XII.
Akdeniz'e dönüyorum, güz kuşlarının
Kanat vuruşlarına adımlarımı ayarlayarak
Akdeniz'e dönüyorum, dumanlı bir kentin
İrin püskürten bacalarını yüreğimden kazıyarak.
Yıllar yılı karanlık, nemli odalarda yaşadım
Her sabah yüreğime yeni bir uçurum eklemenin kederiyle
Bir göçmen kuştum ki ben, güneyi hiç bulamadım
Uçmak istesem yasakların surları dururdu önümde.
Sokaklar bir yara gibi, yüründükçe kanardı
Donup kalırdı sesim, o buzdan yüreklere vurdukça
Her ana ağıt yakmak için dudaklarını aralık tutardı
Aklım, en güzel duyguların kıyılarında durdukça.
Ve işte kendi içimde yürümeyi öğrendim şimdi
Bitmek bilmeyen sokağa çıkma yasaklarında
Anladım ki artık herkes bayraksız bir ülkeydi
Beyinler telörgüleriyle çevriliydi, yürekler mayınlarla
Yakılan kitapların dumanları tüterdi bacalardan
Ben yanan her sözcüğe tek tek gözyaşı döktüm
Yeni dünyalar aradım hayatıma, çıkarak atlaslardan
Böyle başladı kendi içimdeki o uzun yürüyüşüm.
Denizsiz bir gemiydim sanki, topraksız bir çiçek
Köklerinden kopmuş bir ağaç dinelirdi önümde
Şiirler yazdım, yazan elim, söyleyen dilim titrek
Her şiir yadsıdı kendini, yaslanarak bir başka şiire.
Turuncu bir sokağın aklımı tozutup atması böyle başladı
Sıçrayıp gitti bir çocuk, yalınayak, dikenlerin arasında
Bahçesi günebakanlı bir ev, taşlık, incir ağacı
El çırpıştırıp, titreyerek akan sular vardı arklarda.
Baba, bir dilim portakalla köpük köpük şaraplar içer
Ana, tulumbanın önündeki yalakta çamaşırlar yıkardı
Çocuk, yüzünü bir kitabın sıcacık koynuna gömer
Uzak bir deniz ve kızlar üzerine düşler kurardı.
Her sokağın bittiği yerde bir limonluk başlar
Her limonluğun ardında bir dilim deniz görünürdü
Şafakta rıhtımda bir sürü ceviz kabuğu sandal
Denizin enginlerine yaşlı balıkçıları götürürdü.
Geceleri ay bir ekmek gibi büyürdü gökyüzünde
Kavrulmuş susam ve yeni biçilmiş buğday kokardı
Yıldızlar gümüş sürerlerdi denizin tenine
Her yakamozun parladığı yerde bir deniz kızı oynardı
Böyle bir dünyaydı işte, anlatılır mı bilmem?
İnsan her dönüşünde bulur mu eski ayak izlerini?
Yağan yağmurlar mı, yoksa kendi midir onları silen?
Dönmek istiyorum ben; dupduru bir su el değmemiş bir toprağım şimdi.
Akdeniz'e dönüyorum! Akdeniz'e dönüyorum
Anamın rahmine yeniden, yeniden döner gibi
Ahmet Erhan
Alacakaranlıktaki Ülke
Akdeniz'e dönüyorum, güz kuşlarının
Kanat vuruşlarına adımlarımı ayarlayarak
Akdeniz'e dönüyorum, dumanlı bir kentin
İrin püskürten bacalarını yüreğimden kazıyarak.
Yıllar yılı karanlık, nemli odalarda yaşadım
Her sabah yüreğime yeni bir uçurum eklemenin kederiyle
Bir göçmen kuştum ki ben, güneyi hiç bulamadım
Uçmak istesem yasakların surları dururdu önümde.
Sokaklar bir yara gibi, yüründükçe kanardı
Donup kalırdı sesim, o buzdan yüreklere vurdukça
Her ana ağıt yakmak için dudaklarını aralık tutardı
Aklım, en güzel duyguların kıyılarında durdukça.
Ve işte kendi içimde yürümeyi öğrendim şimdi
Bitmek bilmeyen sokağa çıkma yasaklarında
Anladım ki artık herkes bayraksız bir ülkeydi
Beyinler telörgüleriyle çevriliydi, yürekler mayınlarla
Yakılan kitapların dumanları tüterdi bacalardan
Ben yanan her sözcüğe tek tek gözyaşı döktüm
Yeni dünyalar aradım hayatıma, çıkarak atlaslardan
Böyle başladı kendi içimdeki o uzun yürüyüşüm.
Denizsiz bir gemiydim sanki, topraksız bir çiçek
Köklerinden kopmuş bir ağaç dinelirdi önümde
Şiirler yazdım, yazan elim, söyleyen dilim titrek
Her şiir yadsıdı kendini, yaslanarak bir başka şiire.
Turuncu bir sokağın aklımı tozutup atması böyle başladı
Sıçrayıp gitti bir çocuk, yalınayak, dikenlerin arasında
Bahçesi günebakanlı bir ev, taşlık, incir ağacı
El çırpıştırıp, titreyerek akan sular vardı arklarda.
Baba, bir dilim portakalla köpük köpük şaraplar içer
Ana, tulumbanın önündeki yalakta çamaşırlar yıkardı
Çocuk, yüzünü bir kitabın sıcacık koynuna gömer
Uzak bir deniz ve kızlar üzerine düşler kurardı.
Her sokağın bittiği yerde bir limonluk başlar
Her limonluğun ardında bir dilim deniz görünürdü
Şafakta rıhtımda bir sürü ceviz kabuğu sandal
Denizin enginlerine yaşlı balıkçıları götürürdü.
Geceleri ay bir ekmek gibi büyürdü gökyüzünde
Kavrulmuş susam ve yeni biçilmiş buğday kokardı
Yıldızlar gümüş sürerlerdi denizin tenine
Her yakamozun parladığı yerde bir deniz kızı oynardı
Böyle bir dünyaydı işte, anlatılır mı bilmem?
İnsan her dönüşünde bulur mu eski ayak izlerini?
Yağan yağmurlar mı, yoksa kendi midir onları silen?
Dönmek istiyorum ben; dupduru bir su el değmemiş bir toprağım şimdi.
Akdeniz'e dönüyorum! Akdeniz'e dönüyorum
Anamın rahmine yeniden, yeniden döner gibi
Ahmet Erhan
Alacakaranlıktaki Ülke