Dolambaçlı yılanların adları,
o doymaz yutak, yeşil canavarlar
dorukların izdihamında
ülkemin incelmiş
eyerinde, o sert,
topraktan çıkarılmış ayın altında
açıyorsun sen minarelin ışıklı
kraterlerini, granitin
çakılında gömülmüş,
bakırın kızoğlankız galerilerini.
Chuquicamata’nın sonsuz gecesinde,
yüceliklerinde dağların, gördüm
kurbanlıkların odun ateşini,
kendi bakır kubbelerinin altında
çizerken gövdesini,
Şilililerin ellerini ve ağırlığını
ve belini yiyip tüketen kiklopun
çökerten şangırtısı,
döküyordu onların sıcak kanını,
eziyordu iskeletlerini
ve savuruyordu avuntusuz,
ıssız dağlara.
Yankı yapıyor hava patlatılmış
tepelerinde Chuquicamata’nın.
Yeraltı dehlizlerinde eziyor
küçücük insan elleri
gezegenin direncini,
kanyonların kükürt kuşu
titriyor, başkaldırıyor
metalin demir grisi soğukluğu
utangaç yara izleriyle,
ve sirenler uluduğunda
yutuyor toprak küçücük
insanların akıntısını
düşerken onlar
kraterin çene kemikleri arasından.
Küçük kaptanlardır onlar,
benim yeğenlerim, oğullarım,
ve boşalttıklarında külçeleri
denize doğru ve kuruladıklarında
alınlarını ve titrediklerinde
ateşli ürperişlerle dönerler geriye,
o zaman o büyük yılan yer onları,
parçalar ve öğütür onları,
kaplar iğrenç köpükle,
savurur yollara,
bırakır polisler öldürsün onları,
bırakır Pisagua’da çürüsün diye,
hapse atar onları, tükürür onlara,
kendilerini aşağılayacak ve kovalayacak
hain bir Devlet Başkanı satın alır onlara,
açlıktan ölmeye bırakır onları
kumun sonsuz ovalarında.
Ve cehennem yokuşlarda bulunur
bir çok çarpık haç,
dağ işçisi o halkın ağacında bulunan
tek tahtadır o.
o doymaz yutak, yeşil canavarlar
dorukların izdihamında
ülkemin incelmiş
eyerinde, o sert,
topraktan çıkarılmış ayın altında
açıyorsun sen minarelin ışıklı
kraterlerini, granitin
çakılında gömülmüş,
bakırın kızoğlankız galerilerini.
Chuquicamata’nın sonsuz gecesinde,
yüceliklerinde dağların, gördüm
kurbanlıkların odun ateşini,
kendi bakır kubbelerinin altında
çizerken gövdesini,
Şilililerin ellerini ve ağırlığını
ve belini yiyip tüketen kiklopun
çökerten şangırtısı,
döküyordu onların sıcak kanını,
eziyordu iskeletlerini
ve savuruyordu avuntusuz,
ıssız dağlara.
Yankı yapıyor hava patlatılmış
tepelerinde Chuquicamata’nın.
Yeraltı dehlizlerinde eziyor
küçücük insan elleri
gezegenin direncini,
kanyonların kükürt kuşu
titriyor, başkaldırıyor
metalin demir grisi soğukluğu
utangaç yara izleriyle,
ve sirenler uluduğunda
yutuyor toprak küçücük
insanların akıntısını
düşerken onlar
kraterin çene kemikleri arasından.
Küçük kaptanlardır onlar,
benim yeğenlerim, oğullarım,
ve boşalttıklarında külçeleri
denize doğru ve kuruladıklarında
alınlarını ve titrediklerinde
ateşli ürperişlerle dönerler geriye,
o zaman o büyük yılan yer onları,
parçalar ve öğütür onları,
kaplar iğrenç köpükle,
savurur yollara,
bırakır polisler öldürsün onları,
bırakır Pisagua’da çürüsün diye,
hapse atar onları, tükürür onlara,
kendilerini aşağılayacak ve kovalayacak
hain bir Devlet Başkanı satın alır onlara,
açlıktan ölmeye bırakır onları
kumun sonsuz ovalarında.
Ve cehennem yokuşlarda bulunur
bir çok çarpık haç,
dağ işçisi o halkın ağacında bulunan
tek tahtadır o.
Pablo Neruda
Evrensel Şarkı