Şiir, Sadece: Que despierte el leñador
Que despierte el leñador etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Que despierte el leñador etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Kasım 2014 Cumartesi

Ama Eğer Silâhlandırırsan Ordunu

Ama eğer silâhlandırırsan ordunu, Kuzey Amerika,
bu temiz sınırı yok etmek için
ve Şikago kasabını efendisi yapmak için
sevdiğimiz bu müziğe ve düzene,
o zaman taşlarla ve havayla atılacağız ileri
seni un ufak etmek için:
sana ateş püskürtmek için
atılacağız ileri son pencereden:
en derin dalgalardan atılacağız üzerine
seni dikenlerle çarmıha germek için,
o zaman atılacağız ileri saban izlerinden ki
filizler Kolombiyalı bir yumruk gibi
patlasın yüzünde, o zaman atılacağız üzerine
ekmek ve suyunu kesmek için,
o zaman atılacağız ileri
cehennemde yakmak için seni.

Bu yüzden ayak basma, ey asker
harika Fransa’ya, çünkü orada olacağız bizler
yeşil asmalar şarap sirkesi verebilsin
ve yoksul kızlar gösterebilsinler diye
Alman kanının hâlâ kurumadığı yerleri.
İspanya’nın kuru dağlarına tırmanma
çünkü oradaki her bir taş ateşe dönüşecek
ve savaşacak yiğitler bin yıl daha:
zeytinliklerde şaşırma yolunu
çünkü asla dönemezsin Oklahoma’daki evine, dalma
Yunanistan’ın içine, çünkü izin verdiğin
ve bugün de akan kan
topraktan kalkarak durdurur seni orada.
Gelme balık avlamaya Tocopilla’ya,
çünkü biliyor kılıç balığı yağmalamalarınızı
ve Araukanyalı esmer maden işçisi getirecek
yeni istilacıları bekleyen
o eski zalim gömülmüş okları.
Güvenme gauchoların söylediği vidalitalara
ya da soğuk depoların işçilerine. Tıpkı
bir elinde bir şişe petrol
öbüründe bir gitar, bekleyen Venezüellalılar gibi
her yerdeler gözleri ve yumruklarıyla onlar.
Girme, Nikaragua’ya da girme sakın.
O güne kadar göz kapağı olmayan bir yüzle
uyuyordu Sandino ormanda
sarmaşıklarla ve yağmurla kaplanmış tüfeği,
fakat onu öldürdüğünüzde açtığınız yaralar
bıçakların ışığını bekleyen
Porto Riko’daki eller gibi canlı hâlâ.
İnatla karşı koyacak dünya size.
Sadece adalar ıssız kalmayacak, fakat hava da
ki dinliyor bugün sevdiği sözcükleri.

Gelip de insan eti isteme
Peru’nun yüceliklerinde: anıtların yaralanmış sisinde
sana karşı bileyliyor mor kuvars kılıcını
kanımızın uysal atası,
ve vadiler boyunca çağırıyor boğuk sesli savaş boruları
savaşçıları, Amaru’nun taş fırlatan
oğullarını. Meksika dağlarında da arama kimseyi
şafak kızıllığına karşı savaştırmak için,
uyumuyor Zapata’nın tüfekleri,
yağlanmış tüfekler ve çevrilmişler Teksas topraklarına.
Girme Küba’ya, çünkü o denizsi ışıkta
ter ağırlığı şeker kamışı tarlaları üzerinde
bekliyor seni tek bir kasvetli bakış
ve tek bir çığlık, öldürmek için seni.
Partizanların topraklarına girme gürültülü
İtalya’da: Roma’da tuttuğun o şık askerlerin
saflarından ayrılma sakın, Aziz Peter Katedrali’nden ayrılma:
köylüklerin basit ermişleri var orada,
balıkçıların deniz ermişleri
seviyorlar dünyanın yeniden çiçekleneceği
bozkırın o geniş topraklarını.
Dokunma
Bulgaristan’ın köprülerine, izin vermezler geçmene.
Romanya’nın ırmaklarını fokurdayan kanlarla dolduracağız
haşlamak için istila kuvvetlerini:
bugün feodal efendisinin nerede gömüldüğünü bilen
ve sapanıyla ve tüfeğiyle nöbet bekleyen köylüye
selam verme: bakma ona
çünkü küle dönüştürür seni bir yıldız gibi.
Girme Çin topraklarına: Kiralık çırağın Chiang yok orada
müsteşarlarıyla kokuşmuş sarayında artık:
Çiftçilerin oraklarından bir orman
ve baruttan bir volkan bekliyor orada seni.

Başka savaşlarda suyla dolu hendekler vardı
ve bunların arkasında dikenli teller ve pençeler vardı,
ama bu hendekler daha büyük, bu sular daha derin,
bu dikenli teller bütün diğer metallere göre daha yenilmez.
Bunlar bu insansı metallerin toplamından oluşan atomlar,
hayat üstüne hayattan oluşan binlerce düğümün toplamı,
uzak vadilerden ve ülkelerden halkların eski acıları bunlar,
bütün bayrakların ve gemilerin,
toplanılan bütün mağaraların eski acıları bunlar,
fırtınaya karşı savaşta yırtılan bütün ağların,
toprağın bütün çetin yarıklarının,
ateşten kızmış çaydanlık cehennemlerinin,
bütün dokumaların ve dökümhanelerin
bütün kaybolmuş ya da istiflenmiş lokomotiflerin
eski acıları bunlar.
Bu çelik tel binlerce kez dolandı dünyayı:
kesilmiş gibi görünür, orduyla yıkılmış sanılır,
fakat birdenbire bulur kutuplarını
ve tekrar kuşatır dünyayı.
Fakat henüz
çok ötelerde bekliyor sizleri,
ışıltılı ve kararlı,
çeliklenmiş ve güleç,
hazır şarkı söylemeye ve mücadeleye,
tundradan ve tayga ormanlarından kadınlar ve erkekler,
ölümü yenen savaşçıları Volga’nın,
Stalingrad’ın oğulları, Ukrayna’nın devleri,
kandan ve taştan, demirden ve şarkıdan, cesaret ve umuttan
yapılmış tek yüksek, korkunç bir duvar.
Eğer bu duvara dokunursanız, öleceksiniz,
fabrikaların kömürü gibi yanacaksınız,
ve Rochester’den gülüşler gölgeye dönecek
step rüzgârları savuracak
ve kar sonsuza dek gömecek sonra.
Büyük Peter’den bu yana savaşanlar, herkes gelecek,
toprağa merakla vuran yeni kahramanların yanına,
ve onların madalyalarından bugün mutlu olan
bu muhteşem ülkenin üzerinde vızıldayan
küçük soğuk mermiler yapacaklar.
Ve sarmaşıklarla donanmış laboratuarlar,
gönderecekler kurtarılmış atomu
mağrur şehirlerine.


Pablo Neruda
Que despierte el leñador
Canto General


Gaucho: Arjantin bozkırlarındaki cowboy; yerli kadınlarla İspanyol istilacıların soyundan gelen melezler anlamına gelmektedir.
Vidalita: Hüzün ve neşeyi aynı şarkı içinde barındıran, gaucho şarkısı.
Büyük Peter: 1672-1725 yılları arasında yaşamış Rus çarı.

27 Ekim 2014 Pazartesi

Bunların Hiçbiri Olmasın

Bunların hiçbiri olmasın,
Ağaçyarıcı, uyan!
Baltasıyla ve tahta tasıyla
gelsin Abraham
köylülerle birlikte yemek yemeye.
Ağaç kabuğundan kafası,
tahtaların ve meşe kerestesinin kıvrımları içinden
görünen gözleri
bırak yeniden görsün
seqioia-ağacından daha da yukarı yükselen
yapraklar üzerindeki dünyayı.
İzin ver eczaneye gidip bir şeyler almasına,
bırak da Tampa'ya giden bir otobüse binsin,
sarı bir elmaya dişlerini geçirmesine
ve sinemaya gidip sıradan insanlarla konuşmasına
izin ver.

Ağaçyarıcı, uyan!

Gelsin Abraham, kabarsın
ekşi mayası
İllionis'in altınsı ve yeşil toprağı,
kaldırsın baltasını adamlarının ortasında
yeni köle sahiplerine karşı,
köle kırbacına karşı,
basımevlerinin zehirine karşı,
satmak istedikleri o kanlı eşyaya karşı.
Beyaz tenli delikanlı ile siyah tenli delikanlı
şarkı söyleyerek ve gülümseyerek yürüsün
üstüne altın duvarların,
üstüne nefret fabrikatörlerinin,
üstüne kanlarının satıldığı ticarethanelerin,
şarkı söyleyerek, gülümseyerek ve utku kazanarak.

Ağaçyarıcı, uyan!


Pablo Neruda
Que despierte el lenador
Canto General

23 Mayıs 2014 Cuma

Fakat Bir Konuk Buldular Evde

Fakat bir konuk buldular evde,
ya da yeni gözlerle gelmişlerdi (ya da önce kördüler)
ya da fırlayan dallar çizdi onların göz kapaklarını
ya da yeni durumlar egemenleşti Amerikan toprağında.
Seninle birlikte savaşan dirençli ve güleç
zencilere bak bir kez:
Yanan bir haç dikmişler
mahallelerinin önüne,
beyaz adam astı kan kardeşini ve yaktı sonra:
asker yapmıştı onu, ama bugün
esirgeniyor zenciden oy ve karar verme hakkı: geceleri
toplanıyor haç ve kırbaçla
kimliğini gizleyen cellatlar.
(Başka bir anlatım
duyuldu okyanusun ötesindeki bu mücadeleden) .
Beklenmeyen bir konuk
yaşlı, korkunç ve sarıp sarmalayan,
kemirilmiş bir ahtapot gibi,
gelip kuruldu senin evine, ey küçük asker;
Berlin’de üretilen eski zehrini
kusuyor şimdilerde basın.
Gazeteler (Times, News Week, vs) dönüştüler
sarı ihbar gazetelerine: Nazilere
sevgi şarkıları dizen Hearst gülümsüyor
ve sivriltiyor pençelerini, ki böylelikle yeniden
düşesin resiflere ya da steplere
ve savaşasın rahatsızlık veren bu konuk için.
Sana bir rahat yok bunlardan: satmak isteyeceklerdir
daha çok çelik ve mermiyi, daha çok barut üretip
satacaklardır anında, yeni silahlar
gün yüzünü görmeden ve diğer ellere düşmeden.
Her yerde artırıyor falanjları
senin evine kendilerini efendi atayanların,
seviyorlar onlar karanlık İspanya’yı
ve sunuyorlar bir fincan kanı
(asıldı bir, yüz) : Marshall kokteyli.
Genç kan alın: Çin’den çiftçileri,
İspanya’dan tutsakları,
Küba’nın şeker tarlalarından kanı ve teri,
Şili’nin kömür ve bakır madenlerinden
gözyaşlarını alın kadınların;
sonra karıştırın bunu
copla vurur gibi bir enerjiyle,
ve unutmayın buz parçalarını ve bir kaç damlasını
“İsevi kültürünü koruyalım” şarkısının.
Acı bir karışım mı oldu?
Bunu içmeye alışacaksın, küçük asker.
Nerede olursan ol dünyada, ay ışığında
ya da lüks bir otelde sabahleyin,
kuvvetlendiren ve ferahlatan bu içeceği ısmarla yalnızca
ve Washington’un resmiyle süslenmiş olan
güzelim bir banknotla öde.

Şefkatin dünyadaki son babası Charlie Chaplin’in
kaçmak zorunda olduğunu da öğrendin
ve yazarlar (Howard Fast ve diğerleri)
ve senin ülkenin
bilginleri ve sanatçıları
“Amerika karşıtı” düşüncelerden ötürü
kabul etmeliydi yargılanmayı
savaş sayesinde zengin olan
zücaciyecilerden oluşan bir mahkemede.
Dünyanın en ücra köşelerine yayıldı korku.
Korkarak okuyor teyzem bu haberleri,
ve dünyanın bütün gözleri dikmiş bakışlarını
utancın ve intikamın mahkemelerine.
Kanla lekeli Babbitts’in kurduğu mahkemeler bunlar,
köle tacirlerinin, Lincoln’un katillerinin kurduğu,
yeni oluşturulan engizisyonlar bunlar,
(o zamanlarda da korkunç ve anlamsız olan)
inanç için değil bu,
fakat kerhanelerde ve bankalarda
kumar masalarında şıngırdayan altın içindi,
ve kimse yargılayamazdı altını.

Moriñigo, Trujillo, Gonzáles Videla, Somoza
ve Dutra buldular birbirlerini Bogotá’da ve alkışladılar.
Sen tanımıyorsun onları, genç Amerikalı: onlar
bizim göklerimizdeki karanlık vampirlerdir, acıdır
kanatlarının gölgesi:
hapishaneler,
işkence, ölüm ve nefret: Petrol ve nitrat sahibi
Güney ülkelerinin
yumurtadan çıkan bir canavarlarıdır bunlar.
Geceleyin Şili’de, Lota’da,
ulaşır celladın emirleri maden işçisinin
sade ve rutubetli evine. Ağlayarak
uyanır çocuklar.
Binlercesi onların
tutuklanır ve düşünür:
Paraguay’da
saklar ormanın sık gölgesi
kemiklerini öldürülmüş bir yurtseverin,
çınlar bir kurşun yazın fosfor parıltısında.
Orada ölmüştür gerçek.
Neden müdahale etmiyor
Bay Vandenberg, Bay Armour, Bay Marshall,
Bay Hearst savunmak için Batı’yı
Santo Domingo’da?
Neden Nikaragua’nın Başkanı
geceleyin uyandırıldı, işkence edildi ona,
neden kaçtı sürgünde ölmek için?
(Orada muzlar savunulmalı, özgürlükler değil
bu yüzden Somoza’yla idare edilebilir) .
Büyük,
utku dolu düşünceler Yunanistan’da ve Çin’de
kirli halılar gibi kirlenmiş hükümetler için
bir örtü oldu.
Ah, zavallı asker!


Pablo Neruda
Que despierte el leñador
Canto General


Not:

William Randolph Hearst (1863-1951) tarihleri arasında yaşamış Amerikalı gazete patronudur. Orson Welles'in 1941 yapımı 'Citizen Kane' adlı filmine konu olmuştur.

7 Mayıs 2014 Çarşamba

Gelen Alacakaranlık Huzur Dolu Olsun

Gelen alacakaranlık huzur dolu olsun
köprü huzur dolu olsun, barış olsun şarap için,
beni arayan ve kanımda yükselen harfler
huzur dolu olsun, toprak ve sevda hakkındaki
eski şarkı çevrelemiş beni, ekmek uyandığında
barış olsun şehirde sabahları, bütün köklerin ırmağı
Mississippi huzur dolu olsun:
kardeşimin gömleği huzur dolu olsun,
havadan bir mühür gibi olan kitap için barış,
Esenlikler olsun Kiev’deki kolkhoz için,
orada ölenlerin ve diğer ölülerin külleri için de
esenlikler olsun, Brooklyn’in
siyah demiri için barış olsun, gündüz gibi
evden eve giden postacı için de,
bir huninin içinden kızlara bağıran
koreograf için barış olsun,
Yalnızca Rosario yazmak isteyen sağ elim için
esenlikler olsun:
kalay taşı gibi gizemli, Bolivyalı için
barış olsun, esenlikler olsun
ki evlenebilesin, huzur dolu olsun
Bío Bío’nun hızar değirmenleri,
İspanyol partizanlarının
ezilmiş yürekleri için barış olsun:
en güzel şeyin
üzerinde nakışlı bir yürek bulunan yastık olduğu
Wyoming’deki o küçük müze için barış olsun,
fırıncı için ve onun bütün aşkları için esenlikler olsun
ve barış olsun un için: filizlenecek olan
bütün buğday için barış olsun,
bu sık yaprakları arayan bütün aşklar için,
yaşayan herkes için: bütün dünya için
ve bütün sular için barış olsun.

Burada vedalaşıyorum ben ve dönüyorum
ülkeme, kendi evime, düşlerimde
dönüyorum ben
rüzgârın ahırları dövdüğü
ve okyanusun buz püskürttüğü Patagonya’ya.
Bir ozanım ben yalnızca: hepinizi seviyorum
ve sevdiğim dünyanın eteklerinde çırpınıyorum:
benim ülkemde maden işçilerini hapsediyorlar
ve askerler emir veriyor yargıçlara.
Ama ben soğuk ülkemin
köklerini dahi seviyorum.
Bin kez ölebilsem
orada ölmek isterdim hep:
bin kez doğabilsem
orada doğmak isterdim hep,
yanı başında yabanıl Araukanya’nın
fırtınalı güney rüzgârının
ve yeni alınmış çanların.
Kimse düşünmesin beni.
Sevgiyle dolarak vuralım masaya
ve düşünelim bütün dünyayı.
İstemiyorum yeniden sızsın kan
arasından ekmeğin, fasulyenin
ve müziğin: istiyorum ki maden işçisi,
o küçük kız, avukat,
denizci ve oyuncak üreticisi
izlesin beni,
ki hep birlikte sinemaya gidip ondan sonra da
en kırmızı şarabı içebilelim.

Bir şeyi çözmeye gelmedim ben.

Şarkı söylemek için geldim buraya
ve senin de benimle şarkı söylemen için geldim.


Pablo Neruda
Que despierte el leñador
Canto General

14 Ocak 2014 Salı

Kolorado Irmağı'nın Batısında

Kolorado ırmağının batısında
sevdiğim bir yer vardır.
Koşuyorum oraya içimde titreyerek
çalkalanan ne varsa, neyim varsa,
ne isem ve neyi savunuyorsam.
Bazı yüksek kızıl kayalar var,
binlerce elli o yabanıl hava yapmış
onların biçimini:
uçurumdan yükseldi kör kırmızı utanç
ve onda dönüştü bakıra, ateşe ve güce.
Amerika, gerilmiş bizon derisi gibi,
orada, dörtnalın hafif, berrak gecesinde
yıldızla ışıltılı tepelere doğru
içiyorum yeşil çiyden yapılmış kadehinden.

Evet, bu kekre Arizona’dan ve zorlu Wisconsin’den
Milwaukee’ye doğru rüzgâra ve kara karşı yolculuk ederek
ya da West Palm’ın yakan bataklıklarında,
yakınında Tacoma’nın çam ormanlarının,
yoğun çelik kokusunda ormanının,
dolandım ben ana toprağında senin,
mavi yapraklar, çağlayanların taşı,
sonsuz müzik gibi titreyen fırtınalar,
manastırlar gibi ibadette ırmaklar,
ördekler ve elmalar, topraklar ve sular,
buğdayın doğduğu yerde sonsuz bir sessizlik.

Orada, benim merkezi kayamda, uzatırdım
gözlerimi, kulaklarımı ve ellerimi havaya doğru
işitene dek, kitapları, lokomotifleri, karı, mücadeleleri,
fabrikaları, mezarları, bitkileri, adımları,
ve Manhattan’dan gemi üstündeki ayı,
dokuma tezgahının şarkısını,
toprağı yutan demirden kaşığı,
kondor vuruşuyla matkabı
ve kesen, ezen, koşan ve diken ne varsa:
yaratıkları ve hâlâ dönen tekerleği ve doğumu.

Seviyorum çiftçinin küçük evini. Genç anneler uyuyor
demirhindi şerbeti gibi kokuyorlar, ve çarşaflar
yeni ütülenmiş. Ateş harlı
soğan tarlalarının çevrelediği binlerce kulübede.
(Erkekler ırmak kenarında şarkı söylerken
dipteki taşlar gibi kabadır sesleri:
yükselir tütün kendi geniş yapraklarından
ve sızar ateşten bir ruh gibi bu evlerin içine) .
Missouri’nin içlerine gel, gör peyniri ve unu,
hoş kokulu tahtalar, kemanlar gibi kırmızı,
mühürlüyor erkek buğday tarlasını,
ekmeğin ve yoncanın kokusunu alan
o mavi yeni eyer vurulmuş tay:
çanlar, gelincikler, demirciler,
ve yıkılmak üzere olan taşra sinemalarında
gösterir dişlerini aşk
topraktan doğan o düşlerde.
Senin barışındır sevdiğimiz, masken değil.
Savaşçı yüzün güzel değil
güzel ve enginsin, Kuzey Amerika.
Irmaklarının kenarındaki çamaşırcı kız gibi
kökün alçakgönüllü bir beşikten,
göz kamaştıran beyazdan.
Bilinmeyende biçimlenmiş
peteğinin barışı tatlılığındır.
Oregon’un balçığıyla eli kızıllaşmış
insanını seviyoruz, sana müziği getiren
zencini, fildişinin ülkelerinde doğan:
seviyoruz şehrini, özünü,
ışığını, tekniğini, Batı’nın
enerjisini, arı kovanından ve köyünden
barışçı balını senin,
o büyük yetişkin çocuk traktörün üstünde
Jefferson’dan sana miras kalan yulaf,
hızla yuvarlanan tekerlek ölçüyor
okyanussu toprağını senin,
fabrika dumanı ve yeni bir mahalleden
binlerce öpücük:
senin çiftçi kanını seviyoruz biz,
mazot damlayan halkın elini.

Çayırlıkların gecesinde, geçmişte olduğu gibi şimdi,
ağırbaşlı sessizliğindeki bizonun derisinde
dinleniyor heceler, ben olmadan önce ne olduğum
ne olduğumuz hakkındaki şarkı.
Mellville bir deniz çamıdır, dallarından
fışkırır bir karinanın kıvrımı, tahtadan
ve gemiden bir kol. Whitman, mısır tarlaları gibi
sayılamaz, Poe kendi matematik alacakaranlığında
Dreiser, Wolfe,
yokluğumuzdaki yeni yaralar,
ve yakın zamanlardan Lockridge, herkes bağlı derine,
bir çokları da gölgeye bağlı:
onların üzerinde alazlanıyor yarıkürenin aynı şafağı
ve onlardan yaratıldık biz olan şey.
Muhteşem çocuklar, kör kaptanlar,
ara sıra ürkmüşler olayların ve yaprakların arasında,
sevinç ve acıyla bölünmüş sözleri,
çayırlıklar altında akışkan trafik,
ne çok ölü gömülü orada göremeden ovaları:
işkence edilmiş masumlar, yeni peygamberler,
çayırlıkların bizon derisi üzerinde.

Fransa’dan, Okinawa’dan, Leytes’in atollerinden
(Norman Mailer yazmıştı bunlar hakkında)
hiddetli havadan ve dalgalardan
geri döndü hemen hemen bütün oğlanlar.
Hemen hemen hepsi... Yeşil ve acıydı onların
çamurdan ve terden oluşan hikâyeleri: çok nadir
işitmişlerdi mercan kayalıklarının şarkısını,
adalarda ölmelerini saymazsak, belki hiç dokunmamışlardı,
ihtişam ve rayihadan oluşan taç yapraklarına: kan ve gübre
peşini bırakmadı onların, kir ve fareler
ve bitkin, avuntusuz ve savaşan bir yürek.
Ama döndüler işte şimdi geriye,
karşıladınız onları
engin toprağınızın geniş mekanında
ve içe kapandılar (geri dönenler)
sayısız, isimsiz yapraklardan oluşan
bir taç yaprağı gibi
yeniden doğmak ve unutmak için.


Pablo Neruda
"Que despierte el leñador"(Uyansın Oduncu), "Canto General"den

2 Ağustos 2013 Cuma

Senin Toprağından Da Göçüyorum Uzağa

Senin toprağından da göçüyorum uzağa,
Amerika, ve kuruyorum titrek meskenimi,
seyahat ediyorum, şarkı söylüyorum
ve konuşuyorum her gün.
Ve Asya’da, Sovyetler Birliği’nde, Ural’da dinleniyorum
ve yayıyorum yalnızlık ve reçineyle yoğrulmuş ruhumu.

Seviyorum insanların sevdada ve kavgada
yarattığı bu geniş mekanı.
Hâlâ kuşatıyor Ural’daki evimi
yüksek bir sütun gibi sessizlik
ve çam ağaçlarının hayli eski gecesi.
Burada doğdu çelik ve buğday
insan elinden, insan memesinden.
Ve çekiçlerin şarkısı çeler eski ormanın aklını
yeni mavi bir mucize gibi.
Buradan bakıyorum insanların muhteşem bölgelerine,
daha düne kadar yabanıl tilkilerin yaşadığı ormandaki
şebboylar gibi ışıldayan okullara,
fabrikalardan ve şarkılardan, aşktan,
çocuklar ve kadınlardan oluşan bir coğrafyaya.
Bu noktadan kapsar elim haritada
yeşil bölgeleri, dumanını
binlerce atölyenin, kumaşların
kokusunu, dizginlenmiş enerji
karşısında şaşırılmasını.
Ve öğleden sonraları dönerim yeniden evime
yeni yapılmış yollardan
ve girerim lahananın piştiği
ve yeni bir kökün
dünyaya yayıldığı mutfaklara.


Ve buraya gene geldi delikanlılar,
fakat milyonlarcası da alıkonuldu,
hapsedildi, sallandı darağaçlarında,
özel fırınlarda yakıldı,
yok edildi ta ki kalmayana dek anılarda
hatırlanan adlarından başka bir şey.
Köyleri de öldürüldü onların:
Sovyet toprağı da öldürüldü,
milyonlarca cam kırığı ve kemikler aktı birlikte,
inekler ve fabrikalar, hatta savaşın yuttuğu
İlkbahar bile kayboldu.
Gene de geri geldi delikanlılar,
ve onların kanlarında erimişti
kurulmuş bu ülkeye olan sevgileri,
ki damarlarıyla söylüyorlar Ülkem diye,
Sovyetler Birliği diye şarkı söylüyorlar kanlarıyla.
Prusya ve Berlin’in fatihleri
geri döndüklerinde net konuştular,
yeniden doğması için
şehirlerin, hayvanların ve ilkbaharın.
Walt Whitman, kaldır çimen sakallarını,
bak benimle bu ormandan,
bu rayiha dolu ihtişamdan.
Ne görüyorsun, Walt Whitman?
Görüyorum diye anlatıyor benim bilge biraderim
görüyorum ölülerin hatırladıkları
şehirdeki fabrikaların nasıl işlediğini,
muhteşem Stalingrad’da.
Görüyorum savaşan ovayı,
acıdan ve yangından,
yarının nemli sisinden bir traktörün
geldiğini, gıcırdayarak gidiyor tarlalara.
Ver bana sesini ve gömülmüş göğsündeki gücünü,
Walt Whitman, ve yüzünün
ağırbaşlı köklerini ver bana,
bu tekrar kuruluşun şarkısını söyleyebilmem için!
Stalingrad, senin çelik katısı sesin duyulur,
kat kat doğuyor yeniden umut
ortak oturulan bir ev gibi,
ve bir titreme yeniden yürüyüşte,
öğreterek,
şarkı söyleyerek
ve kurarak.
Sudan, taştan ve demirden bir orkestra gibi
kandan dirildi Stalingrad,
ve ekmek yeniden çıkıyor fırınlarda,
ilkbahar görülüyor okullarda, rüzgâr
tırmanıyor yeni yapı iskelelerine, yeni ağaçlara,
sallarken koca Volga demir grisi beşiğini.
Çam ve sedir ağaçlarından yapılmış
yeni kutulardaki
bu kitaplar toparlandı
ölmüş cellatların mezarları üzerinde:
harabeler arasına kurulan bu tiyatrolar
saklıyor işkenceyi ve direnci:
anıtlar gibi ışıklı kitaplar:
her bir kahraman için bir kitap
her bir milimetresi için ölümün,
bu değişmeyen şöhretin her bir çiçek yaprağı için.

Sovyetler Birliği, eğer toplasaydık
senin kavganda akan bütün kanları,
ölmekte olan özgürlük yaşasın diye
bir anne gibi dünyaya sunduğun şeyleri,
o zaman yeni bir okyanus olurdu,
her şeyden daha büyük,
her şeyden daha derin,
bütün ırmakların toplanması gibi canlı,
Araukanya volkanlarının ateşi kadar etkili.
Bu denize daldırın ellerinizi,
dünyanın her tarafından gelen ey insanlar,
sonra kaldırın ellerinizi
ki bu denizde boğasınız unutanı, taciz edeni,
yalan söyleyeni ve kirleteni,
senin kanına tecavüz etmek için
Batı’nın çöplüklerinden
yüzlerce küçük köpekle işbirliği yapanları.
Özgür insanların anası!

Ural çamlarının muhteşem kokusundan
görüyorum Rusya’nın kalbinde
oluşan kütüphaneyi,
sessizliğin çalıştığı laboratuarı,
yeni şehirlere kereste ve şarkı götüren
trenleri görüyorum,
ve bu pelesenkten barış bir nabız daha büyüyor
yeni doğmuş bir göğüs gibi:
kızlar ve güvercinler dönüyor geri bozkıra
ve dalgalanıyor beyazlıkla,
portakallıklar altınla dolup taşıyor:
bugün pazar yeri
her bir şafakla
yeni bir kokuya sahip,
acıların en büyük olduğu
yaylalardan yeni bir koku geliyor:
mühendisler sayılarıyla titretiyor
ovaların haritasını,
ve borular dolanıyor uzun yılanlar gibi
buharlı kışın yeni toprağına.

Eski Kremlin’in üç odasında
Josef Stalin isimli bir adam yaşıyor.
Gece geç saatte sönüyor lambası.
Dünya ve ülkesi rahat vermiyor ona.
Diğer kahramanlar hayat vermişti anayurda,
bunun dışında yaratmak için katkıda bulunuyor,
kurmak ve korumak için anayurdu.
Bu yüzden o muazzam ülkesi onun bir parçası
ve ülke dinlenemediği için dinlenemiyor O da.
Daha önce buldu kar ve barut
onu eski haydutların karşısındayken
orada (tıpkı şimdi olduğu gibi) diriltmek isteniyordu
açlık ve sefalet, kölelerin kaygısı,
milyonlarca yoksulun uyuyan acılarını.
Batı’dan gönderilen “kültür savunucuları”
Wrangel’e ve Denikin’e karşıydı o zaman.
O zaman derileri yüzüldü bunların,
cellatların savunucularının, ve Sovyetler Birliği’nin
engin topraklarınca çalıştı Stalin gece ve gündüz.
Fakat sonra, kurşundan bir dalgayla geldi
Chamberlain’in beslediği Almanlar.
Stalin karşıladı onları o muazzam sınırlar boyunca,
bütün geri çekilişlerinde, bütün saldırılarında,
ve ta Berlin’e kadar geldi oğulları
halktan oluşan bir fırtına gibi
ve getirdi Rusya’nın yayılan barışını.

Molotov ve Voroşilov
oradaydı, görüyorum onları
diğer yüksek generallerle,
kontrol edilemezlerle.
Karla kaplı meşe ormanı gibi sağlamlar.
Hiç birinin sarayı yok.
Hiç birinin yok kendi özel alayları.
Hiç biri zengin olmadı savaşta
satarak kanı.
Hiç biri seyahat etmiyor bir tavus kuşu gibi
Rio de Janerio’ya ya da Bogotá’ya
yönetmek için işkenceyle kirlenmiş satrapları:
hiç birinin yok iki yüz takım elbisesi,
hiç biri sahip değil silah fabrikalarının hisselerine,
fakat hepsi hisse sahibi sevincin
ve ölümün gecesinde ayağa kalkan
şafağı çınlayan bu muazzam ülkenin
dirilişinin hisse sahibi.
Onlar “yoldaş” dediler dünyaya.
Marangozu kral yaptılar.
Hiç bir deve geçmiyor bu iğne deliğinden.
Temizlediler köyleri.
Bölüştüler toprağı.
Yücelttiler köleyi.
Ortadan kaldırdılar dilenciyi.
Yok ettiler zalimi.
Bu muazzam geceye ışık saçtılar.


Bu yüzden sesleniyorum sana, Arkansaslı kız, ya da
neredeyse sana, West Pointli şanslı delikanlı, ya da daha iyisi
sana, Detroitli mekanikçi, ya da en iyisi
sana, New Orleanslı kapıcı, hepinize
konuşuyorum ve söylüyorum ki: sağlam adımlarla ilerleyin,
açın kulaklarınızı bu yüce insanlığa,
ne Dışişleri Bakanlığı’nın şık beylerindenim ben
ne de çeliğin kanlı krallarından,
fakat Amerika’nın en güney bölgesinden bir şairim,
Patagonyalı bir demiryolu işçisinin oğluyum,
And dağı havası gibi Amerikanım,
bakır ve petrol yavaşça dönüşürken
altına uzak krallar için
hapis, işkence ve kaygı bugün ağır basıyor
sürüldüğüm anayurdumdan.
Bir elinde altını
öbür elinde de bombayı ezen
bir put değilsin sen.
Sen, benim gibisin, benim daha önce olduğum şey gibi,
savunmamız gereken şeysin, en temiz Amerika’nın
kardeş yeraltı, sıradan insanlar
caddelerde ve sokaklarda.
Benim kardeşim Juan ayakkabı satıyor,
tıpkı senin biraderin John gibi,
bacım Juana patates soyuyor
tıpkı kuzenin Jane gibi,
ve benim kanım tıpkı senin kanın gibi Peter,
maden işçilerinin ve denizcilerin kanı.

Sen ve ben açacağız kapıları
böylece Ural havası girecek
mürekkepten perdeleri aşarak,
sen ve ben anlatacağız hiddetle:
“Sevgili beyefendi, buraya kadar, geçemezsiniz öteye”.
Çünkü biziz sahibi dünyanın,
ve burada işitmek istemiyoruz
makineli tüfeklerin vızıltısını, fakat bir şarkı olabilir
ve ondan sonra bir şarkı daha ve bir tane daha burada.


Pablo Neruda
"Canto General"den "Que despierte el leñador"