Şiir, Sadece: Ahmet Erhan
Ahmet Erhan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ahmet Erhan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Temmuz 2018 Salı

Buz Üstüne Yazılan Şiir

Buz üstüne yazmak isterdim
Bütün bu şiirleri
Üç beş gün öyle kalır
Sonra erir giderdi.

Kaybolursa da ne çıkar
Yazılmış o kadar şiir
Onca acı, tedirginlik
Bir avuç su oluverir.

Buz üstüne yazmak isterdim
Bütün bu şiirleri
Ya da denizin yaladığı
Bir kıyıya bırakmak...

Boğulup gitsin sesim
Uçsuz bucaksız bir koroda
Duyulmayacaksa silah sesleri
Girdiğimiz her sokakta.

Çektiğimiz bunca acıyı
Varsın hiç bilmesin çocuklar
Barışa, kardeşliğe dair
Yarın nice şiir yazarlar.

Buz üstüne yazmak isterdim
Bütün bu şiirleri
Ve sonra çekip gitmek
Dalgın bir cırcır böceği gibi.


Ahmet Erhan
Alacakaranlıktaki Ülke

30 Temmuz 2018 Pazartesi

Ağıt

Çiçekçi bana bir gül ver
Sevgilime değil, bir ölü için
Çiçekçi bana bir gül ver
İçine gözyaşlarımı sığdırabileyim.

Yakasına böyle bir gül takmıştı
O gün bir görseydin sen onu
Çiçekçi bana bir gül ver
Sanki o güldendi bütün mutluluğu.

Sen de: - Bir arkadaşın öldü.
Ben diyeyim: - Kardeşim!
Çiçekçi bana bir gül ver
Götürüp tabutuna iliştireyim.

Kaldırımlarda kömür tozları
Bacalarda koyu bir duman var
Kara bir gökyüzü tek özelliği bu kentin
Çiçekçi bana bir gül ver.

Kapalı perdeleri açabilse gülüm
Kapalı kapıları kırabilse
Kapalı yüreklere girebilse..
Çiçekçi bana bir gül ver.

- Beyim, gül olmaz ki bu mevsimde


Ahmet Erhan
Alacakaranlıktaki Ülke

29 Temmuz 2018 Pazar

Alacakaranlıktaki Ülke

XVIII.

Acılı oğulları ülkemin
Kahvelerde otururlar sessiz, sakin
Gözlerine baksan çayırları görürsün
Ekinler arasında kaçarken açtığı yolu bir tavşanın.
Bir ürkeklik, yabancılık hepsinde
Acılı oğulları ülkemin
Taşralık sarılı bedenlerine.
Ucuz şarap içerler, kötü sigara
Ceplerinde mutlaka kıvrılmış bir gazete vardır.
Bir gecekonduda nemli bir oda.
Döşemenin üstünde telleri kopuk bir saz.
Masanın üstünde çay bardakları,
Ekmek kırıntıları, eski bir demlik,
Onun altında gazeteler, kitaplar
Duvarlarda resimler, yazılar.
Naylonla örtülmüş bi pencere, camları kırık.

Acılı oğulları ülkemin
Ölüp giderler bir akşamüstü
Karanlık, kuytu bir sokakta;
Gözleri hayata sonuna kaçar açık.
Elleri kavuşmuş bilmezmiş gibi
Ölümü ve kalleşliği bu dünyada.

Ertesi gün resimleri gazetelerde
Ve bir tarih resmin altında:
Doğumu şu yıl, ölümü üç nokta...


Ahmet Erhan
Alacakaranlıktaki Ülke

5 Mayıs 2018 Cumartesi

Milattan Önceki Şiirler

XII.

Akdeniz'e dönüyorum, güz kuşlarının
Kanat vuruşlarına adımlarımı ayarlayarak
Akdeniz'e dönüyorum, dumanlı bir kentin
İrin püskürten bacalarını yüreğimden kazıyarak.

Yıllar yılı karanlık, nemli odalarda yaşadım
Her sabah yüreğime yeni bir uçurum eklemenin kederiyle
Bir göçmen kuştum ki ben, güneyi hiç bulamadım
Uçmak istesem yasakların surları dururdu önümde.

Sokaklar bir yara gibi, yüründükçe kanardı
Donup kalırdı sesim, o buzdan yüreklere vurdukça
Her ana ağıt yakmak için dudaklarını aralık tutardı
Aklım, en güzel duyguların kıyılarında durdukça.

Ve işte kendi içimde yürümeyi öğrendim şimdi
Bitmek bilmeyen sokağa çıkma yasaklarında
Anladım ki artık herkes bayraksız bir ülkeydi
Beyinler telörgüleriyle çevriliydi, yürekler mayınlarla

Yakılan kitapların dumanları tüterdi bacalardan
Ben yanan her sözcüğe tek tek gözyaşı döktüm
Yeni dünyalar aradım hayatıma, çıkarak atlaslardan
Böyle başladı kendi içimdeki o uzun yürüyüşüm.

Denizsiz bir gemiydim sanki, topraksız bir çiçek
Köklerinden kopmuş bir ağaç dinelirdi önümde
Şiirler yazdım, yazan elim, söyleyen dilim titrek
Her şiir yadsıdı kendini, yaslanarak bir başka şiire.

Turuncu bir sokağın aklımı tozutup atması böyle başladı
Sıçrayıp gitti bir çocuk, yalınayak, dikenlerin arasında
Bahçesi günebakanlı bir ev, taşlık, incir ağacı
El çırpıştırıp, titreyerek akan sular vardı arklarda.

Baba, bir dilim portakalla köpük köpük şaraplar içer
Ana, tulumbanın önündeki yalakta çamaşırlar yıkardı
Çocuk, yüzünü bir kitabın sıcacık koynuna gömer
Uzak bir deniz ve kızlar üzerine düşler kurardı.

Her sokağın bittiği yerde bir limonluk başlar
Her limonluğun ardında bir dilim deniz görünürdü
Şafakta rıhtımda bir sürü ceviz kabuğu sandal
Denizin enginlerine yaşlı balıkçıları götürürdü.

Geceleri ay bir ekmek gibi büyürdü gökyüzünde
Kavrulmuş susam ve yeni biçilmiş buğday kokardı
Yıldızlar gümüş sürerlerdi denizin tenine
Her yakamozun parladığı yerde bir deniz kızı oynardı

Böyle bir dünyaydı işte, anlatılır mı bilmem?
İnsan her dönüşünde bulur mu eski ayak izlerini?
Yağan yağmurlar mı, yoksa kendi midir onları silen?
Dönmek istiyorum ben; dupduru bir su el değmemiş bir toprağım şimdi.

Akdeniz'e dönüyorum! Akdeniz'e dönüyorum
Anamın rahmine yeniden, yeniden döner gibi


Ahmet Erhan
Alacakaranlıktaki Ülke

4 Mayıs 2018 Cuma

Geceyarıları Söylenen Ninni

Artık her şey bitti, geceleri sokağa çıkma
Artık her şey bitti, yorganına sıkıca sarın
Artık her şey bitti, yüzüme öyle bakma
Artık her şey bitti, yat, uyu adamım.

İnceldiği yerden kopsun, dediğin şeyler koptu
Artık bıktım, dediklerin hep bıktı senden
Biliyor musun, sonunda olan bize oldu
Anımsa, güzel günlerden konuşurduk eskiden.

Artık her şey bitti, dinleme sokakları
Artık her şey bitti, polis arabaları devriye geziyor
Artık herşey bitti, yaktın mı kitapları?
Artık her şey bitti, sokağa çıkma yasağı başlıyor.

Bu yüzden kendi içimde yürümeyi öğrendim şimdi
Sarhoşların bağırtılarını dinlerdim eskiden
Hayatımı düşünüyorum, görüp yaşadığım her şeyi
Sonunda bir yalnızlık duygusu sızıyor yüreğimden.

Artık her şey bitti, sabah kaçta uyandırayım?
Artık her şey bitti, bağırsan da, ağlasan da
Artık her şey bitti, hepsi gitti dostların
Artık her şey bitti, bizden çok uzaklara.

Kapınızı çalan yok, dilencilerden başka
Tek bir satır mektup gelmiyor hiç kimselerden
Sokaklara çıkıp da boşuna bir şeyleri arama
Görmezden geliyor seni, eskiden gözlerinin içine giren.

Artık her şey bitti, sabaha çok var
Artık her şey bitti, perdeyi mi açayım?
Artık her şey bitti, karanlık dışarılar
Artık her şey bitti, seni nasıl inandırayım?


Ahmet Erhan
Alacakaranlıktaki Ülke

3 Mayıs 2018 Perşembe

Uzun Bir Şiirin Son Dizeleri

I.

Hayatı bir gömlek gibi sıyırsam mı üstümden?
Yüreğimde, kuyruğunu bırakıp giden bir kertenkelenin tedirginliği
Ya da yollar, yollar, yollar boyunca
Bastırıp dursam mı yarama ellerimi?
O kadar kolay değil unutmak
Ölüm bile istemez olur adamı gün gelir
Son anda göze ilişen bir çiçek,
Uzaktan duyulan bir çocuk sesi...

Kan mı tutuyorum avuçlarımda?
Yoksa ufaladığım güllerden mi?
(Nerden geldi bu kırmızılık?)
Ölüme en uzak bildiklerimiz bir bir ölüyor.
Mezarlığa giden yolda ayak izlerimiz çoğalıyor.
(Nerden geldi bu karamsarlık?)
Bağırıp çağırmayı o ölülerin anılarına yakıştıramıyorum
Söylevleri de dinlemiyorum artık
Sen ölmedin, yaşıyorsunlar...
O ölüleri yaşatacak olanların çoğu
Kapılarını erkenden örtüyorlar akşamları.

O kadar kolay değil kurutmak
Yaşlarla dopdolu gözlerini anaların
Yumruklarımız bir bayrak gibi dalgalansa da
Bakışlarımız uzak bir yerde, dişlerimiz kenetli...
Ölümse eşikte soluk soluğa.
Ve nicedir silah sesleri boğuyor
Bu dünyanın en güzel sözlerini.


VII.

Beni bir denizin kıyısına bırakın
Bir portakal ağacının dibine ya da
Ne olur, onun dallarına uzanıp kalayım

Belki yeniden bulurum türkümü
- O yitirdiğim türkümü
Bütün bu sözler benim değil çünkü

Beni bir denizin kıyısına bırakın
Bir çakıltaşının içine gömün orada
O zaman ölmüşsem bile ağlamayın

Deyin: - Son türküsü ölümdü!


XII.

Dindi türküsü yaralı cırcır böceğinin
Sesini arıyor şimdi unutulmuş bir yazın kuruyan dallarında
Masasını topluyor, kitaplarını, sigarasını
Yazı makinasını kapatıyor usulca.

Dindi türküsü yaralı cırcır böceğinin
Onu artık kim sorar, kim anımsar?
Soluk dergi sayfalarında kalmış bir kaç şiiri
Nasılsa bir yerde su eritir, ateş yakar.

Dindi türküsü yaralı cırcır böceğinin
Bir portakal çiçeğinin koynundaydı doğumu
Karlarına gömülürken dumanlı bir kentin
Belki bundan, uzak bir denizin inleyişleri duyuldu.

Dindi türküsü yaralı cırcır böceğinin
Bir yaşam boyu yarasını sözcüklerin ardına sakladı
Sevdi çoğu insanı, tükenircesine sevdi
Çoğu sevgisinde yanıldı.

Sorarlarsa, onun karların üstüne düştüğü yerden
Bir portakal ağacı fışkırdı dersin
Kanı özsu oldu, dallara yürüdü
Öldü dersin, ölümü uzun bir gülümseyişe dönüştü.


Ahmet Erhan
Alacakaranlıktaki Ülke

20 Haziran 2014 Cuma

Sevda Şiirleri I

Sen bir deniz kızısın, saçları
Düşlerimin erimince uzayan
Yağmurda kıpırtılı, güneşte gümüşsün
Bir yakamoz ağı, geceyle atılan

Sen bir deniz kızısın, doğanın
Yüz görümlüğü olsun diye bana sunduğu
Allayıp pulladığı ay ışığının
Yelin, terkisine atıp kapıma koyduğu

Sen bir deniz kızısın, yaşamla ölümü
İki kaşının arasında öpüşür buldum
Yaşamı seçtiysem sensin nedeni
Ölümdeki sonsuzluğa seninle erdim..


Ahmet Erhan

19 Haziran 2014 Perşembe

Sevgili

Çiçekler vardı derilmeyi bekleyen
O uçsuz bucaksız kırlarda.
Gökyüzünde ay, bakacak göz arardı.
Bir dut ağacı vardı, yüce
Hiçbir çocuğun üstüne tırmanmadığı.
Testiyi unutmuştuk pencerenin önünde
İçi su doluydu, soğumuştu.
Masanın üstünde bir dilim ekmek
Isırılıp bırakılmıştı.
Denizin kıyısında bir mavi tekne
Bir başına salınıyordu.
Gökyüzü vardı derin,
Toprak göz alabildiğince…

Sonra sen geldin
Çakıllı yoldan geldin, şen şakrak
Nesneler anlam buldu seninle
Benim güleç yüzlü, kara gözlü sevgilim
Saçlarını yüzüne dökerek
Yerleri süpürdün, bahçeyi suladın,
Masayı temizledin..


Ahmet Erhan