Şiir, Sadece: Attilâ İlhan Şiirleri
Attilâ İlhan Şiirleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Attilâ İlhan Şiirleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Ocak 2018 Çarşamba

Sen Benim Hiç Bir Şeyimsin

sen benim hiç bir şeyimsin
yazdıklarımdan çok daha az
hiç kimse misin bilmem ki nesin
lüzumundan fazla beyaz
sen benim hiç bir şeyimsin
varlığın yokluğun anlaşılmaz

galiba eski liman üzerindesin
nasıl karanlığıma bir yıldız olmak
dudaklarınla cama çizdiğin
en fazla sonbahar otellerinde
üniversiteli bir kız uykusu bulmak
yalnızlığı öldüresiyle çirkin
sabaha karşı öldüresiye korkak.
kulağı çabucak telefon zillerinde

sen benim hiç bir şeyimsin
hiç bir sevişmek yaşamışlığım
henüz boş bir roman sahifesinde
hiç kimse misin bilmem ki nesin
ne çok çığlıkların silemediği
zaten yok. bir tren penceresinde

sen benim hiç bir şeyimsin
yabancı bir şarkı gibi yarım
yağmurlu bir ağaç gibi ıslak
hiç kimse misin bilmem ki nesin
uykumun arasında çağırdığım
çocukluk. sesimle ağlıyarak.

sen benim hiç bir şeyimsin


Attilâ İlhan
Bela Çiçeği

Fabrika Durağı

dün akşam bütün yüzünle bana doğru eğilmiştin
gözlerin hüzünle doluydu güya beraberdik
öptüm ki sen değilmişsin büyük yalnızlığımmış
yalnızlığımı emziren korkunç karanlığımmış
dün akşam yeniden ıhlamurlar boyunca gittim
yine yoldan çingeneler geçiyorlardı

öksüz bir cıgara gibi iki nefeste bitirdik
sonuna geldik birlikte başladığımızın
üfledik birer birer ışıklarını söndürdük
haziran gecesi içindeki aşkımızın
karanlıkta kaldık yalnızlıkta kaldık
İstanbul çığlık çığlık ter döküyordu

gökyüzü en karanlıktı sonra gözlerin
fabrika durağındaki bayram yerinde
lacivert saçlı kürtlerin sonra devrilmişliği
bir elbistan türküsünün ucundan ısırmışlığı
yumruk kadar yürekleriyle sonra çocuklar
sonra niyet çeken askerler karanlıktı
sonra sessiz sedasız sevişen ıhlamurlar

o akşamın eteklerinde iki mahzun çocuktuk
izinli jandarmalar nişan atıyorlardı
atlıkarıncalar gıcır gıcır gülüyorlardı
yorgunluğumuza rağmen adeta mesuttuk
canavar yoksulluğumuzu sanki unutmuştuk
başımızı sokacak evimizin olmadığını
iki yakamızın uç uca gelmediğini
halimizi soran olmadığını sanki unutmuştuk
içimizden ebabil kuşları geçiyorlardı

o akşam fabrika durağındaki bayram yerinde
elbirliğiyle bir donanma yaşadık
ıslıklı denizlerin ihtirasını yaşadık
gözbebeğimizdeki kan siyaha dönmüştü
bayramın sonu gelmişti oysa ışıklar sönmüştü
ben yıkılıp gitmiştim erken kalkacaktım
sen bir rüzgara girmiştin erken kalkacaktın
ikimiz ekmeğimizin peşine düşmüştük
öyle uzun sevişmeye vaktimiz yoktu


Attilâ İlhan
Yağmur Kaçağı

La Donna E Mobili

paris'e vergi bir yağmur hayatı
bin dokuz yüz elli bir senesi sonunda
sokaklar benim ben sokaklarım
bir türkü gezinir dilimin ucunda

maubeuge sokağı'nda gelip durmuşum
otel defterine şair yazmışlar
konservatuvar talebesi komşum
rigoletto'dan prensin aryasına başlar
her sabah saatin onunda

masmavi bir sesi var hergelenin
türkü söylemek yaşamanın başka türlüsü
gönlünce bir türküsü var mağdem ki herkesin
bu bizim yaşamışlığımızın türküsü
üniversitenin ikinci yılında

elbet bana biraderi düşündürür
siz kendisini tanımazsınız
bafra mağden içer istifham gibi yürür
Şimdi ben yalnız o daha yalnız
rigoletto'nun sağında ve solunda

kalbinde dünyayı taşır bu çocuk
dünya kalbimizde taşınmaya değer
bir yılbaşı gecesi balıklar gibi sarhoştuk
la donna'yı eteğinden çekti birader
taksim harbiye yolunda

abbas ki türküler içinde yaşadı
dört bucağa tohum tohum türküler serpiyor
boulevard sebastopol'da yağmur başladı
belleville taraflarında güneş açıyor
la donna kaybolmuş barbes metrosu'nda


Attilâ İlhan
Sisler Bulvarı

20 Mart 2015 Cuma

Hürriyet ve İstiklal Benim Karakterimdir

gece garlarında bekledim
tren
tren
rıhtımlara döküldüm saçıldım
gelmedin

en gizli rüzgârları dinliyorum
bir yerde benden konuşuluyor
biliyorum

hırsızlama konuşuluyor geceyarısı
kayıp cıgaraların korkak aydınlığında
cesetlere oturulmuş
konuşuluyor

belki mütareke'de tutsak istanbul'da
belki barselon'da savaş sonrası
kimbilir belki de
ağır bir kar kalabalığına durmuş
alman sosyal demokratlarının VIII'nci mitinginde
konuşuluyor
batı berlin'de
biliyorum
en gizli rüzgârları dinliyorum
paris'teki «tiryaki köpek» kahvesinde
chesterfield cıgaralarının düşmanı soğuk gözlü bir kadın
ellerimden tutan bir kadın her on beş dakikada bir
bütün yahudiler gibi yahudi
yurdundan uğramışlar gibi yabancı bütün
benden konuşuyor
38 senesinde
biliyorum

nihavent bir şarkı bekliyorum
izmir'in işgal edildiği gün
ıslıksız dudaklarımdan alıp götürdüğün
hangi sırılsıklam marşandiz katarıyla kim bilir
hangi ingiliz devriyesinden kaçırarak
kuvayı milliye çetelerine götürdüğün
o nihavent şarkıyı bekliyorum
biraz şuh
biraz mahzun
biraz çıplak
benden konuşuyor o şarkı
biliyorum

acı bir tütün gibi yakıyor genzimi
senden uzak olmak
akşamları dağdan sonbahar bulutları götürüyor
bedevi sonbahar bulutları alıp götürüyor
iki yorgun yaprak diye gözlerimi
karanlığı karşılamak
sulanmış toprak bir avluda
pembe ve mor
ve bir genç kız yüzü kadar dinlendirici
gecesafalarıyla beraber
karanlığı sensiz karşılamak
açık deniz uğultuları
çocuk şiirleri ve mapusâne türküleriyle
dolduruyor içimi
yıldızların pırıltılı ağırlığı altında
kerpiç duvarlar çatlarken
yalnız olmak
sensiz olmak
tadına bir kavak gibi tekbaşına varıp gökyüzünün
tekbaşına dokunmak kelebek kanatlarına
beni senden alıp dağıtıyor
senden alıp başkalarına dağıtıyor beni
büsbütün

işte bak
siyasî polisin kapısında buluyorlar
badajoz'da buluyorlar beni
ispanya'da
damarlarım açılmış
gözlerim birbirinden uzak
kendimi hep milano'da hesaplıyorum
ıslak duvarlarında bütün
bütün yorgun duvarlarında milano'nun
uykularıma giren bir afiş
balta ve mızrak
en gizli kulaklarımda italyanca bir türkü var
- …mia bambina dolce mia bambina
yenik badajoz'da birkaç kere ölü sonbahar
en kullanılmadık bulut gölgelerinin altına
ümitlerini düğümleyip eğilmiş
toledo'lu milisler
kızgın namlularını rüzgâra tutup
yine benden konuşuyorlar
yakın ve fevkalâde iyimser
bir yağmur halinde giriyorum
uykularına

işte bak
eflâtun bir karanlık çektiler üstüme
kilitlediler
dişlerim ayrılmıyor birbirinden
dilsiz bir gestapo hücresindeyim
onbeş dakika sonra yirmidört saat dolacak
ben erna baumgartner değil miyim
heidelberg üniversitesi'nden
sesi daima bir parça dumanlı
dudakları daima bir parça ıslak
iki demir çocuk hitlerci gençler birliği'nden
ele vermediler mi beni
(hem birisi konrad
kardeşim gibi sevdiğim
hani boksör schmeling'e hayran
otomobil markalarına meraklı)
şimdi o müthiş dakikayı yaşıyorum aklımdan
üniversitenin büyük kapısına yağmur yağıyor
onlar meydanda toplanmış heine'yi yakıyorlar
ben trençkotumu unutmuşum
otobüs durağına koşuyorum

işte bak
budapeşte'de durgun soğumuş gözlerimle unutulmuşum
en uzak içlerime bir rüzgâr dağılıyor
bu bir bakıma kahrolmuşluğum
bir bakıma boydan boya kırılmış şarkılar
budapeşte radyosu susmuş
fabrikaların isli duvarlarında petöfi'nin mısraları
sımsıcak
ufacık kan gülüşmeleri duyuluyor
yenik bir sessizliğin arkasından
tankların o küstah öksürükleri
en uzak içlerime tuna'nın aydınlığı vurmuş
bir bulvarda yanyana mitralyöze gidiyorlar
fakülteli kızlar
savrularak
bir ihtiyar sosyalist sendikacı
sorgusu biter bitmez geceleyin kurşuna diziliyor
gülümsemesi açık bir yara gibi acı
utandırıcı
hürriyet gibi gözünde pırıl pırıl
hâlâ çatlamış gözlükleri

bir gece sabaha karşı
en kilitli kapılarım açılacak
yalnızlığımdan çıkıp gideceğim
ne sensiz kalırsam korkusu
ne kitaplarda okuyup altını çizdiklerim
ne alkol tutabilecek beni
ne ölüm telâşı

bir gece sabaha karşı
kırık bir kuş çırpıntısı yaprakların üstünde
en küçük su
dört bir taraflara yelkenler halinde açılmış
en büyük sedalar
bir değil ben artık birkaç kişiyim
bir vakit paris'te jean jaures'in kürsüsünde
bir vakit makina başında kuvayı milliye telgrafçısı
madrid'de bir akşam üstü arriba frente popular
bir akşam üstü sofya'da çervenkof tarafından asılmış
sosyal demokrat bulgar gazetecisi
bir değil ben artık birkaç kişiyim
belki juarez'im meksika'da güneşin tuzunu yalıyorum
belki de namık kemal osmanlı sürgününde
habib burgiba diye bir limanda yakalanıyorum
bükreş'te matbaamı dağıtıyor demir muhafızlar
kalküta'da kongre partisi sekreteriyim
hürriyet sokağında isimsiz bir mezar

bir gece sabaha karşı
dehşetini birden kaybedecek gelmeyişin
ıslığımın tadında bir değişme
iç tartışmalarımda büsbütün başka bir tutum
büsbütün başka kıvılcımlar
ve en padişah korkulara direnebilen
yepyeni bir mustafa kemal davranışı


Attilâ İlhan
Ben Sana Mecburum

Budapeşte'den Kartpostal

benim kullandığım çamur kırmızısı
semplon treni'nden çaldığım
gergin bir pazartesi
macaristan sınırında kaldım
ölülerden tibor dery'yi sordum
geceyarısı
korku karanlığı bozuyordu

sana telefonla gyula illyes'i okudum
alışılmış konyak boğazımda duruyordu
hattın en uzak ucunda çarçabuk viyana
ümit diye ne kalmışsa kırılmış dökülüyor
hem de nasıl çırpınarak
bir daha ölmek mi hürriyet adına
istersen prusya mavisi
ya boğazına bir kurşun sıkmak

en köylü bıyıklarıyle yaslı yaslı gülüyor
birinci sahifelerde imre nagy
acı birkaç budapeşte sokak sokak
gözbebeğini çatlatan gri
karanlıkta bir lamba gibi kısılmak
kızgın yalnızlığından içeri

üç parmak derinliğinde rüzgâr gecesinin
ellerine meteor hürlükleri erguvanlar
kulaklarına bir keman aydınlığı derken
o cehennem dairesini çizmeye başlamak
sulu bir kar gözlüklerinin
kirli chagall camlarını değiştirirken
mavzer gibi sıkılayıp ümitsizliğini
ölümünü bile bambaşka bir hayat gibi
iliklerine kadar yaşamak

iliklerine kadar yaşamak
sonra bırak
ne derse desin küstah radyolar
asitli gülümsemesiyle kirleterek
yenilmişliğinin sincabi sabahını
ne söylerse söylesin yanoş kadar
sonra bırak


Attilâ İlhan
Ben Sana Mecburum

Ortadoğu'dan Gece Telgrafları II

kerkük'teki balçık sıcağını
yâsin'dir omuzlarıyla kaldırıyor
köylü yasin
ayrıca bir kerbelâ susamışlığını
eskimiş topraksızlığını
diyecek yok ellerine
bir çift öküz kadar sabırlı suskun
diyecek yok köylü yâsin'e
en hayvan tutkularını
yasaklanmış uykular gibi ucundan yaşıyor
toprağı sevmek gibi bir tutku
suyu sevmek gibi
çorakta bir yeşil görse nazlı solgun
iki çift laf etmek gibi bir tutku
yaprağına
dikenine
diyecek yok
köylü yâsin'in aydınlığı döven ellerine

dicle'nin ağır çamurlarında
delimsirek gölgeleri uzayıp kısaldılar
meydan ateşlerine tutup mecbur suratlarını
kuzey'de 48. yazında
karanlığın kapısını yumruklarıyla çaldılar
bağdat üstüne salıp bilenmiş çığlıklarını
sabahın alacasında büyüterek
inanılmayacak kadar yeni ve büyük
tepeden tırnağa erkek
umutsuzluğun yoksul sofrasında
kıllı göğüsleri çirkin omuzlan çökük
oysa dilekleriyle katıksız insandılar
bozuk dualar halinde yorgun ve ürkek
gecenin sehpalarına bembeyaz asıldılar

şimdi çok yumrukları köylü yâsin'in
deprem uğultularıyla döner ebonit boşlukta
iki gezegen gibi soğuk
hain
kopuk ham meyvaların burukluğuyla
döner sabahlara kadar harcanmış ufukta
ürkütücü tesellisiz kendi kendine
diyecek yok ebû şükr'ün platin dişlerine
hotel marbeuf'de akşam saatlerine


Attilâ İlhan
Ben Sana Mecburum

19 Mart 2015 Perşembe

Ortadoğu'dan Gece Telgrafları I

ebû şükr'ün saat bir buçuğu
her zaman sonbahar
tek tek bütün kapıların ardında
şüpheli yabancılar
telefon çaldı mı cevap verse de kimse konuşmuyor
7.000 liraya bozdursa da namusunu
yine meteliksiz
gergedan uykularında
ingilizce konuşan nasyonal sosyalist almanlar
kıvılcım ve petrol sarhoşluğu
ensesi tıraşlı bir kadın yalnızlığım kusuyor
cıgara dumanlanyla birlikte
150 kasa winchester bilmem kaç
20.000 sterling döviz
‘namına muharrer’ çekte

geceleri ince yağmurlar halinde uzak limanlar

ebû şükr'ün konuştuğu londra arapçası
kudüs'ü buruşturup Süveyş'i yaşadığı zaman
yağlı bıyıklarıyla yaşadığı zaman
bağdatlı fahişelerin dudaklarını çiğneyerek
büyük nargileler yâni
british petroleum kumpanyası
çekip her sabah ingiliz gazetelerini
hotel marbeuf'de bir tamam
newyork ve paris borsalarını dinlemek
demek
her geceyarısı
montecarlo'dan

ümitsiz çürük bir gökyüzünde
büyük ayaklı fellâhların
zehirli nilüferler gibi sapsarı bakışması


Attilâ İlhan
Ben Sana Mecburum

Waldorf Astoria

kadınsa kadın doktor spiedell
dudakları kalın
buğulu
üstüne yoktur linda'nın doktor spiedell
benim linda'nın
(bir içim su)
karanlıkta cıgara içiyor doktor spiedell
şehvetli
tembel
uykulu

ah doktor spiedell siz yok musunuz
neden durumu anlamıyorsunuz
orta doğu'dan vazgeçin diyorum size
zaten alışverişi nedir ortadoğu'nun
güneydoğu asya'yı alsanız elinize
ah doktor spiedell ne işler çevrilir
haksızlık neresinde bunun

müzikse müzik doktor spiedell
işte bakın
bunlar orlean cazcıları tek tek
işte doc smithy
crazzy pat işte
işte dikenli trompetler kavgacı kontrbaslar
öyle mi wagner'i seversiniz demek
(ah doktor spiedell siz avrupalılar)
demek çelik miğferli profili bismarck'ın
gözlerinizi doldurur her dinleyişte
bırakın doktor spiedell
bırakın
bırakın eski prusya'nın köhne uğultusunu
işte king barnett
georgia blues işte

yanlışınız var doktor spiedell
yanlışınız
canım sir cunningham'ı tanımaz mısınız
- …londra'da nasıl konuşmuştuk diyecek
londra'da diyecek
i. g. farben için
(yani sizin için doktor spiedell)
orta doğu diyecek hesapta var mıydı
siz de bilirsiniz ki doktor spiedell
imperial chemical industries demek
beş aşağı beş yukarı
sir cunningham demek
orta doğu zaten bir ingiliz pazarıydı
sizin için hesapta var mıydı doktor spiedell
ama doğru söyleyin
hesapta var mıydı

viskiyse viski doktor spiedell
hem de sevdiğiniz
black and white
gönüller şen olsun doktor spiedell
nasılsa içebiliriz
henüz saat
o kadar -geç değil ki
prosit doktor spiedell
prosit
yarı geceden sonra başlar
newyork'ta hayat


Attilâ İlhan
Ben Sana Mecburum

Cezayir Mektubu

her şehrin garında karen seni hatırlamasam
her otelin bir aynasında görünmesen karen
bilenmiş bir yıldız gibi otuz sekiz senesinden
münih treninden

ayışığı dal dal kulaklarımda uğuldamıyor mu
yalnızım
böceklerin gökyüzüne savrulduğunu görmüyor muyum
baharın ayaklanmak üzere olduğunu anlıyorum
mektupların bir türlü gelmiyor karen yalnızım
münih'ten

kurşuna diziyoruz karen ölmüyorlar
biz ölüyoruz karen dağlarda
yeni bir maya tutmuş köylüler korkarsın
bulutlardan ekmek yuğuruyorlar
yalnızım
delikanlı elleriyle baharda boğazımıza sarılacaklar
yağmursuz rüzgârlar gibi kör kör boğulacağız
dağlarda
artık hiç birimiz radyoları dinlemiyoruz
yenildiğimizi biliyoruz karen duyuyoruz
kimi tutsam çevirsem gözlerime tükürüyor
karen
ben yenik s.s. subayı arthur kröger yalnızım
ölebilsem
karen


Attilâ İlhan
Ben Sana Mecburum

18 Mart 2015 Çarşamba

No Pasaran II

madrid kapısında kaldı maria pilar
çantasında bir şiir kitabı kaldı barut yanığı
federico garcia lorca'nın
arriba frente popular

şimdi bir kadeh tutsam
yanık gözleriyle maria pilar
karanlık bir meltem gibi gülümser
unutamam
arriba frente popular

ricardo çıkar şapkanı
gonzales sen de çıkar
bu kırlangıç dizisi ispanya'dan geliyor
bu el yazısı maria pilar
arriba frente popular


Attilâ İlhan
Ben Sana Mecburum

No Pasaran I

neden hep böyle gözümü yumsam akşam
madrid kapısında yeniden
nöbet tutmaya dönüyorum
dudağımda yepyeni ıslıklar bileniyor
neden hep böyle resmine baksam akşam
üç dakika geçiyor geçmiyor
maria pilar'ı yeniden kurşuna dizmeye götürüyorlar
bıyıkları dumanlı üç adam
neden hep böyle karanlıkta kalsam akşam
kulaklarımda hep ricardo'nun sesi
yürek deviren şarkısı

los cuatros generales
los cuatros generales

franko'cu fas alayının öncüleri
çok gerilerimize düşmüştü
santa barbara'da
biz üç kişi bıçak gibi yeminliydik
ben yâni kaptan ricardo ve gonzales
santa barbara'da
yumuşak bir akdeniz karanlığı gözlerimize çöker çökmez
kirpiklerimiz ıslanmış yumruklarımız büyümüştü
santa barbara'da
üç ağaç gibi fransız sınırına devrildik
avuçlarımıza sulu kırmızı bir kan boşalıyor
ağzımızda kıvılcımlı bir sakız

los cuatros generales
los cuatros generales

biz çekilsek de rüzgârımız
ispanyol göklerinde kalıyor
nefes nefes
halbuki ispanya'dayız
yenik de olsak
dağları aydınlatan bizim gözlerimizdir
bugün yenik de olsak
yarın yeneceğiz

los cuatros generales
los cuatros generales


Attilâ İlhan
Ben Sana Mecburum

Birinci Keman

olarak en büyük bemoller yaşaman
borodin'in korkunç saltanatında
bembeyaz dispanser karanlığında
içlenmelerin birinci keman
dudaklarından çabuk kan çağrışımları
saatler budapeşte çaldığında
doktor sabiha'nın şarap bardağında
özgürlük sokağının asılmışları
hele gorki'yle yaşamak mujik ümitsizliğini
nijniy novgorod sabahlarında
derenkof'ların börekçi fırınında
o revolver yüreğine çevirdiği

mitralyöz demirinden ne titrek bir gökyüzü
kurşuna dizilmekten tanıdığın
karın boşluğuna saplanan bıçağın
kulağındaki timsah gürültüsü
yolanda'nın çiçekleri en uzak bükreş'lerden
gülümsemeler diye nasıl sakladığın
saçlarından astığı demir muhafızların
hitler bıyıklarıyla ayrıca kirlenen
akşam saatlerinde ve doktor sabiha'lar
aleksi maksimiç'le tamamladığın
cephe gerilerinde iç savaşlarının
birdenbire yeşil bütün akasyalar

niye doktor sabiha'dan birinci kemanları
yaşasın istemek böyle karış karış
büyük kitaplar gibi hiç anlaşılmamış
kurtarmak gücündeki kayıp insanları
mor salkımlar havladıkça karanlıkta
dispanserin balkonundan geceye çıkarılmış
birkaç rüzgâr daha yalnız bırakılmış
ölü denizleri duymak özgür olmamakta
sonra bir çığlık edinmek eski ankara'dan
yalın bir kılıç gibi masmavi uzatılmış
türkiye üstlerine özgürlüğe susamış
kozmos boşluklarında hâlâ yankılanan


Attilâ İlhan
Ben Sana Mecburum

17 Mart 2015 Salı

İkinci Viyolonsel

tersane sokağı'nda bir ben kaldım
yaylı bir tambur ve bir kedi
uzaktan parça parça son bozacılar
perdelerde hüseyin rahmi gölgeleri
aylardan en vahdettin bir kasım
günlerden mondros mütarekesi
hem biraz müslüman sendikacılar
hani bahçekapı'da tramvay grevindeki
hem biraz gece gece kapılandığım
yaylı bir tambur ve bir kedi

sarayburnu'ndaki ağır aksak o vapur
şair namık kemal'dir belki magosa'ya
gülümser alışmamış çelebi gözlükleri
boğuk mithat paşa'nın ağlamaya
tersane kahvelerinde hâlâ konuşulur
ali suavi baskını nasıl saraya
bozuk fonograflarda bekirağa bölükleri
üzgün başladıkça suzinak çalmaya
yıllardan bilmem ki bin üç yüz otuz mudur
binmiş kuvayı milliye mavisi bir tramvaya

sonra kaç sabiha doktor gömleklerinden
bilbao'da ve barut çirkini
şiirler yazdığı reçete kâğıtlarına
hiç yayınlanmayacak belki
bir stalag çarpıntısı berlin eskilerinden
biraz liberal fazlasıyla yahudi
kaç inge bruckhart tahta vagonlarına
wehrmacht kamçılarıyle çizili
kan gibi akıyor bavyera içlerinden
yağmur yüklü tutsak trenleri

o akşam ki karadağ prensinin öldürüldüğü
wagner'den ağır bir kar hazır yağmaya
yırtarak o çıplak canavar düdükleri
viyolonsel yalnızlığını kıyasıya
o hangi delirmek içisıra götürdüğü
özgürlüğü sevdiren doktor sabiha'ya
ölülerin telâş telâş cepheye döndükleri
kaç bilbao gecesi bir daha vurulmaya
en saklı dudaklarıyla sabahlara kadar öptüğü
karanlıktaki tamtamlar kaç afrika'ya


Attilâ İlhan
Ben Sana Mecburum

Viyolonsel Yalnızlığı

sonra çoğalıyorum tuz içerek
engerek korkuları arasında
isa'nın bilmem kaçıncı haftasında
baş baş istanbul'u büyüterek
sonra doktor sabiha siyaha en yakın
yenice paketinin arkasında
elleri cezayir savaşında
zehirini sağıyor karanlığın
sonra kış müthiş bir ivan akşamı
dostoyevskiy yaşamasında
çarın saltanat arabasında
eski nihilistlerin kanı

sonra hüzzam makamından bir beste ki
tıbbiyelilerin boğdurulduğu
abdulhamid sarayının uğursuzluğu
tüy kalemlerinin üstündeki
kaiser bıyıklarıyla ve genç osmanlılar
zilkade gözlüklerinde kar suyu
paris'te ahmed rıza grubu
boulevard des italiens'de orospular
sonra doktor sabiha iki miyop
bir yerde bırakmış doktorluğunu
harbiye nezaretinde tutuklu
ölümünü görüyor sinemaskop

karanlıkta çaktığım sonra o kibrit
meşveret gazetesini aydınlatıyor
uykularım kıvamsız çabuk dağılıyor
zincirini koparmış içimdeki it
sonra kürt mustafa divanharbında
ölüm gömleğimiz en padişah mor
bir kadın Cezayir'de ud çalıyor
işlek bilekleri kurtuluş komitasında
sonra doktor sabiha'nın ebonit ağızlığı
yaşamak oldum olasıya böyle zor
özgür olmadı mı insan yaşamıyor
boylu boyunca viyolonsel yalnızlığı


Attilâ İlhan
Ben Sana Mecburum

Yanlış Yaşamak

yanılmış bir kapıyım simsiyah
kendi üstüme kapanıyorum
seni paris'te kaybettim
yanlış bir yerde arıyorum
bozduğum her saat
içimi büsbütün daraltıyor
hiçbir mutluluğum kalmadı
ne bıraktıysan harcadım
inge bruckhart
resimlerine bakamıyorum

yanlış bir bulut çoğalıyor
akşamları yanılmış içlerime
ağzımda bozuk bir pil tadı
o korku değil artık bu yaşadığım
telefon zillerine dolaşarak
bak ne ben leipzig'deyim
ne de sen istanbul'da
ne depart kahvesi'nde çay içiyoruz
ne tiryaki köpek'te şarap

seni görmeden öleceğim
bir daha görmeden
inge bruckhart
zaten kaç yıldır yaşamıyorum

hep yanıldık mı kimbilir
inanmak gelmiyor içimden
o yanlış tren bindiğimiz midir
azala azala unutulduğumuz
hani leipzig garı'nda biten
yine yanlış mı yaşıyoruz
karanlığımızı avuçlarımıza öksürerek
sen bir kadın ıssızlığına koşulmuş
yarıdan fazla mavi gözlü
eylülden eylüle gülümseyen
ben görünmez raylara düğümlü
garlarda yankılanan bir erkek
değerinden eksiğine bozulmuş

ölüversek mi ne
en büyük yanlışlığı benimseyerek
gizli bir nem sinmemiş mi ellerine
ya saçların fena halde sonbahar
yanlışlar prensesi inge bruckhart
yine marne üzerine kar yağıyor
geceleyin bembeyaz ıhlamur ağaçları
yanıldıkça lüzumsuzluğunu anlayıp
insan yaşadığından utanıyor
uykularımızda yalnızlık korkuları
dışımız en küstah yanlışlıklar
içimiz en başka türlü ayıp

yorgun bir ermeni pangaltı'nın
güvercin topuklarıyla gregoryen
yağmurlarda çoğalır nedense
incecik sürahiler gibi bir kadın
gökyüzü sanırsın gülümserken

kilise çanlarından eski kafkasya'nın
yaprak titreşimleri sokak içlerinden
sanki saçlarını değiştirmese
bir sonbahar parkında erivan'ın
yapayalnız bir mısra puşkin'den

kayısı tadında mı sarışın
gözleri çevrilmemiş filmlerden
uzaktan onu sevdiğimi bilse
karanlık günlerinde haylayf'ın
biralar şafak sökerken


Attilâ İlhan
Ben Sana Mecburum

16 Mart 2015 Pazartesi

Üç Tenha Köpek

ve gecenin son tramvayında üç tenha köpek
bir ben bir yağmur hazırlığı bir de sabiha
ürkek gözlerimizi ellerimizle örterek
içimizden geldiği kadar şimşek çakıyoruz
uzak yankılar halinde bir daha bir daha
istanbul'u dağınık bir romanda unutmuşuz
nasılsa yaşatmazlar başka bir yere gitsek
belli bir şey sonbahardan kovulduğumuz
sokakları kirleten üç tenha köpek
bir ben bir yağmur hazırlığı bir de sabiha

gece bir'den sonra uykularda yer bulmak zor
eski karakollarda korkuların gürültüsü
cebimizden çıkarmıyoruz ellerimiz titriyor
eylül çakallarından kaçıp gizlenerek
birbirimizi eskittik işin kötüsü

üç sonbahar sürgünü üç tenha köpek
kaç nefes daha noksan sabahtan sabaha
kaç karış daha yorgun her akşam üstü
çoktan yıkılırdık öfke ayakta tutmasa
en çetrefil yanımızla böyle direnmesek
bir ben bir yağmur hazırlığı bir de sabiha
bulutlara havlayan üç tenha köpek


Attilâ İlhan
Ben Sana Mecburum

Dördüncü Kırallığım

janin medoviç'in otelinde beyoğlu'nda
bu demek benim dördüncü krallığım
camlarda jilet gibi parlıyor tramvaylar
aynaya bakıp ömer haybo'yu tanıyorum

bir yıl daha çizer misin janin medoviç
yepyeni bir yalnızlık bozdurduğumda
niye sanki alkol tutup ufalanırım
ölünecekse bak işte en büyük ölünmeli
bu demek benim dördüncü kırallığım

kendiliğinden mi çaldı odamın zili
bu garsonlar yeni beni tanımıyorlar
hüseyin kendimi asarım korkusunda
hristo'nun gözü tutmadı anladığım
öyle saçlarım uzun çenem kilitli
niye gün ortasında akşam oluyorum
janin medoviç'in otelinde beyoğlu'nda

incecik dişlerimin arasında tuttuğum
sanki cam beş gecelik uykusuzluğum
peki koridorda niye ışık yakmıyorlar
bir türlü krallığımdan çıkamıyorum
beni polisler götürmüştü sırasında
birkaç ay paris'te kaçak yaşadım
böyle kendi tozumda boğulmamıştım
ne bir it soluması kapımın arkasında
ne bileklerimi çizen çarpık tramvaylar
ne de göğüs boşluğuma sığamayışım

yaşamak güç sarsılmadan janin medoviç
hele yüksek gerilimli bir yaşamaksa
bazı bir tel erir bakarsın bir lif kopar
bir yerde çıldırmak var dur bakalım
dönekler ayaklanmaz reziller bırakırsa
otel yalnızlıklarında janin medoviç
bu demek benim dördüncü krallığım


Attilâ İlhan
Ben Sana Mecburum

Lady From Smyrna

gözlerindeki yağmur altında bir gar tenhalığı
susmuşluğu gemisiz kalmış ulu bir liman
uykularını çiğniyor yıldızların kalabalığı
rüzgârlı deniz kapılarını açtığı zaman
kıvılcımlar uçuyor ısınmış saçlarından

içindeki barut çizgisi kimsenin tutamadığı
sarhoşluğu ayakları kesik ikinci bir insan
güvertedeki kadın sarhoşların anlamadığı
bütün yenik gözleriyle yalnızlığına bakan
geceleyin ürkek bir gemi geçti mi uzaktan

dudaklarında giderilmez bir korku bulaşığı
acımış bir iç sıkıntısı dilinin ucunda kalan
bugün arsız ölümün hayâsız sırnaşıklığı
yarın bir iyimserlik gayzer gibi fışkıran
yenilmişliğinin mazotlu çamurundan


Attilâ İlhan
Ben Sana Mecburum

14 Mart 2015 Cumartesi

Yirmi Beşinci Kısım

ışıkları söndür suna su
vapurları duyacağız ha
dün gece uykumda sıçradım
beni mi çağırdın suna su
nereye gideceğiz ha

yabancı değil ben kaptan'ım
aç kapıyı suna su
büyük yağmurda ıslandım
şarabın var mı suna su
sabahı bulacağız ha

kadehini dinleme çıldırırsın
elimden gelmeyen bir o
bütün trenleri kaçırdım
saatin kaç suna su
yarın öleceğiz ha


Attilâ İlhan
Ben Sana Mecburum

Belma Sebil

seni ben kallâvi sokağı'nda gördüm
sen beni görmedin görmedin
kapıları çaldım adını sordum
söylemediler öğrenemedim
seni ben kallâvi sokağı'nda gördüm
bir daha görmedim bilmedim
belma sebil adını yakıştırdım
aklıma geldikçe her sefer
gözlerinin mavisini bitirdim
saçlarının siyahına başladım

kallâvi sokağı'nda güvercinler
benim karanlık istanbul'um
bir esnaf kahvesine oturdum
belma sebil ya geçti ya geçer
rüzgârını içime doldururum
kallâvi sokağı'nda güvercinler
bunca yıl sönmemiş umudum
nisan değilse mayıs
perşembe değilse pazar
ben belma sebil'i bulurum


Attilâ İlhan
Ben Sana Mecburum