Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilün
1. Dost bî-pervâ felek bî-rahm devran bî-sükûn
Derd çoh hem-derd yoh düşmen kavî tâli' zebûn
2. Sâye-i ümmîd zâ'il âfitâb-ı şevk germ
2. Sâye-i ümmîd zâ'il âfitâb-ı şevk germ
Rütbe-i idbâr âlî pâye-i tedbîr dûn
3. Akl dun-himmet sadâ-yı ta'ne yir yirden bülend
3. Akl dun-himmet sadâ-yı ta'ne yir yirden bülend
Baht kem-şefkat belâ-yı ışk gün günden füzûn
4. Men garib ü râh-ı mülk-i vasi pür teşviş ü mekr
4. Men garib ü râh-ı mülk-i vasi pür teşviş ü mekr
Men harif-i sâde-levh ü dehr pür nakş-ı füsun
5. Her sehî-kad cilvesi bir seyl-i tûfân-ı belâ
5. Her sehî-kad cilvesi bir seyl-i tûfân-ı belâ
Her hilâl-ebrû kaşı bir ser-hat-ı meşk-i cünûn
6. Yilde berg-i lâle tek temkîn-i dâniş bî-sebât
6. Yilde berg-i lâle tek temkîn-i dâniş bî-sebât
Suda aks-i serv tek te'sîr-i devlet vâj-gûn
7. Ser-had-i matlûb pür mihnet tarîk-i imtihan
7. Ser-had-i matlûb pür mihnet tarîk-i imtihan
Menzil-i maksûd pür âsîb râh-ı âzmûn
8. Şâhid-i maksad nevâ-yı çeng tek perde-nişîn
Sâgar-ı işret habâb-ı sâf-ı sahbâ tek nigûn
9. Tefrika hâsıl tarîk-i mülk-i cem'iyyet mahûf
9. Tefrika hâsıl tarîk-i mülk-i cem'iyyet mahûf
Âh bilmen n'eyleyem yok bir muvafık reh-nümûn
10. Çihre-i zerdin Fuzûlî'nün dutupdur eşk-i âl
10. Çihre-i zerdin Fuzûlî'nün dutupdur eşk-i âl
Gör ana ne rengler geçmiş sipihr-i nîl-gûn
Fuzuli
1. Dost alâkasız, felek merhametsiz, devirde sükûnet yok, karışık. Dert çok, dert ortağı yok, düşman güçlü, talih güçsüz.
2. Umut gölgesi yok olmuş, arzu güneşi yakıcı, düşkünlüğün meretebesi yüksek, tedbirin mevkii alçak.
Gölge insanı sıcaktan koruduğu için mecazi olarak yardım anlamına gelir. Beyitte bu anlam da vardır. Güneş ile gölge rütbe ve paye kelimelerinde tenasüp sanatı, âlî (yüksek) ile dûn (alçak) kelimesinde tezat sanatı yapılmıştır.
3. Akü yardımcı değil, her yerden kınama sesi yükselmekte. Talih şefkatsiz, aşk belası gün geçtikçe artmakta.
Dûn (alçak), bülend (yüksek) ve kem (az), füzûn (ziyade, fazla) kelimeleriyle tezatlar yapılmıştır. Dûn-himmet (alçak himmetti), kem-şefkat (az şefkatli) Farsça birleşik sıfatlardır.
4. Gurbette garibim. Kavuşma ülkesinin yolu hile ve karışıklıkla dolu. Ben içi temiz bir insanım. Dünya ise gönlü çeken nakışlarla dolu.
5. Her düzgün boylunun cilvesi bir belâ tufanının selidir. Her hilâl kaşlı (güzelin) kaşı delilik öğreten sayfanın baş yazısıdır.
Meşk yazı, resim, musiki vb. öğrenirken yapılan alıştırma (yabancı dilde i Exercise). Delilik alıştırmasında yani deliliğin başlangıcında ilk yazılan yazı sevgilinin hilâl gibi kaşı oluyor. Âşık aşk deliliğini ilk önce sevgilinin hilâl kaşını çizerek öğreniyor.
6. Bilginin sağlamlığı rüzgârda uçan lâle yaprağı gibi hafif. Devletin, saadetin tesiri suda servinin gölgesi gibi ters, baş aşağı.
7. İstek sınırına ulaşmak için mihnetle dolu her imtihan yolundan geçmek gerek. Maksat yerine varmak için tehlikelerle dolu bir yolu denemek lazım.
8. Maksat güzeli, çengin sesi gibi perde arkasında oturmakta (görünmemekte). İşret kadehi saf içki üzerindeki kabarcık gibi baş aşağı dönmüş (yani kadehin içi boş).
Çengin nağmesinin perde arkasında bulunması her perdesinde nağmenin gizili olmasıdır. Çeng, neva (aheng), perde kelimelerinde iham-ı tenasüp var.
9. Ortaklıkta bozgunculuk var. Huzur ülkesinin yolu korkunç. Ah ne yapayım bilmem? Bana yardım edecek uygun bir yol gösterici yok.
10. Fuzûlî'nin sarı yüzünü al (kanlı) gözyaşı kaplamış. Bak gör, mavi renkli felek ona ine hileler yapmış, ne oyunlar oynamış.
Renk kelimesi tevriyelidir. Hile, oyun anlamıyla da kullanılmış-olup zerd (san), al, renk, nil-gûn (nü renkli, mavi) kelimeleriyle iham-ı tenasüp sanatı yapılmıştır.
2. Umut gölgesi yok olmuş, arzu güneşi yakıcı, düşkünlüğün meretebesi yüksek, tedbirin mevkii alçak.
Gölge insanı sıcaktan koruduğu için mecazi olarak yardım anlamına gelir. Beyitte bu anlam da vardır. Güneş ile gölge rütbe ve paye kelimelerinde tenasüp sanatı, âlî (yüksek) ile dûn (alçak) kelimesinde tezat sanatı yapılmıştır.
3. Akü yardımcı değil, her yerden kınama sesi yükselmekte. Talih şefkatsiz, aşk belası gün geçtikçe artmakta.
Dûn (alçak), bülend (yüksek) ve kem (az), füzûn (ziyade, fazla) kelimeleriyle tezatlar yapılmıştır. Dûn-himmet (alçak himmetti), kem-şefkat (az şefkatli) Farsça birleşik sıfatlardır.
4. Gurbette garibim. Kavuşma ülkesinin yolu hile ve karışıklıkla dolu. Ben içi temiz bir insanım. Dünya ise gönlü çeken nakışlarla dolu.
5. Her düzgün boylunun cilvesi bir belâ tufanının selidir. Her hilâl kaşlı (güzelin) kaşı delilik öğreten sayfanın baş yazısıdır.
Meşk yazı, resim, musiki vb. öğrenirken yapılan alıştırma (yabancı dilde i Exercise). Delilik alıştırmasında yani deliliğin başlangıcında ilk yazılan yazı sevgilinin hilâl gibi kaşı oluyor. Âşık aşk deliliğini ilk önce sevgilinin hilâl kaşını çizerek öğreniyor.
6. Bilginin sağlamlığı rüzgârda uçan lâle yaprağı gibi hafif. Devletin, saadetin tesiri suda servinin gölgesi gibi ters, baş aşağı.
7. İstek sınırına ulaşmak için mihnetle dolu her imtihan yolundan geçmek gerek. Maksat yerine varmak için tehlikelerle dolu bir yolu denemek lazım.
8. Maksat güzeli, çengin sesi gibi perde arkasında oturmakta (görünmemekte). İşret kadehi saf içki üzerindeki kabarcık gibi baş aşağı dönmüş (yani kadehin içi boş).
Çengin nağmesinin perde arkasında bulunması her perdesinde nağmenin gizili olmasıdır. Çeng, neva (aheng), perde kelimelerinde iham-ı tenasüp var.
9. Ortaklıkta bozgunculuk var. Huzur ülkesinin yolu korkunç. Ah ne yapayım bilmem? Bana yardım edecek uygun bir yol gösterici yok.
10. Fuzûlî'nin sarı yüzünü al (kanlı) gözyaşı kaplamış. Bak gör, mavi renkli felek ona ine hileler yapmış, ne oyunlar oynamış.
Renk kelimesi tevriyelidir. Hile, oyun anlamıyla da kullanılmış-olup zerd (san), al, renk, nil-gûn (nü renkli, mavi) kelimeleriyle iham-ı tenasüp sanatı yapılmıştır.