Şiir, Sadece: Büyük Okyanus
Büyük Okyanus etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Büyük Okyanus etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Kasım 2014 Cuma

Antarktik

Antarktik, güneysi taç, donmuş
fenerlerin salkımı, toprağın derisinden
sökülmüş buzdan oluşan
külün kabuğu, saflıktan
yıkılmış kilise, o beyaz
katedrale konan yelkenli gemi,
çatlayan kristal için kurban yeri,
gecesel karın duvarlarına doğru
parçalanan fırtına,
uzat bana o çift göğsünü, o saldıran
yalnızlığın üzerinde öfkelenmiş,
o korkutan rüzgâr için rota
tekmil kakımın taçyapraklarıyla maskeli
tekmil gemi batışlarının sis düdükleriyle
ve dünyaların beyaz zararıyla,
ya da sun bana berrak bir parça kuvars gibi
soğuğu temizleyen huzurunun memesini,
ve nefes almamışı, o sınırsız
berrak maddeyi, o özgür havayı,
topraksız yalnızlığı ve yoksulluğu.
En katı öğle zamanlarının denetimi,
buzun mırıldanan harpı, kımıltısız,
yakınında o düşman yıldızların.

Tekmil denizler mükemmel denizindir senin.

Tekmil okyanusun direnç kuvveti
toparladı kendi berraklıklarını sende,
ve tuz doldurdu seni kendi şatolarıyla,
inşa etti kentleri buz, kristalden
bir iğne üzerinde yükseldi, rüzgâr
tuzlu yabanıl püskürtün arasından hızla geçti
karla yanmış bir kaplan gibi.
Kubbelerin doğdu tehlikeden
fırtına rüzgârlarının holünde,
ve ıssız sırtında dinleniyor hayat
denizin altındaki bir asma bahçesi gibi,
tükenmeden yanarak, saklayarak ateşi
karın ilkbaharı için.


Pablo Neruda
Büyük Okyanus
Evrensel Şarkı

22 Ekim 2014 Çarşamba

Büyük Okyanus

Ey okyanus, armağanlarından ve tahribatından seçebilseydi ellerim
bir ölçüyü, bir meyveyi, bir ekşi mayayı, o zaman seçerdi
dünyadan uzak sakinliğini, çeliğindeki o çizgileri,
havayla ve geceyle korunan genişliğini,
ve yok eden temizliğinde
kendi sütunlarını patlatan ve çökerten
beyaz dilinin enerjisini.

Kıyıları tuz buz eden ve dünyayı kuşatan
kumun o barışını yaratan
son dalganın tuzlu ağırlığı değil:
kudretin merkezi hacmidir o,
suların yayılmış gücü,
hayat dolu o dokunulmaz ıssızlık.
Zaman belki ya da bütün bu devinimle
ağzına dek dolu tas, ölümün fark etmediği
mükemmel birlik, yok eden
mutlaklığın yeşil bağırsakları.

Bir damlayı yükselten indirilmiş koldan,
tuzdan bir öpüş kaldı geriye yalnızca. Kıyılardaki
insan bedenlerinden yalnızca ıslak çiçeklerin
nemli bir nefesi. Derinliğinin enerjisi
harcanmaksızın kayıp gitti sanılır,
sanılır ki geri döner dinlencesine.

Senden fışkıran dalga,
kimliğin oku, yıldızla süslü tüy,
köpük oldu sadece, kırıldığında ve geri yuvarlandığında
yok olmadan tekrar oluşmak için.

Bütün kudretin kaynak oluyor yeniden.
Sadece çürümüş çöpten vazgeçtin sen,
senin deniz yükünün fırlattığı kabuklardan,
işgüzar bereketinin kovduğu her şeyden,
artık çiçek salkımı olmayan her şeyden.

Heykelin yayılmış yatıyor dalgaların ötesinde.
Göğsü ve ceketi gibi tek bir yaratığın
nefes alışı gibi, yaşıyor ve düzenli,
ışığın maddesiyle yükseltilmiş,
dalgalardan yükselmiş, oluşturuyor ovaları,
gezegenin çıplak derisi.
Dolduruyorsun kendi hayatını özünle.

Taçlandırıyorsun sessizliğin kubbesini.

Tuzunla ve balınla titriyor dünyanın leğeni,
suların her şeyi kaplayan boşluğu,
ve hiçbir şey özlenmiyor sende
yarılmış kraterlerde gibi, dağların kapları:
boş tepeler, yara izi ve işaretler
kolluyor yaralanmış havayı.

Taçyaprakların çarpıyor dünya tuzuna,
denizaltı mısır tohumun titriyor,
o esnek yosunlar tehditkarca asılı duruyor, gevşekçe,
balıklar kaynaşıp duruyor ve ürüyorlar,
ve yalnızca pulların ölü ışıltıları
yükseliyor ağların sicimlerine,
bir milimetre, yaralanmış
kristal birliklerinin sonsuzluğunda.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı

27 Eylül 2014 Cumartesi

Dalga

Dipten çağıldıyor dalga, köklerle,
o batmış gök kubbenin kızları.
O esnek istilâ fırlatıldı havaya
Okyanus’un temiz gücüyle:
ortaya çıktı kalıcılığı, su bastığında
o derin gücün kameriyelerini
ve her bir varlık direnç gücünü verdi,
ve kuşağında savurdu o soğuk ateşi
ta ki bükene dek kendi kar beyazı gücünü
kudretin dallarından.

Yeryüzünden bir çiçek gibi geliyor o
yuvarlanırken kararlı kokusuyla
manolya çalısının görkemine doğru,
fakat dipteki bu çiçek, infilâk etmiş,
taşıyor yok edilmiş bütün o ışığı,
taşıyor yanmamış bütün o dalları
ve beyazlığın dolu kaynağını.

Ve onun yuvarlak gözkapakları,
oylumu, fincanları, mercanları,
oynuyor denizin derisiyle ve böylelikle gösteriyor
bu hayat bereketini suyun altında:
o vakit denizin birliği oluşturuluyordu,
denizin havaya yükselen sütunu,
tekmil doğumları ve düşüşü.

Tuzun okulu açtı kapılarını,
tekmil ışık uçtu ve kırbaçladı göğü,
geceden şafağa kabardı
o nemli metalin ekşi hamuru,
tekmil ışığın bolluğu bir taçyaprağı oldu,
çiçek büyüdü taş tüketilene dek,
ölüme doğru yükseldi köpüğün akışı,
fırtınanın bitkileri saldırdı,
gül akıttı kendini çelikte:
suyun iskelesi iki kat oldu
ve çağıldamaksızın çökeltti deniz
kristalden ve ürpertiden kendi kulesini.


Pablo Neruda
Büyük Okyanus
Evrensel Şarkı

25 Nisan 2014 Cuma

Gemiler

Işıklı denizin üzerinde kayıp giden ipek gemiler,
o menekşe mavisi sabahta yükselen,
kızıl flamalı denizin güneşini çaprazlayan,
yolunmuş ercik gibi hırpanî,
altın kasalardan gelen o sıcak hava
bıraktı tarçını kemanlar gibi çınlasın diye,
ve ovuşturulan ellerden bir fırtınada
limanlarda fısıldayan o soğuk tamahkârlık,
yeşim taşının hoş gelmiş yeşil
şirinliği ve ipeğin solgun tahıl tanesi,
bir rüzgârın yolu gibi hızla geçti her şey denizden,
kaybolan anemonların dansı gibi.

Zayıf hızlı gemiler geldi, denizin
güzelim aletleri, yelkenli balıklar,
buğdayla parıldayarak, kaderi
kül grisi yüklerin,
çünkü taşın taşkını gibi yanıp sönüyor
yelkenleri arasında düştüğünde ateş gibi,
ya da ağzına kadar doldurulduğunda kükürt sarısı çiçeklerle,
koparılmış tuzun çorak tarlalarında.
Başkaları zincirlere vurulmuş halk ırkları taşıyordu,
aşağıdaki rutubete gönderilmişler,
geminin ağır tahtasını çizen
gözyaşlarıyla mahkûm gözler.

Biraz önce fildişinden ayrılmış ayaklar, kızgınlıklar
yığılmış üst üste yaralı meyveler gibi,
derisi yüzülmüş geyik gibi acılar: yazın
elmaslarından pis kokulu
gübrenin derinliğine düşmüş başlar.
Hem buğdayla yüklü, rüzgâr gibi
ovaların mısır başakları arasından süzülürcesine
dalgaların üstünde titreyen:
balina avlanmalarının gemileri, katı zıpkınlar gibi
dikelmiş yürekler,
avla ağırlaşmış, dolu ambarıyla
Valparaíso’ya doğru giden,
yağlanmış yelken, oraya buraya fırlatılmış,
soğukla ve yağla yaralanmış,
geminin fincanı dolana dek
hayvanın yumuşak avıyla.
Denizin öfkesinde bir batıştan öbürüne
hatırasına ve geminin son parçalarına
insanların yapışıp durduğu,
deniz bölümlerinin
kesilmiş eller gibi
o ölüm savaşında köpüklenen denizi
dolduran dar ağızlara götürdüğü
direksiz araçlar.
Güherçile gemileri, karinası dar
ve yılmaz yunuslar gibi neşeli
yola koyulmuş yedi okyanusa doğru, kayarak
rüzgârla kendi görkemli çarşaflarında,
parmaklar ve tırnaklar gibi dar,
tüy ve kavga aygırları gibi hızlı,
memleketimin metallerini kemiren
karanlık denizdeki gemiler.


Pablo Neruda
Büyük Okyanus
Evrensel Şarkı

16 Ocak 2014 Perşembe

Kıyının Oğulları

Denizin dışladığı, dövülmüş
Antarktik köpekler,
sustalı bir bıçakla kesilmiş
yerlilerin mağrur boyunlarına
piyasa fiyatını ödeyen toprak ağalarının
ölü kemiklerinin üzerinde
dans ettiği ölü yagane yerlileri.

Antofagasta’dan Changos ve o kuru kıyı,
dışlanmış, okyanusun donmuş biti,
Rapa’nın torunu, yoksul Anga-Roa,
ezilmiş maymunlar, Hotu-İti’den cüzzamlılar,
Galápagoslu köleler, takımadaların
kovalanmış serserileri,
sefil paçavralar arasındaki
o kirli yamalar gösteriyor
kavganın dokusunu,
havayla tuzlanmış deri, o cesur
suskun insan dokusu, kehribar.
Denizin memleketine geldi gemi yükü,
geldi ip, yelken, müessese,
dolduran profiliyle kağıt paralar,
cam kırıkları geldi kumsala,
geldi Vali, muavin,
ve denizin kalbi dikildi,
cep oldu, iyot ve ölüm kavgası.

Satmak için geldiklerinde güzel bir
şafaktı, gömlekler
orada aydınlandı kar gibi teknelerde,
ve göğün oğulları yandı tutuştu:
çiçek ve sevinç ateşi, ay ve devinim.

Denizin biti, ye şimdi gübreyi,
izle çöplüğü, denizcinin
yamalı ayakkabısı, müdürün,
dışkı ve çürümüş balık kokusu.
Şimdiden girmişsiniz içine sadece
ölmek için terk ettiğiniz o dolaşımın.
Denizdeki ölüm değil, suyla ve ayla,
fakat ölüm yazısı yazanın çökmüş
mağaralarında ölüm, çünkü unutursanız
yitmişsiniz demektir.
Daha önce ölümün kendi bölgesi vardı,
ruh dolaşımı, etaplar, istasyonlar,
ve dans ederek yükselirdiniz, gülün
gündelik çiyine dönüşmüş olarak
ya da kılkuyruğun deniz yolculuğu:
bugün ölüsünüz sonsuza kadar: batmışsınız dibe
keşişin kasvetli fermanında,
ve sizler sadece toprağın kurtlarısınız
kuyruğuyla en fazla vurabileceğiniz
cehennemin yazıcı salonları altında.

Gel ve kaynaş denizin üstündeki
sahillerde: biz hoşgörü göstermiyoruz
daha. Balık avlayabilirsiniz
bizim Balık Şirketimiz size
garanti verdiği müddetçe: Gelebilirsiniz
ve sıyırtabilirsiniz kaburgalarınızı rıhtımlarda,
sürükleyebilirsiniz garbanzo bezelyesi dolu çuvalları
ve uyuyabilirsiniz kıyının çöp yığınlarında.
Gerçekte sizler bir tehditsiniz, köpüğün
mirastan yoksun hergeleleri: sizi bekleyen gemiye
binmenize rahibin izin vermesi
çok daha iyiydi,
ve bitle ve diğer şeylerle berabermiş gibi
götürecek sizi hiçbir şeye, tabutsuz, silip süpürülmüş
son dalgalarla ve gemi batışıyla,
yalnızca ödenmeyeceği zaman, ölümde.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"nın "Büyük Okyanus"

5 Ocak 2014 Pazar

Limanlar

Mavi bir taş gibi yontulmuş Acapulco,
uyandığın zaman şafak atıyor kapındaki denizde,
bir trompet salyangozu gibi
gökkuşağı renkli ve kenarları işlemeli,
ve taşlarının arasında kayıyor bir yıldırım gibi titreyerek
denizin ışıltısıyla dolmuş balık.

Sen o temiz ışıksın, göz kapaksız, salınan
çıplak gün bir sahil çiçeği gibi
suyun yayılmış enleri arasında
ve dağ aydınlanmış balçık lambalarla.

Senin yakınlığında verdi denizkulağı bana o sıcak
öğle sonrası sevdayı hayvanlarla
ve tropik bataklık ormanlarla,
yuvalar dallarda düğümler gibi ve orada
taşıdı balıkçılların kaçışı köpüğü yüceliklere,
ve suda, bir cürüm gibi kızıl, ağızlardan
ve köklerden oluşmuş, hapsedilmiş bir halk gürledi.
Uysal ve çıplak, denizin taşıdığı Kaliforniya’nın
kıyılarda çizemediği Topolobambo,
Mazatlán, ey yıldız ışıklı gecesel liman, işitiyorum
dalgalarının vurduğunu yoksulluğuna
ve takımyıldızların senin, senin sadık
koronun yürek atışı,
ayın kızıl ağı altında şakıyan
uyurgezer yüreğin senin.

Guayaquil, mızrak hecesi, ekvatorsu
yıldızın bıçak ağzı, bir kadının
kanla ıpıslak örgüleri gibi dalgalanan
nemli karanlık için açık kilit:
yapraklara fildişi damlatan
ve insan ağızlarına kayan
deniz asidi gibi kemirici
üzümleri ıslatan
acı terin peşinde olduğu
demir kapı.

Mollendo’nun kayalıklarına tırmandım, o beyaz,
sadece ışıltısını ve yara izlerini kurutmuş,
hazinesini taşların arasında palamarla bağlamış
yarılmış anakarasıyla bir krater,
içe kapatılmış insanın dar mekanı
arasında yalçın, çıplak kaya yüzeylerinin,
o metalik yarıkların gölgeleri,
ölümün sarı dağ burnu.

Pisagua, acının harfi, işkenceyle
lekelenmiş, senin boş harabelerinde,
korkutan sarp kayalıklarında,
taştan ve yalnızlıktan hapishanende
denediler yok etmeyi insanın bitkisini,
örmek istediler ölü yüreklerden
bir halıyı, küçümsemek istediler bahtsızlığı
insan değerinin ezilmesinin
çılgınlığı için bir belirti: orada, o tuzla örtünmüş
boş caddelerde, sallıyor umutsuzluğun
hayaletleri pelerinlerini,
ve o çıplak rezil yarıklarda
duruyor tarih bir anıt gibi
kırbaçlanmış yalnız deniz köpüğüyle.
Pisagua, senin şakaklarının boşluğunda,
o hiddetli ıssızlıkta, ayağa kalkıyor
insanın gerçekliği
çıplak, soylu bir anıt gibi.

Sadece tek bir insan değil, sadece kan değil
kirleten hayatı senin uçurumlarında,
fakat bütün cellatlar zincirlenmiş
yaraların bataklığına, cezalara,
yas giysileri kuşanmış Amerika’nın kırlarına,
ve senin ıssız ve yalçın kayalıkların
dolduğunda zincirlerle,
yalnızca bir sancak değildi yırtılan,
yalnızca bir haydut değildi intikam heveslisi,
tarihte tekrar dişlerini gösteren
ve ölüm getiren bir bıçakla
o bahtsız halkın yüreklerini delik deşik eden
o utanç veren suların direyiydi fakat,
kendilerini yaratan toprağı denetleyerek,
kirleterek şafağın kumunu.

Ardında memlekete acılar bırakan
ve tırnağıyla acılı
memleketimizin kabuğunu kazıyan
bilinmedik o tanrıya altın getiren
o gizli tuzda ve güherçilede boğulmuş,
ey kumlu limanlar.

Antofagasta, senin uzak sesin
açılıyor o kristalsi ışıkta
ve doluyor çuvallara ve silolara,
ve dağıtılıyor o kısır sabahta
gemilerin yönüne doğru.

Kurumuş gül ağacı, İquiqe,
senin beyaz tırabzanların arasında, çölün
ve denizin ay ışığının yıkadığı
çam duvarların boyunca,
orada aktı halkımın kanı,
orada öldürüldü gerçek, umut
çözündü kanlı iliklere,
gömüldü cürüm kumun altına,
ve mesafe boğdu ölümün hırıltısını.

Hayalete benzeyen Tocopilla, dağların altında,
iğnelerle dolu çıplaklığın altında
dolduruyor güherçile kuru karını
söndürmeden kararlılığının ışığını
ya da ölümün keseklerde sarstığı
o karanlık elin kaygısını.

İnsan sevdasının eziyet görmüş
suyunu kovan çaresiz kıyılar,
saklanmış senin kireç beyazı kıyılarında
utancın en muhteşem metali gibi.
Senin limanlarına indi o gömülmüş insan
görmek için satılmış caddelerin ışığını,
o ağır yüreği hafifletmek için,
unutmak için kum ovalarını ve belâları.
Geçip giderken, kimsin o halde sen, kim
geçip gidiyor altın gözlerinden, kim izliyor seni
o parlayan camlarda? İniyorsun aşağıya ve gülüyorsun,
değerini biçiyorsun ağaçtaki sessizliğin,
dokunuyorsun camların ışıltısız ayına
ve başka bir şey yok: gözetim altında kalıyor insan
et yiyen gölgeler ve demir çubuklar tarafından,
uzanıyor yayılarak hastanesinde, uyuyarak
barutun kör ışıltısında.

Alnıma yaprakların yağmurunu
deviren Güney’in limanları:
iğnelerle dolu kaynağından
acılarımın üstüne yalnızlığın yağdığı
kışın acı çam ağaçları.
Puerto Saavedra, buza kesmiş İmperial’ın
sahilleri: o kumlanmış
ırmak ağızları, kimsenin taçlarını sallamadığı
ve fırtınayla kırbaçlanmış portakal ağaçları gibi
yukarı yükselen martıların
o buz gibi şikayet çığlığı,
şefkatime doğru yolunu yitirmiş şirinler,
o yabanıl denizde paramparça olmuş
ve yalnızlıkların üstüne püskürtülmüş.

Sonrasında kar vardı yolumda,
ve boğaz boyunca uyuyan evlerde
Punta Arenas boyunca, Puerto Natales’te,
o uluyan fırtınanın mavi yayılışında,
o hızla esen, o dizginsiz,
yeryüzü üzerindeki nihai gecede gördüm
dayanmış kalası, yaktım lambaları
zalim rüzgârın altında, indirdim ellerimi
o çıplak Antarktik ilkbaharda
ve öptüm en son çiçeklerin soğuk tozunu.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"nın "Büyük Okyanus"tan

29 Ekim 2013 Salı

Okyanuslular

Denizin onuru, fok balıklarının çürümüş derilerinden
başka tanrılar olmaksızın, Antarktik kırbaçla
pataklandı yámame’ler, yağa ve dışkıya
bulanmış alacalufe’ler:
kristalden ve uçurumdan duvarların arasında
denizdeki buz kütlesinin ve gökkuşağının
çağıldayan düşmanlığı arasında sürükledi kanoyu
kurtların huzursuz aşkı
ve ateşin alazları korudu
en uçtaki ölümlü suları.

Ey insan, eğer yok ediliş inmeseydi aşağıya
karın ırmaklarına doğru,
gelmezdi katı ay
buzulların soğuk nefesi üzerine,
fakat uzaklardan gelen insandan
karın özüne dek ve Okyanus’un
en kıyıdaki sularına dek
geldi ticaret topraktan çıkarılmış kemiklerle,
her şeyin ötesinde seninle karşılaşana dek,
ki senin kanon bugün, her şeyin ötesinde, ötesinde karın,
ve buzun denetimsiz fırtınası
dolaşıyor yabanıl tuzun arasında
ve hiddetli yalnızlık arıyor
ekmeğin sığınacağı yeri, - o zaman kendinsin ey okyanus,
denizin bir damlası ve onun öfkeli mavisisin,
ve yıpranmış incecik yüreğin çağırıyor beni
ölen müthiş bir ateş gibi.

Köpüklenen şarabının uğultusuyla savaşılmış
buz katılığı bitkini seviyorum,
ve dere çukurlarının yanında
kabuklu hayvanların lambaları üzerinde ışıldıyor
ateş böceklerinin küçük ahalisi
soğukla yıldırılmış suda,
ve solgun ve hayali parıltıdan kendi şatosundaki
o Antarktik şafak.

Berrak ellerin sabah kızıllığıyla yanmış
bitkilerdeki o muazzam kökleri de
seviyorum ben,
fakat sana, sen denizin gölgesi, oğlu
buz soğuğu tüylerin, paçavra içindeki
okyanuslu, karşıt akıntılardan doğmuş
bu dalga geliyor, rüzgâr altındaki
o yaralı aşk gibi yönlendirilen.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"nın "Büyük Okyanus"dan

18 Ekim 2013 Cuma

Ölüm

Pense gibi köpek balıkları,
deniz dibinin kadifesi gibi,
dar aylar gibi ortaya çıkıyorsunuz
birdenbire o kızıl yumurtayla:
yağla parıldayan yüzgeçler karanlıkta,
üzünç ve hız, hangi suça doğru
baş döndüren ışığıyla bir taçyaprağı gibi
korkunun gemileri,
bir ses bile olmaksızın, yeşil bir ateşte,
bir kıvılcımın bıçak vuruşu.

Denizin derisinde aşk gibi
kayan temiz gölge biçimleri,
gırtlağa dalan aşk gibi,
güvercinlerde pırıldayan gece gibi,
şarabın hançerlerdeki ışıltısı gibi:
muazzam meşinlerden geniş gölgeler
tehditkâr sancaklar gibi: kollardan
dallar, ağızlar, dalgalanan bir çiçekle
yutulmuş olanı çevreler gibi diller.

Hayatın en küçük damlasında
bekliyor kararsız bir ilkbahar
dokunulmaz sistemiyle kuşatacak
boşluğa titreyerek düşeni:
kötücül fosfordan bir kuşağı
yitik olanın kara ölüm savaşına
götüren o morötesi bağ,
ve boğulmuşun battaniyesi örtünmüş
mızraklardan ve yılan balığından bir ormanla,
her şeyi yutan dipte
titreyen ve dipdiri bir mekik gibi.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"nın "Büyük Okyanus"dan