Şiir, Sadece: Ahmet Muhip Dranas Şiirleri
Ahmet Muhip Dranas Şiirleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ahmet Muhip Dranas Şiirleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Ocak 2017 Perşembe

Biraz Daha

Yaşlandım; güneşim batıyor. Gece
Yaklaşmada sinsi, sessiz ve sonsuz.
Biliyorum; her şeysiz, sensiz, bensiz
Yiteceğim, karanlıklar içinde.

Biraz daha her şeyle haşır neşir,
Biraz daha kendimle bilişmemiz,
Biraz daha seninle baş başa, bir...
Biraz daha gök, biraz daha deniz.


Ahmet Muhip Dranas

Yağma

Ümit Yaşar'a


Boğaz'ın bir kıyısında, aydınlık 
Pencerelerde -her bulutun yolu- 
Bir mevsim, seninle başbaşa kaldık, 
Yaşadıkdı bir zaman İstanbul'u.

Akan suda kuş gibi gemilerle, 
Eski evler ve tenha sokaklarla, 
Şarkı gibilerle, düş gibilerle 
Sarmaş dolaş... Olmaz gibi bir dünya.

Mutluluklar şehri bir İstanbul'du, 
Şiirler, buluşmalar, aşklar... 
Şimdi Akşam olan bir gün gibi son buldu; 
Ne şiir kaldı, ne aşk, ne beklenti.

Tığ gibi minareleriyle, kendi 
Kendisinde güzel, tek, yüce, kutlu 
Bir ölümsüzlükler, zaferler kenti 
Bugün yenilgilerle, yasla dolu.

Bir songün hali, bir taş taş üstüne; 
Hem mide, hem ruhta bir açlık, ejder 
Örneği saldırmada dörtbir yöne; 
Toz, duman, inilti, akıntılar, çöpler...

Niçin geri geldik bunca yıl sonra? 
Batık bir ülkeyi aramak gibi. 
İşte gençliğimiz: ta uzaklara, 
Çok uzaklara bak. Orada belki.

Ama gizlice bak, olur ki ürker. 
Yaşantıdan fazla anılardan kork, 
Bize gülümsüyorsa geçmiş günler; 
Belki yalandır, belki o bile yok.

Orda elinde bir simitle, ufak, 
Süzgün bir çocuk, çocukluğum işte; 
Nasıl kaçıyor benden, nasıl bir bak, 
Yaban domuzu görmüş gibi düşte.

Boğaziçi, daha sağken gömülmek 
İçin dönüşmüş beton mezarlara; 
Bir hippi kız, bir deccal, şimdi 
Bebek Koylarında ilham, arsız, farfara.

Ölebilirsin ha yol ortasında, 
Yanılıp gökyüzüne bakma sakın. 
Bir sevi vaktinin bile havasında 
Yok artık o mahrem örtüsü aşkın.

O güzelim aşkın vücudu yağma, 
Şarkısı ne mahur beste, ne Itri... 
Tenekeler çalıp çığlık çığlığa 
Yarı bir sevişme, ayaküzeri

Ve ekmek kapanın elinde. 
Hayat Haklı değil. Tanrı ve kul ortada. 
Darağacında sallananlardan tut 
Yargı kürsüsüne kadar yürü, taa... 

Herşey değişiyor, kalbimiz bile, 
Ama yüzyıllarla besli bir şehir 
İnsan yaşamından daha da hızla 
Bunca çabuk nasıl yok olabilir?

Hani o masal dünyası yalılar, 
Hani o kayıklar ki kızca beyaz, 
Hani o kadınlar ki sevdalılar, 
Renk renk şemsiyeler altında bin yaz?

Ve o İstanbullular... Doygun, uçuk, 
Sanki bir gelecek tufandan haber 
Almışlarcasına hep, çoluk çocuk, 
Göksel gemilere binip gitmişler.

Gidiş o gidiş… Ve kimbilir kaç yıl 
Bu göç, fakiri, zengini elele 
Usulca... Ve artık hiç... Hayal meyal 
Görünmüyorlar bulutlarda bile...

Kurabilir misin tekrar, düşünsen? 
Hayallerimizi bile yitirdik; 
Dağılmış bir sofra bu, bitti şölen. 
Sona kalmışlarsa biz gibi yenik.

Ne kadar yalnızız şu akşam vakti, 
Bir selam bile yok artık verilen; 
Anlamsız turistler gibiyiz şimdi 
Kapalıçarsı'da sen, Köprü'de ben.

Söyle her doğruyu bilen güzel'im, 
Sulara vurmuş gökyüzü mü? Neydi? 
Uzanıp yıldızları tutsa elim 
Bulur muyuz yeniden o cenneti?

Ruhumuz Boğaz'da, o eski yerde, 
Yeni akımları umursamadan, 
Bir hayalet gibi pencerelerde 
Ne denli beklese de.. Hiç bir zaman.

Bir Tanrı ve tarih güzeli, tabu; 
Güneş ve sular mucizesi, bir giz... 
Her zaman sonsuz elbet, İstanbul bu. 
Körelen belki de biziz.. Kalbimiz...


Ahmet Muhip Dranas

Darağacı

Ve günlerden bir gün, bir sabah erken
Kuşluk vaktinde, bülbüller öterken
Kentin meydanında bir darağacı.
Sallanıyor boşlukta bir yabancı.
Geçiyor sabahın yolu alnından
Ve yalın ayakları bir gecede...
(Yeni yollarını mı düşünmede
Bu ayaklar? .. son durağına kadar
Ne uysal yürümüştür bu ayaklar!)

Esintili alanda üç beş adam;
Uykusuz yüzleri donuk birer cam,
Bakadurmuşlar öyle... ve garibi,
Hepsi ayrı ayrı asılmış gibi.
Ben de aralarında üç beş adam;
Uzatsam elimi, alnını tutsam,
“Uyan, kardeşim! Desem, bu uykudan”,
Yüzünü kapardı hemen, korkudan.

Çekilirken gece batıya doğru,
Konmuş da bir çatıya karga ruhu
Söylenip duruyordu: “Gün doğmada
Ben miyim bu? ben mi, bu baş bu eller,
Bu ayaklar? .. ya hani nerde yollar? ”
(Anlamamış ne olup bittiğini
Zavallı karga; atın yittiğini.
Sadece bir göğe, bir yere bakıp
Ölüyü ölüye çekiştirir hep.)
“Niye geldin bu çıkmaza, be ayak?
Var mı beni boşlayıp, burda barınmak?
Ben insanoğlunun aynası mıyım?
Şu garip yolcunun aynısı mıyım?
Benzeten kim bana bu dağarcığı
Orda sadece bir darağacı
Ve onda rüzgarla sallanan bir dal! ..
Yalnız, beni düşünür gibi bir hal! ”

Bir yağmur gölcüğü yerde akşamdan,
İçinde titrek bir yansı idamdan...

Bu biçim üzre bitecekken gece,
Dağılacakken artık seyirci de,
Birden, kargalarla doldu gök yüzü.
Tüm asılmışların ruhlar sürüsü
Tamusal bir koroyla, dişi erkek,
Alçalarak, yükselerek, dönerek,
İlenirlerdi bağrışa çağrışa
Hem asılana, hem asan nebbaşa:

“İşte Ölen, ama işte Öldüren,
İşte Bulan, ama işte Bulduran,
Filozof ve kurtarıcı, hem yalvaç,
Hem doğrucu bir ruh ve de yalancı
Ve siyasacı ve hakcı ve hırsız
Ve can çalan ve övüngen ve arsız...”

Gün doğmak üzre, eşya kabarıyor,
Yeryüzünün çatısı ağarıyor;
Acı bir gün! Karga ağlanır durur,
Adam darağacında sallanır durur..


Ahmet Muhip Dranas

23 Temmuz 2016 Cumartesi

Maşar Dağı

Bir kuşluk vaktıydı, bahardı.
Yollarda çiçek dere dere
Kişi, Maşar Dağı'na vardı,
Baktı doruğundan düzlere.

Göz alan bir güneş doğardı
Gökçegelin gibi Ağrı'dan.
Ve iki yüce dağın ardı
Kızıl bir laleydi Tanrı'dan.

İçimde sanki sen esersin
Tanrım! Garip kişi kuş ola,
Seni bir yerde bulmak için
Kendini dağdan aşağı sala.

Sen bu doyulmaz evrendesin;
Ama nerdesin? Hangi pınar
Başında hangi ormandasın?
Nerde bahçenden uçan kuşlar?

Boşluklarda seni arıyor
Dağ bir yanda, kişi bir yanda:
Bir yaralı hayvan bağırıyor
Senden ayrı düşen insanda.


Ahmet Muhip Dranas

Bitmez Tükenmez Can Sıkıntısı

Bir bıçak saplı durur göğsünde,
Hangi su tasına uzansan boş;
Hangi pencereye koşarsan koş
Aynı siyah güneş gökyüzünde.

Aynı siyah güneş, aynı siyah,
Aynı susayış, aynı koşu, aynı...
Of... hep aynı şey, aynı şey, aynı şey,
Aynı, aynı, aynı, aynı, aynı...


Ahmet Muhip Dranas

Ayaklar

Ölmüş o, ayrı düşmüş sürüden,
ayakları dışarda örtüden.

Ölmüş herkes gibi ölen insan,
Yalnız ayaklar kalmış yaşayan.

Ardından ölüme düşen başın
İki kardeş bakakalmış şaşkın.

Der ki, bu ayakları görenler,
Başım değilmiş düşünen meğer.

Ayaklarım, az gide uz gide,
Ayaklarım, ümitler peşinde!

Yolcu ölmüş; işte ayaklar hür!
Yolcu ölmüş; ayaklar düşünür...


Ahmet Muhip Dranas

Her Şeyin Uzaklaştığı Saat

Kanı çekiliyor evlerin,
Eriyip dökülüyor damlar;

Şimdi rüya görür damlarda
Soluk, uzun yüzlü adamlar.

Bir kanat yumuşaklığıyla
Göklerden indi mi akşamlar,

Sonsuzlaşan yollara dalmış
Tasalı gözler olur camlar;

Bekler camların arkasında
Soluk, uzun yüzlü adamlar.


Ahmet Muhip Dranas

22 Temmuz 2016 Cuma

Atlıkarınca

Ne çektik böyle gülünceye dek
Eh, şeniz işte hep bu düğünde!
Karım şen bir deliler evinde,
Yirmisindeki hemşirem Van'da,
Babam tenha tezgahının üstünde,
Ben bir hayal atının sırtında
Ve anam mahzun... ölünceye dek.


Ahmet Muhip Dranas

Yağmur, Gül ve Eller

Yel yapraklarımı savurur,
Dört yanım yağmurla örtülü;
Güz vaktim gerçek ya, ne yağmur!

Kafamda hep bir uykusuzluk
Ve masamda bir düşler gülü,
Gecenin içinde, soyunuk.

Ve bir düşünce arasında
Ellerim; beyaz, boş ve bencil,
Bu gül’le gece arasında,

Kopmuş gidiyor dallarımdan...
Hayır, başımdan yana değil
Uykusuzluğum, ellerimden.


Ahmet Muhip Dranas

Selam

Uçuyor, duran bir anın havasında
Işıktan kuşları bir akşam seherinin;
Gündüzün geceyle buluşan noktasında
Yaklaşıyor musikisi eteklerinin.

Ve sanki ufkuma baştanbaşa gül rengi
Kanatlarını açmada bir altın devir.
Başlıyor ömrün ve ölümün güzelliği,
Söyleyecek şimdi zaferlerini şiir;

Selam, sonsuzluğun aydınlık bahçesinden
Selam, senelerce, senelerce evvele,
Hatırası kalbe ışıklarla dökülen
En sevgiliye, en iyiye, en güzele.

Geçmiş bir zamanı kalbim bulmak üzredir,
Tamamlanacaktır yarım kalmış rüyalar;
Ey hafıza cömert memenden beni emzir,
Zengin renklerini ufkuma dök, ey bahar!

Uzattığımız bu tası dolduracak mı
Yine bol sularla akarak o çeşmeler?
Yoksa, hiç bulunmayacak kadar uzak mı
Dudakları öpüşlerle dolu geceler?

Ey pembe akşamların karasevdaları!
Güzelliklerine doyulmamış zamanlar!
Ergen yastığının ateşten rüyaları!
Ey, saf kalbimizde doğmuş ve ölmüş anlar!...

Hatırası kalbe ışıklarla dökülen
En güzele, en iyiye, en sevgiliye
Selam, sonsuzluğun aydınlık bahçesinden,
Selam, senelerce öteye...


Ahmet Muhip Dranas