Uzun süredir, Seul'un orta yerinde
Seslerin en garibini duymakta insanlar.
Kimileri çınar yaprakları gibi titreyip
Soğuk terler döküyor bu sesi duyduklarında ...
Garip bir iş bu; daha da garibi,
paralı herifler bunlar, hani o gerçek
para-babalarından.
Güm.
- İşte, o ses.
Güm.
Gözyaşartıcı bir bomba mı atılan?
Yok.
Güm.
Savaş mı başladı? Atom bombası mı
gene patlayan? Hirohito'nun osuruğu mu? Nixon'un aksırığı mı?
Yok.
Güm.
Tören kıtası kodamanları mı selamlıyor atışlarla
T'ien-An-Men Meydanında?
Değil mi? Ne öyleyse?
Güm.
İşte gene, duydunuz mu?
Güm.
Bilen var mı içinizde, nereden doğduğunu bu Güm sesinin?
Gümgüm, Güm.
Kulak verin ey insanlar, dinlemeye hazırlanın
bir sesin öyküsünü.
Rusya'da değil, Çin'de, Japonya'da,
Amerika'da da değil, burda, Kore'de,
Seul'un doğu kesiminde,
tozun dumana karıştığı Ç'ongiangni'de,
ötesinde kömür karası suların aktığı
o Çongnang Deresi'nin.
İki kıyısı boyunca sıkış tepiş,
her yanına kayık evler tünemiş, öbek öbek,
takırdayarak, sallanarak bir o yana, bir bu yana
yanlarından eserek geçen en hafif rüzgarda.
Arkalarda bir yerde, en karanlık köşesinde
en yıkık dökük kayık evin
Ando oturuyordu, köyden inip gelmişti buraya
yenmek için kör talihini
Eşek gibi çalışıyordu Ando,
Ama bir farecik gibi ürkekti, temizdi
bir kuzu gibi - kimseye zararı olmayan
dürüst yaşamak için yasalara gerek duymayan insanlardan
Ama feleğin garip bir cilvesi,
önceki yaşamdan artakalan o iğrenç miras
kurutuveriyordu
neye atsa elini.
Dan, Dan, Dan.
"Yok, yapamazsınız!"
Çatçut.
"Şeyim gitti! Yapmayın!"
Çatçut, çatçut.
"Taşaklarını gitti! Durun! Yapamazsınız! Yapmayın!"
Çatııır, Çutur.
"Boynum, boynum! Nerde ... ?"
Katır-Kutur!
"Ah olamaz! Bacaklarım da gitti bir vuruşta!"
Sonra kollar bağlandı arkadan;
deriden bir ceket;
bağırmayı engelleyen araç iyice tıkıldı içeri...
İşte böylece, acımasızca attılar zavallı Ando'yu yosunlu,
karanlık ve havasız hücreye.
Şangır-Şungur! Kilitlerin sesi yankılandı
yankılandı durdu hapishanenin dehlizlerinde ...
Yok!
Olamaz bu! Olamaz!
Nasıl olabilir?
Nasıl?
Aç bilaç, paçavralar içinde, ölesiye çalıştım;
İtilip kakıldım, bir tek laf etmedim.
Dinlenecek, uyuyacak, şöyle uzanacak zaman bulamadım.
Öyleyse neden oldu bütün bunlar?
Nasıl korkunç bir suç
işledim de yedim bu dayanılmaz cezayı?
Ey yükseklerden uçan kazlar!
Siz bilirsiniz benim içimi.
Söyleyin hadi bana: akdarı saplarının
gölgelerinin uzadığı yerde
yakıcı günışığında
yeni yapılan yolun orda,
hala duruyor mu anam öyle,
yolumu gözleyerek?
İçin için ağlayarak,
süresini çoktan doldurmuş
giysileri içinde, bakışları
uzanıyor mu zaman zaman
Seul'e doğru?
Sevgili anacığım, döneceğim yurduma;
döneceğim, ölsem bile.
Cesedimi lime lime ayırsalar
bin parçaya, on bin parçaya
gene döneceğim.
Bu duvarın içinden,
öbürünün üstünden,
gerekirse bir ruh gibi
geçeceğim, aşacağım
bu kırmızı tuğla duvarları.
Döneceğim, anacığım;
ölsem bile, döneceğim, inan.
Ando ağlayarak söylemek isterdi bu türküyü,
ama ne gözyaşları kalmıştı artık ne de sesi.
Gözyaşı dökmeden, sessizce, içinden
yüreğinden söyledi her gece, kıpkırmızı, kan rengi türküsünü
Hayır! Hayır! HAYIR!
At kendini, öyleyse,
yuvarlan yerde, hadi,
vurarak bedenini
Güm.
duvarlara attı kendini:
Güm,
Gene, sonra gene bir daha
Güm, Güm.
Uykuları kaçıyordu kimilerinin duyunca
yükselen bu sesi,
paralı insanlardı bunlar, hani geçip giderken
rüzgarlarıyla insanı sarsan. Kesin buyruk gönderdiler
idam edilmesi için adamın, ama gene
Güm
Garip bir iş bu, nasıl da deliye çeviriyor bu ses
kimi insanları.
Güm Güm:
Güm.
Şimdi bile duyabilirsiniz bu sesi, hiç durmadan,
gece gündüz.
Kimileri var, bir hayaletin işidir diyor buna;
Kimileri de size Ando yapıyor diyecektir, bir yerlerde
hala yaşamakta olan;
ve hiç durmadan kendini duvarlara çarpan.
Gizlice yayıyor insanlar söylentiyi, kulaktan kulağa,
Gözlerinde garip ışıklar çakmaklanarak.
Seslerin en garibini duymakta insanlar.
Kimileri çınar yaprakları gibi titreyip
Soğuk terler döküyor bu sesi duyduklarında ...
Garip bir iş bu; daha da garibi,
paralı herifler bunlar, hani o gerçek
para-babalarından.
Güm.
- İşte, o ses.
Güm.
Gözyaşartıcı bir bomba mı atılan?
Yok.
Güm.
Savaş mı başladı? Atom bombası mı
gene patlayan? Hirohito'nun osuruğu mu? Nixon'un aksırığı mı?
Yok.
Güm.
Tören kıtası kodamanları mı selamlıyor atışlarla
T'ien-An-Men Meydanında?
Değil mi? Ne öyleyse?
Güm.
İşte gene, duydunuz mu?
Güm.
Bilen var mı içinizde, nereden doğduğunu bu Güm sesinin?
Gümgüm, Güm.
Kulak verin ey insanlar, dinlemeye hazırlanın
bir sesin öyküsünü.
Rusya'da değil, Çin'de, Japonya'da,
Amerika'da da değil, burda, Kore'de,
Seul'un doğu kesiminde,
tozun dumana karıştığı Ç'ongiangni'de,
ötesinde kömür karası suların aktığı
o Çongnang Deresi'nin.
İki kıyısı boyunca sıkış tepiş,
her yanına kayık evler tünemiş, öbek öbek,
takırdayarak, sallanarak bir o yana, bir bu yana
yanlarından eserek geçen en hafif rüzgarda.
Arkalarda bir yerde, en karanlık köşesinde
en yıkık dökük kayık evin
Ando oturuyordu, köyden inip gelmişti buraya
yenmek için kör talihini
Eşek gibi çalışıyordu Ando,
Ama bir farecik gibi ürkekti, temizdi
bir kuzu gibi - kimseye zararı olmayan
dürüst yaşamak için yasalara gerek duymayan insanlardan
Ama feleğin garip bir cilvesi,
önceki yaşamdan artakalan o iğrenç miras
kurutuveriyordu
neye atsa elini.
Dan, Dan, Dan.
"Yok, yapamazsınız!"
Çatçut.
"Şeyim gitti! Yapmayın!"
Çatçut, çatçut.
"Taşaklarını gitti! Durun! Yapamazsınız! Yapmayın!"
Çatııır, Çutur.
"Boynum, boynum! Nerde ... ?"
Katır-Kutur!
"Ah olamaz! Bacaklarım da gitti bir vuruşta!"
Sonra kollar bağlandı arkadan;
deriden bir ceket;
bağırmayı engelleyen araç iyice tıkıldı içeri...
İşte böylece, acımasızca attılar zavallı Ando'yu yosunlu,
karanlık ve havasız hücreye.
Şangır-Şungur! Kilitlerin sesi yankılandı
yankılandı durdu hapishanenin dehlizlerinde ...
Yok!
Olamaz bu! Olamaz!
Nasıl olabilir?
Nasıl?
Aç bilaç, paçavralar içinde, ölesiye çalıştım;
İtilip kakıldım, bir tek laf etmedim.
Dinlenecek, uyuyacak, şöyle uzanacak zaman bulamadım.
Öyleyse neden oldu bütün bunlar?
Nasıl korkunç bir suç
işledim de yedim bu dayanılmaz cezayı?
Ey yükseklerden uçan kazlar!
Siz bilirsiniz benim içimi.
Söyleyin hadi bana: akdarı saplarının
gölgelerinin uzadığı yerde
yakıcı günışığında
yeni yapılan yolun orda,
hala duruyor mu anam öyle,
yolumu gözleyerek?
İçin için ağlayarak,
süresini çoktan doldurmuş
giysileri içinde, bakışları
uzanıyor mu zaman zaman
Seul'e doğru?
Sevgili anacığım, döneceğim yurduma;
döneceğim, ölsem bile.
Cesedimi lime lime ayırsalar
bin parçaya, on bin parçaya
gene döneceğim.
Bu duvarın içinden,
öbürünün üstünden,
gerekirse bir ruh gibi
geçeceğim, aşacağım
bu kırmızı tuğla duvarları.
Döneceğim, anacığım;
ölsem bile, döneceğim, inan.
Ando ağlayarak söylemek isterdi bu türküyü,
ama ne gözyaşları kalmıştı artık ne de sesi.
Gözyaşı dökmeden, sessizce, içinden
yüreğinden söyledi her gece, kıpkırmızı, kan rengi türküsünü
Hayır! Hayır! HAYIR!
At kendini, öyleyse,
yuvarlan yerde, hadi,
vurarak bedenini
Güm.
duvarlara attı kendini:
Güm,
Gene, sonra gene bir daha
Güm, Güm.
Uykuları kaçıyordu kimilerinin duyunca
yükselen bu sesi,
paralı insanlardı bunlar, hani geçip giderken
rüzgarlarıyla insanı sarsan. Kesin buyruk gönderdiler
idam edilmesi için adamın, ama gene
Güm
Garip bir iş bu, nasıl da deliye çeviriyor bu ses
kimi insanları.
Güm Güm:
Güm.
Şimdi bile duyabilirsiniz bu sesi, hiç durmadan,
gece gündüz.
Kimileri var, bir hayaletin işidir diyor buna;
Kimileri de size Ando yapıyor diyecektir, bir yerlerde
hala yaşamakta olan;
ve hiç durmadan kendini duvarlara çarpan.
Gizlice yayıyor insanlar söylentiyi, kulaktan kulağa,
Gözlerinde garip ışıklar çakmaklanarak.
Kim Çi Ha
Çeviren: Yurdanur Salman