Majestik Brezilya, hangi sevdayı
beslemedim ki sana karşı
oturmak için kucağında senin,
sarıp sarmalamak için kendimi muhteşem yaprağınla,
o bitkisel gelişmende, zümrütlerin
yaşayan çöplüğünde: gözetlemek seni,
Brezilya, senden doğan
papazsı ırmaklardan,
dans etmek teraslarda ırmak-ayının
ışığında ve yaymak kendimi
senin ıssız bölgelerinde
ve beyaz metalik
kuşlarla çevrilmiş büyük hayvanların
çamurdan doğuşunu görmek.
Kaç tane körfez armağan etmeyecektin ki bana.
Ey, yeniden girmek içeri mısır holünden,
varoşlara gitmek, yabancı göreneklerinin
duyumsamak kokusunu, inmek aşağı
senin dolaşımının merkezine,
ta cömert yüreğine senin.
Ne ki yapamam.
Bir keresinde Bahia'da acının varoşunda
verdi kadınlar bana,
o eski köle-pazarında
(ki bugün aynı toprakta yaşıyor eskisi gibi
yeni kölelik, açlık,
paçavralar, acının koşulları) ,
bazı çiçekleri ve bir mektubu,
şefkatli bazı sözcükleri ve bir kaç çiçeği.
Ayıramam sesimi acı çeken her şeyden.
Biliyorum ne kadar görünmez gerçek
senin kıyıların, doğal sahiller
armağan etmeliydi bana:
Biliyorum bu gizli çiçek, bu başkaldırmış
sürüsü kelebeklerin,
bütün hayatların ve ormanların
bereketli mayası
bekliyor beni
sınırsız rutubet hakkındaki teorileriyle,
ne ki yapamam, yapamam
başka bir şey bir kez daha sessizliğinden
ayırmak halkın sesini,
yükseltmek onu yabanıl ormanın
en parıltılı tüyü gibi,
koymak onu yanıma ve sevmek onu
şarkı söyleyene kadar dudaklarımda.
Bu yüzden görüyorum Prestes'i özgürlüğün
yolunda, seninleymişcesine
Brezilya, kapalı sanılan kapılarda,
acıya tutuşturulmuş, açmak olanaksız.
Prestes'i görüyorum, sütunları yeniyor
açlığı, yolda yabanıl ormanı geçerek,
Bolivya'ya doğru, takibine uğramış
solgun gözlü zalimin.
Halkına geri döndüğünde ve dokunduğunda
kavganın çankulesine,
içeri tıkıyorlar O'nu, ve karısını
teslim ediyorlar Almanya'nın
kara cellatlarına.
(Şair, arıyorsun kitabında
eski Yunan acılarını,
dünyalar vuruldu zincire
geçmiş lânetlerle,
senin burulmuş gözkapakların aceleyle seğirtiyor
yeni bulunmuş acılara,
ve görmüyorsun kendi kapında
okyanusların halkın kara göğsünü
kırbaçladıklarını.)
Şehitliği sırasında doğar kızı.
Ne ki yok olur gider O
altında savaş baltasının, gazın içinde, Gestapo'nun
kaatil gölcüğü içinde
boğulmuş.
Ey, mahkumun
acıları! Ey, yaralı liderimizin
acılarından ayrılmış
öngörülemez acılar!
(Şair, okşa kitabınla
Promete'yi ve zincirlerini O'nun.
O eski masalın yok hiç
bütün bu sönmüş büyüklüğü,
bütün bu dehşet veren trajedisi.)
Onbir yıl tutuyorlar Prestes'i
arkasında demir parmaklıkların
ölümün sessizliğinde
cesaret edemeden öldürmeye O'nu.
Hiç bir haber ulaşmıyor halka.
Siliyor Prestes'in adını
zorbalık karanlık dünyasında.
Ve onbir yıl dilsiz kaldı adı.
Ama yaşadı adı bir ağaç gibi
halkının arasında,
onurlandırıldı ve beklenildi.
Özgürlük gelene dek
O'nu hapiste bulana dek
ve yeniden dışarıdaki ışığa yükselene dek,
sevgili, utkulu ve dostça,
kurtarılmış üzerine atılan
bütün o nefretten.
Anımsıyorum 1945 yılında
O'nunla Sao Paulo'da birlikte olduğumu.
(Zayıf ve sağlam bir yapısı vardı,
sarnıçtan alınmış
fildişi kadar solgun,
temiz havası kadar ince
yalnızlıkların,
büyüklük kadar ak-pak,
acıyla korunmuş.)
İlk kez konuştu
halkına, Pacaembe'da.
O büyük stadyum dolup taşıyordu
O'nu görmeyi ve O'na dokunmayı bekleyen
yüzlerce binlerce kırmızı yürekle.
Betimlenemez bir şarkı
ve şefkat dalgasıyla geldi,
yüzlerce binlerce mendil bir orman gibi
hoşgeldin diyordu sallanarak.
Ben konuşurken bakıyordu bana
derin gözleriyle.
beslemedim ki sana karşı
oturmak için kucağında senin,
sarıp sarmalamak için kendimi muhteşem yaprağınla,
o bitkisel gelişmende, zümrütlerin
yaşayan çöplüğünde: gözetlemek seni,
Brezilya, senden doğan
papazsı ırmaklardan,
dans etmek teraslarda ırmak-ayının
ışığında ve yaymak kendimi
senin ıssız bölgelerinde
ve beyaz metalik
kuşlarla çevrilmiş büyük hayvanların
çamurdan doğuşunu görmek.
Kaç tane körfez armağan etmeyecektin ki bana.
Ey, yeniden girmek içeri mısır holünden,
varoşlara gitmek, yabancı göreneklerinin
duyumsamak kokusunu, inmek aşağı
senin dolaşımının merkezine,
ta cömert yüreğine senin.
Ne ki yapamam.
Bir keresinde Bahia'da acının varoşunda
verdi kadınlar bana,
o eski köle-pazarında
(ki bugün aynı toprakta yaşıyor eskisi gibi
yeni kölelik, açlık,
paçavralar, acının koşulları) ,
bazı çiçekleri ve bir mektubu,
şefkatli bazı sözcükleri ve bir kaç çiçeği.
Ayıramam sesimi acı çeken her şeyden.
Biliyorum ne kadar görünmez gerçek
senin kıyıların, doğal sahiller
armağan etmeliydi bana:
Biliyorum bu gizli çiçek, bu başkaldırmış
sürüsü kelebeklerin,
bütün hayatların ve ormanların
bereketli mayası
bekliyor beni
sınırsız rutubet hakkındaki teorileriyle,
ne ki yapamam, yapamam
başka bir şey bir kez daha sessizliğinden
ayırmak halkın sesini,
yükseltmek onu yabanıl ormanın
en parıltılı tüyü gibi,
koymak onu yanıma ve sevmek onu
şarkı söyleyene kadar dudaklarımda.
Bu yüzden görüyorum Prestes'i özgürlüğün
yolunda, seninleymişcesine
Brezilya, kapalı sanılan kapılarda,
acıya tutuşturulmuş, açmak olanaksız.
Prestes'i görüyorum, sütunları yeniyor
açlığı, yolda yabanıl ormanı geçerek,
Bolivya'ya doğru, takibine uğramış
solgun gözlü zalimin.
Halkına geri döndüğünde ve dokunduğunda
kavganın çankulesine,
içeri tıkıyorlar O'nu, ve karısını
teslim ediyorlar Almanya'nın
kara cellatlarına.
(Şair, arıyorsun kitabında
eski Yunan acılarını,
dünyalar vuruldu zincire
geçmiş lânetlerle,
senin burulmuş gözkapakların aceleyle seğirtiyor
yeni bulunmuş acılara,
ve görmüyorsun kendi kapında
okyanusların halkın kara göğsünü
kırbaçladıklarını.)
Şehitliği sırasında doğar kızı.
Ne ki yok olur gider O
altında savaş baltasının, gazın içinde, Gestapo'nun
kaatil gölcüğü içinde
boğulmuş.
Ey, mahkumun
acıları! Ey, yaralı liderimizin
acılarından ayrılmış
öngörülemez acılar!
(Şair, okşa kitabınla
Promete'yi ve zincirlerini O'nun.
O eski masalın yok hiç
bütün bu sönmüş büyüklüğü,
bütün bu dehşet veren trajedisi.)
Onbir yıl tutuyorlar Prestes'i
arkasında demir parmaklıkların
ölümün sessizliğinde
cesaret edemeden öldürmeye O'nu.
Hiç bir haber ulaşmıyor halka.
Siliyor Prestes'in adını
zorbalık karanlık dünyasında.
Ve onbir yıl dilsiz kaldı adı.
Ama yaşadı adı bir ağaç gibi
halkının arasında,
onurlandırıldı ve beklenildi.
Özgürlük gelene dek
O'nu hapiste bulana dek
ve yeniden dışarıdaki ışığa yükselene dek,
sevgili, utkulu ve dostça,
kurtarılmış üzerine atılan
bütün o nefretten.
Anımsıyorum 1945 yılında
O'nunla Sao Paulo'da birlikte olduğumu.
(Zayıf ve sağlam bir yapısı vardı,
sarnıçtan alınmış
fildişi kadar solgun,
temiz havası kadar ince
yalnızlıkların,
büyüklük kadar ak-pak,
acıyla korunmuş.)
İlk kez konuştu
halkına, Pacaembe'da.
O büyük stadyum dolup taşıyordu
O'nu görmeyi ve O'na dokunmayı bekleyen
yüzlerce binlerce kırmızı yürekle.
Betimlenemez bir şarkı
ve şefkat dalgasıyla geldi,
yüzlerce binlerce mendil bir orman gibi
hoşgeldin diyordu sallanarak.
Ben konuşurken bakıyordu bana
derin gözleriyle.
Pablo Neruda
Los libertadores
Canto General
1949