Şiir, Sadece: Melih Cevdet Anday şiirleri
Melih Cevdet Anday şiirleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Melih Cevdet Anday şiirleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Ağustos 2016 Cumartesi

Bolluk

Yonca pazar günü toplanır, insan pazartesi
Peygamber çiçeği bilmeden ölür
Omaholar çiçek koparmaz gece
Çünkü bolluğu ölüler getirir bize
Suda boğulmuş martı ölümsüzdür
Ve yaşlandım, buzlu camın havailiği gibi
Savaşan yalnızlığın gökyüzü kış
Sabah yumuşak karla yükseldikçe
Artık ölüm tümden yeşermezmişcesine
Belleğin eşiği yunmuş yıkanmış

Deniz sen her zaman kusursuz düşündürdün
Çok eskidenmiş gibi ölüyorum
Tanımadığım otlarla içiçe
Çünkü bolluğu ölüler getirir bize
Ama bir şey daha var, biliyorum


Melih Cevdet Anday
Güneşte

Çiftlikteki Gece

Ot almaya gittikti Kalver çiftliğine, 
On araba, ne güzeldi kıyının elma rengi, 
İkindiye doğru kızardıkça kızarmış. 
Yoksul köylerin sessizliği de katıldı 
Akşamın dar yolunda bize. 
Susup kalmıştık tüylü harupların 
Ve kederin çiti boyunca garip. 
Derken türkü çağırmaya başladı asker. 
Uyanan güzel bir deniz rüzgârı gibi, 
Yarım bir sevinç gibi gökyüzünden inen. 
Şaşkın bir kuş gibi ardımız sıra koşar. 
Gecenin sarnıcına düştü boş bir yıldız, 
Çam kozalağı gibi gümbürtüyle, 
Atlarımızın kusursuz sessizliğinde, 
Yaşlı zeytinlerin altından girdik 
Ölmüş ot kokulu çiftliğe, sıcak; 
Sonra çözdük hayvanları, bıraktık 
Uçsuz bucaksız otlağa karanlıkta. 

Arabada, samanların üstünde yattım. 
Ya atlar çekip giderse, unutmam, 
Uykumda onlarla otladım. 
Gözüm ve dudağım şişmişti sabahleyin, 
Ağulu otlak sineği ısırmış. 
Ağzımda çıtır çıtır saman. 
Baktım, kırk adım ötemizde atlar, 
Ala ala kırk adım yol almışlar, 
Uzun gecenin uykusuz otunda. 


 Melih Cevdet Anday
Ölümsüzlük Ardında Gılgamış
1981

Salyangoz

İşçi geliyor ağaç budamaya,
O ne tafra, o ne krallık,
Bir omuzunda balta, ötekinde ıslık,
Yer değiştiriyor kuşlar dallarda.

Kente dönen çılgın mızıkacılar,
Çiçek tozu içinde tunç bir davul,
Borular arı gibi parlıyor güneşte.

At da sallanıyor, sevinç de,
Sokağa dökülen sesin demeti.

Kadın çıkmış salyangoz toplamaya,
Etekliğinde yılın beşinci mevsimi,
Bakıyor gürültüsüyle memelerinin.

Ve ağzında nar çiçeğiyle
Çocuk gider tayı sevmeye.

Yüreği tedirgin eden bilgelik.


Melih Cevdet Anday
Ölümsüzlük Ardında Gılgamış

1 Mayıs 2014 Perşembe

Seni Düşünüyorum

Çocukluğunu düşünüyorum Emilia
Deniz boyundaki ıssız yolu sabahleyin
Hani saçların, atkın uçuşurdu rüzgârda
Kokusunu duyuyorum bembeyaz gömleğinin
Seni kucağıma alıyorum Emilia

Ben büyüttüm seni, ben yetiştirdim
Bugüne bu sevdaya
Toprağım ekmeğim kitabım şiirim
Sen ne varsa iyiden doğrudan yana
Gözümün nuru, başımın tacı, efendim.


Melih Cevdet Anday

14 Mart 2013 Perşembe

Zavallı Etem

Zavallı Etem 
Çok çekti geçen kış 
Bütün kışı parklarda geçirdi 
Şimdi durumu iyi 
Sanatoryumda 
Verem.


Melih Cevdet ANDAY

Zamanlar

Hepsini gördüm ayrı ayrı, 
Kuşların zamanı tunç rengindedir. 
Tanrılardır taşın zamanı, 
Denizin zamanı ölür dirilir. 

Göğü tanıyamadım, yok ki, 
Sahipsiz zamanlarla doldurmuşlar, 
Ama ordan iner o eski 
Ölümsüz sevdaların zamanı kar 

Ve havlamayan dev köpekleriyle 
İnsanın zamanı... Olmayan 
Ama hayalet bir yasemin gibi kokan, 
Toprağımız eşelendikçe.


Melih Cevdet ANDAY

Yıldız

Evren esrisin diye gövdende 
Tuttum elinle bir dünya dokudum 
Savatlı ayı taktım bileğine 

Bak yaz kıyısından limon çiçeği 
Yüklü kızarık gece yükseliyor 
Köpeklerin uyuduğu bahçemize 

Minderlerimizi ansı, nerdeyse 
Doğar o anasonlu yıldız 
Kırılmış dağın balkonundan. 

Uzanalım, kavağın ve beynimin 
Kum saatlarını duyuyor musun 
Tenle karışıyor, sürgünlerinle. 


Kaktüs bana bir ağıt söyle.


Melih Cevdet ANDAY

Yeni Bir Dünya

Dünyada geçirdim çocukluğumu 
İnsanlardan eşya yaparlar 
Kırmızı bir orman iki boyutlu 
Kendi başına yağardı kar. 

Gör ki, öldüğümde bilmedim, 
Elimde bunca sözcük kaldı. 
Nerde geçecek benim erginliğim 
Bu dünya bir daha olmalı. 

Bir dünya daha olmalı, burada 
Bir yerde, o kadar yakın ki, 
Seslensem duyulacak belki, 
Belki başladım onu yaşamaya.


Melih Cevdet ANDAY

Yaz Sonu Şiirleri

1

Dün gece yağmur yağdı kente,
Sonra sabah, güneşte ayıklanmış,
Bir kahvede düşünüyorum,
Sen geleceksin ya, dalgınlık
Kopuverdi bir daldan, sallanarak
Geçen bayrak açmış bir bulut,
Sonra ikindi ve akşam, bakarsın,
Uyurken bir daha o yağmur.

2
Fal çıktı. Köpükler içinde kaldı deniz,
Tepeleme çiçek dolu bir sandal.
Eylülün eskil çadırına giriyoruz,
İşte, büyücü martının bozgun çağrısı,
Uyurgezer yosunları delirten poyraz,
Odalara sığınan ürkü yaprakları,
İşte, çırpınan bir kavağın
Yanlızlık sanrısı dolaşıyor bahçede.

3
Melez yapraklar, sararması yasaklanmış,
Bitimsiz bir zamanın cansıkıntısında,
Hatmi alı ışıklarla karıştırılan
Huysuz kuşların dağıttığı rüzgar.
Başka bir yüzyılın rengi bu,
İlkel bir oymağın kurban sunağı,
Bunamış bir papağan gibi dilsiz,
Eski günler düşünde bir gökyüzü.

4
Karanlığın kuştüyleri doluştu
Eşzaman balkona. Hüzün çekilmez.
Tanıdığım bütün mumları yakın,
Ölülerin bilinciyle arınmış.
Ve geleceği onaramıyorum,
O bizim sayvan çocukluğumuzdu,
Yaşanır yalnız bu aylak güzlerde
Gelecekten geçmişe doğru.

5
Yaz sonu durdurur sokakta,
Tenha bir duvardan sarkıp, nereye böyle,
Düşünsene, orda kimse yok, yalnız akşam,
Telaşla düşer öne, hadi gitme,
Bak işte boşalmış perde, yağmur bu,
Rüzgar çıktı,düşünsene, fırtına, dolu,
Lambalar yanacak nerdeyse, saat
O saat değil, düşünsene.

6
Önce küçük rüzgarlar uyanırdı
Dört perili kestanelikte,
Güneşin ipeğini çözerdi bir tavus,
Ama gerçekdışıydı sabah,
Doğallığını yitirmiş bir ölüm gibi,
Umarsız karşıla ikisini de.
Ey perdenin önünde oynanan Dörtleme,
Sen zaman değilsin, döne dur!

7
Küçük bir inanç yeter bana,
Ve güze inanabilirdim,
Ama biter mevsim,öteki başlar,
Saf değil doğa, oyalandım
Ama kanmadım, bana ne isli yağmurdan,
Çinko sesinden, hem güvenemem ağaca,
Düşünemem oluklardan akıp gideni,
De ki, benim zamanım başka.

8
Günler kısaldı, mevsimlerde,
Ve yıl, bir öğrencinin okul defterinde,
Dört sayfa resim, öyle yarım yamalak ki,
Doğa gibi, bir bakıyorsun kar yağıyor,
Elimle bir anda dönüyorum ilkyaza,
Bahçe yenilensin dursun kendini,
Telepinu değilim, ölüp dirilemem,
Okul defterinde bırakın beni.


Melih Cevdet ANDAY

13 Mart 2013 Çarşamba

Yanyana Dalgınlık

Gözlerine bakıyorum 
Denizden çıkarılmış bir tabaktaki kuş resmi 
Dağınık köy evleri gibi orda burda 
Sepetteki sümbül soğanı gibi gölgeli 

Yüreğimiz öylesine aşmış ki düşüncemizi 
Yarışı başlatan tabanca sesi gibi 
Dudaklarımız koşuya çıktıktan sonra 
Duyuyoruz söylediklerimizi


Melih Cevdet ANDAY

Yanyana

Bu gürül gürül otların yanıbaşında 
Ağacın gölgesine değdi değecek 
Tam şeftalinin kokusu başlarken 
Öpüşmeye kıl kadar bitişik 
Akarsuyun burnunun dibinde 

Bu zulüm, bu haksızlık, bu işkence


Melih Cevdet ANDAY

Yalan

Ben güzel günlerin şairiyim 
Saadetten alıyorum ilhamımı 
Kızlara çeyizlerinden bahsediyorum 
Mahpuslara affı umumiden... 
Çocuklara müjdeler veriyorum 
Babası cephede kalan çocuklara... 

Fakat güç oluyor bu işler 
Güç oluyor yalan söylemek...


Melih Cevdet ANDAY

Yağmurun Altında

Yirminci yüzyılı yaşadım
Ertelenmiş bir yüzyıldı bu
Yıkık bir sur yazgımızın uydusu
Bekletir ömrü yürüyen ayla birlikte
Bırakmaz günün adını koyalım.

Yanıtsız bir yaşamdı erdemimiz
Herkes içindi ve kimse içindi
Okunmamış bir yazı, umudu doyuran,
Duaları düşünmek neye yarar
Kurgular tutuşturdu bacalardan.

Yirminci yüzyılı taşıdım
Tedirginliğimizin zorbalığıdır sanrılar
Ve tohumun beklenmedik gürültüsüyle
Çıplak su gibi yinelenir zaman
Gökyüzünde usumuzun dirliği

Aklın başarısızlığa uğradığı içtenlik
Bir şive gibidir insan, ey öldürülmüş insan
Bilinmeyen bir hayvana özgü bir ses gibi
Sabırsız testi, hep dolar gibi olan
Her şeyin sese dönüşeceği bilinemez ki!

Yiminci yüzyılı yaşadım
Parlak suyunda boğulmuş sahipsiz
İnsan yeryüzünde durur, bulutlar
Bulutlar düşümüzde doludizgin
Soylu bir çılgınlıktı gündemimiz.

Ellerinde oyuk gözlü idoller
Yüreğimin yalanını besler üç güzel
Bir dağın tepesinde buldum üç güzeli
Ama ses yok, sessizlik yok, önce erte yok.

Yirminci yüzyılı taşıdım
Golgota' ya dirilemem ki,
Taşlar arasında yabanıl erinç
Ölümü diriltiyorduk hep
Yaşam tabular arasında bir esinti.

Mevsimler kurgularla oyaladı bizi
Tarlaya bırakılmış bir at gibi
Bağlı, yalnız ve özgür,
Umudumuz sabrın tutamadığı ırmak
Umutsuzluğumuz insan kalmak içindi.

Yirminci yüzyılı yaşadım
Dingin karştlıkların adını bulmalı
Sel gibi kuruyor yaşlılık, gençlik
Sanki melekleri gördük uzun saçları
Tanrının unutkan kuzgunu idik.

Nasıl unuturum ey doğa
Bana bir diyeceğin vardı, kalakaldım,
Vaktim yetmedi, ölüm kalım,
Bütün yüzyılları yaşadım
Vaktim yetmedi anlamaya.

Yirminci yüzyılı taşıdım
Atalardan kalma huysuzluk
Kuşku, yeryüzü deliliği,
Kıralımız doğuştan yarım
Ama tanrımız Ara Ara idi.

Yaşayamadım yirminci yüzyılı
Kim yaşadı ki kendi yüzyılını
Akarsuyun dilinden sezenimiz yok
Orpheus' tan sonra ben geldim
Giz dönüp baktığımız yerde kaldı.

Görüp de bilenimiz yok.

Ah acımasızdır uykusuz soru
Delice zeytin yerdi atamız Homeros
Biz yemezdik, aşılı zeytindi bizimki
Suskun arpa, uyur uyanık harlı toprak
Ama yüzyılımız hamdı, delice idi.

Yirminci yüzyılı yaşadık
O çağa bu çağa gömüldük
Bir şey var, susar, bakar durur
Ölümün soluduğu denizle varolan
Gökyüzünden başka çağ yoktur.

Oysa ne cok gecmis var, ne cok zaman
Ne cok gelecek, ne az zaman
Benzerlikle karşılaştık, susalım,
Kapalı bir avuçtur sözcük
Neden açıp da sormak ister insan?

Sorup da dönenimiz yok.

Hiçbir yüzyılı yaşamadım

Tüy kuşun ruhudur, ses teni
Hep anlar gibi oldum duvara vuran güneşi
Nesne ve bilinç birdir, çağ atlattı beni
Bir hoş bilmece içinde yaşadım.

Dingin ol ruhum, belki uzaklarda
Bir yerde nicedir ilk dizeleri
Yaratılıyor acıklı destanımızın
Çağlar sonra hayranlıkla okunmak için
Belki benzer umursamazlığımız kahramanlığa.

Kalk dostum ormana gidelim
Geyik sesleri içine çökelim
Yeniden doğuş, kıvanç, uyum
Kurgular bir yana, biz bir yana
İlk kez düşünmeden görelim

Martılar gibi yağmurun altında.


Melih Cevdet ANDAY

Yağmur

Birden serçelerle indi yağmur 
Hangisi serçe 
Hangisi yağmur


Melih Cevdet ANDAY

12 Mart 2013 Salı

Troya Önünde Atlar

1. Koşu

Kör bir ozan anlattı bunları,
Atların da ruhu vardı Troya önünde,
Ta Hades'ten duyulurdu kişnemeleri,
Atsız bu bu kişneme ölüleri ürpertir,
Köpeği deliye çevirirdi.
Kimi de Troya önünde nal sesleri gezinirdi,
Gömülmemiş bir atın erinçsiz ruhundan.

O gün Akhalar başka biri için yarışsalardı
İlk ödülü Akhileus götürürdü barakasına.
Çünkü ölümsüz atları vardı,
Onları Poseidon vermişti babası Peleus'a,
Peleus da oğluna armağan etmişti.
Şimdi atlar yas tutuyorlar Patroklos'a,
Yürekleri burkuk, toprağa değiyor yeleleri.

Diomedes Tros atlarını koştu arabasına
O atları savaşta Aineas' tan almıştı.
Bir tanrı kurtarmıştı Aineas'ı.
Sarı Menelaos kalktı sonra, Atreusoğlu,
Tanrısal yiğit koştu arabasına iki at,
Agamemnon'un kısrağı Aithe'yi, kendi atı Podargos'u.
Antilokhos koşum taktı Pyloslu atlarına.
Sonra Köroğlu kalktı, koştu Kır At'ı.
Her yanında çifte kanat
Bilmez yakını ırağı.
Kendini beğenmiş Tahta At'ı çıkardılar sonra,
Yayıldı ortalığa yanık sedre kokusu.
Huylandı öbür atlar bu büyülü kokudan.
Sonra göründü Muhammed'in damadı Ali'ye
Benzer iyi huylu Düldül, edep yeri kapalı,
Dolandı çok tanrılı atlar arasında ağır ağır,

Gözleri iyi görmüyordu.
Başını yana eğen İskender'in Bukephalus'u
Geldi sonra, Hint kızları gibi derin bakışlı
Güneyden yana bakayordu ikide bir,
Sezmiş gibi Granikos suyunun yakınlığını.
Elcid'in Babeica'sı, derken Rocinante çıktı
Ağlayarak.
Anlatma bana atları!
Bilirim, ana rahminden gelir, gece, karanlık
Bir ahırda lamba tutar biri, ışık titrer
Samanların üztünde, hayvanın öksürüğü ve soluğu...
Başını döndürür bakar, "Bana benziyor mu?"
"Sekili mi ayakları?"
Anlatma bana atları!
Sabahın yerden kesilmiş tarlaları ve çığlık
Çığlığa suları gibi gök yarığından atlayan
Kanatlı Pegassos! Gençliğim benim, oğlum!
Delirmiş bir zamandı, yas, ölünün öcü, gövdesiz kuş,
Kırılan yıldız, unutulmuş bir günün yarısı.
Tohumsuz küçük göller ölüm anıtı gibi yükselen,
Ve giysisiz boşluk, yılgın uzay, o bitmeyen
Koşu...Atlar, atlar.Yaşlananı görmedim hiç.
Kimi yelesiyle devirmek ister burçları,
Kiminin eşeler toprağı hala toynakları.
Anlatma bana atları!
Yüreğim kaldırmıyor düşündükçe vurulup
Vurulup yerlerde yattıklarını, anlatma,
Anlatma bana, görmedim Troya savaşını.


II. Ağu

Duydun mu?
Bursalı oto tamircisi Mehmet'in duyduğunu?
Katran, balık ve çam tahtası kokulu,
Yatışmamış çayırsı kadın kokulu kentin
Önceden bildi diye yakılacağını,
Ağulu yılan sokmuş Laokoon'u.
Kıvranıp duruyorlarmış çoluk çocuk
Rüzgarlı İlion kıyısında.
Kıyılarda birikir ölümün artıkları,
Düşüncede yitirilen ve bulunan sözcük,
Sonsuzluk, aranan kırık bir yontu gibi
Kıyılarda birikir ün, yücelik ve düşman.
Çünkü deniz daha bitmemiştir, uykusuz
Ve yarı yarıyadır, çöker delikli fıçısında
Tortulanarak eski ölülerden.
"İzmir fuarından otobüle dönerken
Gördüm, bir bulut sarmıştı İlion'u."
Bütün kitapları gaz odalarına atmışlar,
Dresden'de, Köln'de, Münich'de.
Über allen Gipfeln ist Ruh
"Gökte uçaklarla kuşlar çarpışıyor,
Kanatlar, tüyler, gagalar yağıyormuş kente."
Duydun mu?
Hep yabancı kızlar çalışır bizim genelevlerde
Adları La, Li Lu...
"Pkei,
Dağa bırakılan çocuk ne oldu?
Şimdi herkesin ağzında bu konu.
Kurda kuşa yem mi oldu dersin ormanda?
Parçalarını olsun bulamaz mıyız?
Parçalardan bir insan çıkmaz mı ortaya?
Hem ne olur, olmaz mı, gövdesiz olsa?
Olur, olmaz, olsa?"


III. Düş

"Sabaha karşı,
Gecenin kırıntılarını bir anda toplayıveren
Güvercin gibi aç bir saatta,
Doğmamış çocuklar kurar düşlerin yayını,
Kadın düşünde gördü çocuğu ve yangını."
"Demek çocuğu dağa bıraktılar, düş ve yangın
Kaldı. Keşke düşü bıraksalardı."

"Evet korktuk düşten, gereği buydu,
Elimizde değildi düşü yorumlamamak,
Yorumun gereğini yapmamak da öyle.
Çocuk büyüyünceye dek bekler yangın,
Beklesin gelecek günün kötürüm yazıtı,
Beklesin kuş gagalarının yaraladığı ayna,
Şarap her zaman içilir ve bekletilir,
Çünkü kırmızıdır sıçrayan kanın rengi,
Gidip gelen günün ve uzayan şarkının rengi.
Bölmedik mi günü yediye geceyi beşe?
Bu uykusuz direncin suyunu mühürlemedik mi?
Biz atmadık mı ayı bunca uzağa doğumdan?
Biz uzatmadık mı uykunun ağır bacasını?
Beklesin gizemli suda bekleyen kamış,
Ve ayın kuru eteğinden bakan göz kuşu,
Kent kurulmadan taşı kör eden kar bıçak,
Ah beklesin bekleyecek olan alın bekler,
Tut gelgitin ucundan derim tutar ve bekler,
Sürer gider su, toprak, usun arsız otu,
Atlı karınca, örtüler, tapınak ve merdiven,
Sürer ölümsüz mutluluk , iç sıkıntısı,
Bekleriz bize verilmiş olanı yaşayarak."

"Ah çok çekmiş yorumcu!
Taşıyabilecek miyiz dersin birlikte
Kim bilir kaç yıl sürecek kaygımızı?
Yarınımızın ne olacağını bilmiyorduk
Gene de bilmiyoruz, ama bir umut bu çocuk,
Umutsuzluğumuzun umudu.
Git bul ormanda onu."


IV. Dönü

Orman, çıplak yerlilerin attığı büyülü
Bir ağdır ve sanki avlanmış, şaşkın
Bir at gibi dağ, kurtarmak ister başını,
Tırmandıkça tırmanır çukur sulara
Göklerin.
Aşağıda,
Surlarla deniz arasında, dokuz kez yıkılmış
Surlarla, yedi kez ıssız kalmış deniz arasında,
Düşle yangının iki kanadı arasında,
Hiçliğin tek kurşunu zamanı uzatan
Ve acele söğütleri ölümün dilinden
Konuşturan dayanıklı ırmak horonu ile
Bitişin komşu duvarı Boğaz arasında
Dönüyordu atlar...Yaşlananı görmedim hiç.
Kimi yelesiyle devirmek ister burçları,
Kiminin eşeler toprağı hala toynakları.
Bir yanda armağanlar bekliyordu : Bir kadın,
Kulplu bir üçayak, altı yaşında bir kısrak,
Ateşe değmemiş bir kazan, iki kulplu bir kap.
Bağırmalar, nal sesleri, toz duman...
Über allen Gipfeln ist Ruh
"Peki,
Dağa bırakılan çocuk ne oldu?"


V. Fal

"Şu mavi boncuğu gördün mü? Bir deveci
Tuttu onu geçende. Tuhaf adamdı doğrusu,
Hem fal baktırır, hem dövüşürdü yılmadan
Falına karşı. Anlamam ben. Boğulmuş
Geçerken Fırat'ı. Aç bir köpektir fal,
Kovalarsın, döner gelir, bulur seni.
Şu önümdeki kurşun ne bileyim kimin falı?
Macbeth'e kral olcağını söyledim,
Ama öldüreceğini söylemedim kralı.
Zamanı uzatmak da elimde değil,
Kısaltnak da. Yat sat tat ksanikam.
Bak, gözümü kırptım, her şey geçti gitti,
Yarın dündür, dünse daha gelmed,.
Şu bakla, tuttuğun çocuk olsun, itiyorum,
İniyor dağdan aşağı...Ne kadar zaman geçti?
Bilemem. O mu, değil mi bilemem gene.
Bir lamba yak, akşam başkadır ışığı,
Gece yarısı başka, bambaşka sabaha karşı.
Ama lamba aynı lamba.
Santana ksana dbarmas.İnan, inanma."


VI. Sevi

Orman sen elimi tutunca başlardı,
Yarılırdı bir incir gibi ortasından.
Koşardıkyukarı iki büklüm, soluk soluğa.
Alabalıklarla düşe kalka, çam pürleri
Keserdi hızımız, Elimi Bırakma, Elimi
Bırakma...
Sonra kayardık ta aşağılara.
Ve alçalırdı sessizlik bir ağaç gibi
Kök salardı sende ve bende, arayarak
Toprağın sıraya dizilmiş suyunu.
Ayçiçeğinden göğüslerin döner ışığa,
Yürürdüm göğsünde öğle saatleri gibi,
Yürürdüm bir anıt kemeri gibi iki yanında.
Sonra gene başlardık koşmağa,
Yukarı, daha yukarı, çukur sularına
Göklerin. Öperdim seni, titrerdin, parçalanmış
Anları birleştiren sevi düş görmez. Ey orman,
Ey avlanmış atın falı, ey yeniden başlamanın
Aç güvercini! Falımız yok bizim.

Yaktık onu göçmen kuşların gözlerindeki
Benek, gagalarındaki tekçil dane gibi
Daha gün doğarken. Falımız yok bizim.


Melih Cevdet ANDAY

Tohum

Dörtnala haberci ilkyazdan 
Aşağıdan inceden beyazdan 
Dumanı tüten sıcak tohum 
Dolan kara toprağı dolan 
Ulaş yeryüzüne ak tohum 

Hay gücüne kurban olduğum 
Dağ taş dinlemezim hey aman 
Göster o gül yüzünü göster 
Önce yeşil yeşil bak tohum 
Sonra sarı sarı gülüver 

Donansın donansın daneler 
Kız oğlan kız, alaca kına 
Tarlalar sebil tek bedava 
Ver güzelim ver yiğitim ver 
Pir aşkına fakir aşkına 

Anladım farkı neden sonra 
Tohumdan başka şeymiş bitki 
Bu küçük deli fişekteki 
Ne ki? Ağaç mı allı pullu 
Yoksa ayrık mı, başak mı ki? 

Kim bilecek... kapalı kutu 
Ama bulut, yağmur bulutu 
Gelir kararır nerdeyse 
Tohum altta nefes nefese 
Kulağı gök gürültüsünde.


Melih Cevdet ANDAY

11 Mart 2013 Pazartesi

Telgrafhane

Uyumayacaksın 
Memleketinin hali 
Seni seslerle uyandıracak 
Oturup yazacaksın 
Çünkü sen artık o sen değilsin 
Sen şimdi ıssız bir telgrafhane gibisin 
Durmadan sesler alacak 
Sesler vereceksin 
Uyuyamayacaksın 
Düzelmeden memleketin hali 
Düzelmeden dünyanın hali 
Gözüne uyku giremez ki... 
Uyumayacaksın 
Bir sis çanı gibi gecenin içinde 
Ta gün ışıyıncaya kadar 
Vakur metin sade 
Çalacaksın.


Melih Cevdet ANDAY
1952

Teknenin Ölümü

Kara yakındı önce, hem çok yakın,
Elimi uzatsam tutardı.
Yıldızsız teknemdi inip çıkan gece,
Kurumuş gece, kum, kömür, arduvaz...
Kara yakındı önce, hem çok yakın,
Denizleyin inip çıkan önümde
Bir tanrının atardamarı.

Açtım, yorgundum ama uykum yoktu.
Günlerce yekesiz yelkensiz
Ne de çok kuş takılmıştı ardımıza,
Ne çok harman gördüm köpükten beyaz...
Açtım, yorgundum ama uykum yoktu.
Güneşler hala sağımda solumda,
Sürer gibiydi açık deniz.

Deniz en ince hayvanı belleğin
Nerden kalktım, o rıhtım, o çan...
Bilmiyorum o gök kıyı nereye gitti!
Bir masal şebboyu çarmıhtaki yaz.
Deniz en ince hayvanı belleğin
bir kuşluk vakti tanrının sevdiği
Görünür zaman yaratan.

Canlı mıydım? O uğursuz kıyıda
Öldüğüm gün de bilemedim.
Hep o sallantı, o devinim, o avcıl
Bayrak, bir aş tenceresi, bir az
Küfür, karı kız öyküleri, sonra
Dipteki ölülerin fısıl fısıl
Konuşmalarını dinledim.

Doğdum mu? Nasıl? Belki bir tezlik
Yeli kımıldadı, kan gibi.
Ağaç ve kızak, demir, yağ, halat, katran,
Boya kutuları, sünger, tel ve gaz...
Derken gün kokulu yüreğimdi ilk
Yapının boş gömütünde dikili
Sabırsız kaburgama çarpan.

Ruh, şarabı gördü üzümden önce
Süt, kan olmak için devinir
Tohum bildi herkesten önce ekmeği
Gün, denizi salıvermeden batmaz.
Ruh, şarabı gördü üzümden önce
Ağaç ne diye kalktı çiçeklendi,
Denize inmesi nedendir?

Ah yalnızlığın gömük kapıları,
Aysız ayışığı gibiydim,
Geceleyin gece, gündüzleyin gün
Gibi suyun altınavuran yalaz.
Ah yalnızlığın gömük kapıları
Bir yağmuru dinlercesine bütün
Anları iç içe bilirim.

Bir tekne her zaman düşüncelidir.
Bizimle demirledi gece.
Karaya çıktı tayfalarım uykulu.
Pruvamda çok acayip bir yıldız
Konmak istercesine gider gelir,
Suları budanmış bir yolculuğu
Sürdürmek isterdi kendince.

Kara yakındı önce, ödağacı
Kokusu sarmıştı geceyi.
Ve bir kuş bağırdı çağırdı tepemde,
Fosforlu sesi kabarık ve ıssız.
Lale rengindeydi şimşeğin dalı,
Ve güneydoğunun yangını pembe
Nakışlı bir çanak gibiydi.

Unutmak istemiyorum bunları,
Göğün damarlarını gördüm,
Fırtına kırının yaban keçisini,
Koşar küpeşteme saçsız sakalsız...
Ağaç gibi yırtılan karanlığı,
Koca kulaklı lodosu, o fili,
Ah yay biçimdeydi ölüm.

Yalnızlıktır denizin tek yasası,
Aşkın altın yasasıdır o.
Bir gün kum uaynır, ay gıcırdarsa
Çalınırsa bir gün gömük kapımız
Kalamazsın sabaha inen suda,
Kalk kürek, yola düşmenin sırası
Aşkın altın yasasıdır o.

Kükürt rengindeki ağzı gecenin
Üfürdü huysuz karanlıkta
Sintineme düşçül bir ateşböceği
Kömürdüm, tahtaydım, kurumuş anız,
O böcek oldu yangımı teknemin,
anladım kuşun, yıldızın gizini,
Başladım usuldan yanmaya.

Söndüremezdi kimse bu ateşi,
Kıyıdan kesilmiş sularda,
Kara hem yakındı şimdi, hem çok uzak
Bir yanyanaydım onunla, bir yalnız.
Devirdim bütün yüklediklerimi
Ve demiri uykuda bırakarak
Bindirdim eskil kayalara.

Parçalanıyordum kimse bilmeden,
Ateştim cevizin içinde,
Ve bir gece içinde bilmeden öldüm.
Ey gece, nereden yol bulacağız,
ey yaralı göğsüme düşen yelken,
Ya sen kürek, solmuş rüzgar gülüm,
Ya sen ne diyeceksin, söyle!

Deniz durdu, mumyası yıldızların
Erir gün görmüş kayalıkta,
Ve yürüdü sabah, denizin ineği.
Ölünce ne yapsak sabah oluruz...
Ah kara yakındı ve darmadağın
Kuşları durmuş zaman kadar eski,
Taşları hüzün olan kara.

Kopmuş uykunun iskeletiyim ben,
Artık yelin göğsü olamam.
Gördün mü ölümün gözündeki mor rengi,
Söyle, ölüp dirilen Tanrı, Temmuz,
Ay yapraklarının indiği bu dam,
Eski düşleri taşır mı yeniden,
Koca karınlı kuşlar gibi.

Bir yanda parçalanmış teknem durur,
Sert tütünüyle gün bir yanda.
Kara yakındı önce, hem çok yakındı,
Elimi uzatsam tutardı ama
Yalnızlıktır denizin tek yasası,
Bütün ölüler unutulur,
Yaşayanlar kalır tek başlarına.

Akşamleyin kaptan, birkaç gemici
Gelip dizildiler kıyıya.
Tutunacak bir tekne arar gibiydi
Ayağı kayan meltem ve cigara
İçerek konuştular gizli gizli,
Bense dalgın bakıyordum, boşuna
Koparılmış süsendim sanki.

Çalıştılar bir hafta, Ağustosun
Altısında bütün iş bitti.
Kesik baş çapa, iplerim, küreklerim
Kumsalda şaşkın bir yığındır şimdi.
Tüter el ayak, tüter ıslak odun,
Denizin uzaklardan getirdiği
Yabancı, anlamsız bir şeyim.


Melih Cevdet ANDAY

9 Mart 2013 Cumartesi

Tek Başına

Ölürken çocuklarımı unuttum
Küçük deniz kirpileriyle sabah
Denedim bütün sabahları.

Sana sürgünümün şarabını bıraktım al
Mumlarını güzelliğin ve hiçliğin
Bir de kaygumun soluk ellerini.

Denedim bütün ölümleri
Ama görmedim büyülü ağaç
Ezilmiş sevdaların giysileri.

Sana ayrılığın yayını bıraktım al
Bir de adını bilmediğim gökyüzünü
Lamalar gibi koşar bozkırda.

Oysa ölümsüzlük şuracıkta, kar
Güneşi gibi doldurmuş odayı, basit,
Anlamsız ve tek başına.

Ayaklarım hayvan, üstüm başım bitki
Denedim bütün vakitleri al
Başka türlü geçmeyen bir vakitti.


Melih Cevdet ANDAY

Sona Erdi Her Şey

Kazıdın bir taşa adını 

Taş ölünceye dek 
Kimse ölmeyecek 

Havada ayak izleri var 

Ölüm burada tükeniyor 
Kar da tükeniyor 

Sonsuzluğa gidiyor kuşlar 

Gizemliydi ay ve yeryüzü 
Sevideki korkunç bakışma


Melih Cevdet ANDAY