siz bana dökümcü Niko, diyorsunuz, İzzet'in yaylı arabasının yanında
çok güzel bir duruşum var
günün evlerini geçiyorum şimdi kendime iyilikler söyleyerek
tane tane sokaklar bırakıyorum arkamda
birinde bir kedilik olan, birinde bir sokak lambası sallanan
sokaklar bırakıyorum ben
ben deyince bir daha ben demek istiyorum, mutlu oluyorum böylece
sanırım Argos'a çıktıklarından bu yana Fenikelilerin
yapayalnız bıraktılar beni. doğrusu bir yaz günüydü, kıyılarımız pek güzeldi
artık gözlerin bin türlü sudan, bin türlü zamandan öyle bir koyulaştılar
ve alnım bembeyazdı ve boynum çok uzundu
bu çakıllar akardı o zaman, bu şehirler toz bulutuydu
ben işte çok yaşadıysam, ben böyle hep yaşadıysam
bu ölümsüz bir yalnızlıktan, bu ölümsüz bir yalnızlıktan
diyorum. siz bana dökümcü Niko, diyorsunuz
insanları tanımlıyorum ben, ölçüm o insanların iyiliklerinden
şehirleri tanımlıyorum ben, ölçüm o şehirlerin büyülerinden
söze uymayan bir şeyim, tanrıya uymayan bir şeyim de ondan
oydum ki derim:
İzzet'in atları var ya, koşumları ne güzel
sanki onlar İo'yla Fenikeli kaptanın sevişmesinden
bir güzel koşumlardı, gittikçe çoğalırlardı
sonra bir düşünürdüm ki, hangisi benim bu cümlelerin
hep aynı cümlelerin: İzzet'in atları var ya, koşumları ne güzel
sözgelimi sabahları olmayacak balıkları satan Madam Hayguhinin
kendini görmek için yerin ve göğün kar tutmasını bekleyen Madam Hayguhinin
ıslak bakışlarını durmadan yer değiştirirkenki
ve kanından rengine akan bir tramvay gibi sanki
bir anlatımı olabilir mi dersiniz
İzzet'in atları var ya, koşumları ne güzel
olabilir mi?
ben sarı kanlı bir ağaca benziyorum burada
sonra ben ve bütün iyilikler kırmızı bir boyayla duvara
sürülmüş bir çarpı işareti gibi duruyoruz
ve bu çarpıyı gezdiriyoruz sırtımızda ayrıca.
Sahyon'u tanımak ister misiniz? Süryani, ayakkabı tamircisi
oltacı Eyüb'ü, madrabaz, Hayguhi'yi, İranlı Celal'i
arabacı İzzet'le Nuri'yi de
sonra k. kilisesinin papazıyla, iskele memuru Yahya gelir ki
Belvü Oteli'nin garsonu Kleanti, hizmetçi Firdevs
öğretmen Rıza ile fener bekçisi Salih gelir ki
şimdilik tam on iki, bir de ben
ben, yani dökümcü Niko
bir akşam üstü saatinden kaçırılmış bahçeler gibi
hepimiz
bir ağaç altında olsun, içi boş bir bostan kuyusunun yanıbaşında olsun.
ve solgun yaz büfelerinin ve karpuz sergilerinin
yanıbaşında olsun.
ve sessiz meyhanelerin ve batık gemilerin
içimizdeki yerlerinin yanıbaşında
ve uzun gecelerde ve çocuklar görürlerken kendilerini
ve sokaklar bir aydınlık gibi düşerken sokaklıklarına
ve siyah halelerle başımızdaki vardık ki, biz bunu anlatacağız
duvar duvar çizilmiş çarpı işaretleri gibi
biz bunu anlatacağız
sevginin bu ölümcül biçimlerini ve belki.
çok güzel bir duruşum var
günün evlerini geçiyorum şimdi kendime iyilikler söyleyerek
tane tane sokaklar bırakıyorum arkamda
birinde bir kedilik olan, birinde bir sokak lambası sallanan
sokaklar bırakıyorum ben
ben deyince bir daha ben demek istiyorum, mutlu oluyorum böylece
sanırım Argos'a çıktıklarından bu yana Fenikelilerin
yapayalnız bıraktılar beni. doğrusu bir yaz günüydü, kıyılarımız pek güzeldi
artık gözlerin bin türlü sudan, bin türlü zamandan öyle bir koyulaştılar
ve alnım bembeyazdı ve boynum çok uzundu
bu çakıllar akardı o zaman, bu şehirler toz bulutuydu
ben işte çok yaşadıysam, ben böyle hep yaşadıysam
bu ölümsüz bir yalnızlıktan, bu ölümsüz bir yalnızlıktan
diyorum. siz bana dökümcü Niko, diyorsunuz
insanları tanımlıyorum ben, ölçüm o insanların iyiliklerinden
şehirleri tanımlıyorum ben, ölçüm o şehirlerin büyülerinden
söze uymayan bir şeyim, tanrıya uymayan bir şeyim de ondan
oydum ki derim:
İzzet'in atları var ya, koşumları ne güzel
sanki onlar İo'yla Fenikeli kaptanın sevişmesinden
bir güzel koşumlardı, gittikçe çoğalırlardı
sonra bir düşünürdüm ki, hangisi benim bu cümlelerin
hep aynı cümlelerin: İzzet'in atları var ya, koşumları ne güzel
sözgelimi sabahları olmayacak balıkları satan Madam Hayguhinin
kendini görmek için yerin ve göğün kar tutmasını bekleyen Madam Hayguhinin
ıslak bakışlarını durmadan yer değiştirirkenki
ve kanından rengine akan bir tramvay gibi sanki
bir anlatımı olabilir mi dersiniz
İzzet'in atları var ya, koşumları ne güzel
olabilir mi?
ben sarı kanlı bir ağaca benziyorum burada
sonra ben ve bütün iyilikler kırmızı bir boyayla duvara
sürülmüş bir çarpı işareti gibi duruyoruz
ve bu çarpıyı gezdiriyoruz sırtımızda ayrıca.
Sahyon'u tanımak ister misiniz? Süryani, ayakkabı tamircisi
oltacı Eyüb'ü, madrabaz, Hayguhi'yi, İranlı Celal'i
arabacı İzzet'le Nuri'yi de
sonra k. kilisesinin papazıyla, iskele memuru Yahya gelir ki
Belvü Oteli'nin garsonu Kleanti, hizmetçi Firdevs
öğretmen Rıza ile fener bekçisi Salih gelir ki
şimdilik tam on iki, bir de ben
ben, yani dökümcü Niko
bir akşam üstü saatinden kaçırılmış bahçeler gibi
hepimiz
bir ağaç altında olsun, içi boş bir bostan kuyusunun yanıbaşında olsun.
ve solgun yaz büfelerinin ve karpuz sergilerinin
yanıbaşında olsun.
ve sessiz meyhanelerin ve batık gemilerin
içimizdeki yerlerinin yanıbaşında
ve uzun gecelerde ve çocuklar görürlerken kendilerini
ve sokaklar bir aydınlık gibi düşerken sokaklıklarına
ve siyah halelerle başımızdaki vardık ki, biz bunu anlatacağız
duvar duvar çizilmiş çarpı işaretleri gibi
biz bunu anlatacağız
sevginin bu ölümcül biçimlerini ve belki.
Edip Cansever
Çağrılmayan Yakup
Yerçekimli Karanfil