş,
çiğle ıslanmış otlarda yürüyor,
veda ediyor başıyla

tanıdıklarına. Sehpadan
kimse konuşmayacak. Biz de
unuttuk zaten suçunu.

Artık önemli değil
ne yaptığı. Önemli olan
hükmün yerine gelmesi ya da

daha çok, nasıl davranacağı
orada beklerken, insanlığı
sona ermeden.


Thorn Gunn
Türkçesi: Cevat Çapan

Baba Evi

Hüzünlüdür baba evi. Kalır bırakıldığı gibi
Kendini son terk edenin zevkine uygun.
Yeniden kazanmak istercesine o gideni.
Oysa, sevindirecek kimsesi yokken, solgun,
Bir türlü unutamaz yitirdiklerini.

Ve yeniden başlayamaz dönüp geriye,
İşte, her şey böyle olmalı, deyip coşkuyla
Bunu denediği günlere. Çoktan uğramış yenilgiye.
Nasıldı bir zamanlar! Bakın: resimlere, şu vazoya.
Çatal bıçak. Notalar piyanonun üstünde.


Philip Larkin
Türkçesi: Roni Margulies

27 Temmuz 2017 Perşembe

Karga Tünemesi

Karga bir küme dağ gördü sabahleyin, buram buram.
Denizi gördü
Omurgası loş, kıvrımlarında bütün dünya.
Yıldızları gördü, karanlıkta yitip giden bir duman, hiçlik
ormanında üretim yerlerini örten mantarlar, Tanrı ağusu.
Yaratılışın korkunçluğundan titredi.

Dehşetin verdiği görüntüde
Şu ayakkabıyı gördü, tabansız, yağmurdan sırılsıklam,
Yatıyor çölde.
Bir de çöp tenekesi vardı, dibi paslanıp delinmiş,
Rüzgarın oyun yeri, pis su birikintilerinde.

Bir de ceket vardı sessiz evin sessiz odasındaki karanlık dolapta.
Bir de yüz vardı, sigarasını tüttürmüştü alacakaranlık
pencereyle ateşin korları arasında.

Yüzün yakınında, bu el, hiç kıpırdamadan.
Elin yakınında, şu fincan.

Karga göz kırptı. Göz kırptı. Hiçbir şey olmadı.

Gerçeklere baktı da baktı.
Hiçbir şey kaçmadı gözünden. (Hiçbir şey kaçamaz ki).


Ted Hughes
Çeviren: Talat Sait Halman

Şarkı

Kadınım, kutsadığında ayın eğik kupası seni
Yumuşak ateş oldun bir bulut inceliğiyle;
Güç yıldızlar yüzdü göz yerine yüzünde;
Durdun yer ettim gölgende:
Döndün, buza döndü gölgen

     O Kadınım.

Kadınım, okşadığında deniz seni
Köpükten mermerden, ama-dilsiz.
Ne zaman açacak taş dikitini?
Ne zaman salıverecek dalgalar köpüğünü?
Ne ölüyorsun ne de dönüyorsun eve,

     O Kadınım.

Kadınım, yel öptüğünde seni
Ezgin yaptın onu denizkabuğu gibi.
İzliyorum suları ve yeli hala.
Yüreğim türkünü duyup kırılalı beri
Sevgililerinin çaldığı kötü amaçla,

     O Kadınım.

Kadınım, düşün yitirdiğimde seni
Ayın dopdolu elleri yıkıntı saçarak,
Denizin elleri dünyanın göğüslerinden karanlık,
Yelin geçtiği yerde dünyanın çürüyüşü,
Başım sevgiden yorulmuş durarak
Ellerimde ve ellerim dolu toprak,

     O Kadınım


Ted Hughes
Çeviren: Şavkar Altınel - Roni Marguli

Eylül

Oturup akşamları izliyoruz yayılan karanlığı yavaşça:
Hiçbir saat saymıyor bunu.
Yinelendiğinde öpücükler ve kollar sarıldıkça
Kim bilebilir zamanın nerede olduğunu.

Yazortası: iri, durgun sarkıyor yapraklar:
Bir yıldız gözlerin ardından,
İpek bileğin altından bir deniz, diyorlar:
Hiçbir yerde zaman.

Şimdi duruyoruz; uyamadı yaz zamanına yapraklar.
Saatlerin söylemesi gereksiz
Artık salt anımsadıklarımız var:
Başkaldırıyor dakikalar, ellerinde başlarımız

Başları gibi talihsiz Kraliçesiyle bir Kralın
Ayaklandığında budala kalabalıklar;
Ve sessizce sularına havuzların
Atıyor taçlarını ağaçlar.


Ted Hughes
Çeviren: Şavkar Altınel - Roni Margulies

26 Temmuz 2017 Çarşamba

Yatakta Konuşmak

Yatakta konuşmak en kolay şey olmalı,
Bir gelenek sanki böyle yanyana uzanmış olmak:
İki kişinin içtenlikliğinin kanıtı.

Oysa konuşmadan geçen zaman gittikçe uzuyor.
Dışarıda rüzgarın o eksik karmaşası
Bir toparlıyor bulutları bir dağıtıyor,

Karanlık kentler yığılıyor ufukta.
Ve umursamıyor tüm bunlar bizi. Yanıtlanmıyor
Sorumuz: bu denli uzakken tekillikten, yatakta,

Niye daha da zor, neden,
O sözcükleri bulmak, hem sevecen, hem içten,
Ya da en azından, ne kırıcı, ne yalan.



Philip Larkin
Çeviren: Roni Margulies

Sokaklar

Şiirin başlığı "Hanoi Sokakları"ydı,
Konusu düşen bombalar, ölüm ve yıkım,
Çile ve sefalet, acı ve hasar.
Bestelendi şiir, bestenin konusu da ölüm
Ve yıkım, çile ve sefalet, acı ve hasar.

Salon bulundu, şarkıyı okuyacak birisi de
Eşlik edecek bir orkestra, program basacak
Bir basımevi... O zaman düşündüler ki
Olup bitenlere,bakılırsa şarkının adı
"Saygon Sokakları" olsa daha uygun.

İyi söylendi şarkı, iyi çalındı, iyi karşılandı.

Şiir gerçekten evrenseldir, musiki gibi
Düşen bombalar da ölüm ve yıkım da.
Çile ve sefaletle acı ve hasar da

Gerçekten tek şair gerektir dünyaya,
Belirli yerlerde adları yayımcılar değiştirir,
Tiyatro yönetmenleri, katipler, kültür bakanlıkları.


D. J. Enright
Çeviren: Talat Sait Halman

Tanrılardan Sonra Kahramanlardan Sonra

Görüyorsun işte, ne kadar kolay bir insanı susturmak,
İki üç yardakçın adamın kollarını büker arkasında,
Sokakta bekleyen bir arabanın içine yakapaça sokup
Issız bir yere götürür de ağzını burnunu
Darmadağın ederseniz adam susar eninde sonunda.

Söz açma kahramanlıktan. Ömrü bir soluk kadardır.
Kafalarına kurşun yemiş olan koca kahramanlar
Birer cesettir ancak. Gömdürme masrafını ailesi
Ödemek zorunda. En sessiz sedasız cenaze bile masraf
kapısı.

Düşünceler, bilgiye dayanıyor günümüzde. Hiç kimse
Çabucak heyecana kapılmıyor artık. Nice kahramanlar
Gelip geçti. Sağduyu değişir kuşaktan kuşağa. Genel yargı şu:
Başı derde girenler, kargaşalık çıkartarak belalarını bulmaya
Dünden hazır olanlardır. Bu illetten kurtulamayanlar, doğuştan
intihara eğilimlidir.

Ne olursa olsun, uzmanlar bile ayırt edebilir mi kahramanı
Kötü adamdan? Özellikleri nedir ki?

Tarih kitapları çoktan doldu.
Gazetelerde yer satın alınamaz parayla da sevgiyle de.
Gazetelerin işi gücü beşizler, en yeni modalar,
İç çatışmalar ve cinayetler ev köpeklerinin yiğitliği.
Örneklerdeki ilham gücünü göstereyim deme,
Daha iyisi, örneklerden ibret alınması üzerinde dur.
Özgürlükten sebze ya da arabaymış gibi, hayati ihtiyaçmış
Gibi söz açmak boşuna. Sebze yiyen araba süren bilgili
kimselerle konuşuyorsun.

Söylemesi acıklı ama, bizim çağımızda, çıkar yol
Başkalarından medet ummaktır, bir de
Ataerkil ve anaerkil ailelerden, sıkıla sıkıla çalışan
Katiplerden, ihtisas yapmaksızın zar zor okul bitirenlerden,
Yaşamanın son tadını almaya kalkışan dedelerden, acayip
Hülyalara kapılmış kızlardan, içlerini boşaltmak için
Ellerinden gelse şiir yazacak olan delikanlılardan...
Yoksul ülke, işte, kahraman olmayan bu insanlardan yana zengin.
Kitlelerin önderleri artık önderlik yapmaz olmuş.
Şimdi, kitlelerle bir arada kalmışsın,
Hepsinin ayrı ayrı istekleri, küçük inatçı hırsları,
(Kurşuna dizilemeyecek, hapse atılamayacak kadar kalabalık
Olduklarından) kalımlı olanlar.
Ya kitleden biri olacaksın ya da gidip asacaksın kendini,
Öleceksin kuru başına. Açık bir mektup bırakacaksın, gururlu,
Kınayan bir mektup, gazetelerin yayınlamasını da istiyorsan,
Pürüzsüz olmalı mektup, hem de kısa


D. J. Enright
Çeviren: Talat Sait Halman

25 Temmuz 2017 Salı

Fern Hill

Ben işte öyle gencecik, tasasız bir çocukken seken evin ordaki
Elmaların altında, otlar nasıl yeşilse işte öyle mutluyken,
Vadideki koruyu örten yıldızlı gece,
Zamanın da izniyle bağırıp tırmanırken
Hep öyle pırıl pırıl dipdiri gözlerinde,
Ve sayılan biriyken vagonları orada, prensi o elma köylerinin,
Bir kere zamanında altında krallar gibi ardımdan sürüklendi
Ağaçlarla dalları, arpalar, papatyalar
Rüzgarın sağnağıyla ırmaklardan aşağı.

Yemyeşil, umursamaz, o mutlu avludaki ambarlar arasında ünlü,
Bir de türkü tutturup o çiftlik yurdummuş gibi,
Yalnızca bir kerecik genç olan o güneşte,
Zamanın da izniyle oynayıp koşuşurken
Hep öyle pırıl pırıl Tanrının esirgeyişinde,
Yemyeşil, pırıl pırıl, hem avcı, hem çobandım, buzağılar
Ses verirdi öttürdüğüm boynuza, tepelerde tilkiler donuk donuk havlarken
Pazar çanı ağır ağır çınlardı
O kutsal derelerin çakıllarında.

Gün boyunca hiç bitmeyen bir koşuydu, ne güzel, uzanan tarlalarda
Ev boyunda tarlalarca ekinler, bacalarda ezgiler, bir havaydı,
Çalıyordu, su gibi öyle güzel,
Ateş bile otlar kadar yeşildi.
Ve her gece o yalın yıldızların altında
Ben atımla yol alırken uykuya, baykuşlar da çiftliği uzaklara taşırdı,
Ay geceyi dolandıkça duyardım, ahırlarda kutsanmıştım,
Öten kuşlar balyalarla uçardı, atlar birden
Şimşek gibi karanlığa dalardı.

Sonra uyanmak ve çiftliğin beyaz bir gezgin gibi
Geri gelişi, çiğ içinde, omuzunda horozla: her şey
Pırıl pırıldı, Adem ile Meryemdi,
Gökyüzü yeni baştan bir araya geldiydi
Ve güneş işte o gün yusyuvarlak belirdi.
Demek ki aydınlığın doğum gününden hemen sonraydı
O fırdönen alanda, büyülenen atlar da hızla çıkarken
Soluklarının dumanı tüte tüte kişneyen yeşil ahırdan

Ve sayılan biriyken tilkilerle sülünler arasında, gülen evin yanında
Yepyeni bulutların altında, yürek nasıl uzunsa, işte öyle mutluyken
Durmadan doğan günün aydınlığında
Koşardım hiç aldırmadan,
İsteklerim yansırdı ev içinde savrulan samanlarla
Hiçbir şey umurumda değildi, gök mavisi uğraşımda, zamanın
O güzel sa hah türküleri kulağıma geldikçe
Çocuklar yeşil yeşil, altın gibi sapsarı
İlk duadan çıkmış onu izlerken

Hiçbir şey umurumda değildi, o süt beyaz günlerde, zaman
Kucaklar kaldırırdı beni kırlangıçlı samanlığa elimin gölgesinde
Durmadan yükselen ayın aydınlığında,
Onun uçtuğunu bile duymazdım
Yükselen tarlalarda at sırtında yol alırken uykuya
Uyanıp o çocuksuz ülkeden sürgit kaçan çiftlikte.
Ah işte öyle gencecik tasasız bir çocukken Tanrının esirgeyişinde
Zamana yakalandım körpecik ve ölürken
Türkümü söylediysem de denizler gibi zincirlerimle


Dylan Tomas
Çeviren: Cevat Çapan

Başlangıcımda

Başlangıçta üçgen bir yıldız vardı
Boş bir yüzün ötesinde ışığın gülüşü
Kök salan havanın ötesinde kemikten bir dal
Özdek çatalladı özleştirsin diye ilk güneşi
Ve uzayda fırdolayı yanan şifreler
Döndükçe cennet cehennem karşıtı birbirine

Başlangıçta solgun bir imza vardı
Üç heceli ve yıldızlı tıpkı gülümseyiş gibi
Sonra suların üstüne izler düştü
Kalıplanmış bir yüz ay üzerine
Çapraz ağaca ve kutsallığa dokunan kan
Değdi ilk buluta ve bir belirti bıraktı

Başlangıçta dağca yükselen ateş vardı
Ki bir kıvılcımla havayı tutuşturdu
Bir üç gözlü, kızıl gözlü kıvılcım çiçeksi açık
Yaşam yükseldi ve filizlendi yuvarlanan denizlerden
Patladı köklerden, pompalandı topraktan ve kayadan
Çayırları besleyen gizli yağlar

Başlangıçta söz vardı, söz
Ki ışığın som köklerinde
Soyutladı boşluğun tüm harflerini
Ve soluğun bulutlu yataklarından
Sözler fışkırdı, çevirerek yüreğe
İlk harflerini doğumun ve ölümün
Başlangıçta gizli bir beyin vardı
Beyin hücrelendi ve düşünceye kaynaklandı
Yükseldik bir güneşe doğru çatallanmadan önce
Kan fışkırdı ve dağıldı yellerin ışığına
Hançerlenmiş kökeni sevginin


Dylan Tomas
Çeviren: Osman Türkay

Kağıdı İmzalayan El

Bir şehri yıktı kağıdı imzalayan el
Soluğu kesti beş egemen parmak
Çiftleştirdi ölüler evrenini, bir ülkeyi böldü
Beş kral bir kralı ölüme görürdü

Eğik bir omuza uzanan güçlü el
Tebeşirle kenetlenmiş parmak eklemleri
Cinayetlere bir son veriyor
Görüşmelere son veren kalem

Bir hastalığı çoğaltıyor güçlü el
Ağustos böceğiyle birlikte açlık ve kıtlık
Karalanmış bir imzayla büyüktür
İnsanlara hükmeden el

Krallar ölüler sayar, yaraları yumuşatamaz
Ve alnını okşayamaz kimsenin
Gökyüzü ve şefkat ellerin emrindedir
Ama gözyaşı yoktur ellerin.


Dylan Tomas
Çeviren: Anıl Meriçelli

24 Temmuz 2017 Pazartesi

Hükmü Hiç Kalmayacak Artık Ölüm Ülkesinin

Hükmü kalmayacak artık ölüm ülkesinin
Tek gövdede çıplak ölüler birleşecekler
Rüzgarla batan ayaktaki insanla beraber;
Sıyrıldı da savruldu mu artık o kemikler,
İskeletler tepeden tırnağa yıldız dolacak.
Sağlamlaşır akılları çıldırsalar bile,
Ummana batsa da çıkar hepsi sahile;
Kaybolsa da her sevgili kaybolmayacak aşk,
Hükmü hiç kalmayacak artık ölüm ülkesinin.

Hükmü hiç kalmayacak artık ölüm ülkesinin
Çoktan uzananlar denizin kıvranışında
Rüzgarca ölüp bitmeyecekler boşuna;
Gerilen etleri mosmor olacak cenderede,
Bağlanmış azap çarkına, hiç kopmayacaklar.
Avuçlarında inanç parça parça olsa bile,
Gulyabani kötülükler canevinden deşse,
Yarılsalar da her uçtan, kopup kırılmazlar
Hükmü hiç kalmayacak artık ölüm ülkesinin.

Hükmü hiç kalmayacak artık ölüm ülkesinin.
Ve çığlık atmayacak martılar kulaklarına,
Dalgalar sille tokat çarpmayacaklar kıyıya;
Deli rüzgarla uçup düştüğü yerlerde çiçek
Eğecek kamçılı yağmurlara bitkin başını.
Çılgın da olsa, leş gibi cansız da olsalar
Kelleler fışkıracak yerden ezip laleleri,
Çatlayacaklar güneş altında, güneş çatlayacak:
Hükmü hiç kalmayacak artık ölüm ülkesinin.


Dylan Tomas
Çeviren: Talat Sait Halman

Parkın Gediklisi Kambur

Parkın gediklisi kambur,
Münzevi bir zat...
Demir kapılar açıldı mı o saat
Ne kadar berduş varsa içeri doluşur
Büzülür o da şimşirlerin arasına iki kat
Paydos vaktine dek orada durur
Gazete kağıdından yer peynirsiz ekmeğini
Zincirli maşrapadan içerdi suyunu
Yelkenlimi yüzdürdüğüm yalağın içine
Görmezlikten gelirdi çocukların toprak doldurduğunu
Geceleri sığınırdı bir köpek kulübesine
Ama duymazdı uykusunda uluduğunu

Parkın kuşları gibi kalkardı erken
Parkın çimleri gibi çöker toprağa
Kambura da Maşallah, diye başlarlardı derken
Mektep kaçakları kenar mahallelerden
Şeytan görmüş gibi kaçardı fıkara
Yumurcaklar üstüne koşuşurlarken
Yumruğunu sallar ama başlamazdı gülmeyi
Harlandıkça büyüse de sırtındaki tümseği
Bir solukta aşar fidanlığı fideliği
Kaybolurdu söğütlüğün yaygarası içinden
Sonunda bunun dayak yemek de var bekçiden
Hep o kambur bozuyor dirliği düzenliği!

Öğleyin pineklerken havuzun başında
Ördeklerle kuğularla bir başına
Bir kıyamettir kopar korudan
Kükrerdi sıçrayıp kayalığın taşına
Yamyamların gözlerinden bir alay kaplan ...
Bıraksalar, bırakmazlardı ki rahat
Hayalin kuracaktı çarpuk çomaklarından
Selvi boylu bir sultan suret
Salına salına gelecekti yanına
Ömür-boyu can yoldaşlığına razı
Bir hayat ki hayatta görülmedik bir hayat

O kahpe, o kambur feleğe inat
Oysa rivayet ederler kim
O bozuk-düzen parkta geceleyin
Çitlerle çalılardan sonra
Kuşlar havuz ağaçlar çimen
Ve çilekler kadın masum çocuklar
Gelirmiş kamburun peşi sıra
Karanlıktaki kulübesine kadar


Dylan Tomas
Çeviren: Can Yücel

Acı Limonlar

Bir acı limonlar adasında
Karanlık yuvarlarında meyvelerin
Ayın soğuk otlarının yandığı,

Sonra kuru otlar yerdeki
Acıtan anılan, yan yaşamdır
Gözden geçiren ölü alışkanlıkları

Gerisini söylemesek daha iyi,
Güzellik, karanlık,
Kocamış denizler korusun onları

Anılarıyla uykularının
Kıvırcık başı Yunan denizinin
Saklar sessizliğini akmayan yaşlar gibi.


Lawrence Durrell
Çeviren: Cevat Çapan

Özgürlük

Ey herkese içlerindeki odlarca özlem
Kuğulara göl, allara petek,
Yarasalara karanlık, sevgililere
Sevişme sunan özgürlük,
Salt bilgeleri kısıtlayan, sınırlayansın,
Kendisinden yan kurtulan herkes
Çeker acılarını yalanlarının,
Özgürlük, özgürlük, zindanı özgürlüklerin.


Lawrence Durrell
Çeviren: C. Çapan - T Aktürel

22 Temmuz 2017 Cumartesi

Yoksul Kız

Yabancı bir ülkede oturan yoksul kız,
Kafatası biçiminde ışıltılarıyla gecenin
Yazdöneminde parlayan uzak ay gibi
Gözlerinin içinden bakar her yana ölüm
Öyle dik ve derin:

Yoksul çocuk, giymişsin yazlık giysilerini
Ve altın çizgili yırtık ayakkabılarını
Toprak ana renk çimen
Ve çiçek mantosunu giyindiği gibi
Örterek yıkım mağaralarını
Oyuk ölümlerin söylediği.

Yüreklerimizde sanki de şaftlarıdır kuyuların
O çökmüş gözler ki bakıyorum derinden
Bilmem günahı nedir onların
Bu yapmacık sevinç gösterisinde
Dudaklarımızın arkasında uslarımız
Birleşir ağlamakta
Uyku içinde hiç uyumayan
ölümlülüğe.

Ağlamanın yararı ne?
Bir cerrah bıçağı taşımıyor ki
Kessin yaşamının kökünde
Yanlış çoğalan hücreleri

Sevginin aşırılıkları tanıtlar yalnız,
Tenin ötesinde uzanır çirkin kemiğe
Karanlıkta sırtlanlarda uluyan bir ses.

Bir düşünüdür üzgünlüğüm, bir düştür,
Yarının fırtınası alıp götürecek:
Uyanmaz gün günden daha dinç
Görünüşten öte salt doğru olana:
Ya da yatağının çevresindeki granit gerçeklere
Yoksulluğun kahrıyla umutsuz, çirkin
Gerçeğe ki bir belirtisidir
Yakında öleceğinin.


Stephen Spender
Çeviren: Osman Türkay