Şiir, Sadece: Estravagario
Estravagario etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Estravagario etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Kasım 2014 Perşembe

Aşk

Onca gün, ah, onca gün görürüm seni.
Nasıl öderim, neyle öderim
onca somut ve onca yakın oluşunu?

Kana susamış ilkbahar
ormanlarda uyanır.
Yakında çıkar tilkiler inlerinden,
çiyi içer yılanlar,
ve çamlarla sessizliğin arasında
yürürüm seninle yapraklarda,
bu talihimi nasıl ve ne zaman
öderim diye sorarım kendime.

Gördüğüm her şeyden
görmek istediğim sensin hep,
dokunduğum her şeyden
dokunmak istediğim tenindir hep:
severim portakal gülüşünü,
seni uyurken izlemekten hoşlanırım.

Ne yapmalıyım, sevgilim, sevdiğim?
Bilmem nasıldır diğer aşklar
ya da geçmişteki sevdalılar,
yaşarım, izlerim, severim seni,
sevmek doğamda var benim.

Hoşlanırım senden ikindileri.

Nerededir şimdi? Gözlerin yittiğinde
sorarım hep.
Ne de uzun oyalandı diye düşünüp yaralanırım.
Zavallı, aptal ve üzgün hissederim kendimi,
ve varıp ışıldarsın,
yükselirsin şeftali ağaçları üzerinde.

Bundandır seni sevmem, ve bundan değil.
Onca nedeni var, ve onca nedeni yok,
ve böyle olmalı aşk dediğin,
kapsayan ve olağan,
özel ve dehşetli,
bayraklı ve gamlı,
yıldızlar gibi çiçeklenmiş
ve bir öpüş gibi ölçümsüz.


Pablo Neruda
Estravagario

10 Kasım 2014 Pazartesi

Atlar

Atları gördüm pencereden.
Berlin’de kıştı. Işıksızdı
ışık, göksüzdü gök.

Islak bir ekmek gibi beyazdı hava.

Ve kışın dişleriyle kemirilmiş gibi görünen
yalnız bir sirki gördüm penceremden.

Birden on atı götüren bir adam
göründü sisin arasından.

Neredeyse kımıltısız alev dalgaları gibiydiler,
fakat o saate kadar boş olan bütün dünyayı
doldurdular gözlerimde. Kusursuz, alazlı,
tuzun düşüne benzeyen yeleleriyle,
uzun temiz bacaklarıyla on tanrı gibiydiler.

Sağrıları dünyalar ve portakallardı.
Renkleri baldı, kehribardı ve ateşti.

Gururun taşından oyulmuş
sütunlardı boyunları,
ve öfkeli gözleri gösteriyordu
bir mahkûmun gücünü.

Ve orada, gün ortası sessizliğinde,
o kirli ve hüzünlü kışın ortasında,
atların o yoğun varoluşları
kandı, ritimdi, hayatın kışkırtıcı hazinesiydi.

Baktım. Baktım ve yeniden buldum bilmeden
kaynağı, o altın dansı, göğü
ve güzellikte yaşayan ateşi.

Unuttum o kasvetli Berlin kışını.

Ama unutamam atları çevreleyen ışığı.


Pablo Neruda
Estravagario
1958

6 Eylül 2014 Cumartesi

Denizkızıyla Sarhoşların Masalı

Bütün o adamlar oradaydı
büsbütün çıplak girdiğinde içeri o.
Sarhoştu adamlar ve tükürdüler ona.
Irmaktan yeni gelmiş, yolunu yitirmiş
o denizkızı bir şey anlamadı.
Sataşmalar aktı parıldayan teninde.
Altın memeleri sırılsıklam oldu çirkeflikten.
Yabancıydı göz yaşlarına, ağlamadı.
Yabancıydı giysilere, giyinmedi.
Dağladılar onu izmaritlerle ve yanmış tıpalarla,
ve yuvarlandı meyhanenin tabanında kahkahaları.
Konuşmadı, yabancıydı konuşmaya.
Gözleri uzak bir aşkın rengiydi,
kolları topaz gibiydi.
Mercan ışıkla kıpırdadı dudakları,
ve en sonunda çıktı gitti kapıdan.
Arındı girer girmez ırmağa,
yağmurda beyaz bir taş gibi pırıl pırıldı,
ve bakmadan geriye, yüzdü bir defa daha,
hiçliğe doğru, ölümüne doğru.


Pablo Neruda
Estravagario

26 Nisan 2014 Cumartesi

Gemi

Madem ki ödemişiz bu dünyanın bilet parasını
niçin, niçin bırakmıyorlar oturalım ve yemek yiyelim?
Bulutu izlemek, yüzümüzü güneşe çevirmek
ve tuzun kokusunu hissetmek istiyoruz,
kimseye müşkül çıkarmak değil istediğimiz,
çok basit söylediğimiz: biz de yolcuyuz.

Yoldayız hepimiz ve zaman bizimle:
geçip gidiyor deniz, veda ediyor gül,
gölge ve ışığın arasından gidiyor dünya,
ve biz de gidiyoruz, yolcuyuz hepimiz.

Fakat neler oluyor?
Niçin onca hırçınlar?
Kimi arıyorlar tüfekle?

Bilmiyorduk ki
her şey ayırtılmış,
bardaklar, sandalyeler,
yataklar, aynalar,
deniz, şarap ve gökyüzü.

Şimdi durum şu ki
masamız yok bizim.
Mümkün değildi, diye düşündük.
Böyle olamaz ama.

Karanlıktı geldiğimiz zaman gemiye.
Çıplaktık.
Hepimiz aynı yöreden geldik.
Hepimiz erkekle kadından geldik.
Hepimiz açtık ve dişlerimiz çıktı çabucak.
Hepimizin gözü ve elleri büyüdü
çalışmak ve arzulamak için.

Fakat anlaşılıyor ki bir şey alamayacağız,
gemide yer yok,
selâm vermiyorlar bize
ve oyun oynamak istemiyorlar.

Fakat niçin haddinden fazlası onlara?
Daha doğmadan onlar, kim verdi kaşığı onlara?

Çok hoş değil artık burası,
dayanılır gibi değil artık.

Yolculuk ettiğimde
görmek istemiyorum köşelerde sefaleti,
aşksız gözleri ve aç ağızları.

Güz için örtecek giysi yok,
ve daha azı, daha azı, daha da azı var yaklaşan kış için.
Onca taşlı yollarda ayakkabılarımız yokken
nasıl tanıyacak ki ayaklarımız dünyayı?

Nerede yemek yeriz masasız?
Nerede otururuz sandalyesiz?
Eğer korkunç bir şakaysa bu, sevgili beyler,
artık son verin buna,
ve ciddi konuşun şimdi.

Çünkü acımasız deniz.

Ve kan yağıyor.


Pablo Neruda
Estravagario

11 Mart 2014 Salı

Guillermina Nerede Olabilir Acaba?

Kız kardeşim davet ettiğinde onu
ve kapıyı açmak için çıktığımda dışarı,
güneş girdi içeri, yıldızlar girdi içeri,
buğdaydan iki belik girdi içeri
ve iki yorulmaz göz.

On dört yaşındaydım,
ve gurur duyduğum buluğ çağımdaydım,
inceydim, kıvraktım ve kaşlarımı çatmıştım,
cenaze gibiydim ve törensi.
Yaşardım örümceklerin arasında,
ormanın nemi, kınkanatlı böcek
ve üç renkli arılar tanırdı beni,
kekliklerin arasında yatardım,
saklanırdım nanelerin altında.

Sonra Guillermina geldi
mavi ışıltılı gözleriyle
tarayarak saçlarımı
ve kışın duvarlarına doğru
kılıçla iliştirdi beni sanki.
Bunlar Temuco’da olmuştu,
Güney’de, sınırda.

Ağır ağır geçti yıllar,
adımlayarak gergedanlar gibi,
havlayarak çılgın tilkiler gibi,
kirlenmiş yıllar geçip gitti,
yaşlanmış, yorulmuş, ölümsü,
ve yürüdüm buluttan buluta,
ülkeden ülkeye, gözden göze,
sınırdaki yağmur
düşerken aynı boz biçiminde.

Yolculuktaydı yüreğim
aynı çift ayakkabıda,
ve benimsedim dikenleri.
Bulunduğum yerde dinleniş yoktu:
vuracağım yerde vuruldum,
öldürüldüğüm yerde hissettim,
ve dirildim, her zamankinden daha diriydim,
ve sonra ve sonra ve sonra ve sonra –
anlatmak uzun zaman alır.

Ekleyeceğim başka bir şey yok.

Yaşamak için geldim bu dünyaya.

Guillermina nerede olabilir acaba?


Pablo Neruda
Estravagari'dan

20 Ocak 2014 Pazartesi

Kalabalığız

Olduğum onca insandan, olduğumuz insanlardan,
birini bile bulamam:
yiterler hepsi giysi altında,
taşınırlar başka kente.

Her şey hazırken
göstermem için zekâmı
içimde gizlenen bir budala
söyler ağzımdaki sözcükleri.

Başka zamanlar uyuşurum
güzide bir topluluğun arasında
ve baktığımda cesur olan kendime
tanımadığım bir korkak
sarmalar hızla iskeletimi
binlerce ince bahaneyle.

Saygın bir ev tutuştuğunda,
çağırdığım itfaiyeci yerine
bir kundakçı çıkar ortaya
ve o benim. Düzeltemem bunu.
Nasıl ayırt etmeli kendimi?
Nasıl toparlamalı kendimi?

Okuduğum bütün kitaplar
kendinden emin parlak kahramanları
överler her zaman:
ölürüm onları kıskanmaktan,
ve rüzgârla mermilerin filmlerinde
hayranlıkla bakakalırım atlıya,
ata bile hayran olurum.

Fakat aradığımda atılgan birini
çıkar dışarı eski tembelliğim
ve böylelikle bilmem kim olduğumu,
kaç kişi olduğumu ya da olacağımızı.
Keşke bir zile basabilsem
ve çağırabilsem kendi özümü,
çünkü gereksiniyorsam kendimi
yitirmemeliyim kendimi.

Yazarken bunları uzaklardayım
ve geri geldiğimde gitmişimdir:
bilmek isterim yaşamışlar mı
diğer insanlar da yaşadıklarımı,
benim gibi kalabalık mı onlar da,
ve bu sorunla onca boğuştuktan sonra
bir hayli şey öğreneceğim
ki sorunlarımı anlatacağım zaman,
coğrafyadan bahsedeceğim.


Pablo Neruda
Estravagario 
1958

31 Ekim 2013 Perşembe

Nokta

Elemden daha engin bir yer yok,
orada kanayandan başka evren yok.


Pablo Neruda
"Estravagario"dan

28 Ekim 2013 Pazartesi

Okyanusun Yaşlı Kadınları

Ağırbaşlı denize gelir yaşlı kadınlar
etraflarında düğümlenmiş şallarıyla,
zayıf ve kırılgan ayaklarıyla.

Kendi başlarına otururlar kıyıda
değiştirmeden gözlerini ya da ellerini
değiştirmeden bulutları ya da sessizliği.

Kasvetli deniz köpürür ve çağıldar,
aşar boru sesli dağları,
silkeler boğasının sakallarını.

Soğukkanlı kadınlar otururlar
saydam bir kayıkta gibi
bakarlar yıldıran dalgalara.

Nereye giderler, nerede kaldılar?
Gelirler her bir köşeden
gelirler kendi hayatlarımızdan.

Şimdi sahibi onlardır okyanusun
soğuk ve yanan boşluğun,
alevlerle dolu yalnızlığın.

Geçmişten gelirler,
bir zamanlar güzel kokan evlerden,
yanık alacakaranlıklardan.

İzlerler ya da izlemezler denizi,
bir bastonla çiziktirirler işaretleri,
ve deniz siler onların hüsnühatlarını.

Ayağa kalkıp gider yaşlı kadınlar
kırılgan kuş ayaklarıyla,
en gürültücü dalgalar
yuvarlanırken rüzgârda.


Pablo Neruda
"Estravagario"dan

26 Ekim 2013 Cumartesi

Onca Ad

Pazartesiler içine geçer salıların
ve hafta bütün bir yılın:
kesilmez zaman
yorgun makaslarınızla,
ve günün bütün adları
yıkanır gecenin sularıyla.

Kimse talep edemez Pedro olmayı,
Rosa ya da María olmayı,
hepimiz tozuz ya da kumuz,
hepimiz yağmur altındaki yağmuruz.
Konuştular benimle Venezüellalar,
Paraguaylar ve Şililer hakkında,
bilmiyorum neler söylediklerini:
yalnızca yeryüzünün derisini bilirim
ve bir adı olmadığını.

Çiçeklerden daha çok hoşnut etti beni
kökler, arasında yaşarken onların,
ve bir taşla konuştuğumda
çınladı bir çan gibi.

Çok uzundu ilkbahar
bütün bir kış sürdü.
Kaybetti zaman ayakkabılarını:
bir yıl dört asır gibi sürdü.

Uyuduğumda her gece,
nasıl çağrılırdım ve nasıl çağrılmazdım?
Ve uyandığımda kimdim ben
uyurkenki değildiysem eğer?

Bunun anlamı ancak
yeni doğmuş olmaktan ziyade
hayatın içine indik demektir,
öyleyse doldurmayalım ağızlarımızı
onca güvenilmez adla,
onca hüzünlü resmiyetle,
onca şatafatlı harfle,
onca seninle ve benimle,
kağıtlardaki onca imzayla.

Her şeyi karıştıran bir kafam var,
birleştiren ve yeni doğmuş yapan,
karan, soyan,
dünyadaki bütün ışık
sahip olana dek okyanusun tekliğine,
o cömert bütünlüğe,
o çatırdayan rayihaya.


Pablo Neruda
"Estravagario"dan 
1958

14 Ekim 2013 Pazartesi

Partenogenez

Bana öğüt vermiş olanlar
her gün daha da delileşti.
Çok şükür aldırmadım onlara
ve taşındı hepsi birlikte yaşadıkları
ve geniş gölgeli şapkalarını
sürekli değiştirdikleri başka bir kente.

Saygıdeğer varlıklardı,
politik olarak derinlikli,
ve yaptığım her hata
acı çekmelerine yol açtı
ki griye döndüler ve kırıştılar,
bıraktılar kestane yemeyi,
ve bir sonbahar melankolisi
nihayet çılgınlaştırdı onları.

Şimdi bilmiyorum nasıl olsam,
unutkan mı yoksa saygılı mı,
sürdürmeli mi öğütlerini,
ya da kınamalı mı deliliklerini:
bağımsız olamıyorum,
yitmişim onca bitki yaprağında,
ve çıksam mı yoksa girsem mi,
gitsem mi yoksa kalsam mı,
kediler mi satın alsam yoksa domatesler mi?

Anlamaya çalışacağım
ne yapmamam gerektiğini
daha sonra yapmak için,
ve kafamı karıştıran yolları haklı çıkaracağım,
çünkü hata yapmazsam eğer,
kim inanır benim yanlışlarıma?
Eğer akıllı kalmayı sürdürürsem
kimse varmaz benim farkıma.

Fakat değişmeyi deneyeceğim:
özenle selâm vereceğim,
bakacağım dış görünümüme
ciddiyetle ve şevkle
olmamı istedikleri şey olana dek,
biri olurken öbürü olmaz ya,
başkalarında var olana dek.

Ve sonra rahat bıraktıklarında beni,
büsbütün başka biri olacağım,
ve değiştireceğim derimi
ve başka bir ağzım olduğunda,
başka ayakkabılarım, başka gözlerim,
her şey değiştiğinde
ve kimse tanımadığında beni,
başka bir şey yapamayacağımdan
sürdüreceğim aynı şeyi yapmayı.


Pablo Neruda
"Estravagario"dan, 
1958

2 Temmuz 2013 Salı

Sonbaharda Unutulmuş

Saat yedi buçuktu
sonbahardı
ve bekliyordum birini
önemli değil kim olduğu.
Benimle olmaktan bıkmış
zaman
ağır ağır terk etti
ve yalnız bıraktı beni.

Günün kumuyla, suyla,
ölüp giden hüzünlü bir haftanın
yıkıntısıyla
baş başa kalmıştım.

“Neler oluyor? ” diye sordu bana
Paris’in yaprakları? “Kimi beklersin? ”

Ve bir kaç kez küçük düşürülmüştüm,
ilkinde bıraktığında beni ışık,
ondan sonra köpekler, kediler ve polisler.

Çimde geceyi gündüzü bilmeyen,
yalnızca kışın tuzunu bilen
yalnız bir at gibi
yalnız bırakıldım.

Kaldım
yapyalnız ve bomboş,
en sondaki yapraklar ağladılar bana,
ve sonrasında
duydular göz yaşları gibi.

Ne daha önce
ne de daha sonra
ansızın yalnız hissetmedim kendimi hiç.
Ve birini beklemekti buna yol açan –
anımsamıyorum,
çılgıncaydı,
uçucu,
ve birden yalnızlık yalnızca,
ki o an,
yol boyunca yitmişti
duygusu bir şeyin,
varlığının uzun bayraklarını yayan
bir şeyin gölgesi gibi ansızın.

Sonra kaçtım
o yalnız köşeden,
olabildiğince hızlı yürüdüm,
kaçarmışçasına geceden,
siyah ve yuvarlanan bir kayadan.
Söylediklerim önemli değil,
fakat bunlar başıma gelmişti
beklerken bir gün birini.


Pablo Neruda
"Estravagario'dan"

9 Mayıs 2013 Perşembe

Ve Ne Kadar Yaşar?

Ve ne kadar yaşar insan topu topu?

Bin gün mü yaşar, yoksa bir gün mü?

Bir hafta mı ya da birkaç yüzyıl mı?

Ne kadar zamanda ölür insan?

“Sonsuzca” derken ne demek istenir?

Bu uğraşlarla yitip gitmişken
bazı şeyleri aydınlatmaya koyuldum.

Aradım bilgili rahipleri,
bekledim onları ayinlerinden sonra,
Tanrı’yı ya da İblis’i görmeye giderlerken
izledim onları yollarında.

Yüzlerini çevirdiler sorularıma.
Kendi paylarına çok az şey biliyorlardı;
memurlardan daha fazla şey bildikleri de yoktu.

Tıp adamları kabul ettiler beni
iki muayene arasında,
her bir elinde bir neşterle,
doymuşlar aureomycin kokusuyla,
her gün daha meşguller.
Konuşmalarından anladığım kadarıyla,
sorun şu:
bir mikrobun ölümü çok bir şey değil-
tonla ölür zaten onlar-
fakat hayatta kalan çok azı
sapkınlık belirtisi gösterir.

İrkilme içinde bıraktılar beni,
aradım mezar kazıcılarını.
Gittim muazzam boyalı cesetleri
yaktıkları ırmaklara,
ince kemikli bedenler,
korkunç ilenmelerden
ışıltılarıyla imparatorlar,
kolera dalgasının
bir vuruşla öldürdüğü kadınlar.
Ölümün tekmil kolları vardı
ve külsü uzmanları.

Fırsatını bulunca
bir hayli soru sordum onlara,
önerdiler beni yakmayı:
bildikleri tek şey buydu zaten onların.

Memleketimde yanıtladı beni
girişimciler, içkilerin arasında:
“Kendine iyisinden bir kadın bul,
ve bu tür saçmalıkları bırak”.

Bunca mutlu olduklarını hiç görmedim insanların.

Kaldırarak kadehlerini şarkı söylüyorlardı,
şerefine içiyorlardı sağlığın ve ölümün.
Muazzam fuhuşçulardı onlar.

Eve döndüm, yaşlanmış olarak
dünyayı dolandıktan sonra.

Şimdi kimseye soru sormuyorum.

Fakat her gün daha az şey biliyorum.


Pablo Neruda
"Estravagario"dan

15 Nisan 2013 Pazartesi

Yükselmek İçin Göğe

Yükselmek için göğe
gereksindiğin
iki kanat,
bir keman,
ve bir çok şeydir,
sayılamaz onca şeydir, adsız şeyler,
uzun ve hantal gözün sertifikaları,
badem ağacının tırnaklarındaki yazıt,
sabahleyin çimdeki unvanlardır.


Pablo Neruda
“Estravagario”dan, 1958