Şiir, Sadece: Meksika Şiiri
Meksika Şiiri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Meksika Şiiri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Ekim 2017 Pazartesi

Görevin Kokusu

Hastalandığında, gize benzer bir şeylerin
atlandığını gördü düşünde.
Onu betimleyemiyoruz.
ne o ne ben,
fakat
geçip gidiyordu o korkusuzca
şaşkınlığın, tehdidin, korkunun ve umutsuzluğun
yapmacıkları arasından.
O anda biliyordu
bu garip kişinin her şeyini
dizginsizce giden bu kişinin
görev kokusuyla dolu düşüncelerini:
Şöyleydi onursallık listesi:
yararsızın ıslahı,
geniş imparatorluğu yapmacığın,
sefil kalıntıların titrek sahibinin Kocaman Dünyası,
ve gelip geçici sevgilerinin parlaklığını ve uçuculuğunu
ya da can çekişmesinin resmini bulgulayanlar;
karşılıklı nefretin telgrafla iletiminde,
ya da birbirine bağlananları bağlayan bağın gölgesinde
aşağsamasında aynı varlığın
böyledir değerler. Akşamları ve günleri
patlayan kızgınlıklarla doludur, kaygısızdır gene de
gene de.
Gece, yalnızlık, kafesler arasında düşünce
derin uyuşukluk içinde görüyor geldiğini
sığınağına kadar hastalık nöbetlerinin


Francisco Cervantes
Çeviren: M. Uyguner

28 Ekim 2017 Cumartesi

Güneş Şiiri

Çılgın şiir giyiyor güneşin şapkasını
çılgın şiir giyiyor mantosunu yağmurun
ve bize uzatıyor süslü oğullarını
ve bütün sorulara tek cevap gibi çiçekleniyor

Çılgın şiir iniyor göğün merdivenlerinden
tırmanıyor ağaçlarına sabahın
bebeciklerin
kirpiklerinde uyukluyor
deliyor öğle ışığını
çalışıyor ve dua ediyor

Islak saçlı çılgın şiir
uyuyor geceleyin
yol alıyor gündüzleyin
duruyor
çiçekleri kokluyor ve gidiyor bulutlarla

Omuzumda ayağı
çılgın şiirin
güzel göğüslerinde senin
çılgın şiir doğuyor güneşin göbeğinden
kayıyor senin böğürlerinden
saçlarından da geliyor

Bizden de çılgındır şiir
Dört kez çiziyoruz simgeyi
kuzey güney ve batıyı görmek için
ve yağmur gibi düştüğünü görmek
geçen yel gibi duymak sesini
ve görmek için sarıldığını kasıklarına akşamın

Daha çılgındır bizden şiir ve sunuyor bize yazı
yavaş yavaş geçen yazı
mevsimlerin kızkardeşinin yanında
çılgındır şiir.


Sergio Mondragon
Çeviren: Muzaffer Uyguner

İndirdiler Kanatlarını Rüzgarda

I.

İndirdiler kanatlarını rüzgarda ölü kelebekler
çevrildi çiçek dürbünü
göründü ölüm
sabah maskesi içinde
Çanlar çalındı ve çiğli yapraklar şenlendi yeniden.
Ölüm
sabah maskesiyle, düşünceli,
çevreye yayılan
güzelliğinde katılaşmış.


II.

Günün hafif kımıltısı
başlıyor
böcekler
soyut biçimleriyle
saatlerin kıvıltısı
artırıyor renkleri
çevrildi çiçek dürbünü
duyuların değişen ışığı
eşyanın karşısında
değişip duruyor
esrimiş gözde
anılardan eser yok.


Isabel Faire
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Anekreon Gibi

Asıldım dudaklarına korkunun.
Gözleri kanlı mor bir kaplan gibi.
Saçlarının altına yığdım ışığı.
Güneş. Kirpiklerinin üzerinde gölge izleri
Baskıda ezilen üzümler gibi uğultulu.
Birdenbire kuşandım heyecanı,

Ve saldırırca tutuşturdum arasında kollarının.
Attım kendimi boynunun yüksekliğinden
On yedi yaşında bir kızın
Korsajının altında
İki küçük gemi gibi
Akarken.


Juan Banuelos
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Belleğin Gerisinde

Diz çöküp anamın karnında
dua etmekti işim gücüm,
arasıra durup seyrederdim
aydınlığını dışarının:
gerçekle yoktu ilgim
ama gülünce anam
bir Akdeniz ateşi yayılırdı
kırılgan iskeletine kemiklerimin.

Görünmeyen seherimdi bu
ve bayramım ve sefaletin öncesinde
duyuyordum seslerin hafif yankısını
etin sinirli penceresi ardında;
aylar geçirdim böyle diz çökmüş
organların oturumunda, sayarak
saniyeleri ve beni kutup gecesinden
ayıran düzenli solukları.

Sonra dokundum yaşama
güvercin yumurtalarının zor sığdığı
o ufacık ellerle;
bütün duyuları karıştırıyordum
altın iplik gibi
içimdeki şimşekler itiyordu başka yaşama.

Saçların ve ayakların sessiz gürültüsünde
selamladılar yanıp tutuşan semaforu.
Dudaklarıma kadar kavruldum o zaman
bir buhar tülünden kurtuldum
ve uyudum derin bir mutluluk içinde
çekerek havayı ciğerlerime.


Marco Antonio Montes De Oca
Çeviren: Muzaffer Uyguner

27 Ekim 2017 Cuma

Ölçüsüzlük

Bu ak ışık sağnağı yok ediyor her şeyi,
körletiyor besbelliyi,
hemen hemen görünmüyor dünya.
Bekleyecek miyiz, kuşkulu,
düşünülmeyen baskınının mutluluğun?

Fakat, ölçüsüz
bir başka ok var yayda.
Kim soracak nedenini
fazla gevezeliğin,
çingen çalıp kurt oynayacak,
kimse dinlemeyecekse söyleneni?

Korkusuz, taşkın bir sevinçle,
anlatacağız her şeyi,
aralayıp sessizliği,
göstereceğiz yaralı yüreği çırılçıplak;
eğer yok olursa güzelliğin
hiçbir anlamı kalmaz
artık dünyanın;
vuruşlarıyla dalganın
gerileriz adım adım.

Işığın eksilmedi yeryüzünden,
ama gene diyebilirim ki
ıklım ıklım anlamlı sözcük
ağır basıyor sessizlikten.


Tomas Segovia
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Heratta Mutluluk

Carlos Pellicer'e


Ta buralara geldim
Yazarak bu çizgileri,
irademin dışında:
Yeşilli-mavili bir cami,
Altı yassılmış minare,
İki ya da üç mezar,
Ermiş bir şairin anıları,
Timurla soyunun adları.

Rastgeldim yüzgünlerin rüzgarına.
Kumla örttü tüm geceleri,
Kamçıladı kaşımı, kavurdu gözkapaklarımı
Şafak:
Kuşların saçılması
Ve taşlar arasında köylülerin ayaksesleri olan
Suyun söylentiler yayan sesi.
(Ancak su da aldı tozdan nasibini.)
Ovada homurtular,
Görünüşler
Yitişler,
Kil şansı kasırgalar
Düşüncelerim gibi aslı astarı olmayan.
Dönüyor, dönüyorlar ·
Otelin bir odasında, tepelerde:
Bir develer mezarlığı bu diyor
Ve benim düşüncelere dalışımda
Hep aynı çöken suratlar.
Rüzgar, o harabeler efendisi mi
Benim tek ustam?

Aşınmalar:
Git gide serpilip büyüyen parçacıklar.

Bir çivi çaktım,
Ermiş'in türbesinde,
Kurumuş ağacın derinine,
Öylesine değil
Diğerleri gibi, kem göze karşı:
Kendiminkine karşı.
(Bir şeyler söyledim:
Rüzgarın alıp götürdüğü sözcükler.)
Bir akşam yükseltiler geldi bir araya'.
Kavaklar gezindi
Değiştirmeksizin yerlerini
Menevişli damlarda güneş
Apansız bahar havaları.
Hanımlar Bahçesi'nde
Tırmandım firuze kubbeye.
Sembollerle döğmelenmiş minareler:
Ve o küfı elyazması ışıldadı
Anlamının daha ötesinde.
İmgesiz görüntülerim olmadı benim,
Yitene dek döndüklerini görmedim biçimlerin
Durgun bir açıklık içinde,
Maddesiz varolmasında Sufi'nin.
İçmedim doluluğu hiçlik içinde
Ne de gördüm iki ve otuz işaretini
Bodisatva'nın elmas bedeninin.
Bir mavi gök gördüm ve tüm mavi tonlarını.
Beyazdan yeşile
Tüm kavaklar yelpazesi
Ve bir çamın üstünde, kuştan çok gök olmuş,
aklı-karalı karatavuk.
Dünyanın dinlediğini gördüm kendinde
Görüntüleri gördüm.
Ve tam şu saatin buçuğuna ünledim:
Ölümlünün kusursuzluğunu.


Octavio Paz
Çeviren: Adnan Özer

Irmak

Huzursuz kent kanımda dolanır bir an gibi,
Ve şikayetçi bir inlemeyi uzun bir S gibi izleyen uçak,
uzak köşelerde kıvrılıp kalan tramvaylar,
birisinin plaza'da geceyarısı silkelediği güceniklikle
yüklenmiş şu ağaç,
yükselen ve parçalanan ve yitip giden ve kulakta kıvır kıvır
dönen bir sır fısıldayan sesler,
karanlığı açarlar, a'ların ve o'ların uçurumlarını, suskun
seslilerin tünellerini,
gözlerim bağlı aşağıya koştuğum dehlizler, uykulu alfabe
bir mürekkep ırmağına benzeyen çukura düşer,
ve kent gidip gelir ve taştan gövdesi tapınağıma ulaşırken
parçalanır,
bütün gece, teker teker, heykelden heykele, çeşmeden çeşmeye,
taştan taşa, tüm bir gece boyunca,
kırık parçaları alnımda birbirlerini ararlar, bütün gece boyunca
kent benim ağzımdan konuşur uykusunda,
nefesi kesik bir söylev, suların kekeleyişi ve tartışan taş.
onun öyküsü.

Bir an kıpırtısız durmak, gidip gelen, gidip gelen ve hiçbir şey
söylemeyen kanımı durgunlaştırmak,
bir incir ağacının gölgesinde oturan yogacı gibi üstüme kurulan,
ırmak kenarındaki Buda gibi an'ı durdurmak,
tek bir an, zamanın kenarına kurulan, benim uykusunda konuşan
ve hiçbir şey söylemeyen ve beni kendisiyle birlikte
sürükleyip taşıyan ırmak imgemi silmek için
kıyıda ırmağı durdurmak için an'ın kilidini açmak, onun
şaşkın odalarına girerek suyun merkezine ulaşmak için
oturmuş,
çeşmeden su içmek, taş dudaklardan dökülen mavi hecelerin
çağlayanı olmak,
kendi kenarına oturan Buda gibi gecenin kıyısına oturmak,
kapaklı an'ın titrek ışığı olmak,
yanışı ve çözülüşü ve doğuşu an'ın, zamanın kenarında
koşuşturan derin soluğu gecenin,
ırmağın söylediğini söylemek, dudaklara benzeyen uzun bir söz,
hiçbir zaman bitmeyen uzun bir söz,
zamanın taştan tümcelerle söylediklerini söylemek,
suların kapladığı dünyaların geniş el-kol hareketleriyle.
Şiirin ortasında büyük bir umursamazlık çöker üstüme,
her şey terk eder beni,
yanımda hiç kimse yok, arkamdan yazdıklarıma dikilen
o gözler bile,
ne arkamda, ne de önümde, hiç kimse, kalem isyan eder,
ne başlangıç var, ne de son, atlayabilecek bir duvar ne de
ıssız bir promenaddır şiir, söylenen söylenmemiştir,
söylenmeyen de söylenemez zaten,
kuleler, yıkılmış teraslar, asma bahçeler, siyah tuzdan bir
deniz, kör bir krallık,
Hayır,
kendimi durdurmak, susmak, gözkapaklarımdan bir yeşil filiz
uçverene kadar gözlerimi kapalı tutmak, bir güneşler filizi,
ve alfabe görüşün rüzgarı altında uzun uzun sallanır
ve akıntı bir dalgaya yuvarlanır ve dalga bendi yıkar,
kağıt, yıldızlarla kaplanıncaya ve şiir karmakarışık sözler
ormanıyla kaplanıncaya kadar beklemek,
Hayır,
söyleyeceğim hiçbir şey yok, kimsenin söyleyeceği bir şey yok
hiçbir şey ve hiç kimse, yalnızca kan,
kanın bu gelip gidişi dışında hiçbir şey, yazıların üstündeki
yazının,
şiirin ortasında yinelenen aynı sözcüğün dışında,
zamanın heceleri, parçalanmış harfler, mürekkep lekeleri.
gidip gelen ve hiçbir şey söylemeyen ve beni de
kendisiyle surükleyip taşıyan kan.

Ve konuşurum, yüzüm kağıda eğilmiş ve yanımda birisi
yazar kanım gidip geldikçe,
ve kent kendi kanında gider ve gelir, bir şey söylemek ister,
zaman bir şey söylemek ister, gece konuşmak ister,
bütün gece boyunca adam tek bir sözcük söylemek ister,
söylevini
vermek sonunda, ufalanmış taşlardan yapılmış,
ve ben kulak kesilirim, adamın söylediklerini duymak,
sürüklenen
kentin söylediklerini yinelemek isterim,
bütün gece parçalanmış taşlar birbirlerini ararlar, elyordamıyla
alnımda, bütün gece su taşa karşı savaşır,
sözler geceye karşı, gece geceye karşı, donuk savaşçıyı hiçbir
şey aydınlatmaz.
silahların vuruşları taşa tek bir parça bile ışık koparamaz,
geceye bir kıvılcım, kimse bir erteleme bağışlamaz
ölümsüzler arasında ölümüne bir savaştır, geri çekilmeyi
sunmak,
kan ırmağı, mürekkep ırmağını durdurmak için
sözler ırmağını durdurmak için, akıntı yukarı geri gitmek için
ve gece altın yalımlı iç organlarını kendi kendine
sergilesin diye.
su göstersin yüreğini, bir boğulmuş aynalar öbeği, camdan bir
ağaç
rüzgarın köklediği,
(ve ağacın her yaprağı kanat çırpar ve parlar ve zalim bir
ışıkla yiter, nasıl yiterse ozanının görüntüsünün sözleri),
zaman kalınlaşabilsin ve yarası görünmez bir yara izi olsun,
dünyanın derisinin üzerinde görülür görülmez ince bir
çizgi,
bırakın sözler silahlarını bıraksınlar ve şiir tek bir sıkı
dokulu söz olsun, ilerleyen amansız bir ışınım
ve tin yangından sonra kararmış çayır olsun, denizin taşlaşan
ve hiçbir şey yansıtmayan ay parçası göğüs
yayvanlaştırılmış boyut dışında, genişleme, kendi üzerine uzanan
uzam, olabildiğince geniş açılmış kanatlar,
ve her şey kendini keserek ve dondurarak saydam iç organlar
kayasına katabilen yalım gibi olabilsin,
büyük sert alevler şimdi kristal, barışçıl bir berraklıkta
karar kılsın.

Ve ırmak akıntı yukarı geri gider, yelkenlerini toplar,
görüntülerini teker teker kaldırır ve kendi içinde
kıvrılır kalır.


Octavio Paz
Ginesra, 1953,
Çeviren: Ali Cengizkan

26 Ekim 2017 Perşembe

Kadınlar

Kalkıp gürültülü kentimden
bu uykulu sıcak kasabaya geldim,
tuz tadı vardı tanyerinin dudaklarında.

Acı getirdim
vadilerimden,
saydam denize özlem getirdim.

Daracık kurdelesinden geçiyordu sokakların
dik memeleriyle kadınlar
oynak ezgilerden göğüsleriyle.

Esmer yüzlerine konmuştu güneş;
gözlerinde iki akik ışığı,
ballı dudaklarında zehir.

Cennet elmaları vardı düşlerinde,
o elmaların süzülmüş suyu,
rüzgarların, kokuların türküsü.

Saydım kadehler biçiminde
yaratmıştı onları Tanrı,
Hugo'nun duasındaki gibi.

Kurudu bütün çeşmelerim
gencecik dudakların sunacağı
bitkin tadıyla bir öpüşün.

Gordoba, çeyiz sandığı kadınların, güzel coşku:
yanaklarınıza allığını veririm seherin dedim
bir öpüşün bitkin tadı karşılığında...

Güneşi verdiler bana!


Jose Gorostiza
Çeviren: Ülkü Tamer