Nijad'ın babasına
Sen dâima önümde o taştan sükûnete
Yaslanmış intibâh-ı samûtunla hilkate
Bir şeyler anlatır gibi, yâhud sorar gibi
Durdukça, ben biraz gücenir râz-ı fıtrate,
Kükrer, ve: «Ey —derim— su ridâ-yi mükevkebi
Örtüp kaçan bu gamlı, felâketli sahneye!
Enzâr-ı rahmetin bizi farketmesin diye
Saklamak istiyorsan, emin ol, bu nâleler
Bir nevk-i âteşin gibi yırtar, deler, geçer
Bî-intihâ fezaları, kat kat semâları;
Tâ'ciz eder celâlini, ey sâni'-i beşer,
Elbet şu muztarib beşerin istikaları...
Elbet şu anne yavrusunun onca pür-zalâm
Mânâ-yi iğtirâbını, bî-tâb-ı intikaam,
Senden sorar; şu nâmına pâmâl-ı gadr olan
Haklar arar senin der-i fazlında pür-emân
Bir mekmen-i huzur u teselli; şu hod-siken
Âbid, şu gırre fikr-i muânnid, şu pür-gümân
Vicdân-ı müncemid bile... Hattâ behîmeden
Pek farkı olmayan şu bedâvet zemininin
Perverdegân-ı gafleti... Hattâ ne hak, ne din,
Hiçbir vazife anlamayan, bilmeyen, fakat
İrsâd-ı hisle gökte bir âguus-ı ma'delet,
Bir kalb-i merhamet sezen âvâreler bile
Âciz kalınca senden umar adi ü tesliyet.
Her hatve bir musâra'a, bir kahr ü gaaile;
Her yol Sırât'a eş: Ne tevakkuf, ne düşmeden
Geçmek ümidi var... Kimi tutsun fakat düşen?
Elbette senden isteyecek her maraz şifâ,
Her kalb ümîd ü neş'e, bütün başlar i'tilâ;
Gözler ziya, düşen tutacak şey, ölen necat.
Her dilde bir terane ve her telde bir sada:
Vahşî bir erganun sesi feryâd-ı kâinat;
Elbet bu yükselip sıkacak asumanını,
Elbette sen yerin bu usanmaz figaanını
Bir gün terahhumen duyacaksın; o gün benim
Her sayha-ı şikâyetin üstünde sîvenim
Dehşetle titreyip soracak: — İşte bî-karâr
Bir heykel-i gubâr ü seb... Ey Rabb-i müntakim,
Mahlûk-ı eşrefin şu oyuncak mı tarumar?
Ey Rabb-i müntakim, bize lazımsa bir vücûd,
Lâzım mı bir cahîm-i sefalet ki bî-hudûd?
Varlık değil bu yokluğa bir rahne-i güzâr...
Elbet bunun da bir yeri var, bir hesabı var
Levhinde; lâkin anlamamak, bilmemek azâb;
İnsân azaba katlanamaz bî-sebeb, sorar,
Elbet sorar bu köhne muammaya bir cevâb...
Elbet şu muhterem baba ulvî Nijâd'ının
Bu sıfr olan hesabını senden arar yarın!»
Tevfik Fikret
Haluk'un Defteri
* Nijad, şair ve yazar Recâizâde Mahmut Ekrem'in (1847-1914) oğludur. Çok genç yaşta veremden ölmüştür. Fikret, şiirini hem bu acı ölümü düşünerek, hem de Mekteb-i Sultânî'den öğretmeni olan Ekrem'in duvara asılı resmine bakarak yazmıştır. Şiirde Tanrıya seslenmekte ve ondan yakınmaktadır.
Günümüz Türkçe'siyle
Sen hep önümde o taştan durgunluğa
Yaslanmış sessizce uyanışınla, yaradılışa
Bir şeyler anlatır yahut sorar gibi
Durdukça, ben biraz gücenip doğanın gizine,
Kükrerim. «Ey —derim— şu yıldızlı perdeyi
Örtüp kaçan bu acıklı, yıkımlı sahneye!
Acıyan gözlerin bizi görmesin diye
Saklanmak istiyorsan, inan ki, bu iniltiler
Ateşli bir ok gibi yırtar, deler, geçer
Sınırsız uzayları, kat kat gökleri;
Dokunur büyüklüğüne, ey insanın yaratıcısı,
Elbet şu üzgün insanların yakınmaları...
Elbet şu anne, yavrusunun koyu karanlıkta
Anlamını yitirince, bitkin, öç alırcasına
Sorar senden; şu adına zalimce çiğnenen
Haklar bir sığınak arar erdem kapında senin
Bir huzur ve avunma yeri arar; şu eğip başını
Tapınan, şu onurlu, inatçı düşünce, şu kuşkulu
Donuk vicdan bile... Hatta hayvanlardan
Pek ayrımı olmayan şu ilkel yerlerin
Gafletle yaşayanları... Ne hak, ne de din hatta,
Hiçbir görevi anlamayan, bilmeyen, ama
Duygunun uyarısıyla gökte bir adalet kucağı,
Acıyacak bir yürek sezen aylaklar bile
Güçsüz kalınca, adalet ve avunma bekler senden.
Her adım bir güreş, bir üzgü ve sıkıntı,
Her yol Sırat Köprüsü gibi: Durmadan, düşmeden
Geçmek umudu var... Ama kimi tutsun düşen?
Elbette senden bekleyecek her hasta şifa,
Her gönül umut ve sevinç, her baş yükseliş;
Gözler ışık, düşen tutamak, ölen kurtuluş.
Her telde bir ses, her dilde bir ezgi:
Yabani bir org sesi evrenin bağırışı sanki;
Elbet bu ses yükselip sıkacak göklerini,
Elbet sen yerin bu usanmaz iniltisini
Bir gün acıyıp duyacaksın; o zaman benim
Her yakınan bağırışın üstüne çıkan ahım
Korkuyla titreyip soracak.- — İşte uçarı,
Tozdan ve geceden bir heykel... Ey Tanrı, .
Şu darmadağın oyuncak mı en şerefli yaratığın?
Ey hınçlı Tanrı, bize bir vücut gerekliyse,
Sınırsız, cehennemlik bir yoksulluk da gerekli mi?
Varlık değil bu, yokluğa açılan bir geçit...
Elbet bunun da bir yeri var, bir hesabı var
Defterinde; ama anlamamak, bilmemek çok acı;
İnsan sebepsiz acıya katlanamaz, sorar,
Elbet arar bu eski bilmeceye bir anahtar...
Elbet su saygıdeğer baba yüce Nijat'ının
Bir sıfır olan hesabını senden sorar yarın!»
Sen dâima önümde o taştan sükûnete
Yaslanmış intibâh-ı samûtunla hilkate
Bir şeyler anlatır gibi, yâhud sorar gibi
Durdukça, ben biraz gücenir râz-ı fıtrate,
Kükrer, ve: «Ey —derim— su ridâ-yi mükevkebi
Örtüp kaçan bu gamlı, felâketli sahneye!
Enzâr-ı rahmetin bizi farketmesin diye
Saklamak istiyorsan, emin ol, bu nâleler
Bir nevk-i âteşin gibi yırtar, deler, geçer
Bî-intihâ fezaları, kat kat semâları;
Tâ'ciz eder celâlini, ey sâni'-i beşer,
Elbet şu muztarib beşerin istikaları...
Elbet şu anne yavrusunun onca pür-zalâm
Mânâ-yi iğtirâbını, bî-tâb-ı intikaam,
Senden sorar; şu nâmına pâmâl-ı gadr olan
Haklar arar senin der-i fazlında pür-emân
Bir mekmen-i huzur u teselli; şu hod-siken
Âbid, şu gırre fikr-i muânnid, şu pür-gümân
Vicdân-ı müncemid bile... Hattâ behîmeden
Pek farkı olmayan şu bedâvet zemininin
Perverdegân-ı gafleti... Hattâ ne hak, ne din,
Hiçbir vazife anlamayan, bilmeyen, fakat
İrsâd-ı hisle gökte bir âguus-ı ma'delet,
Bir kalb-i merhamet sezen âvâreler bile
Âciz kalınca senden umar adi ü tesliyet.
Her hatve bir musâra'a, bir kahr ü gaaile;
Her yol Sırât'a eş: Ne tevakkuf, ne düşmeden
Geçmek ümidi var... Kimi tutsun fakat düşen?
Elbette senden isteyecek her maraz şifâ,
Her kalb ümîd ü neş'e, bütün başlar i'tilâ;
Gözler ziya, düşen tutacak şey, ölen necat.
Her dilde bir terane ve her telde bir sada:
Vahşî bir erganun sesi feryâd-ı kâinat;
Elbet bu yükselip sıkacak asumanını,
Elbette sen yerin bu usanmaz figaanını
Bir gün terahhumen duyacaksın; o gün benim
Her sayha-ı şikâyetin üstünde sîvenim
Dehşetle titreyip soracak: — İşte bî-karâr
Bir heykel-i gubâr ü seb... Ey Rabb-i müntakim,
Mahlûk-ı eşrefin şu oyuncak mı tarumar?
Ey Rabb-i müntakim, bize lazımsa bir vücûd,
Lâzım mı bir cahîm-i sefalet ki bî-hudûd?
Varlık değil bu yokluğa bir rahne-i güzâr...
Elbet bunun da bir yeri var, bir hesabı var
Levhinde; lâkin anlamamak, bilmemek azâb;
İnsân azaba katlanamaz bî-sebeb, sorar,
Elbet sorar bu köhne muammaya bir cevâb...
Elbet şu muhterem baba ulvî Nijâd'ının
Bu sıfr olan hesabını senden arar yarın!»
Tevfik Fikret
Haluk'un Defteri
* Nijad, şair ve yazar Recâizâde Mahmut Ekrem'in (1847-1914) oğludur. Çok genç yaşta veremden ölmüştür. Fikret, şiirini hem bu acı ölümü düşünerek, hem de Mekteb-i Sultânî'den öğretmeni olan Ekrem'in duvara asılı resmine bakarak yazmıştır. Şiirde Tanrıya seslenmekte ve ondan yakınmaktadır.
Günümüz Türkçe'siyle
Sen hep önümde o taştan durgunluğa
Yaslanmış sessizce uyanışınla, yaradılışa
Bir şeyler anlatır yahut sorar gibi
Durdukça, ben biraz gücenip doğanın gizine,
Kükrerim. «Ey —derim— şu yıldızlı perdeyi
Örtüp kaçan bu acıklı, yıkımlı sahneye!
Acıyan gözlerin bizi görmesin diye
Saklanmak istiyorsan, inan ki, bu iniltiler
Ateşli bir ok gibi yırtar, deler, geçer
Sınırsız uzayları, kat kat gökleri;
Dokunur büyüklüğüne, ey insanın yaratıcısı,
Elbet şu üzgün insanların yakınmaları...
Elbet şu anne, yavrusunun koyu karanlıkta
Anlamını yitirince, bitkin, öç alırcasına
Sorar senden; şu adına zalimce çiğnenen
Haklar bir sığınak arar erdem kapında senin
Bir huzur ve avunma yeri arar; şu eğip başını
Tapınan, şu onurlu, inatçı düşünce, şu kuşkulu
Donuk vicdan bile... Hatta hayvanlardan
Pek ayrımı olmayan şu ilkel yerlerin
Gafletle yaşayanları... Ne hak, ne de din hatta,
Hiçbir görevi anlamayan, bilmeyen, ama
Duygunun uyarısıyla gökte bir adalet kucağı,
Acıyacak bir yürek sezen aylaklar bile
Güçsüz kalınca, adalet ve avunma bekler senden.
Her adım bir güreş, bir üzgü ve sıkıntı,
Her yol Sırat Köprüsü gibi: Durmadan, düşmeden
Geçmek umudu var... Ama kimi tutsun düşen?
Elbette senden bekleyecek her hasta şifa,
Her gönül umut ve sevinç, her baş yükseliş;
Gözler ışık, düşen tutamak, ölen kurtuluş.
Her telde bir ses, her dilde bir ezgi:
Yabani bir org sesi evrenin bağırışı sanki;
Elbet bu ses yükselip sıkacak göklerini,
Elbet sen yerin bu usanmaz iniltisini
Bir gün acıyıp duyacaksın; o zaman benim
Her yakınan bağırışın üstüne çıkan ahım
Korkuyla titreyip soracak.- — İşte uçarı,
Tozdan ve geceden bir heykel... Ey Tanrı, .
Şu darmadağın oyuncak mı en şerefli yaratığın?
Ey hınçlı Tanrı, bize bir vücut gerekliyse,
Sınırsız, cehennemlik bir yoksulluk da gerekli mi?
Varlık değil bu, yokluğa açılan bir geçit...
Elbet bunun da bir yeri var, bir hesabı var
Defterinde; ama anlamamak, bilmemek çok acı;
İnsan sebepsiz acıya katlanamaz, sorar,
Elbet arar bu eski bilmeceye bir anahtar...
Elbet su saygıdeğer baba yüce Nijat'ının
Bir sıfır olan hesabını senden sorar yarın!»