Safahat - Birinci Kitap Canım sıkıldı dün akşam, sokak sokak gezdim;
Sonunda bir yere saptım ki, önce bilmezdim.
Bitince bir sıra ev, sonra bir de virane,
Dikildi karşıma bir han kılıklı meyhane:
Basık tavanlı, karanlık, sefil bir dükkan;
İçinde bir masa, yahut civar tabutluktan
Atılma çok ölü görmüş acıklı bir teneşir!
Yanında hurdası çıkmış bir eski püskü sedir.
Sakat, bacaksız on, on beş hasırlı iskemle,
Kırık dökük şişeler, bir de çinko tepsiyle,
Beş on kadeh, iki üç testi... Sonra tezgahlık
Eden yan üstüne devrilme kirli bir sandık.
Sönük sönük yanıyor rafta isli bir lamba...
Önünde bir küme: fes, takke, hırka, salta, aba
Kımıldanıp duruyorken, sefil bir sohbet,
Bu isli zulmete vermekte büsbütün vahşet:
-Kuzum Dimitri, bu akşam biraz ziyadece ver...
-Ziyade, anladık amma ya içtigin şişeler?
-Çizersin..
-Öyle mi? Lakin, silinmiyor çetele!
Bakin tavan tebeşirden görünmez oldu...
-Hele!
-Bizim peşin paramız... Anladın mı dün kurusu?
-Ayol tükendi mezem... Bari koy biraz turşu.
Arattı kendini ustan... Dinince dinlersin!
-Hasan be, sende nasıl nazlı nazlı söylersin!
Nedir o türkü... Aman başka yok mu? ... Hah, söyle!
-Ömer, ne nazlanıyorsun? Biraz da sen söyle.
-Nevazil olmuşum, Ahmed, bırak sesim yok hiç...
-Sesin mi yok? Açılır şimdi: bir imam suyu iç!
-Yarin ne istesin Osman?
-Ne isteyim... Burada!
-Dimitri çorbacı, doldur! Ne durmuşun orada?
-O kim gelen?
-Baba Arif.
-Sakallı, gel bakalım...
Yanaş.
-Selamunaleykum.
-Otur biraz çakalım...
-Dimitri, hey parasız geldi sanma, işte para!
-Ey anladık a kuzum...
-Sar be yoldaşım cigara...
-Aman bizim Baba Arif susuz musuz içiyor!
-Onun bi dalgası olmak gerek: Tünel geçiyor.
-Moruk, kaçıncı kadeh? Şimdicik sızarsın ha!
-Sızarsa mis gibi yer, yetmemiş adam değil a.
Yavaş yavaş kafalar, kelleler kızışmıştı,
Ağız, burun, hele sesler bütün karışmıştı;
Dikildi ağzına baktım, açık duran kapının,
Fener elinde bir erkek, yanında bir de kadın.
Beş on dakika süren bir düşünceden sonra,
Kadın girdi o zulmet-sera-yi menfura.
Gözünde ebr-i teessür, yüzünde hun-i hicab,
Vücudu ra'se-i na-car-i ye's içinde harab,
Teveccüh eyleyerek sonradan gelen Babaya:
-Demek taşınmalı artık çoluk çocuk buraya!
Ayol, nedir bu senin yaptığın? Utan azıcık...
Anan da, ben de, yumurcakların da aç kaldık!
Ne iş, ne güç, gece gündüz içip zıbar sade;
Sakın düşünme çocuklar acep ne yer evde?
Evet, sen el kapısında sürün işin yoksa!
Getir bu sarhoşa yutsun, getir paran çoksa!
Zavallı ben... Çamaşır, tahta, her gün uğraş da,
Sonunda bir paralar yok, el elde baş başta!
O tahtalar, çamaşırlar da geçti, yok halim...
Ayakta sallanışım zorlanır Huda alim!
Çalışmadın, beni hep bunca yıl çalıştırdın;
O yavrucakları çıplak, sefil alıştırdın;
Bilir mahalleli kim, aldığın zamanda beni,
Çehiz çimenle donatmıştı beybabam evini.
Ne oldu şimdi o eşya? Satıp kumarda yedin!
Evet, kumarda yedin, hem de karşılarda yedin!
...
Herif! Şu halime bak, merhametli ol azıcık...
Bırak o zıkkımı, içtiklerin yeter artık.
Efendiler, ağalar, siz de bir nasihat edin,
Sizin belki var evladınız...
-Hasan, ne dedin?
-Bırak, köpoğlu kadın amma çalçeneymiş ha!
-Benimki çok daha fazlaydı.
-Etme!
-Elbet ya!
Onun için boşadım. Sen işitmedin mi Halim?
-Kadın lakırdısı girmez kulağıma zati benim.
Senin kadın dediğin adeta pabuç gibidir:
Biraz vakti taşınır, sonradan değiştirilir.
Kadın bu sözleri duymaz, tazallum eylerdi;
Herif mezar taşı tavriyle sade dinlerdi;
Açılıp ağzi nihayet, açılmaz olsa idi!
Taşıp döküldü, içinden şu la'net-i ebedi:
-Cehennem ol seni hınzır orospu, git Boşsun!
-Ben anladım işi, sen komşu, iyice sarhoşsun;
Ayıltınız şunu yahut!
-İlişmeyin!
-Bırakın!
Herif ayıldı mı, bilmem, düşüp bayıldı kadın!
Mehmet Akif Ersoy