Şiir, Sadece: Ceyhun Atuf Kansu Şiirleri
Ceyhun Atuf Kansu Şiirleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ceyhun Atuf Kansu Şiirleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Şubat 2017 Perşembe

Güney Hastalığı

Ben dostum vaktiyle bir güney şehrine gittim,
Yanımda-sevince öyledir!-dünyanın en güzel kızı vardı,
Ama neyleyim ki içimde yine o garip sızı vardı,
Sonunda, o güzel günlerimi berbat ettim.

Eylüldü dostum, aylar içinden Eylüldü,
Ateşi düşmüştü artık hummalı kalbimin,
İyileşmiştim dostum, sonra o akşam üstlerinin
Her saati bir altın yaprak olup döküldü.

Uzanmıştım boylu boyunca güneş düşüncesine,
Bilirsin aşk havaları insanı sarhoş eder,
Bir şarkı tutturur insan, ezberler gider,
Gariptir, inanır böylece, vurulur kendi nağmesine

Ben de akıp gidiyordum gökyüzü üstünden,
Bir güney denizi, bir güney güneşi ki, bilemezsin,
Yalnız olamazsın elbette, orada yalnız olamazsın,
Biz de içiyorduk sarhoş oluyorduk aynı kadehten.

Hala nasıl özlerim bilir misin, bir akşamı her akşam,
Antalya deyince bir portakal düşer,
Ah, bilemezsin bala, o hatıra güneşler,
Yalnızlığının karlı vadisinde dinlenen adam.

Orada güneyde eski bir şehir görmüştüm dostum,
Yıkık tiyatrosu kalmıştı, yüzyıllardan yüzyıllara,
Bu şenlik yerinden denize baktıktan sonra,
Demiştim ki: "Ey yitik şehir, sana benziyorum!"

Bilgelik sanacaksın, dinleyince sözlerimi,
Bu şehrin eski haline benzer geçen aşklarımız,
Sonra yıkık duvarlarımızla kalakalırız, yapayalnız,
Bu şehirden umduğumuzu alır götürür bir gemi.

Ve oynadığımız, şenlendirdiğimiz o coşkun alan,
Bakakalır, otlar arasından melil mahzun,
Sonra dağlardan bir hava iner gelir, uzun uzun,
Eylül rüzgarını yeniden kokladığımız zaman.

Ah güney deyince bir yaprak kopar içimden
Denizlere mi gider bilinmez, bilinmez bir yere gider,
"Gönül şen değil", feryadınca ahü vah eder,
Toplanmış nice türküler gider peşinden.

Bir ağaç uyur görürseler, uyandırmasınlar,
Güneyde kalmış böyle güzel ağaçlar vardır,
Duldasında bir an dinlendiğimiz o ağaçlardır,
- Herşeyi o ağaçlar bilir dostum, o ağaçlar bilir! -
Biz yaprak misali olduk artık, bize bir şey sormasınlar.


Ceyhun Atuf Kansu
Yanık Hava, 1948

Cumartesi Gecesi

Bu gece Cumartesi gecesidir,
Şen ve güzel kızlar arasında,
Oyun oynanmış şarkı söylenmiştir.
Türküler, gülüşler, sazlar arasında.

Neşe denmiştir adına,
Kalbi yaralı-geyiğin türküsü,
Karışmıştır kalabalığın sesine,
Kaybolmuştur yıldızlar altında.

Yitik neşesi kalbimin,
Artık bütün türküleri unuttum,
Ben garip bir yolcu oldum,
Sonu yok bu gezintimin.

Nereye gideceğim belli değil,
Kim nereden geldiğini bilir,
Sel gider kum kalır,
Yine bütün dallar yeşil.

Ah, asıl kalabalığın neşesi,
Yeryüzünün katıksız esenliği,
Bütün yurtlarda bir halk şenliği,
Kalbimde halkımın türküleri, halkın sesi!

Ben küçük neşelerin sazı olamam,
Ben büyük gamların bestecisi,
Fakir neşelerin gül destecisi,
Ben halk kadar muztarip adam!

Ah, ırmak taşıyor, Yeşilırmak,
Şimdi tarlalar su içinde,
Yine herkes gündelik sevincinde,
Yine kendi hüznüne ağlamak!

Bense büyük bulutlar gibi ağlamak,
Ve geniş yaylalar gibi gülmek istiyorum,
Dostlar gidiyorum ben gidiyorum,
Hoşça kalın, yolum ırak!

Ben, ah şen bir adam olamam,
Hazindir memleketimin türküsü,
Bir mezarda taze bir çocuk ölüsü,
Ah! duramam artık duramam!

Neşeyse büyük neşe, hep beraber,
Hüzünse hüzün, ah garip yurdum,
Seni kokluyorum, kokluyorum,
Aynı sevdadayım ölünceye kadar.

Ah, neşeniz neşe değil dostlar,
Ben asıl neşeyi biliyorum,
Ben biliyorum, biliyorum, biliyorum,
Biliyor dağlar taşlar, uçan kuşlar!


Ceyhun Atuf Kansu
Yanık Hava, 1948

Bir Tepeden Bakıp...

Seç gönlünce bir otağ deyip,
Anadolu haritasını önüme serseler,
Neresi söyle, neresi deseler?
Sakarya ile Porsuk arasında,
Boztepeler denizi ortasında,
Bir höyük tepe vardır, orası,
Orasıdır, derim, dineğim, durağım, orası,
Bir eteği Sivrihisar, bir eteği Polatlı ovası,
Bakarsın ışıl ışıl Bozkır görünür,
Ta ileriden demiryolu geçer.
Susuz toprağın rüyasında söğütler salınır,
İnce bir su dalların boynuna dolanır,
İstasyonlar dinlenir Alpuköy, Sazlılar, Biçer.

O tepeden seyredip güneşin doğuşunu,
Ankara kalesini düşünürüm biteviye,
Tarih utmanın içinde başlar yeşermiye,
Bir rüzgardır, tezek kokusundan belli;
Uyanan fakir köy ocağının dili.
Ne güzel yazmış, Yakup Kadri bey yıllarca önce,

Hala, Mehmet Ali'nin köyünü görünce,
İnce bir sızıdır başlar, bir düşünce,
Kökünü yitirmiş ağacın sızısı!
Siz, yüzyıllardır toprağa belenen kardeşler,
Yenemediniz mi hala alın yazınızı,
Etiler gibi sürüp toprağınızı,
Hala, bulutlardan dilenen kardeşler!

Gün ışığın, bölüşmeye, bir dost çoban,
Gelir yanıma, ahlat dalının gölgesine,
Susarız dalıp bir utman ibibiklerin sesine.
Gün nasıl ısıtırsa tabiatı, dostluk ta bizi,
Bıraktık mı kollarına alır, ısıtır kalbimizi,
Çatlak toprakları okşayıp gelir rüzgar
Üfler ateşimizi, keven sevinçle parlar,
Söz sözü açar, derken efendim cigaralar,
Çok şey bilir çoban, çok gördüğünden.
Anlatır, neydi, neymiş o eski günler,
Nasıl geçmiş gençliği çöllerde, Yemende,
Ama en sonra Mustafa Kemal gelende,
Niçin döğüştüğünü bilmiş asker.

O zaman seyrederim o tepeden,
Çakmaklı tüfeklerle geçen askerleri,
Duyarım, unutulmuş o sıcak türküleri,
Ankara'nın taşına bak, gözlerimin yaşına bak,
Dar vadileri örten kayalara çarparak,
Kırılan yorgun sesleri hatırlarım,
Sakarya'ya doğru ilerleyip hatıralarım,
Toprak siperlerde Asteğmen olur kalırım.
Niçin öldün diye sormayın, dağlar taşlar bana,
Ben dirilir yeniden ölürüm, ölmek eğer,
Bu kadar güzelleşir, bu kadar eşit olursa,
Geride, yurt işlenir, halk uyanır, vatan hür kalırsa.
O zaman ölüm de yaşamaya benzer.

Ve hatırlarım ki Asaf dayım vardı.
İstiklal harbinde mülazimievvel,
Yiğidim, kayın ağaçları kadar güzel,
Tek yönden eser onun rüzgarı,
Aşktan ölüme geçer kararı.
Macerası ta Rize'ye dayanır,
Orada çeteci ruhu uyanır,
Sakarya' da alkanlara boyanır,
A dayım, niye öldün derim,
Ha benim yeğenim, siz bileceksiniz der,
Siz bileceksiniz niçin öldüğümüzü,
Bizler kanla söyledik söylediğimizi,
Bizler, kemikleri güneşte ısınan ölüler.

Bir gün inip Sarıköy istasyonunda,
Postaları beklerim, Erzurum Samsun,
İsterim tren pencerelerinde aşinam olsun.
Üçüncü mevkilerden taşan kebap kokusu,
İstasyon çeşmesinden garip garip akan su,
Höyük tepeyi saran yalnızlığı bir an unuturum,
Rayların ardından büyük, genişler umudum,
Kaderimsin, benim güzel, içli yurdum!
Daha içinde tepeler göreceksin tren,
Yurdumun kalbine bakan nice tepeler,
Bir ateş düşer gönlüme lokomotiften,
Dumanlar içinde kaybolur herşey hafiften,
Akasyalar üzerine yağmur çiseler.


Ceyhun Atuf Kansu
Yanık Hava, 1950

20 Ağustos 2016 Cumartesi

Çocuklar

Dostlarım, bu türkü çocuklar içindir, gök mavisi,
Ben en güzel günleri onlarda görüyorum,
Onlarla, gelecek kardeş dünyaya selam gönderiyorum,
Onlarla gelecek bahar günlerimizin en sevgilisi.

Güneşli bahçeleridir onlar büyüyen ağaçların,
Şimdi gölgelerinde rüya ve oyun dinlenir,
Yarın, ah o dallarda ne şarkılar çiçeklenir,
Bütün insanlık dinlenir o gölgelerde belki yarın.

Bir küçük Kemal tanıdım bir sığırtmacın oğlu,
Sincap gözleriyle geniş tabiatı inceleyen,
Şimdiden otları, çiçekleri, ağaçları, hayvanları bilen,
Ve içi bozkırların sessiz yıldızlarıyla dolu.

Bir küçük bebek tanıdım elinde elma,
Bildiği tek türkü ağlamaktı, ağlamak,
Sen gül bebek, sen gül, gözyaşını analara bırak,
Sen ne biliyorsun daha, derdim, bebek sen ağlama.

Ah, ben güzel kırmızı elmaları severim.
Tazedir, özlüdür kalpleri, çocuklara benzer,
Bazen, gönül bu elmalardan yemek ister,
Ben de çocukluğumdan bir parça kesip yerim.

Ve onlar, ne yerler, ne içerler ne yaparlar bilinmez,
Köylerde, kenar mahallelerde, şehirlerde yaşarlar,
Kuş vururlar, kavga ederler ceviz taşlarlar,
Kiminin evinde ağlanmaz, kiminin evinde gülünmez.

Bir gün düşünceleri içinde Ahmedi seyrettim,
Geçip giden bir trene arzuyla bakıyordu,
Belli ki, sonsuz yolculukların köprüsünü saklıyordu,
Kalbinde gezginci şairlerin aşkını keşfettim.

Ve onlar, tarla kıyılarında büyüyorlar, ahlatlara eş,
Koca dalaklarında batak göllerin hatırası,
Ah, içlerinde vurulmuş bir yaban ördeğinin yarası,
Büyüyorlar, büyüyorlar yeşil ekinlerle kardeş.

Ah, Bengidir kızkardeşlerin en güzeli,
Dokuz yaşında Dante'nin Beatriçe'si,
Menekşe gözleriyle bütün şiirlerin bahçesi
Gelecek aşkların şafağı, açılmamış sabah gülü.

Bir de Ayşecik vardır, küçücük dokuz aylık,
Kesici dişleri yeni çıkmış, bilecek, bilecek o da,
Bu dişlere değmeli bütün nimetler dünyada,
Ve diyecek öpülünce dudaklarından; Ah, güzel an dur artık!

Güzel an durmaz, Ayşecik, ah zaman eskir,
Biz büyürüz, çocukluk elbiselerimiz küçülür,
Bol bol harcadığımız güneş bile ölçülüdür,
Günü gelir dağların ardına çekilir.

Sizlere ne söylesem, bilmem ki çocuklar,
Ah, yaşamanın güzel ve sonsuz olması,
Bulunur belki bir gün Keloğlanın "Sihirli elma"sı,
Belki dağların ardında bir bahçe, onu saklar.

Böyle sihirli bir elmadır çocukluğumuz,
Zaman kandırır bizi, bir oyunda alıp onu atar,
Siz kanmayın aman, çocuklar, küçük dostlar,
Birleşmesin o dağa doğru yolculuğumuz.


Ceyhun Atuf Kansun
Yanık Hava, 1948

19 Ağustos 2016 Cuma

Kızamuk Ağıdı

Ben, gamlı, donuk kış güneşi,
Çıplak dallarda, sessiz dinleniyordum.
Köyleri, yolları, dağı taşı
Isıtıyor, avutuyordum.

Bir köy gördüm tâ uzaktan,
Dağlar ardında kalmış, bilmezsiniz,
Kar örtmüş, göremezsiniz karanlıktan,
Yalnızlıkta üşür üşür de çaresiz,

Ben gördüm bu köyü, damlarının altında,
Çocukları kızamuk döküyor,
Gözleri, göğüsleri, yüzleri, ah bırakılmış tarla,
Gelincikler arasından öyle masum bakıyor.

Habersiz hepsi, kızamuktan ve ölümden,
Kirli yüzlerinde açan ölümden habersiz,
Ve, düşmüş bir gül oluyorlar birden,
Bebekler ölüyor, ölümden habersiz.

Ali'lerin kızı Emine'yi gördüm,
Öldü... Yusufların Kadir öldü, emmisinin Durdu öldü,
İkindiye doğru, evlerine vardım,
Gördüm, Döne öldü, Ali öldü, Dudu öldü.

Bir bir saydım, yirmi üç çocuk,
Ah, güllü Gülizar öldü,
Gördü kış güneşi, gamlı ve donuk,
Daldı oğlanlar, çiçekti kızlar, öldü.

Gamlı türkümle tepeden aşağı bıraktım,
Bıraktım kendimi düşesiye, ölesiye,
Bu acıdan sonra nasıl doğacaktım,
Nasıl dönecektim aynı köye?

İniyor ve karaltında örtüyordum,
Bu çocukları, bu habersiz çocukları,
Görmediniz, anlatamam, ürperiyorum.
Bir şey demek için açılmıştı dudakları.

Ah, ben bir gün tepelerden, tepelerden
Varıp önünüze, önünüze dikilip duracağım,
Aydınlardan, hekimlerden, öğretmenlerden,
Bir gün soracağım, bu çocukları soracağım.

O çaresiz, o yalnız, o karanlık günde,
Siz neredeydiniz diyeceğim, neredeydiniz?
Ben perişan, utanmış...bu köyün üstünde,
Kahrolurken, siz beyciğim neredeydiniz?

Ben, bir günde yirmi üç küçük ölünün,
Gömüldüğünü gördüm bu köyde kızamuktan,
Ya siz ne gördünüz, söyleyin, söyleyin,
Bir şey söyleyin, bir şey söyleyin uzaktan.

Ah, ben gamlı kış güneşi, aydınlığın
Bütün suçlarını kalbimde taşırım,
Görerek ah, görerek, bilerek bir yığın
Karanlık gündüzün üstünde yaşarım.

Her mevsim dolanıp geldiğinde bu köye
Gücük ayda, kar örtülü bu ovada,
Utancımdan, hıncımdan yaş dökerek böyle,
Gamlı ve perişan asılı duracağım havada.

İkindiye doğru bırakıp kendimi
Bu küçük mezarların üstüne.
Bilmeyeceksiniz, perişan, çaresiz halimi,
Gül diyeceğim, gül dereceğim gül üstüne.
Yol kıyısında yirmi üç çocuğun mezarı,
Ah diyeceğim, ah dökeceğim yol üstüne


Ceyhun Atuf Kansu
Yanık Hava

Zile'ye Düştü Yolum

Cahit Külebi'ye


Bir gün Zile'ye düştü yolum,
Orta çağı yaşar gibi oldum,
Çarşısıyla, kalesiyle loncasıyla
Gizli bahçesinde hala Aslım kancasıyla
Hala bir Ferhad ü Şirin hikayesi ...
Ah, hala yolları ırak kasabalar
Hala yollarda arabalar, garip arabalar!
Yolda bir kadın gördüm çapa çapalar
Bebeği sallanır iki dal arasında
Uyu bebek uyu, büyü bebek büyü
Sendedir küçük toprağın ümidi
Sen, gelecek yağmurların en güzeli
Ah!.. Her bahar yeli böyle esip gitti,
Netmeli, bilmem ki bebek netmeli?
Netmeli de seni beni avutmalı,
Netmeli de uyandırmalı, uyandırmalı toprağı!
Ah bir kere anan belemiş kundağı ...
Netmeli de açmalı güneşe seni
Netmeli de bu toprağın bütün bebeklerini,
İyi uyutup, iyi uyandırmalı,
Netmeli de bebek, bu toprağı canlandırmalı!
Bağları güzel olurmuş Zile'nin baharda,
Ama o eski tat yok ki kirazlarda.
Bir kere yitirmiş halkım neşesini,
Ah, hayat değiştirmiş eski sesini,
Şimdi daha güzel, daha canlı türküler istiyor!
- Nerdesin, altın başağı çalışmanın, dost başağı! -
Zaman ayrı dostlar, ayrı aşklar, ayrı güller istiyor ...


Ceyhun Atuf Kansu
Yanık Hava, 1948