Şiir, Sadece: Portekiz Şiiri
Portekiz Şiiri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Portekiz Şiiri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Aralık 2017 Cumartesi

Kuşatma Haberleri

Senin yansızlığını kullanıyorum,
ince yüzünü, duru güzelliğini
kapılar önünde yol gözleyenlere
kuşatma haberlerini iletmek için.

Çektiğimiz acıları anlatırsın onlara
saçlarımızı ağartan güç günleri:
duygularımızı anlatırsın, söylersin
saçlarına sakladığımız sözleri.

Anlatırsın onlara, beslediğimiz kini,
nasıl siperler kurduğumuzu çevremizde
açlık ve acı gecelerine karşı
kurduğumuz o kin siperini.

Rahatça sıyrılır gözcülerden
o yansızlığın sıyrılır geçer,
fotoğraflar götürürsün yanında,
bir harita, iki mektup, gözyaşı.

Nasıl yorgunuz sessizlikte, onu anlatırsın,
nasıl sessizlik yiyor sessizlik içiyoruz,
nasıl yaralanıyoruz sessizlikte
ve nasıl ölüyoruz, anlatırsın.

Git bakalım elinde ışıkla,
surlar dışında kimi bulursan anlat,
anlat dünyamızı onlara,
korkularımız anlat, ölen şiirimizi.

Git bakalım, gazetelere anlat
duvarlara yaz asitle,
Gördüklerini, bildiklerini dile getir,
iki akın arasında sana dediklerimi.

Söyle onlara, korusunlar
kurmakta olduğumuz kalelerin gizini...
Ama o kalelerden sarkan alev alev bir çiçek
duru adını açıklıyor dünyaya.

Bu kentte direniş var, söyle onlara
bombaların yıktığı bu kentte,
su azalırken, yiyecek tükenirken
öfke çoğalıyor, umut artıyor şimdi.


Egito Gonçalves
Çeviren: Ülkü Tamer

Kuşkulu Gece

Odamda yapayalnız unutuşun ışığında yazıyorum.
Bırak da yazayım ilerleyen gecede:
Alacakaranlıktan bir parçayım.

Buruk tadıyım bu acılığın
yaratıldığım toprak kadar umutlu,
savaşın bize vaat ettiği tek yasa olan
gelecek barışın gerçeğiyim.

Masalların ve inançsızlığın uçurumlarıyla,
nerede olduğunu bilmediğim yerlerden geliyorum.
Fablların ve öykülerin hayvanını yaratan benim
gizli sevinciyim ben insanoğlunun.

Öyle bir tutsağım ki
zorla kabul ettirilen bu bayağı sessizlikte,
kaç kez gömülmüşüm böyle
yüreğimin derinliğine.

Bırakın diyeyim diyeceğimi geceler boyunca
uykusuzluk nasıl da uzun ve zor.
İşte seherin aydınlığıyla süsleniyor dizelerim,
yeni vatanın toprağıdır çağıran bizi.

Ateşin alevleri kör edemez bizi asla
ve bu hüzün de benim değil artık.
Portekiz ağladığı için ağlıyorum ben
yaklaşan ışığı büyültmek için.

Evlerin üstünde duyuyorum yelin uğultusunu,
daha iyi dinlemek için duruyorum bir an:
Dönüp duran kuş mudur, denizle hüznün
yendiği bir halkın uçuşu mudur?

Sözlerin ve eşyanın mırıltısıdır bu
sesinin gölgesinin kucağında böyle:
Yıldızların ve gömütlerin dirilişidir bu
dünyanın uzanan kollarıdır bize doğru.

Ülkenin ve yelin gürültüsüdür
pencereme vuran ve bana yaz diyen:
Sensin, sevgilim ve siz, insanlar, düşünceler,
geceleyin de gören ve bana gelen hepiniz.

Yazarak tüketiyorum sürgün günlerimi
kımıldayan eşyanın karmaşası içinde.
Açık duruyor kitaplarım üstünde masanın
Beni öven sessiz sayfalar ile.

Meyveler gibi kesik, beni rahatsız eden
gerçeği aradığım olgular gibi kesin:
kitaplar basit, ateşli, doğru,
yasak bütün sertlikler.

...................................

İnsanların ve eşyanın sesini dinleyerek,
Yaşama ve yellere bırakıyorum kendimi
- Sen inebilirsin sessizce
dizelerime, unutuşun ışığı.


Carlos De Oliveira
Çeviren: M. Uyguner

Ossonobra Yıkıntılarındaki Romalı Baş

Yitip gitmiş baş, katı,
kesilmiş halinle ne kadar güzelsin.
hiçbir şey taşımıyorsun kudretli imparatorluktan:
Boş gözlerin bir şey anlatmıyor artık.
alaylar yürümüyor dudaklarında,
öldürülen ve tartaklanan
insanlar dolaşmıyor tepesinde burnunun.
Seyre dalınan hayatın tatlılığı
sessiz sağduyunun soğuk değişmezliğinde
biraz -ve yalnız bir an- bırakıp
düşünceye delilik katmaya
zorunlu olduğunu bilerek,
Düşlenen bir erdem: tutsak,
vücudun hüzünlü saatlerinde, hiç kimse
giremez onun kalbine ve kocası
belki doğuran odur onu, hiçbir zaman
uzun uzun bakarak düşünmedi kendine dönüşü.
Yaşadı, öldü, sütunlar ve insanlar arasında.
çayırlar ve dereler, gölgeler ve ekinler.

Tiyatrolar, bağbozumları arasında, -peri gibi.
Fakat nerede? İmparatorluk geniş.
Bütün tanrılar onundu, tanrıların yüzü
yoktu. Ve insanlar,
tanrılaşmak için hazırdılar
kendi yüzlerini bırakmaya. Bu
yitip gitmiş baş direnmiş:
ne peri ne kadın, yalnız bilim
ve bizden bizi kurtaramayan.


Jorge De Sena
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Gelecek İçin Kaside

altın yaldızlı bir düş gibi
söz edeceksiniz bizden. Konuşmalar sessiz.
Hareketler ağır. Tatlılık, müzik.
Düşünce acı. Gülüş keskin.
Boşlukta geçip giden görüntüler.
özgürdük. Konuşuyorduk.
Bilgindik ve sevimiz
tatlılık ve sükunla doluydu.

Azalmış, hüzünlü bir can sıkıntısıydı
sizin düşlerinizdeki.

Ve fırtınalar, düzensizlikler, haykırışlar.
Geçip gittiğini bilemediğimiz baharlar
şiddet, alay, kinci bir karmaşa
ne kadar yakınımızdaydı tepelerde,
hapisler, ölüm, satılık sevi.
gözyaşları ve savaşlar,
aradığımız yaşamın umutsuzluğu
- sizin düşlediğiniz altın çağda
bu hüzünlü can sıkıntısı olmayacak.

Ve gizlice, özlemli ve sevinçli.
bizi konuşacaksınız -bizi- bir düş gibi.


Jorge De Sena
Çeviren: Muzaffer Uyguner

22 Aralık 2017 Cuma

Biliyorum

Biliyorum, yalnızım ve donmuşum yapraklar arasında.
Hiçbir mağara saklayamaz beni artık
Varlığımdan kopmuş bir göl gibiyim
Gözlerimde sönüyor görüntüler.

Boşlukta yarattığın melodiyi
söylüyorum içimden. Düşüyorum görüntülerden
ölü bir kuş gibi donmuş toprağa
düşen kuru yapraklar gibi.


Sophia De Mello Breyner Andresen
Çeviren: M. Uyguner

İşte

İşte
Soyunmuşum bütün giysilerimden
Ayrılmışım büyücülerden, kahinlerden ve tanrılardan
Yapayalnız kalmak için sessizliğin karşısında
Sessizliğin ve yüzünün güzelliği karşısında

Fakat sen yoksun arasında bütün yoklukların
omuzun dayanmıyor elin dokunmuyor
Senin bulunmadığın zamanın merdivenlerini iniyor kalbim
ve rastlıyor sana
Ovalarda ve sessizliğin ovalarında

Kapkaranlık gece
Kapkaranlık ve saydam
Fakat yüzün ötesinde donuk zamanın
Ve oturmuyorum sessizliğin bahçelerinde
Çünkü sen yoksun arasında bütün yoklukların.


Sophia De Mello Breyner Andresen
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Fernando Pessoa

Gölgelere adanmış gerçek türkü
Senin hayatından çıkarılmıştır
İnsan olmamak cesaretin
Bir pusulaya dayanan gemiciliğin
Yıldızların olmadığı sonsuzluk denizinde
Senin kendine has doğru görüşün

Yarattın ölçülü şiirini
Ve sen dört yüzü olan bir tanrı gibisin
Ve sen birçok adı olan bir tanrı gibisin
Alınyazısının olmayan anıtısın
Şimdi olmayan varlığını koruyan
Ve yok olan yollarda
Toplanamayan otlara benzedin


Sophia De Mello Breyner Andresen
Çeviren: Muzaffer Uyguner

2 Kasım 2013 Cumartesi

Picasso

Altamira mağaralarının yeni bir ressamı
kurtarıyor imgelemin bizonlarını.
Yabanıl yumruğuyla Vulcanus'un, fırlatıyor
yenileşmenin ışın ve oklarını.

Bu yeni oğlu İberik'in
veriyor maddeye
yalın ve erden biçimlerini.

Yorgun ve eski ayinli
şu Avrupa toprağında
yitmemiş çocukluğun biçimlerini


Miguel Torga
Çeviren: Özdemir İnce

26 Ekim 2013 Cumartesi

Pirinçlik

İki yüz kadın var orada. Bilinmez bir acıyı söylüyorlar
türkülerinde,
eğilmiş hepsi de görünmüyor yüzleri.
Türkü söylüyorlar, suyun ortasına dikilmiş,
yakıcı ağustos güneşi altında.

Yorgun bir sesle söylüyorlar Kuzeyden ve Güneyden.
Kısık sesle söylüyorlar ve sanki
ayaklarının altındaki insancıl kökte
çürüyor bir şeyler.


Miguel Torga
Çeviren: Muzaffer Uyguner

19 Ekim 2013 Cumartesi

Avrupa 45

IV.

İnsanları ve evleri anlatıyorum
yaşayanları ve ölüleri:
geçmişi ve geri dönmeyecekleri...
Matematik olarak ispatlandığını söyleme.
ah! kuramlar sürme önüme!
Yıkıntıları ve açlığı görüyorum.
Nedensiz can sıkıntılarını,
kurbanların acılı yüzlerine yazılmamış vahşeti.
Gördüğümü ve düşlediğimi biliyorum yalnızca
trajedinin en alçakça en anlamsız yönünü.
Görüyorsam da inanmıyordum.
Her şeyi görmekle ya deli ya veli olacaktım.
haydutlar şefi ya da yollarda eşkıya
- fakat inanmıyordum gördüklerime.

İnsanları, evleri ve hayvanları seyrediyorum.
Sonsuz bir şaşkınlık içinde seyrediyorum.
ve kalıyorum öylece sessiz
insan olduğumu bilmenin acısı önünde
şöyle davranılabilir belki:
Onlar kanlı bir bataklığa çevirdiler dünyamızı.
bu ruh ve kan çamuru
eşya ve varlık
ve can sıkıntım hala bir umut olup olmadığını soruyor,
kin de karışır bazı işlere çünkü ...
Bırak beni ağlayayım, ağlayayım!

Gözyaşları yıkayacak insan olmak utancımızı
ve susmakla cinayetin bir kurum olmasını onaylamamızı.
ve biz ağlarken
bu dramın kendimizin olduğuna inanacağız belki de
bir zaman sonra bizimki de başkalarının acısı olacak,
bir anda ölüp gideceğiz, işkenceye uğrayacağız,
cesetlerin çürüdüğü bir toprak olacağız,
ağaçların özsuyu olacağız,
yağmalanmış evlerin acılı koynunda
- evet bir süre içinde acı olacağız...
Bilmiyorum niçin ağladığımı,
niçin titrediğimi, içimdeki ürpermeyi,
bu savaşta ne anam babam var, ne dostum,
her şeyin uzağındayım.
Bu düzenli ve fukara evimdeyim.
bir savaş yok kapımın önünde.
- neden titriyor ve hıçkırıyorum?

Söyle; ağlayan kim içimde? Ağlayan kim içimizde
Kıvrıntılarını izleyen yorgun ırmak gibi yolunda gidiyor
her şey hurda.
Sokaklar, insanların ve arabaların bulunduğu sokaklar,
sonsuz panikleri haykıran canavar düdükleri yok artık.
öncekinden farksız yoksulluk ...
Eğer her şey öteki günlerdeki gibiyse
Avrupa yanımızda olsa da yoksulluk ve ıstırap,
düş görmekte olup olmadığımızı soruyorum ara sıra.
dostsuz ve bilinçsiz bir varlık değilsek,
canlı olarak gömülmemişsek,
bu gözyaşlarına karşın hiçbir şeyi olmayan varlıklar
geç gelenler ve bu gece, artık seheri olmayan bu gece
çevremizde dolaşanlar var.


Adolfo Casais Monteiro
Çeviren: Muzaffer Uyguner

12 Ekim 2013 Cumartesi

Biçimler, Gölgeler

Biçimler, gölgeler, geceyi anlatan ışık
küçücük bir kuş
seni yitirdikten uzun süreler sonra
iki dev boşluk oldu kollarım
gözlerim havayla dolmuş iki bakraç

ve tanıdıktan sonra seni uzak bir sokakta
çiçeğe durmuş ağaçlara döndü bacaklarım
parmaklarım yosun tarlası

senin biçiminle anımsıyorum
bahçenin rengini.


Antonio Maria Lisboa
Çeviren: Ülkü Tamer

11 Ekim 2013 Cuma

Renksiz Gözlerine

Renksiz gözlerine değer veriyorum her şeyden çok
yararsız ellerine, yeşil ağzına

Düşürülmüş saatlerden konuşuyorum sadece, arabalardan

Bu pembe ayaklardan konuşuyorum

Konuşuyorum ... Konuşuyorum ... Konuşuyorum ...

Buluttur ağaçlar yirminci yüzyılda
minicik kuşlar tarih öncesinin dev yarasaları

Evet, doğru, bu altın sarısı saç örgüleri

Gece yarısı sonra!

Madam, güneş battı izin verirseniz
gün sona erdi
şimdilik

Çocuk kir içinde, çamur içinde

Sağolun.


Antonio Maria Lisboa
Çeviren: Ülkü Tamer

10 Ekim 2013 Perşembe

Yabanıl Bakış

Ne gerçek canlanıyor gözlerimde
ne de sen:
Parlak vapurlar,
yaşayan toprak gibi tutuşmuş yenilik,
kolların kımıltısı, bir acayip karmaşa,
tam bir kumul.

Gözlerim düşlemiyor artık, buluyor.
Yüklü toprak dopdolu gene.
Göğün aydınlığında başlıyor soluk.
İnsanlar oynaşıyor ara-sıra.
Senin vaktindir bu.

Senin ateşinle kuvvetlendim ve besledim kendimi
bekleyişin sessizliğinde.
Parlıyor ağın.
toprak geçmiştir, deniz gelecek.
Çıplak ayaklı bir kadının yaklaşan adımları.
Dünya yepyeni.
Toprak aydınlık.

Gürültüler arasında dinliyorum seni.
Omuzlarına attığın atkı
değişken ve yeşil: uyuyorsun,
adını sormuyorum, yıkanıyorsun
doğurgan sıcaklıkta, meyveler ne güzel
seninle buluştuğum taş masada.

Pencereler solumakta ağzında.
Duvarların, balkonların müziği
yükseliyor göklere, yıldızlara.

Senin verimliliğini görüyorum ve artıyor susuzluğum,
karanlıkta doğuyor her şey yeniden.
İstiyorum açıkça sende bulmak kendimi.
Aynasız bırakmak kendimi, karmakarışık.
Sessizliğinde toparlanıp sarıyorum seni.

En doğru, en temiz, en canlı sensin.
Reddin büyüyor gökler kadar
üzerinde duvarın.

Hakkında bildiğim görmeden görmektir seni.
kaba bir kaçamak bu, gözkapaklarının altında bir deniz,
zorlu göz bebeği, büyük dalga,
kolaylık
merdivensiz, ağsız; yalnız ve şiddetli bir yel.
parçalanan güneşin çeperi,
olgun anıtı sonsuz ateşi.
kızoğlan kız, yeşil, gerçek,
aldığım soluk.
patlayış, taşın öpüşü.

Heybetli vücudun sızmamı
ister: saf adlar:
ağzın, kolların, ellerin adlarıdır,
toprakta ve duvarlarda.

Heybetli vücudun benden ister
güzel adları, ölmeyen adları:
toprağın, ateşin, yumrukların adlarıdır bunlar
aydınlık, yakıcı ve karanlık.


Antonio Ramos Rosa
Çeviren: Muzaffer Uyguner

9 Ekim 2013 Çarşamba

Eller

Bir el olarak belirecek bir gün şefkat
çenende.

Baş ve işaret parmakları arasında,
şurda, burda.
çalış, iğne, elinde
lütfün.
Fakat zorunluluktur seni öldüren.
İşsiz eller, balıklar gibi
hüznün akvaryumunda.

iki elle yakalıyorum seni
sarıyorum vücudumu ve kucaklıyorum.
Temizlik, kara pisliğinle
güçlükle tanımlıyorum seni,
atıldığım ve beni fırlatan,
beni yadsıyan ve sonra kabul eden bu elde.

Tesadüfen bulunan bir kadın eldiveni
güldürür bizi. Bilinmez
belki de bir haberdir bu,
var olmayan elden.
ya da düşmüşse eldiven, belki
çift olmayan bir şeydir.

Yumuşak
elinle berber
başımın çevresinde ötüşen
bu demir kuşu kullan da
futboldan söz etmeden,
bu pamuk elle
tıraş et beni, zaman sıkıyor artık!

(ihtiyar fotoğrafçı)
çenende elin,
oh ne sersemlik, dön bana.
kendine güveniyorsan,
sonsuzluğa bak!

Nerde o şimdi?
Hangi elle çalışır?
(bir ressama)
hayranım bitkisel sabrına,
kökten büyümene,
kör ve usta küçük eline,
saf, tam ve sadık,
saygılı ve usta,
kağıt ya da tuval üzerinde çalışan elin,
açan bütün pencereleri
düşlerimizin dünyasına
ve kalbimizi serdiğimiz
sokaklara açılan kapılarımıza ...
Hangi güzel resim çizilmiş eline?


Alexandre O'neill
Çeviren: Muzaffer Uyguner

8 Ekim 2013 Salı

Seni Bekleyen Bir Irmak

Yalnızsın ve gece inmiş
doğu rüzgarına açık kente.
Bilmediğin çok şey var
ve sormak için artık geç.
Zaten yeterli sözler var
sonu için:
solgun, ağır ve terk edilmişsin.

Yalnızsın.
o büyük köprü karşılayacak
seni ırmağın üzerinde.
Teknelerin geçtiği suya bakıyorsun,
su karanlık, su yoğun
ve inliyor
gecenin leylaklarıyla, gecenin kuşlarıyla.

Bir an için unutuyorsun
tüm kenti ve onun imgesel işlerini,
isteklerini içine yatırmak için
küçük tabutlar biçen umut.
aynı acıları çeken köpeklerin
varlıklarını havladıkları
yanıp-sönen ve çıplak kenti.

Sanki çocukluğundaki yatağınmış gibi
bakıyorsun suya:
arka bahçenin duvarındaki sarmaşığı anımsıyorsun,
toplayıp attığın dağ çileklerini.
gönderdiğin el değmemiş sözcükleri
kana bulayıp geri gönderen arkadaşlarını,
sevinç gözyaşları ile seni kapıda bekleyen
anneni anımsıyorsun.
Suya bakıyorsun, köprüye,
sokak lambalarına
ve bir kez daha suya ...
Orada:
su ya da orman
tertemiz gölge
ve uzun yaz günleri var.

Yalnızsın,
Perişan ve yalnız.
Ve gece.


Eugenio De Andrade
Çeviren: Gürhan Uçkan

7 Ekim 2013 Pazartesi

Sorgu Sırasında Ölüm

Sabahın üçünde, uzaktı uykum düşlerden.
Uyuyordu karım yanımda.
Gezdirdim kalçalarında elimi.

Sonbahar ayı parlıyordu yolların üstünde,
Kış gecelerini haber veriyordu rüzgarın soluğu.

Sabahın üçünde, hemen bütün arkadaşlar
uykudaydılar. İçlerinden biri, yalnız o.
dönüyordu gece işinden, yorgun argın.

Hora teptiği saatti ışıkların mezarlarda,
uykuyu haplarda aradığı saatti sürgünlerin.

Sabahın üçünde, uyumamıştı henüz karısı onun.
Bir atkı atmıştı sırtına, elinde bir kitap.
Kaçmıştı uykusu, yarım saat olmuştu ışığı yakalı

Vakit geçip gidiyordu sorgu odasında.
Bin vatlık iki ampul kesiyordu havayı.

Kalp direnmekten vazgeçti, sabahın üçünde.
İki görevlinin karşısında bir ölü adam.
ve iki kül tablası, içinde otuz izmaritle.


Egito Gonçalves
Çeviren: A. Kadir - A. Timuçin

4 Ekim 2013 Cuma

Aile Albümü'nden

Annemi anımsıyorum
sebze yerdi boyuna
boyuna bir şeyler
kemirirdi
"benim de en kötü yanım
sebze yemek"
derdi

öteki annem ışığa çıkarmıştı beni
elektrik ışığına
günışığının altına

üçüncü annem ise
aç olduğu için
her saat başı düşerdi
oturduğu gökdelenden

Babamı anımsıyorum
oturduğu koltuğu
gözlüğünü kederini
yerini soluğunu

Parçalara bölünüyordu albüm
bir kurt kemiriyordu çünkü onu
ailem semiriyordu
bir başka ailenin etiyle

Sevinçten de geçebilir
bir fotoğrafın gülümseyişi


Luiza Neto Jorge
Çeviren: Ülkü Tamer

3 Ekim 2013 Perşembe

Kimse Irmağı İki Kere Geçemez

I.

Kimse ırmağı iki kere geçemez
ırmaklar ölüme akar çünkü
ya da
akarak yaşarız biz
ırmaklar ölürken.

Kaynağının en alçak noktasına tutturulmuş her şey
canlıları koşmaz
denizler koşar
buluşmamak için bir daha
o uzak eşitlikte. 


II.

Biri daha ölecek
birkaç gün sonra
doğanın utkusu için
can verecek.

Yükselmeye başlar
yerler
bozulur büyü.

Yörünge çürür
güneş inanmaz.


Luiza Neto Jorge
Çeviren: Ülkü Tamer

2 Ekim 2013 Çarşamba

Haritadaki O Kenti Buldum Sessizce

Haritadaki o kenti buldum sessizce
hızla: bir damla
karanlık. Kanda balıklar gibi atan
tozları buldum.
Hızla, sessizce, haritada-
başka renkte bir harf bulur gibi
yapraklar arasında.
meşelerde titreyen yapraklar arasında.
sessizce.
Ayçiçeğinde bir damla karanlık-
o mektup, o sessiz kent,
kan gibi atan.

Haritanın kuzeyindeydi kentim,
karanlık Avrupa denilen uzaklıkta.
Titriyordu balıkları
yapraklarda titreyen harfler gibi
bir başka rengin tozları: kendini bulan
bir ayçiçeği
Avrupa'da bir damla gibi.
O kenti buldum, dikenlerdeki harfler
biçilen tahtalara bakıyorlardı,
güller kadar ağır. Kuzeyindeydi
sessizliğin, sessizlikle biçilmiş
bir özsu damlası gibiydi.

Kanatlarım olduğunu gördüm düşen
bir armut gibi. O hızla
kent bana doğru uçtu haritada.
Kanda atan balıklar gibiydim -sessizliğin
balıkları, yapraklı balıklar. Yazdım
biçilmiş tahtaların üstüne
sessizliğimi. Karanlık özsu
akıyordu haritasından ayçiçeğinin,
o Avrupa haritasının. Kan karanlığında
titreyerek
bir başka rengin yapraklan gibi
o yaprakların harfleri gibi.

Yakalıyorum kentimi, kanat çırpıyor
haritanın göğünde. Yakalıyorum
yazdıklarımla onu,
içimde yapraklar titriyor,
Avrupa'da.
Kendime çekiyorum onu
karanlık bir aşkla: hızlanıyor balıklar
ve tozlar arasında buluyorum
o anıtsal harfi.
Seviyorum, akıyor sessizce
bir başka renkte biçilmiş bir tahtada:
uçan bir armut gibi.
Avrupa'nın ayçiçeği gibi.


Herberto Helder
Çeviren: Ülkü Tamer

1 Ekim 2013 Salı

Pierro Della Francesca'ya Övgü

I.

Birden seziyorum ki çırılçıplak her şey
sessizliğin birden son bulması gibi
güçlü yontularda ve gölgenin evcilliğinde
bizimle ve yaşamla
biten bir uzun öykünün çınlaması.


II.

Eldeğmemiş -yalnız bir ses. Vücut başka bir şey.
Vücut, günler gibi değişir daima.
Her şeyin dayanağı güneş
değişmez yalnızca. 


III.

Sessizlik
birden kırılması ışığın,
uyuyan vücutta doğan
gizli bir kımıltı,
birden uyanıyor zamanın sesi
müzik ve ölüm uçurumu
tanrıların bütün sesini duyuran
ve dünyanın ateşini.


IV.

Tutamayacağım ölümsüz acı
dünyanın büyük dönüşü.
Sessizliğin çınlıyor.
Ellerin dokundu eşyaya. 


V.

Ölüm gibi mükemmeldir kar
seçtiği dudakların arasında konuşur.
Sabahları melekler de konuşur. 


VI.

Zamana bırakarak bitirdi beni
beni bul ve yönelt beni
kaderimin son bulacağı
ülkeye 


VII. 

İyilik salıyor köklerini
el değmemiş başka günü müjdeleyen gecede.


Alberto De Lacerda
Çeviren: Muzaffer Uyguner