Şiir, Sadece: Los libertadores
Los libertadores etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Los libertadores etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Kasım 2014 Cumartesi

Anayurdun Savaşı

Araukanya boğdu gülün
şarkısını vazoda, kesti
ipleri yirmibeş yıl önce evlenmiş
gelinin örgü sandalyesinden,
şanlı Machi indi merdivenlerinden,
ve dallanan ırmaklarda, balçıkta,
savaşçı Anddağı ladinlerinin
dimdik taçlarında
doğdu gömülmüş çanların
ölüm kampanası. Savaşın anası
sıçradı tepenin yumuşak taşı üzerinde,
balıkçı ailesini aldı kendiyle,
ve yeni evli çiftçi öptü taşı
onlar yaraya doğru seğirtmeden önce.
Araukanya reisinin orman-yüzü ardında
ayağa kaldırdı savunmasını Araukanya:
gözler ve mızraktı, sessizlik ve tehditten
dillerden bir kalabalık,
yokedilemez beller, gururlu
kara eller, birleşen yumruklar.

Araukanya reisinin ardında durdu dağ,
ve dağda sayısız Arauco.

Arauco sarhoştu göçmen sulardan.

Arauco kasvetli sessizlikti.

Topladı azar azar elçi
Arauco'nun damlalarını kesik eliyle.

Arauco savaşın dalgası oldu.
Arauco gecenin yakacağı oldu.
Her şey kaynadı majestik reisin ardında,
ve saldırdığında bir tek karanlık göründü,
ormanlar, kum ve toprak,
uyumlu ateş ve organlar,
fosfor ışıltılı görünümüyle pumalar.


Pablo Neruda
Los libertadores
Canto General

13 Kasım 2014 Perşembe

Araukanya Reisi Caupolican

Rauli-ağacının saklı kökünde
büyüdü Caupolican, başsız heykel ve fırtına,
ve halkını sürdüğünde
kâşif silâhlarına doğru,
çekip gitti ağaç,
çekip gitti anayurdun katı ağacı.
Bu yeşil sis arasında
gördü yaprakların kımıldadığını kâşifler,
güçlü dallar ve giyiti
sayısız yaprağın ve tehditin,
gördüler bu topraksı aşiretin halk'a dönüştüğünü,
gördüler köklerin toprağı terk edişini.

Biliyorlardı zamanın vurduğunu
hayatın ve ölümün saatinde.

Onunla birlikte geldi yeni ağaçlar.

Bütün soyu kızıl dalların,
yabanıl bütün acıların örgüleri,
ağaçtaki nefretin bütün budakları.
Caupolican sarmaşıktan maskesini düşsün diye bırakır
yolunu şaşırmış kâşiflerin gözleri önünde:
yok burada hiç boyalı kral tüyü,
yok burada hiç kokulu bitki taçları,
yok burada hiç parıltılı kolyeleriyle papazlar,
burada ne eldivenler
ne de altınla kaplanmış prensler var:
bu ormanın yüzüdür,
paramparça edilmiş akasyalardan bir maske,
yağmurla saklanmış bir beden,
sarmaşık bitkileri üzerinde büyümüş bir kafa.

Bakış Caupolican'ın,
dağla kaplı evrenin batan bakışı,
dünyanın amansız gözleri,
ve titan'ın yanakları asılan duvarlarıdır
şimşeğin ve kök'ün.


Pablo Neruda
Los libertadores
Canto General

6 Kasım 2014 Perşembe

Bernardo O'Higgins Riquelme

O'Higgins, seni övebilmek için
loş ışıkla aydınlatılmalı salon.
Güney'in sonbaharındaki yarım ışığıyla
kavakların sonsuzca titreyişi arasında.
Sen Şili'sin, yarı patrik yarı çiftçi,
sen taşradan bir kepeneksin, adını henüz
bilmeyen bir çocuksun sen,
inatçı ve utangaç bir okul çocuğusun,
hüzünlü bir taşra delikanlısısın sen.
Santiago'da yabancı hissedersin kendini,
süzüp dururlar sana çok bol gelen siyah elbiseni
ve bağladıklarında etrafına hamayılı,
bize bağışladığın memleketin bayrağıydı
bağrına vuran sabah çimeninin kokusu,
kırsal bir heykelin bağrına.

Delikanlı, senin öğretmenin Kış
alıştırdı seni yağmura,
ve Londra'da, sokakların üniversitesinde
aldın sisin ve yoksulluğun doktor ünvanını,
ve seçkin bir dilenci, özgürlüğümüzün
perişan alazı,
verdi sana bilge kartalın öğüdünü
ve Tarih'e doğru ilerletti seni.

"Adınız ne sizin", güldü
Santiago'lu "yüce efendiler",
sen bir kış-gecesi sevgisinin ürünüsün,
babasız olarak doğmuş olmanın kaderi
kardı senin köylü harcını.
Güney'de evlerde ve kerestede
işlenmiş bir her şeyi belirleyen değerle,
Herşeyi değiştirir zaman, senin yüzünden başka.

O'Higgins, sen değişmez bir saatsın
tek bir zamanı gösterir senin parıltılı plakan:
Şili'nin zamanısın sen, geriye kalan
en son dakikasın sen savaşan
onurun ateşkızılı zaman çizelgesisin sen.

İşte böyle de kalacaksın, gül ibrişimden
mobilyalar ve Santiago'nun kızları arasında,
ölüm ve barutla çevrili Rancagua'daki gibi.

Sen, babası olmayıp ta bir anayurdu
olanın basılı resmisin,
sevgilisi olmayanın, ama
portakal çiçekli bu toprak
topçuluk gibi fethetti seni.

Peru'da mektup yazdığını görüyorum.
Böyle bir sürgün görülmedi, böyle bir gurbet.
Bütün bir ülke sürüldü toprağından.

Şenlik ateşi gibi tutuşurdu Şili
sen orda olmasaydın eğer. Yabanıl bir israf içindeyken
değiştirdiler zenginlerin dansına
senin Aztekli disiplinini,
ve anayurt kazanıldı kanın arasında,
sen olmasaydın halkın dışarda bırakıldığı
bir balo gibi yönetilirdi memleket.

Terle, kan ve Rancagua tozuyla örtünmüş olarak
katılamazdın elbet eğlenceye.
Yakışık almazdı
başkentin seçkin ağaları için.
Seninle birlikte gelmiş olurdu köy yolları,
ter ve at kokuları
ve anayurdun ilkbaharındaki kokular.

Bu baloya katılamazdın sen.
Senin balon patlayışların bir kalesidir.
Vızıldayan dansın kavgadır.
Senin balonun bitişi titreten yenilgidir,
Mendoza'ya doğru yola
çıkan uğursuz gelecektir, kucağında anayurtla.

Güney'e doğru tepeden bak haritaya,
Şili'nin dar kuşağına doğru,
ve kar yağarken getir genç askerleri,
kumda getir düşünceli delikanlıları,
parlayan ve sönen siper kazıcılarını.

Kapa gözlerini, uyu ve düşle biraz,
tekrar tekrar yüreğine düşen
biricik düşün senin: Güney'deki
üç renk, yağan yağmur,
toprağın üstündeki kırsal güneş,
halkın silah atışları isyan sırasında
ve mutlaka gerekliyse
senden iki-üç sözcük.

Düşledin mi, bugün düşünün gerçekleşeceğini
En azından mezarında düşle bunu.
Daha fazlasını bilmeyeceksin, eskiden olduğunca
utkulu savaştan sonra,
dansediyor los senoritos'lar Saray'da
ve tıpkı eskisi gibi bakıyor aç suratları
caddenin karanlığından.

Ama senin kararlığını miras aldık biz,
senin inatçı, suskun yüreğin
senin bükülmez babacan onurun
ve eski süvarilerin göz kamaştıran
çığında, sağlıklıların arasında,
mavi ve altın-sarısı üniformalarda
aramızdasın sen bugün, bizden birisin,
halkın babası, her daim asker.


Pablo Neruda
Los libertadores
Canto General

3 Kasım 2014 Pazartesi

Birader Bartolome de Las Casas

Düşünür insan geceleri eve geldiğinde,
mısırın soğuk sisinde yorgun, eve gelince
sendikadan (yıpratan
kavga günden güne, saçaklardan damlayan
yağmur yüklü mevsim, inatçı
acının tok sesli yürek çırpması)
bu boyun eğdiricinin ve zincirin
maskelenmiş, kurnaz,
alçak geri-dönüşü,
ve dehşet yükseldiğinde
kilide dek girmek için seninle birlikte içeri,
eskice bir ışık seçilir, ılıkca ve sertçe
bir metal gibi, gömülmüş bir yıldız gibi,
Padre Bartolome, sağolasın bunun için,
bu amansız geceyarısının armağanı için,
sağol, çünkü hayatının ipi yenilmezdi:
Ölebilirdi bu, ayaklar altında çiğnenebilirdi,
acımasız çeneli köpekler tarafından yutulabilirdi,
kundaklanmış evden geriye kalabilirdi
kül olarak,
sayısız katilin buzsoğuğu kılıcına
rastlayabilirdi O
ya da nefret idare edebilirdi bir gülüşle
(bir sonraki haçlı askerinin ihaneti) ,
iftira özenle yerleştirilirdi pencereye.
Batabilirdi O, renksiz görünmez iplik,
yılmaz berraklık,
dönüşmüş eyleme, dövüşene,
çeliğin pike yaparak düşen çağlayanı.
Çok az insan seninki gibi bir hayat sunabilir,
çok az gölge ağaçtaki gölgen kadar tazelik verir,
dalgalanır onda kıtanın bütün gergin ateşleri birlikte,
bütün ezilmiş koşullar, parçalanmış yara,
yokedilmiş köyler, her şey işte yeniden doğar
gölgende senin, ölümün eşiğinde
umudu kurarsın sen.
Padre, ne büyük mutluluk insan ve soyu için
bu çiftliğe gelmiş olman,
suçun siyah tohumunu çiğnemen,
her gün boşaltman öfkenin tasını.
Kim kırdı gönlünü, ey çıplak ölümlü,
hiddetin dişleri arasında?
Nasıl tanınır acaba başka gözler,
başka metalden, doğduğunda sen?
Nasıl karıştırılır mayalar
insanın gizli ununa
yoğurmak için senin kararlı başağını
dünyanın ekmeğine?

Gerçekte kana susamış hayaletler arasındaydın,
sen ev arayışının borasında
şefkatin sonsuzluğuydun.
Kavgadan kavgaya dönüşür
umudun gerekli aletlere:
yalnız kavga dal oldu,
yararsız ağlayış partiyle toparlandı.

Yararı yoktu merhametin. Bıraktığında
direklerinin görmesini, seni koruyan geminin,
kutsayan elinin, papaz cübbenin,
ipe dizdi gözyaşlarını düşman ayaklar altında
ve havaya uçurdu zambağın rengini.
Yararı yoktu merhametin, yüksek ve boş
terkedilmiş bir katedral gibi.
Senin yılmaz kararlılığındı bu,
canlı direniş, silahtaki yürek.

Sağduyu senin en büyük gerecindi.

Örgütlenmiş çiçek senin yapın.

Oradan kâşifler
(kendi tepelerinde) baktılardı sana,
kavga kılıçlarına yaslanmış,
kaya gölgeleri gibi, karartırken onlar
başlangıcının arazilerini alaylı tükürükleriyle
ve bağırdılar: "Yabancılardan
para alıyor O,"
"Anayurdu falan yoktur O'nun," "Hâinin biridir O,"
ama senin vaazın
gelip geçici bir dakika değil,
uçucu kural değil, yoldan geçen birinin adımları değil.
Ağacın savaşan bir ormandı senin,
demirdi en derindeki kökte, çiçeklenen toprakta
saklamıştı her bir ışık için,
evet, hatta daha çok, daha da derine gitti bu:
zamanın birliğinde, hayatın akışında
uzatılmış elin
burçlar kuşağındaki bir yıldızdı, halkın işaretiydi.
Padre, bugün benimle birlikte gir bu evden içeri.
Mektupları göstereceğim sana, halkımın ıstıraplarını,
takip edilmiş insanların ıstıraplarını.
Eski acıları göstereceğim sana.
Ve tökezlememem için, tam tersine, ayağa kalkmam için
dünyada ve sürdürmek için kavgayı,
bırak yüreğimde huzursuz rüzgârı
ve şefkatinin merhametsiz ekmeğini.


Pablo Neruda
Los libertadores
Canto General

28 Ekim 2014 Salı

Brezilya'lı Prestes

Majestik Brezilya, hangi sevdayı
beslemedim ki sana karşı
oturmak için kucağında senin,
sarıp sarmalamak için kendimi muhteşem yaprağınla,
o bitkisel gelişmende, zümrütlerin
yaşayan çöplüğünde: gözetlemek seni,
Brezilya, senden doğan
papazsı ırmaklardan,
dans etmek teraslarda ırmak-ayının
ışığında ve yaymak kendimi
senin ıssız bölgelerinde
ve beyaz metalik
kuşlarla çevrilmiş büyük hayvanların
çamurdan doğuşunu görmek.

Kaç tane körfez armağan etmeyecektin ki bana.
Ey, yeniden girmek içeri mısır holünden,
varoşlara gitmek, yabancı göreneklerinin
duyumsamak kokusunu, inmek aşağı
senin dolaşımının merkezine,
ta cömert yüreğine senin.

Ne ki yapamam.

Bir keresinde Bahia'da acının varoşunda
verdi kadınlar bana,
o eski köle-pazarında
(ki bugün aynı toprakta yaşıyor eskisi gibi
yeni kölelik, açlık,
paçavralar, acının koşulları) ,
bazı çiçekleri ve bir mektubu,
şefkatli bazı sözcükleri ve bir kaç çiçeği.

Ayıramam sesimi acı çeken her şeyden.
Biliyorum ne kadar görünmez gerçek
senin kıyıların, doğal sahiller
armağan etmeliydi bana:
Biliyorum bu gizli çiçek, bu başkaldırmış
sürüsü kelebeklerin,
bütün hayatların ve ormanların
bereketli mayası
bekliyor beni
sınırsız rutubet hakkındaki teorileriyle,
ne ki yapamam, yapamam
başka bir şey bir kez daha sessizliğinden
ayırmak halkın sesini,
yükseltmek onu yabanıl ormanın
en parıltılı tüyü gibi,
koymak onu yanıma ve sevmek onu
şarkı söyleyene kadar dudaklarımda.

Bu yüzden görüyorum Prestes'i özgürlüğün
yolunda, seninleymişcesine
Brezilya, kapalı sanılan kapılarda,
acıya tutuşturulmuş, açmak olanaksız.
Prestes'i görüyorum, sütunları yeniyor
açlığı, yolda yabanıl ormanı geçerek,
Bolivya'ya doğru, takibine uğramış
solgun gözlü zalimin.
Halkına geri döndüğünde ve dokunduğunda
kavganın çankulesine,
içeri tıkıyorlar O'nu, ve karısını
teslim ediyorlar Almanya'nın
kara cellatlarına.
(Şair, arıyorsun kitabında
eski Yunan acılarını,
dünyalar vuruldu zincire
geçmiş lânetlerle,
senin burulmuş gözkapakların aceleyle seğirtiyor
yeni bulunmuş acılara,
ve görmüyorsun kendi kapında
okyanusların halkın kara göğsünü
kırbaçladıklarını.)
Şehitliği sırasında doğar kızı.
Ne ki yok olur gider O
altında savaş baltasının, gazın içinde, Gestapo'nun
kaatil gölcüğü içinde
boğulmuş.
Ey, mahkumun
acıları! Ey, yaralı liderimizin
acılarından ayrılmış
öngörülemez acılar!
(Şair, okşa kitabınla
Promete'yi ve zincirlerini O'nun.
O eski masalın yok hiç
bütün bu sönmüş büyüklüğü,
bütün bu dehşet veren trajedisi.)

Onbir yıl tutuyorlar Prestes'i
arkasında demir parmaklıkların
ölümün sessizliğinde
cesaret edemeden öldürmeye O'nu.

Hiç bir haber ulaşmıyor halka.
Siliyor Prestes'in adını
zorbalık karanlık dünyasında.
Ve onbir yıl dilsiz kaldı adı.

Ama yaşadı adı bir ağaç gibi
halkının arasında,
onurlandırıldı ve beklenildi.

Özgürlük gelene dek
O'nu hapiste bulana dek
ve yeniden dışarıdaki ışığa yükselene dek,
sevgili, utkulu ve dostça,
kurtarılmış üzerine atılan
bütün o nefretten.

Anımsıyorum 1945 yılında
O'nunla Sao Paulo'da birlikte olduğumu.
(Zayıf ve sağlam bir yapısı vardı,
sarnıçtan alınmış
fildişi kadar solgun,
temiz havası kadar ince
yalnızlıkların,
büyüklük kadar ak-pak,
acıyla korunmuş.)
İlk kez konuştu
halkına, Pacaembe'da.
O büyük stadyum dolup taşıyordu
O'nu görmeyi ve O'na dokunmayı bekleyen
yüzlerce binlerce kırmızı yürekle.
Betimlenemez bir şarkı
ve şefkat dalgasıyla geldi,
yüzlerce binlerce mendil bir orman gibi
hoşgeldin diyordu sallanarak.
Ben konuşurken bakıyordu bana
derin gözleriyle.


Pablo Neruda
Los libertadores
Canto General
1949

20 Ekim 2014 Pazartesi

Cuauhtemoc

Genç birader, anımsanmaz zamanlarda
asla dinlenmedin sen, asla avutulmadın,
ey delikanlı, dolandın Meksika'nın
metalik karanlığında, elinden alıyorum
çıplak memleketinin armağanını.

Orada filizlenip büyüyor gülüşün senin
ışıkla altın arasındaki bir çizgi gibi.

Orada işte dudakların, ölümle kapatılmış,
en berrak sessizlik, gömülmüş.

Dalgalanan kaynak, dünyanın
bütün körfezlerinde batmış derine.

İşittin mi, işittin mi belki
suyun sesini, uzak Anahuac'tan,
ezilmiş ilkbaharın meltemini?
Belki sevda ağacının sesiydi bu.
Beyaz bir dalgaydı Acapulco'dan.

Ne ki kaçtı yüreğin geceleri
bir geyik gibi,
sınırlara doğru, umutsuzca,
acımasız heykellerin arasında,
ürküten ayın altında.

Bütün karanlık düzenledi karanlığı.
Dünya kasvetli bir mutfaktı,
taş ve demlik, kömür karası buhar,
isimsiz duvar, sana seslenen
dokunaklı bir hüzün memleketinin
gece karanlığı maden-filizinden.

Ama bayrağında yok tek bir karanlık.

Müjdeleyen zaman geldi işte,
ve halkının ortasında
ekmek ve kök, mızrak ve yıldızsın.
Kâşif durdurdu seferini.
Moctezuma sönüp gitmedi
çürümüş bir taç gibi,
şimşek ve zırhtır O,
quetzal-kuşunun tüyü, halkın çiçeği,
gemiler arasında ateşli zırh çalısıdır O.

Ne ki sarıldı gırtlağına, taştan yüzyıllarcasına
sert bir el. Mühürlemediler senin
gülüşünü, mahvetmediler
gizlenmiş mısır-tanesini,
ama sürüklediler seni,
ey tutsak utkunun kumandanı,
senin ülkenin yaygın genişlikleri boyunca,
çağlayan ve zincirler arasında,
kumullar ve dikenler üstünde,
sabit bir direk gibi,
işkence edilen tanık gibi,
ta ki bir ip fırlatılıncaya dek
arılığın sütununa
ve yükseltinceye kadar asılmış bedeni
musibetli toprağın üstüne.


Pablo Neruda
Los libertadores
Canto General

25 Haziran 2014 Çarşamba

El Socorro'lu Komüncüler

Manuela Beltran'dı bu kadın
(yıktığında zalimin yasalarını
ve bağırdığında: "Zorbalara ölüm!" diye.)
sanki yeni mısır tohumları serpti
toprağımızın üstüne.
Nueva Granada'da oldu bu, El Socorro
kentinde. Komüncüler
sarstığında Genel Valiliği
uyarıcı bir güneş tutulmasıyla.
Birleştiler tekellere karşı,
kokuşan ayrıcalığa karşı,
ve havaya kaldırdılar
yasal haklar hakkındaki bir el kitabını.
Birleştiler taş ve silahla,
milis ve kadınlar, halk,
düzen ve öfke yollara düştü
Bogota'ya ve varsıl ailelere karşı.

O zaman Başpiskopos göründü.
"Bütün haklarınızı alacaksınız,
Tanrı adına size söz veriyorum."

İtişip kakıştı halk meydanda.

Ve Başpiskopos okudu
uzun bir duayı ve and içti.
Adil bir barıştı O.

"Silahlarınızı bırakıp evinize
gidin" diye hükmetti.

Komüncüler bıraktılar
silahlarını. Bogota'da
övüldü Başpiskopos,
kutlandı ihaneti,
hain duasındaki yalancı şahitliği
ve ekmeği ve adaleti rededişi.

Liderleri vurdular teker teker,
dağıtıldı yeni kesilmiş kafaları
köyden köye
Papaz duaları
ve Genel Valilik'teki dans arasında.

İlk ağır mısır tohumusunuz sizler
serpiştirildiniz topraklara,
Bizimlesiniz kör heykeller gibi,
ve düşman gecede
olgunlaştırırsınız başakların başkaldırısını.


Pablo Neruda
Los libertadores
Canto General

23 Haziran 2014 Pazartesi

Emiliano Zapata'ya Tata Nacho'nun Müziği ile

Acılar ulaştığında
yeryüzüne ve avutulmaz dikençalısı
çiftçiye kalan miras iken
ve, eskisi gibi, açgözlü
merasimsi sakallar ve kırbaçlar,
ki, çiçek ve ateş, açılırken dörtnala...

Borrachita, gidiyorum gurbete
başkente

buharlaşan şafakta
titredi sarp toprak bıçaklarla,
taneleri yolunmuş bir mısır koçanı gibi
düştü yol işçisi acının yatağından
başdöndürücü yalnızlığa.

rica etmek için
beni çağırmaya izin veren işverene

O zaman Zapata toprak ve şafaktı.
Bütün ufuklar boyunca görünürdü
silahlanmış tohum sürüleri O'nun.
Suyun ve sınırın yanında bir hücumda
Coahuila'lı demir katılığındaki kaynak,
Sonora'lı yıldız giyitli taş:
hepsi izledi cesur yolculuğunu O'nun,
O'nun köylü fırtınasını atnallarından yapılma.

ve terkediyor O öküz-çiftliğini
ne ki yakında döner geri

Yeter ki dağıt ekmeği, toprağı:

İzlerim seni.
Bırakırım cennetsi gözkapaklarımı.
Ben, Zapata, gidiyorum çiy ile
sabahın atlılarına,
gülkızılı duvarlı evlere doğru
bir kurşun-atımında nopales armağanlarında.

...ipek kurdela saçına
Pancho'n için ağlama...

Uyuyor ay atların semerlerinde.
Zapata'nın askerleriyle birlik dinleniyor
üst üste yığılmış, bölünmüş ölüm.
Ağır gecenin iskelesi altında
saklıyor uyku kaderini,
kasvetli, kuluçkadaki ketenini.
Topluyor ateş uykusuz havayı:
yağ, ter ve gecesel barutdumanını.

...Borrachita, gidiyorum uzaklara
unutmak için seni...

Memleket istiyoruz biz mazluma.
Bıçağın bölüyor ataların mirasını,
kurşun-atımları ve kavga-atları titretiyor
cezaları ve celladın sakalını.
Toprak bir tüfekle bölüşülür çünkü.
Bekleme, ey toz toprağa bulanmış çiftçi,
bütün döktüğün ter kusursuz ışığın üstünde
ve gökyüzü senin dizinde bölündü.
Ayağa kalk ve sür atı dörtnala Zapata'yla.

O'nu beraberimde götürmek istedim
ama bana hayır dedi O...

Meksika, nazlı tarım, sevgili
toprak bölüştürüldü adsız halk arasında:
mısır tarlalarının mızraklarında çıktı dışarı
güneşe, senin terli yüzbaşıların.
Güney'in karından geliyorum şarkılamaya seni.
Bırak dörtnal süreyim kaderinde senin
ve çekeyim barut dumanını enfiye gibi ve süreyim toprağı.

...Değil mi ki ağlayacak O her ne olursa olsun,
niye gelmeli öyleyse geriye? ..


Pablo Neruda
Los libertadores
Canto General

12 Mart 2014 Çarşamba

Guayaquil

San Martin girdiğinde içeri, kavranmaz bir elden
gecesel bir şeyler girdi salona,
deri ve gölge.
Bekledi Bolivar.
Biliyordu çünkü işlerin nasıl gideceğini.
Yükseklerde uçuyordu, tezdi, metalsiydi,
saf önseziydi, yaman bir göçtü,
temkinli bedeni titredi
ordaki odada, durdu
tarihin karanlığında.

Tarifsiz yükseklerden geldi,
yıldızların nurundan,
geceyi yararak geldi uzaklardan
ordusu için,
kendisini izleyen karın
göze görünmez kaptanı.
Işık titreşti, San Martin'in arkasındaki kapı
taşıdı geceyi,
gecenin ulumasını, bir deltanın
tembel vızıltısını.

Sözcükler, uzaklaşan ve onlara geri dönen
bir patika açtı.
Bu iki organ konuştu birbirleriyle,
öteye ittiler birbirlerini, saklandılar,
kulak asmadılar birbirlerine, kaçtılar birbirlerinden.

Güney'den boz-sayılardan bir çuvalla
gelmişti San Martin:
yorulmaz üniformaların
yalnızlığı, kumdaki kalesinde birleşen
toprağı döven atları.

O'nunla birlikte geldi Şili'nin kaba
katır-sürücüleri, hoyrat
ve demir katılığındaki ordu,
savaş hazırlığının yeri,
bozkırın toprağında yaşlandı
adlı bayraklar.

Ne söyledilerse, düştü bedenden bedene
sessizlikte, aralarındaki uçurumda.
Söz değildi bu, zıt dünyalardan gelen
bir başka anlaşılmaz metali döven
insan taşından gelen,
derin bir dalgaydı bu.
Sözler geri döndü kaynağına.
Herkes gördü gözleriyle
kendi buyruklarını.
Gözkamaştıran çiçeklerle ilk zaman
sefil geçmişli ikinci zaman,
ordunun adi paçavraları.

Bolivar'ın yanındaki bir beyaz el
bekledi O'nu, hoşça-kal dedi,
yalazlı izlerini dölledi,
gerdek-gecesinin çarşafını serdi.
San Martin ovasına bağlıydı.
Düşü bir dörtnalaydı,
tehlike ve kayıştan bir ağdı.
Özgürlüğü anlaşılmış bir bozkırdı.
Utkusu bir buğday düzeniydi.

Bolivar bir düş kurdu,
bilinmez bir boyut, kalıcı hızdan
bir ateş,
öyle vakumladı ki O'nu
esaretinde, zincirledi ateşi özüne.

Düştü sözler ve sessizlik.
Yeniden açıldı kapı, bir kez daha
bütün bu Amerika gecesi,
sayısız dudaklardan geniş bir dalga titredi bir an.

San Martin döndü bu geceden
geriye, yalnızlığa, buğdaya.
Bolivar tuttu yolunu, yapyalnız.


Pablo Neruda
Los libertadores'den
Canto General

7 Mart 2014 Cuma

Gün Gelecek

Kurtarıcılar, bu Amerika'nın
üzerindeki şafakta, sabahın
ıssızlaştırılmış karanlığında,
halklarımın sonsuz yaprağını
sunuyorum sana ve sevinci
kavganın her bir anından.

Mavi atlılar, düşmüş
zamanın uçurumuna,
yeni dikilmiş sancakları
ışıldayan askerler,
bugünün askerleri, komünistler,
metal dalgalarının
savaşan mirasçıları.
dinle buzullar arasından doğan
sevginin sade görev-ateşiyle
yükselen sesime:
aynı toprağız biz, aynı
halkız sürgündeki,
aynı kavgadır karışlayan
Amerika'mızın belini:
Gördünüz mü
biraderin karanlık mağarasını akşamın altında?
Hükmünü verdiniz mi
Umutsuz hayatının O'nun?
Halkın
çatlamış yüreği, terkedilmiş ve batmış dibe!

Kahramanın huzurunu almış biri
sakladı onu bir mahzende, biri çaldı
kanlı hasatzamanı yemişini
ve böldü coğrafyayı,
temelini attı düşmansı sınırların,
avutulmaz, kör gölgelerin bölgelerini.

Topla ülkelerden acıların
çılgın nabızatışlarını, yalnızlıkları,
sömürülmüş tarlaların buğdayını:
bayrakların altında bir şey filizleniyor:
O eski ses bizi çağırıyor yeniden.
Minerallerin köküne dek in dibe
ve ıssız yücelerine madenlerin,
insanın dünyadaki kavgasında bir parça ol
ışığa kararlı bu elleri hor gören
işkenceye rağmen.

Savaşan ölülerin size armağanı olan
bu günü bırakmayın. Her bir başak
yeryüzüne ekilmiş tohumdan fışkırır,
ve buğday gibi birleştirir sayısızca halk
köklerini, biriktirir başakları
ve yükselir evrenin berraklığına
bu zaptedilmez fırtınada.


Pablo Neruda
Los libertadores'den
Canto General

23 Ocak 2014 Perşembe

İnsanlar Belirir

Orada filizlendi Araukanya'lı reisler.
Bu kara rutubetten,
volkanların çanağındaki
bu mayalı yağmurdan
yükseldi majestik at-göğüsleri,
ışıklı söğüt bitkisi,
yabansı taşın dişleri,
gerekli direklerin ayakları,
suyun buz-soğuğu birliği.

Arauco soğuk bir dölyatağıydı,
yaralardan yaratılmış, hırpalanmış
gözden düşmelerce, döllenmiş
keskin dikenler arasında,
sonsuz kar'ın altında çirkinleşmiş,
korunmuş yılanlarla.

İşte böyle sürdü toprağı insan.

Yükseldi bir kale gibi.
Saldırılmış kandan doğdu.
Küçük kırmızı bir puma gibi
fırladı havaya sık tüyleri
ve sert taştan gözleri
parıldadı toprağın maddelerinden
amansız ışık hâlesi gibi,
av süresince tutuşturucu.


Pablo Neruda
"Los libertadores"den, "Canto General"

22 Ocak 2014 Çarşamba

İsyandaki Amerika

Toprağımız, engin toprağımız, yalnızlıklar,
imarlandı seslerle, kollarla, ağızlarla.
Sessiz bir hece yandı durdu,
topladı gizli gülü,
metaller ve tırıslarla örtülü
çayırlar titreyene dek.

Gerçek, bir saban kadar katıydı.

Çatlattı toprağı, yükseltti şehveti,
indirdi filizlenen propagandasını
ve doğdu gizli ilkbaharda.
Çiçeği suskundu, toplanmış ışığı
geri tepildi, kollektif
mayasına karşı savaşıldı, bayrakların
öpücüğü gizlendi,
ama galip geldi gerçek, yıktı bütün duvarları
ve yoketti yeryüzünün hapishanelerini.

Adsız halk çanağıydı O
işe yaramaz içkiyle yetindi O
denizin sınırlarına dek yayıldı
ve dövüldü yorulmaz havanlarda.
Kırbaçlanmış böğürlerde fırladı öne,
ve gelen ilkbaharda.
Dünün saati, akşam-yemeği saati,
yeniden doğmuş bugünün saati, beklenmiş saat
doğan ve ölmüş dakika arasındaki,
yalanın diken dolu tarihinde.

Anayurt, ağaç-yarıcılardan doğdun sen,
adsız oğullarından, marangozlardan,
kaçarken bir damla kan kaybeden
yabanıl bir kuşa benzeyenlerden,
ve bugün yeniden doğacaksın öfkede
hainin ve gardiyanın seni gömülmüş
sandıkları yerde.

Bugün tekrar doğacaksın halktan o zaman olduğu gibi.

Kömürden ve çiy'den yükseleceksin bugün.
Bugün gelip sarsacaksın kapıları
hırpalanmış ellerinle, hayatta kalabilen
ruhların kırıntılarıyla,
ölümün söndüremediği bakış demetiyle,
silahlanmış olarak karanlık araç gereçlerle
paçavralar altında.


Pablo Neruda
"Los libertadores"den, "Canto General"

21 Ocak 2014 Salı

Juarez'in Gecesi Boyunca Yolculuk

Juarez, eğer tersine çevirseydik
dünyanın en içteki katmanını, irinini
derinliğin, eğer cumhuriyetlerin derin
metaline değene değin kazsaydık,
bulurduk bu birliği: senin yapını,
senin vurdumduymaz iyiliğini, senin inatçı elini.

Senin sert nabzına bakanlar,
senin ölçülü inceliğine, sessizliğine senin,
Amerika toprağıyla biçimlenmiş yüzüne bakanlar
buralı değillerse eğer, doğmamışlarsa eğer
bu ovalarda, anlayamazlar ki.
Taşocağı bakışlarıyla konuşurlar senin hakkında.
Geçmek isterler seni bir ırmağı geçer gibi.
Uzatmak isterler ellerini uzatır gibi
bir ağacı, bir asmayı, yeryüzündeki karanlık bir yolu.

Ama bizim için ekmek ve taşsın sen,
fırın ve esmer aşiretin ürünüsün.
Yüzün bizim balçığımızdan doğdu.
Senin haşmetin benim karla örtülü memleketimdir,
gözlerin gömülmüş çömlekçilik zanaatı.

Başkaları atomu alacak ve elektrikli
parlaklığın, huzursuz alazın damlasını:
sen bizim kanlarımızdan yapılmış duvarsın,
senin aşılmaz dürüstlüğün
bizim sert coğrafyamızdan geliyor.

Havaya söyleyecek tek sözün yok,
çok uzaktan gelen altınsı rüzgâra,
bırak düşüncelerle dolu toprak, kireç,
mineral, maya konuşsun.

Queretaro'nun duvarlarını gördüm,
dokundum her bir kayasının yüksekliğine,
uzaklığına, yara-izine ve yanardağ-ağzına,
dikenli kollarıyla kaktüslerine:
kimse duraksamıyor orada, hayalet bile yok oldu,
kimse kalmadı orada, katılıkta uyuyanlardan:
orada yalnızca ışık var, çalı-ormanının
dikenleri ve temiz bir varoluş:
Juarez, senin adil gecenin huzuru,
kesin, sert ve yıldızla örtülü.


Pablo Neruda
"Los libertadores"den, "Canto General"

17 Ocak 2014 Cuma

Kazığa Oturtulmuş

Ne ki erişti işkence Caupolican'a da.

İşkence mızrağıyla delik deşik edilmiş olarak
girdi ağaçların o yavaş ölümüne.

Geri çekti yeşil saldırısını Arauco,
duydu gölgeler arasında ölüm ürperişini,
toprağa gömdü başını,
büzüldü acıları altında.
Ölümde uyudu Araukanya reisi.
Duyuluyordu kamptan
demirden bir gürültü, bir çelenk
yabancı kahkahaların kükreyişlerinden
ve gece yalnız dalgalandı
yas giyitindeki ormanlara.

Acı değildi bu, volkanın
esneyen barsaklarındaki ısırık yarası,
bu yalnızca ormanın uykusuydu,
yalnızca kan yitiren ağaçtı.

Anayurdumun içlerine
sızdı katil mızrağı
ve yaraladı kutsal toprağı.
Ateşli kan düştü
sessizlikten sessizliğe, aşağı
tohumun olduğu
ve ilkbaharın gelişini beklediği yere.

Daha da derine düştü kan.

Köklere dek düştü.

Ölülere dek düştü.

Yeniden doğacak olanlara dek düştü.


Pablo Neruda
"Los libertadores"den, "Canto General"

11 Ocak 2014 Cumartesi

Kurtarıcılar

Halkın ağacı, fırtınanın ağacı,
burada işte ağaç.
Onun kahramanları ateşliyor toprağı
özsuyunun yaprakları gibi,
ama rüzgâr bölüyor dalgalanan
bu yığının yapraklarını,
ekmeğin mısırtohumu
tekrar düşene dek toprağa.

Burada büyüyor ağaç, çıplak ölülerle
beslenmiş ağaç,
yaralı ve yağmalanmış ölüler,
yüzlerindeki korkunç ifadelerle ölüler,
bir mızrakla oturtulmuş kazığa,
ateşte çözülmüş,
baltayla koparılmış kafaları,
atların mahvettikleri,
kiliselerde çarmıha gerilenler.

Burada işte ağaç, kökleri
hayat dolu ağaç,
zorla aldı güherçile onu şehadetten,
kökleri kanla beslenirdi,
ve gözyaşları demledi onu toprakla:
yükseltti onları dalgalarıyla,
yaydı onları bütün mimarlığı boyunca.
Görünmez çiçek oldular,
bazen gömülmüş çiçek,
ve sıkça ışın saçtı yaprakları
gezegenler gibi.
Ve toplandı dallarda insanlar
pekiştirdiler çiçektaçlarını,
elden ele uzattılar onları
narlar ya da manolyalar gibi,
yarıncaya dek toprağın kabuğunu ansızın
ve büyüyünceye dek ta yıldızlara kadar.

Özgürlerin ağacı bu.
Toprak ağacı, bulut ağacı,
ekmek ağacı, söğüt ağacı,
yumruk ağacı, ateş ağacı.
Boğulur o bizim gece-karanlığımızla
devrin kızgın suyu,
ne ki beşiğini sallar aşiret onun gücünün
yüce çemberinin.

Bazen düşer dallar yeniden,
kırılmış öfkeden,
ve tehditkâr kül
örter hayli eski haşmetini onun:
böyle geldiydi başka zamanlardan,
böyle gittiydi ölüm savaşına,
gizli bir ele,
sayısız kollara,
halk sakladı arta kalanı,
gizlenmiş kımıldatılamaz aşiretler,
ve halkın dudakları koca, bölünmüş
ağacın yapraklarıydı,
her bir yana serpilmiş,
köklerine doğru yola çıkmış gezgin.
Bu ağaçtır, halkın ağacı,
bütün savaşanların,
özgürlük bilincinde olan halkın ağacı.

Haydi görelim seni onun tepesinde,
dokun onun gençleşmiş ışınlarına,
titreyen meyvesinin ışığını günden güne
yaydığı fabrikalarda
indir elini.
Yukarı kaldır ellerindeki bu toprağı,
bu parıltıdan payını al,
ekmeğini ve elmanı al,
yüreğini ve atını,
ve sınırda nöbet tut,
yaprağının sınırında.
Savun çiçek-taçlarının bitimini,
düşmansı gecelerden al payını,
şafağın devri için nöbet tut,
yıldıza bürünmüş tepeleri soluklan
ve savun ağacı, dünyanın tam ortasında
büyüyen ağacı.


Pablo Neruda
"Los libertadores'den", "Canto General"

6 Ocak 2014 Pazartesi

Lautaro

Kuvartzdan bir geçite dokunuyor kan.
Büyüyor taş damlanın düştüğü yerde.
Böylece doğuyor Lautaro topraktan.


Pablo Neruda
"Los libertadores"den, "Canto General"

5 Ocak 2014 Pazar

Lautaro Kâşifler Arasında

Evine girdi Valdivia'nın.
Işık gibi izledi O'nu.
Hançerlerle örtülü olarak uyudu.
Kendi kanının döküldüğünü gördü,
gözlerinin parçalandığını,
ve ahırlarda uyurken
arttırdı gücünü.
Ve acıları ezberlediği zaman
tek bir saç bile kımıldamadı kafasında:
daha da ötesine baktı rüzgârın erişebileceğinden
koparılmış soyuna doğru.

Açtı gözlerini Valdivia'nın ayakları dibinde.

Duydu bu vahşi açgözlü düşün
merhametsiz bir direk gibi büyüdüğünü
kasvetli gecede.
Tanıdı bu düşleri.
Kaldırabilirdi havaya uyuyan
kumandanın altın sakalını
ve kesebilirdi düşü gırtlağından,
ama öğrendi - gözetlerken hayaletleri -
doğru zamanlamanın gecesel yasasını.

Gündüzleri yürüdü, okşadı
memleketinin içlerine dalan
atların nemli tenlerini.
Anladı bu atları.
Yürüdü erişilmez tanrılarla.
Anladı onların zırhlarını.
Tanık oldu savaşlara
adım adım dalarken
ateşli Araukanya'nın içlerine doğru.


Pablo Neruda
"Los libertadores"den, "Canto General"

Lautaro Kentaur'a Karşı

Sonra saldırdı Lautaro, dalga dalga.
Dayakla yola getirdi Araukanya gölgelerini:
daldırdı öncelikle Kastilya'lı bıçağı
bu kızıl kitlenin göğsünün ortasına.
Bugün dayanışma oldu gerilla
bütün ormanın kanatları altında,
taştan taşa, bataklıktan bataklığa,
göz gezdirdi copihue-çiçeklerinden,
gözetledi öteyi kayaların altında.

Geri dönmek istiyordu Valdivia.

Çok geç.

Lautaro geldi şimşek giyitlerinde.

Öteye çekildi dehşete düşmüş Fâtih.
Yol açtı kendine güneysi akşamın
nemli çalısında.

Yaklaştı Lautaro
atların siyah dörtnalasında.

Bitkinlik ve ölüm sürükledi
Valdivia'nın taburunu bu sık yapraklara.

Daha yakına geldi Lautaro'nun mızrakları.

Ölüler ve yapraklar arasında yitti Pedro de Valdivia
bir yeryüzü deliğindeymişcesine.

Bu karanlığa daldı Lautaro.

Valdivia taşlı Extramadura'yı düşündü
altın yağı, mutfağı,
denizler ötesinde geri bırakılmış yasemini.

Tanıdı tekrar Lautaro'nun savaşçılığını.

Kuzuları, güvenli çiftlikleri,
beyaz duvarları, Extramadura akşamlarını.

Çöktü Lautaro'nun gecesi.

Kandan, geceden ve yağmurdan sarhoş
başladı kaptanları sersemleyerek geri çekilmeye.

Vızıldadı Lautaro'nun okları havada.

Düşüşten düşüşe geri çekildi
kanayarak kumandan küfürü.

Şimdi dolanıyordu Lautaro'nun bağrında.

Valdivia ışığın gelişini gördü, şafağı,
belki hayatı ve denizi.

Bu Lautoro'ydu.


Pablo Neruda
"Los libertadores"den, "Canto General"

4 Ocak 2014 Cumartesi

Lincoln Üzerindeki Rüzgâr

Esiyor rüzgâr Güney'den
üzerinde Lincoln'un mezarının ve sürüklüyor
sesleri ve kent ve ağaç elyaflarını beraberinde
hiç bir şey olmuyor O'nun mezarında harfler kımıldamıyor
mermer düzleşiyor yüzyılların geç gebeliğiyle
yaşlı efendi yaşamıyor artık
elyaflar karışıp kaynaşmış birbirine
zaman ve insan-tozlarıyla
amma da kusursuz hayat diyor rahat edememiş
Virginia'lı bir hanım bir okul şarkı söylüyor
her daim bir okul var şarkı söyleyen
ve başka şeyler düşünen
ama Güney rüzgârı toprak kokusu
ve yollar bekleyip duruyorlar gömütün yanında
berraklığı çağdaş bir gazete gibi
aptalsı kin ve şikâyetler o zamanki gibi
yayılmış utkulu düş dinleniyordu
altında kirli ayakların türkü söyleyerek
geçti gitti ve sürükledi onca yorgunluğu onca kanı
burada olduğu gibi yarına döner nefret geriye mermere
beyaz Güney'in nefreti uyuyan ihtiyara
kiliselerde zenciler Tanrı ile bir başına
diye düşünüyor insanlar alanlarda ve sokakta
dünyanın özel işaretleri var trenlerde
gökyüzünü suyu havayı bölüştüren
amma da kusursuz hayat diyor alıngan
genç kız ve Georgia'da öldüresiye dövüyorlar
her hafta zenci bir erkek çocuğunu
Paul Robeson türkü söylerken dünya gibi
denizin ve hayatın başlangıcı gibi
türkü söylerken
zalimliğe ve coca-cola reklamlarına karşı
dünyanın bir ucundan diğerine gözaltındaki kardeşlerimiz için
türkü söylerken yeni oğullar için
ki dinleyecek insan ve durduracak kırbacı
acımasız eli Lincoln'un yere devirmek istediği o eli
o el yeniden doğruluyor beyaz bir engerek yılanı gibi
esip gidiyor yel alıp götürüyor gömüte yel
söyleşileri yemin kalıntılarını bir şey
ağlıyor gibi mermer üzerinde yağmur çisentisi gibi
unutulmuş eski ve gömülmemiş acılardan
Klan öldürdü kaçmak isteyen bir yabanılı
astılar yakılırken bağıran zavallı zenciyi
diri diri kevgire döndürürken bedenini kurşunlarla
şapkalı Rotary-kulübü zenginlerinin önünde
hiç bir şeye yok inançları cellât onlar sadece
korkak kaatil varsıllığın çöptenekesi
cinayet kanıtlarıyla gidiyorlar evlerine
yıkamaya ellerini ve dua etmeye pazar günü
Senato'ya telefon ediyorlar ve anlatıyorlar kahramanlıklarını
İllionis'te öldürülenin yok bunlardan hiç bir haberi
değil mi ki bir dil konuşur günün rüzgârı
kölelik öfke zincirler hakkında
ve boyunca taşplaklarının arasında arama artık o adamı
O sadece öğütülmüş mısırtozudur artık utkunun
bir ölü zaferin ardından dünyayla aynı düzeye gelen utkunun
sadece gömleği değil paramparça yırtılan
sadece ölümün deliği değil bizi öldüren
zamanların sonsuzca tekrarlanan sonbaharı da
ki kemirir utku kazanmışı korkak şarkısıyla
ölür gider önceki günün yiğitliği yeniden dalgalanır
hainin hiddetli bayrakları
birileri şarkı söylüyor heykelin yanında bir okulun
kızkorosu bu yükselen acı dolu sesleri dokunmuyor
uçup giden toza ki uçup gider konmadan aşağıya
ulaşmadan uyuyan ağaçyarıcısına
onur belgelerinin altındaki ölü utkuya
gülerken alaycı serseri rüzgârı Güney'in.


Pablo Neruda
"Los libertadores"den, "Canto General"

14 Aralık 2013 Cumartesi

Manuel Rodriguez

Cueca
Senyora, diyorlar ki orda
Ana, tekrar tekrar diyorlar ki
Su ve rüzgar diyorlar ki
El Guerrillero'yu görmüşler 


-Hayat-

Bir piskopos olabilir,
belki ve belki de değil,
Sadece karın üstündeki rüzgâr da
olabilir:
kar'ın üzerinde, belki,
ah, ana, bakma o tarafa,
tırısa kalkmış
Manuel Rodriguez'in atları.
Gölü geçerek geliyor
El Guerrillero.

Cueca
-Tutku-
Melipilla'dan yola çıkıp
Talagante'den hızla akıp
San Fernando'yu geçerek
Pomaire'de ortaya çıkmış.
Rancagua'da sürerek atı,
San Rosendo'dan,
Cauquenes'den, Chena'dan,
Nacimiento'dan:
evet, Nacimiento'dan,
ta Chinyigue'den,
her bir yönden geliyor
Manuel Rodriguez.
Bu karanfili ver O'na.
Haydi gidelim O'nunla.

Cueca
Sussun gitarlar, çalmasın
Şimdi yas zamanı memlekette
Toprağımız ışıksız kaldı
Öldürüldü çünkü El Guerrillero

-Ve ölüm-

Til-Til'e getirdi
Kâtiller O'nu,
kanıyordu sırtı
yol boyunca,
evet, yol boyunca.

Kim inanabilirdi böyle bir şeye,
bütün hayatımızdı O bizim,
bütün sevincimiz.

Kan ağlıyor toprak şimdi
Haydi sessiz olalım şimdi.


Pablo Neruda
"Los libertadores"den, "Canto General"