Anlamsız, baktığımda kendime aynalarda,
haftalara, hayat hikayelerine, kağıtlara bir zaafla birlikte,
söküp atıyorum yüreğimden cehennem bir kaptanı,
ve buluyorum en hüzünlü şartları.
Bir yerden bir yere seğirtiyorum, soğuruyorum yanılsamaları,
konuşuyorum terzilerle kuş yuvalarında onların:
çok sık olarak soğuk ölümcül seslerle şakıyorlar
ve avlıyorlar lanetlemeleri kaçışta.
Yayılmış bir ülke var gökyüzünde
gökkuşağının batıl inanışlı battaniyesiyle
ve akşamsı bitkileriyle:
gidiyorum oraya, birazcık zahmet dahi çekmeden –
çiğniyorum neredeyse taze mezarlardan toprağı
ve düşlüyorum yeşil bitkilerden bu yabansılığın ortasında.
Geçiyorum kullanılmış belgelerin ve kaynakların arasından
özgün ve cesaretsiz bir varlık kılığıyla:
seviyorum saygınlığın dökülmüş balını,
sayfaları arasında solgun
eski menekşelerin uyuduğu o nefis ilmihal,
ve yardımlarında dokunaklı saplı süpürgeler:
kuşkusuz sahibidir onlar üzüncün ve katiyetin.
Mahvediyorum ıslık çalan gülü ve albenili kaygıyı,
büküyorum sevgili aşırılıkları birbirinden, evet,
bekliyorum o sonsuz tekdüze zamanı:
ruhumdaki bir tat sıkıyor canımı.
Amma da gün bu gelen! Hangi sütten o yoğun ışık,
kesif ve sayısal, şımartıyor beni!
Çıplak, ayakkabısız ve parlak
işittim kişnemesini günün kızıl atlarının.
Kiliselere doğru sürüyorum atı,
askersiz kışlalardan geçiyorum hızla,
ve pasaklı bir ordu izliyor beni.
Okaliptüs gözleri onun çalıyor gölgeleri,
çan bedeni onun gidiyor dörtnala ve vuruyor.
Daimi ışıltısıyla bir şimşeğe ihtiyacım var,
ancak neşeli bir akraba mirasçım olabilir.
Pablo Neruda
Yeryüzünde Birinci Konaklama
haftalara, hayat hikayelerine, kağıtlara bir zaafla birlikte,
söküp atıyorum yüreğimden cehennem bir kaptanı,
ve buluyorum en hüzünlü şartları.
Bir yerden bir yere seğirtiyorum, soğuruyorum yanılsamaları,
konuşuyorum terzilerle kuş yuvalarında onların:
çok sık olarak soğuk ölümcül seslerle şakıyorlar
ve avlıyorlar lanetlemeleri kaçışta.
Yayılmış bir ülke var gökyüzünde
gökkuşağının batıl inanışlı battaniyesiyle
ve akşamsı bitkileriyle:
gidiyorum oraya, birazcık zahmet dahi çekmeden –
çiğniyorum neredeyse taze mezarlardan toprağı
ve düşlüyorum yeşil bitkilerden bu yabansılığın ortasında.
Geçiyorum kullanılmış belgelerin ve kaynakların arasından
özgün ve cesaretsiz bir varlık kılığıyla:
seviyorum saygınlığın dökülmüş balını,
sayfaları arasında solgun
eski menekşelerin uyuduğu o nefis ilmihal,
ve yardımlarında dokunaklı saplı süpürgeler:
kuşkusuz sahibidir onlar üzüncün ve katiyetin.
Mahvediyorum ıslık çalan gülü ve albenili kaygıyı,
büküyorum sevgili aşırılıkları birbirinden, evet,
bekliyorum o sonsuz tekdüze zamanı:
ruhumdaki bir tat sıkıyor canımı.
Amma da gün bu gelen! Hangi sütten o yoğun ışık,
kesif ve sayısal, şımartıyor beni!
Çıplak, ayakkabısız ve parlak
işittim kişnemesini günün kızıl atlarının.
Kiliselere doğru sürüyorum atı,
askersiz kışlalardan geçiyorum hızla,
ve pasaklı bir ordu izliyor beni.
Okaliptüs gözleri onun çalıyor gölgeleri,
çan bedeni onun gidiyor dörtnala ve vuruyor.
Daimi ışıltısıyla bir şimşeğe ihtiyacım var,
ancak neşeli bir akraba mirasçım olabilir.
Pablo Neruda
Yeryüzünde Birinci Konaklama