Şiir, Sadece: Akif Paşa Hayatı
Akif Paşa Hayatı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Akif Paşa Hayatı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Aralık 2013 Salı

Akif Paşa

Bozoklu Akif Paşa, doğumu 1787, Yozgat - ölümü 1845, İskenderiye, Mısır, Osmanlı devlet adamı, şair ve yazar. Osmanlı Devleti'nin ilk Hariciye Nazırı (Dışişleri Bakanı) ve ikinci Dahiliye Nazırı (İçişleri Bakanı).


Hayatı

Antepli Kadı Mehmet Efendi'nin oğludur. Öğrenimini özel hocalar yanında ve Yozgat'ta yaptı. Yozgat ayanından Çapanzade Süleyman Bey'in divan katibi oldu. Onun ölümü üzerine 1814'te, İstanbul'a gelerek amcası Reisülküttab Mustafa Mazhar Efendi'nin yardımıyla Divan-ı Hümayun kalemine girdi; üstün hizmet verdiği için altı ay sonunda "Amedi Odası"'na geçti. Amedci (1825), beylikçi (1827) oldu, Reis-ül Küttablığa getirildi (1832). Devlet örgütünde yapılan düzenleme sonucunda Reisülküttablığın, Umur-ı Hariciye Nezareti'ne dönüştürülmesi üzerine, Akif Paşa da 11 Mart 1836'da vezirlik rütbesiyle, ama efendi unvanıyla ilk hariciye nazırı oldu.

Sonradan Ceride-i Havadis gazetesini çıkaracak olan Morning Herald muhabiri, Birleşik Krallık vatandaşı William Churchill'in Kadıköy'de avlanırken bir çocuğu yaralaması, suçlunun dövülerek Tersane'de hapsedilmesi, İngiliz elçisinin ve İstanbul'daki yabancı devlet temsilcilerinin konuyu siyasal bir sorun durumuna getirmeleri, 1836'da hastalığı bahane edilerek Akif Paşa'nın görevden alınıp Ahmed Hulusi Paşa'nın Hariciye Nazırlığı'na atanmasına yol açtı.

Bu olayda rakibi Umuru Mülkiye nazırı (İçişleri Bakanı) Pertev Paşa'yı sorumlu sayan Akif Paşa konunun ayrıntılarına Tabsıra (1843) adlı yapıtında yer verdi. Bu kitabında Pertev Paşa'yı İngiliz siyasetinin savunucusu olarak gösterirken kendisi de dışa bağımlı siyasetin karşısında yer aldı. Pertev Paşa Mülkiye Nazırlığından alınarak onun yerine 1837'de paşalık unvanıyla kendisi getirilince bu makamın adını Dahiliye Nezareti olarak değiştiren Akif Paşa, böylece ilk dahiliye nazırı unvanını da kazandı. Altı ay sonra 1840'da Mustafa Reşid Paşa'nın etkisiyle görevinden alındı.

1839'da getirildiği Kocaeli mutasarrıflığından 1840'ta halkın şikayeti üzerine rütbeleri de alınmak suretiyle üçüncü defa azledilerek Edirne'ye sürüldü. İki yıllık sürgün cezası bitince İstanbul'a dönmesine izin verilmediği için bir süre Bursa'da yaşadı. Bu yasak kalktıktan sonra çıktığı hac yolculuğunun dönüşünde İskenderiye'de öldü. Mezarı bu kentte Danyal Peygamber'in türbesi yakınındadır.


Eserleri

Geleneksel Osmanlı eğitimiyle kalemden yetişen Akif Paşa, resmi ve özel yazışmalarında yeni bir dil ve üslup arayanların başında gelir. Tabsıra adlı ünlü yapıt, rakibi Pertev Paşa'yı gözden düşürmek için yazılmıştır. Döneminde ilgi görüp beş kez basılan Tabsıra, Arthur Alric tarafından Un Diplomate Ottoman (1892) adıyla Fransızcaya da çevrilmiştir.

Tabrısa'sı ve Ebüzziya Tevfik'in Numune-i Edebiyat-ı Osmaniye adlı derlemesine aldığı Şeyh Müştak'a Cevapname Cevapname başlıklı mektubu Namık Kemal, Ebüzziya Tevfik gibi yazarlarca divan nesri anlayışını yıkan yeni düzyazı anlatımının öncüsü sayılmıştır. Namık Kemal, onu “kalemimize Türkçe yazmayı öğretenlerin en büyüklerinden” biri olarak gösterir. Fuad Köprülü, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi araştırmacılar ise, Akif Paşa'yı doğu uygarlığı çerçevesinde klasik edebiyatın son temsilcilerinden biri sayarlar; ancak, söz oyunları yerine, içeriğe önem verdiğini; dilde ve anlatımda sadelik yolunu tuttuğunu da kabul ederler.

Münşeat-ı el-Hac Akif Efendi ve Divançe (1843) adlı yapıtında şiirlerinin yanı sıra saraya ve bazı kişilere bağlılığını göstermek için yazdığı mektupları vardır. Eser-i Akif Paşa da (ös 1873) mektuplarından örnekler içerir. Muharrerat-ı Hususiye'i Akif Paşa'da (ös 1883) sürgünde bulunduğu yerlerden ailesine yazdığı mektuplar yer alır.

Şiirde biçim olarak eski tarzı sürdüren Akif Paşa önemli bir şair sayılmaz. Mahallileşme akımı içinde sayılması, torunu için yazdığı “Tıfl-ı nazeninim unutmam seni” dizesiyle başlayan mersiyeden kaynaklanır. Ama sürgünde yazdığı ve psikolojik durumunu yansıtan, yokluk kavramını ele alan, yaşam ve ölümü karşılaştıran, insanlığın kötü yazgısına başkaldıran “Adem Kasidesi”, döneminde konu yönünden bir yenilik olarak kabul edilmiştir. Bu şiirindeki temaları daha sonra Abdülhak Hamid, Recaizade Mahmud Ekrem veServet-i Fünuncular da kullanmıştır.