Güçlüklere, bir başına da olsa, karşı koyan insan güçlü insan olmalı. Ben bunu yalnız kalıp da umutsuzluk içinde olduğumu hissettiğim anlarda daha iyi anladım. Bununla birlikte, yıllardan beri, o kadar çok zamanlar yalnız kaldım ki, bu duruma neredeyse alışır,üstelik güçlü olmanın gururunu duyabilmek için zaman zaman yalnızlığı arar oldum. Şu anda gurur diye adlandırdığım bu duygu, başlangıçta bir avunma yoluydu. Yaşamlarının, benim gibi, acılarla dolu olduğunu sananlar, buna benzer bir sürü avunma çareleri bulmuşlardır. Bu çareler, yalnız kalmış insanların yalnızlık anlarındaki arkadaşlarıdır. Yaşamın karşısında sırasında ölümün bile karşısında, ancak bu arkadaşların yardımıyla tutunabiliriz. Benim, yukarıda sözünü ettiğim gurura benzer birkaç 'arkadaşım daha var. Vakit olsa da sizinle, onlar hakkında konuşabil-sem. Ne iyi olur! ama,Garip için yazacağım bir yazıda işi dertleşmeğe dökersem belki de bana kızarsınız.Onun için, size şimdilik, bunların yalnız bir tanesinden sözedeyim.
«Hiçbir yaptığımdan pişman olmayacağım,» diye bir karar vermişliğiniz var mıdır? Benim vardır. Çokta yararını gördüm. Yıllar öncesinde böyle bir karar vermemiş olsaydım, üzüntülü günlerimin sayısı kuşkusuz daha fazla olurdu. Bu arada «1951 yılında Garip adlı bir kitap yayınlamıştım,» diye dövünür durur, hele onun yeniden basılmasına dünyada yanaşmazdım.Garip yeniden basılırken, içimde böylece, «yiğitlikbende kalsın» dermişim gibi bir duygu var. Şiirdeki'garip' kavramı üzerinde bugün bir yazı yazmağa kalksam herhalde aynı şeyleri yazmam. Ama, bundan dolayı kim beni haksız bulabilir? Onları beş yıl önce yazmıştım. Beş yıl sonra da aynı şeyleri söyleyecek olduktan sonra ne diye yaşadım? O günden ölseydim olmaz mıydı? 1941 yılında söylediklerim, 1616 yılında52 yaşında iken ölenShakespeare'in, 377 yaşında söylemesi gereken sözlerdi. Aynı biçimde, bundan yüz yıl sonra yaşayacak bir ozanın sözleri de benim yüz otuz bir yaşında düşüneceğim şeyleri anlatmalıdır.
Bir oluş, bir kendimize geliş dönemindeyiz. Dilimizin, günden güne bile, ne kadar değiştiğini fark etmiyorsanız, benim bir bu yazıma, bir de o zamanlar yayımladığım Gartp'e bakın. Göreceksiniz ki fark çok büyük. Bu farkın bütün günahını sakın benim omuzlarıma yüklemeyin; aynı deneyimi, başka yazarların yazıları üzerinde de yineleyin; işin, değişen, daha ileriye, daha güzele giden bir toplumun işi olduğunu anlarsınız. Bu gidişe ayak uyduramamış insanlarla da karşılaşmanız olasıdır. Ama her ileriye gidişte bir sürü döküntü bırakmıyor, bir sürü fire vermiyor muyuz?Üstelik, çoğu kez, o döküntüler ayaklarımıza takılıp bizim de yolumuzda yürümemize engel olmuyorlar mı?
Yazdıkça fark ediyorum; Garip'in savunusuna kalkışmış gibi bir görünüşüm var. Garip'i kimseye karşı değil, kendime karşı savunmak isterim. Bunun, çevremi hiçe sayışımdan geldiğini de sanmayın. Garip'i başkalarından önce kendime karşı savunmak isteyişim, ondaki kusurları, başkalarından çok, kendim bildiğim içindir. «Benden başka bilen yoktur,» demiş gibi de olmayayım; başkalarından kastım, kitabım hakkında söz söylemiş olanlardır. Bunların içinde, üzerinde durulmaya değer, bir tek eleştri yazısı hatırlıyorum. O eleştiriyi yazan kişi, düşüncelerine gerçekten inandığım bir dostumdu. Topluma bağlı bir sanatın, bireyin ruhsal yaşamıyla ilgilenemeyeceğini söylüyordu. Ben bireyin ruhsal yaşamının, toplumdan büsbütün ayrı bir şey olduğunu ileri sürmemiştim ki. Yoksa o dostum mu işi böyle yorumluyor? Yapmaması gerek. Çünkü karşıt kuramların benim kadar uzlaştırıcı olmayan yandaşları bile, sırasında, kendi düşüncelerini karşı tarafın savlarıyla tamamlıyorlar. Sözgelimi hiçbir Freud'cü yoktur ki bilinçaltı'na itilen eğilimlerin oraya toplumlar tarafından itildiğini, dolayısıyla bilinçaltı dediğimiz dünyanın oluşmasında toplumun pek büyük bir payı olduğunu kabul etmesin. O zaman söylememişsem şimdi söyleyeyim; bilinçaltı'm bir varlık değil, bir düşüncenin açıklanması için ileri sürülmüş bir kavram diye kabul ediyorum. Hani birtakım insanların Tanrıyı kabul etmeleri gibi.
Bu konuyu derinleştirmek isterdim. Ama söyleyeceğim sözlerin bilgince olmasından korkuyorum. Şiir hakkında bilgince olmadan da söylenebilecek sözler var. Fakat Garip'i yazdığım zaman, daha çok,garipliğin nereden geldiğini düşünmüş, şiirin değerleri üzerinde o kadar durmamıştım. Gerçi o değerleri, o vakitler, pek de bilmiyordum ya. Ama bugün öyle değil.Şiir üzerinde hem deneyimim çok, hem bilgim. Bununla birlikte o deneyimleri, o bilgileri anlatmak bana,şu anda, o günkünden daha güç görünüyor. Daha doğrusu, anlatılmasından çok, anlaşılmasının güç olacağını sanıyorum. Hoş, böyle olmasa da, söyleyeceğim sözler neye yarayacak bilmem. Düşünce tarihi, bir düşünce madrabazlığı tarihinden başka bir şey değil. Bugüne gelinceye kadar bir sürü şeyler söylenmiş. Ama, gerçek olarak ne söylenmiş? Bir aralık, bir arkadaşım,«Sanat konularında, karşıtını kanıtlayamayacağım hiçbir sorun yoktur,» demişti. Karşıtı kanıtlanamayacak sorun yoktur demek, kanıtlanacak sorun yoktur demektir. Madem ki kanıtlanacak sorun yok; ne diye düşünüyor, ne diye konuşuyor, ne diye yazıyoruz? Sanattan sözetmek de, sanatla uğraşmak gibi, kaçınılmaz, onulmaz bir hastalık mı yoksa?
Orhan Veli (İstanbul, Nisan 1945)
«Hiçbir yaptığımdan pişman olmayacağım,» diye bir karar vermişliğiniz var mıdır? Benim vardır. Çokta yararını gördüm. Yıllar öncesinde böyle bir karar vermemiş olsaydım, üzüntülü günlerimin sayısı kuşkusuz daha fazla olurdu. Bu arada «1951 yılında Garip adlı bir kitap yayınlamıştım,» diye dövünür durur, hele onun yeniden basılmasına dünyada yanaşmazdım.Garip yeniden basılırken, içimde böylece, «yiğitlikbende kalsın» dermişim gibi bir duygu var. Şiirdeki'garip' kavramı üzerinde bugün bir yazı yazmağa kalksam herhalde aynı şeyleri yazmam. Ama, bundan dolayı kim beni haksız bulabilir? Onları beş yıl önce yazmıştım. Beş yıl sonra da aynı şeyleri söyleyecek olduktan sonra ne diye yaşadım? O günden ölseydim olmaz mıydı? 1941 yılında söylediklerim, 1616 yılında52 yaşında iken ölenShakespeare'in, 377 yaşında söylemesi gereken sözlerdi. Aynı biçimde, bundan yüz yıl sonra yaşayacak bir ozanın sözleri de benim yüz otuz bir yaşında düşüneceğim şeyleri anlatmalıdır.
Bir oluş, bir kendimize geliş dönemindeyiz. Dilimizin, günden güne bile, ne kadar değiştiğini fark etmiyorsanız, benim bir bu yazıma, bir de o zamanlar yayımladığım Gartp'e bakın. Göreceksiniz ki fark çok büyük. Bu farkın bütün günahını sakın benim omuzlarıma yüklemeyin; aynı deneyimi, başka yazarların yazıları üzerinde de yineleyin; işin, değişen, daha ileriye, daha güzele giden bir toplumun işi olduğunu anlarsınız. Bu gidişe ayak uyduramamış insanlarla da karşılaşmanız olasıdır. Ama her ileriye gidişte bir sürü döküntü bırakmıyor, bir sürü fire vermiyor muyuz?Üstelik, çoğu kez, o döküntüler ayaklarımıza takılıp bizim de yolumuzda yürümemize engel olmuyorlar mı?
Yazdıkça fark ediyorum; Garip'in savunusuna kalkışmış gibi bir görünüşüm var. Garip'i kimseye karşı değil, kendime karşı savunmak isterim. Bunun, çevremi hiçe sayışımdan geldiğini de sanmayın. Garip'i başkalarından önce kendime karşı savunmak isteyişim, ondaki kusurları, başkalarından çok, kendim bildiğim içindir. «Benden başka bilen yoktur,» demiş gibi de olmayayım; başkalarından kastım, kitabım hakkında söz söylemiş olanlardır. Bunların içinde, üzerinde durulmaya değer, bir tek eleştri yazısı hatırlıyorum. O eleştiriyi yazan kişi, düşüncelerine gerçekten inandığım bir dostumdu. Topluma bağlı bir sanatın, bireyin ruhsal yaşamıyla ilgilenemeyeceğini söylüyordu. Ben bireyin ruhsal yaşamının, toplumdan büsbütün ayrı bir şey olduğunu ileri sürmemiştim ki. Yoksa o dostum mu işi böyle yorumluyor? Yapmaması gerek. Çünkü karşıt kuramların benim kadar uzlaştırıcı olmayan yandaşları bile, sırasında, kendi düşüncelerini karşı tarafın savlarıyla tamamlıyorlar. Sözgelimi hiçbir Freud'cü yoktur ki bilinçaltı'na itilen eğilimlerin oraya toplumlar tarafından itildiğini, dolayısıyla bilinçaltı dediğimiz dünyanın oluşmasında toplumun pek büyük bir payı olduğunu kabul etmesin. O zaman söylememişsem şimdi söyleyeyim; bilinçaltı'm bir varlık değil, bir düşüncenin açıklanması için ileri sürülmüş bir kavram diye kabul ediyorum. Hani birtakım insanların Tanrıyı kabul etmeleri gibi.
Bu konuyu derinleştirmek isterdim. Ama söyleyeceğim sözlerin bilgince olmasından korkuyorum. Şiir hakkında bilgince olmadan da söylenebilecek sözler var. Fakat Garip'i yazdığım zaman, daha çok,garipliğin nereden geldiğini düşünmüş, şiirin değerleri üzerinde o kadar durmamıştım. Gerçi o değerleri, o vakitler, pek de bilmiyordum ya. Ama bugün öyle değil.Şiir üzerinde hem deneyimim çok, hem bilgim. Bununla birlikte o deneyimleri, o bilgileri anlatmak bana,şu anda, o günkünden daha güç görünüyor. Daha doğrusu, anlatılmasından çok, anlaşılmasının güç olacağını sanıyorum. Hoş, böyle olmasa da, söyleyeceğim sözler neye yarayacak bilmem. Düşünce tarihi, bir düşünce madrabazlığı tarihinden başka bir şey değil. Bugüne gelinceye kadar bir sürü şeyler söylenmiş. Ama, gerçek olarak ne söylenmiş? Bir aralık, bir arkadaşım,«Sanat konularında, karşıtını kanıtlayamayacağım hiçbir sorun yoktur,» demişti. Karşıtı kanıtlanamayacak sorun yoktur demek, kanıtlanacak sorun yoktur demektir. Madem ki kanıtlanacak sorun yok; ne diye düşünüyor, ne diye konuşuyor, ne diye yazıyoruz? Sanattan sözetmek de, sanatla uğraşmak gibi, kaçınılmaz, onulmaz bir hastalık mı yoksa?
Orhan Veli (İstanbul, Nisan 1945)