Şiir, Sadece: Sığınmacı
Sığınmacı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sığınmacı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Kasım 2014 Cumartesi

Amerika'ya Özgü Kum, Bayramlarla Dolu

Amerika'ya özgü kum, bayramlarla dolu
bitkilenmiş toprak, kızıl sıradağlar,
oğullar, eski fırtınalarla
bölünmüş biraderler,
haydi toplayalım canlı mısır tanelerini
toprağa dökülmeden önce,
ve doğacak olan yeni mısır dinlemeli senin sözünü,
tekrarlamalı senin sözünü mısır bitkisi
ve kendi kendisini de tekrarlamalı.
Gece ve gündüz türkü söylemeli onlar
ısırılmalı ve yutulmalı onlar,
dünyaya taşınmalı onlar
ve birdenbire ağır ağır inmeli sessizliğe,
batmalı taşların altında,
bulmalı gecesel kapıları
ve tekrar yükselmeli yeni doğanlar
bölüştürmek için ve ekmek gibi,
umut gibi, gemilerin rüzgârı gibi
yol göstermek için kendi kendisine.
Mısır bitkisi getirir sana benim türkümü
halkın köklerinden filizlenmiş
doğmak için,
kurmak için, türkü söylemek için
ve yeniden mısır tohumu olmak için,
sayısızca kavgada.

Burada işte benim yitirilmiş ellerim.
Görünmezdir onlar, ne ki
geceleyin görebilirsin onları,
görünmez rüzgâr arasında.
Uzat ellerini bana, görüyorum onları
hırçın kumullar üzerinde
Amerika'ya özgü bizim gecemizde,
ve seçiyorum senin sol elini
ve sağ elini,
savaşmak için kaldırılmış olan el
ve tekrar ekin ekmek için geri dönen el.

Gecede, dünyanın karanlığında
yalnız hissetmiyorum kendimi.
Halkım ben, sayısızca halk.
Sesimde duru bir güç barınır
delik deşik etmek için sessizliği
ve filizlenmek için karanlıkta.
ölüm, şehâdet, gölge ve donsoğuğu
düşer ansızın tohuma.
Ve halk gömülmüş sanırsın.
Ne ki geri döner mısır toprağa.
Amansız kızıl elleri
deldi geçti sessizliği.
ölümden doğulur yeniden hayata.


Pablo Neruda
Sığınmacı (El fugitivo)
Canto General

7 Kasım 2014 Cuma

Başka Bir Sefer, Başka Bir Gece, Gittim Daha Öteye

Başka bir sefer, başka bir gece, gittim daha öteye.
Boyunca kıyı sıradağlarının,
Büyük Okyanus'a doğru geniş ırmaklar boyunca,
ve o zamandan beri geçtim, Valparaiso,
kıvrılan caddelerden, geçitlerden ve sokaklardan.
Vardım bir denizcinin evine.
Oturmuş bekliyordu annesi beni.
'Dünden önce bilmiyordum - dedi - oğlum anlattı
geleceğinizi, ve Neruda adı
bir titreyiş gibi geçti içimden.
Sonra, hangi rahatlığı, hangi ikramı
sunabiliriz ki oğlum? , diye sorduğumda
bizdendir O, yoksuldan yanadır - dedi oğlum -
ne alay eder ne de hor görür
yoksul yaşantımızı, O yüceltir ve
savunur onu sonuna dek. - İyi, dedim, öyleyse.
Bundan böyle sizlerindir de bu ev.'.
Kimse tanımıyordu bu evde beni.
Lekesiz masa-örtüsüne, en derin geceden gelen
kristal kanatlar gibi bana ulaşan
hayat kadar temiz su testisine
ilişti gözüm.
Yaklaştım pencereye: Valparaiso açtı
titreyen binlerce gözkapağını,
gecesel denizhavası sökün etti ağzıma,
tepelerdeki ışıklar,
denizcil ayışığının suda titreyişi,
yeşil elmaslarla süslenmiş
bir krallık gibi karanlık,
hayat gibi bütün bu yeni barış
sunuldu bana.
Baktım: donatılmıştı masa,
ekmek, peçete, şarap, su,
ve nemletti asker gözlerimi
toprak ve merhamet kokusu.

Valparaiso'daki bu pencerede
günler ve geceler geçirdim.
Yeni evimdeki denizciler
denize açılabilmek için
bir gemi aradılar her gün.
öyle çok kandırıldılar ki
peşpeşe.
Ne 'Atonema' alabilirdi onları,
ne de 'Sultana' gemisi.
Açıkladıkları şuydu bana:
Şu ya da bu kaptanın kumar borcunu
ya da fuhuşunu ödediklerinde,
daha çok ödüyordu yalnızca ötekiler.
Her şey çürümüştü
Santiago'daki Saray gibi.
Burada doluyordu
kâhyayla sekreterin cepleri,
yeterince büyük değildi ne ki
Başkan'ın cepleri gibi,
gene de yoksulların iskeletini kemirecek kadar büyüktü.
Musibete uğramış cumhuriyet,
hırpalanmış hırsız çocuğun elleri gibi,
yollarda yalnız uluyan,
polisin adamakıllı ıslattığısın.
Musibete uğramış millet, Gonzales Videla'nın
kabusladığı, sahte oyuncular tarafından
ispiyoncuların kusmuğuna fırlatılmış,
alelâde sokak köşelerinde satılmış,
en son paçavraya bürünmüş.
Zavallı cumhuriyet özkızını satan
ve anayurdunu yaralı, dilsiz ve domuza bağlı
kılarak teslim edenin pençelerinde.
Sonra iki gemici geldi ve çuvallar,
muz ve yiyecek taşımaya gittiler,
bitkin düştüler
dalgaların tuzundan,
denizin ekmeğinden,
yüce gökten.
Benim yalnız günümde çekildi deniz:
izlerken tepelerin yaşayan alazını,
sallanan her evi, Valparaiso'nun
çarpan nabzını:
yayılmış tepeler hayat dolu boyanmış kapılar
firuze, kızıl ve gül renklerine,
dişsiz merdivenler,
alelâde kapıların yığını,
handiyse çökecek kulübeler,
herşeyin üstüne tuzdan ağlarını atan
sis ve duman,
kayaçatlaklarına sımsıkı yapışan
umutsuz ağaçlar,
insana yakışmayan meskenlerin kollarına asılı
ıslak çamaşırlar,
ansızın, kısık ıslık sesi,
işareti gemiye binmenin,
tuzlu suyun sesi,
sisin, tok sesli çatırtının ve fısıltının yarattığı,
denizcil ses,
bütün bunlar sardı işte gövdemi,
bir dünya giyiti gibi,
ve yoksulların bu haşmetli kentinde
oturdum böylece
bu yüce pusta.


Pablo Neruda
Sığınmacı (El fugitivo)
Canto General

1 Kasım 2014 Cumartesi

Bozkırın Üstündeki Güherçilenin Şafağıydı

Bozkırın üstündeki güherçilenin şafağıydı.
Kar beyazı dondurucu bir odası olan
bir gemiyle yola çıkan azotla
titredi gezegen.
Bugün görüyorum iz bırakmadan
Büyük Okyanus'un kumuna açılanlardan
arta kalanları.
Gördüklerime bakın,
altın'dan yağmurun sürüklediği, kasvetli çöp
anayurdumun gırtlağındaki irinden bir kolye gibi.
Bırak izlesin seni, ey gezgin,
Valparaiso'nun göğüne zincirli
bu kımıldatılmaz, delik deşik edici bakış.
Şili'li yaşar
çöp ve Antartik rüzgârı arasında,
acımasız memleketin esmer çocuğu.
Kırılmış camlar, cüzzamlı kireç-pudrası,
yıkılmış duvarlar, çökmüş çatı,
gömülmüş kapı ve balçık taban
güçlükle sarılırlar
dünyanın ince ekmekkabuğuna.
Valparaiso, kirlenmiş gül,
denizin kıstırılmış lâhiti,
yaralama beni dikenli caddelerinle,
rezil sokaklarının tacıyla,
bırak görmeyeyim yoklukla ezilmiş
çocuğu senin ölümlü bataklığında!
Halkıma ağlıyorum bugün
Amerika denen bütün memleketim boyunca,
kemiklerine dek kemirdikleri her şeye,
tatlı, harap edilmiş memelerine
aç köpeklerin işediği
bayağı ve paramparça edilmiş bir tanrıça
gibi köpük içinde bıraktılar seni.


Pablo Neruda
Sığınmacı (El fugitivo)
Canto General

Böylelikle, Bir Geceden Ötekine

Böylelikle, bir geceden ötekine,
Şili topraklarına çökmüş karanlıkla
birlik bu uzun saatte,
dolandım kapıdan kapıya sığınmacı olarak.
öteki alçakgönüllü evler bütün Anayurttaki
her bir saban izindeki eller
bekledi benim adımlarımı.
Geçtin binlerce kez
sana hiç bir söz söylemeyen bu kapının önünden,
bu boyanmamış duvarın önünden,
kurumuş çiçekleriyle bu pencere önünden.
Benim için gizlilikti bu:
benim için vurdu hiddetle,
bulunurdu kömürün bölgesinde,
şehâdetle asitlenmiştir,
Antartik adalar denizinin yakınındaki
kıyı limanlarında bulunurdu,
bulunurdu, bak dinle, belki bu
yüksek sesli caddede, gün ortasında
caddelerin müziği arasında,
ya da öteki pencerelerden ayırt edilemeyen
halk bahçesinin yanındaki
bu pencerede, ve bekler gibi beni
hazır bir tabak çorba
ve masa üstündeki bir yürekle.
Benimdi bütün kapılar,
Söylediği şuydu herkesin: "Benim biraderimdir O,
gösterin ona yolunu bu yoksul evin,"
onca işkenceyle lekelenmiş ülkem
buruk bir şarapüzümü-sıkacağı iken.
Tenekeci-çırağı geldi,
genç kız anneleri,
hantal köylü,
sabuncu, kibar bayan yazar,
umutsuz yazı-dairesine
bir böcek gibi delgiyle tutuşturulmuş
genç adam,
bunların hepsi geldi ve kapıları sakladı
gizli bir işareti, bir kule gibi
gözetlenmiş bir anahtar,
ki çabucak girebileyim diye içeriye
geceleri, akşamları ya da gündüzleri
kimseyi tanımadan söyleyebilmek:
"Birader, biliyorsun elbette kim olduğumu,
sanıyorum beni bekliyorsun."


Pablo Neruda
Sığınmacı (El fugitivo)
Canto General

14 Ekim 2014 Salı

Dağların Penceresi Valparaiso

Dağların penceresi! Valparaiso,
taşın ve halk çığlıklarının dövdüğü
kalay!
Saklandığım yerden benimle birlikte bak
teknelerle süslenmiş gri limana,
ayın aydınlattığı kımıltısız suya,
demirin yerinden oynatılamaz dayanaklarına.
Başka bir uzak zamanda
denizin imarlıydı senin, Valparaiso,
gururluluğun narin tekneleriyle,
buğday çağıltılı beşdireklerle,
güherçilenin elçileriyle,
gelinlik okyanustan geldiler sana
ve doldurdular ambarlarını.
Denizcil gününün yüce uskunaları,
ticaretin haçlı askeri, okyanus gecesiyle
dolmuş sancaklar,
abanoz ve fildişlerinin yumuşak
ışığıyla yüklü, kahve kokularıyla ve
başka ayların altındaki gecelerle
geldi onlar, Valparaiso, senin tehlikeli barışına
ve bürüdüler seni mis kokuya.
'Potosi' gemisi titredi nitratlarıyla
açıldığında denize, balığa ve ok'a,
mavi kabarcığa, seçilmiş balinaya
dünyadaki başka kara limanlara.
Bütün bu Güney'in gecesi katlanmış
yelkenlerin üstünde, kadırganın ağgözündeki
dik meme uçlarının üstünde,
ulaşır teknenin Hanım'ı üstünden
bu dengelenmiş pruvaların yüzlerine,
bütün Valparaiso gecesinde,
dünyanın Antartik gecesinde, indi düze.


Pablo Neruda
Sığınmacı (El fugitivo)
Canto General

27 Eylül 2014 Cumartesi

Daha Önce Onları da Tanımadığım

Daha önce onları da tanımadığım
genç bir çift açtı kapıyı.
Kadın
altın-sarısıydı haziran ayı gibi,
ve derin gözlü bir mühendisti erkek.
Bölüştüm ekmeği ve şarabı
onlarla,
yavaş yavaş
eriştim onların tanınmamış içtenliklerine.
'Ayrılmıştık,
sonsuzcaydı görüş ayrılığımız:
bugün konuklamak için buradayız,
bugün seni bekledik birlikte.'
dediler.
Orada, o küçük evde,
sessizlikten bir kale kurmak için
birleştik.
Uykunun içindeymişim gibi suskundum tüm.
Merkezde, kentin tam da yüreğinde
buldum kendimi, ve neredeyse işitiyordum
adımlarını Hain'in,
benle onları ayıran duvarların ardında
işitiyordum gardiyanların iğrenç seslerini,
gümbürdeyen hırsız kahkahalarını,
anayurdumun hayatına mermilerle birlikte ateşlenmiş
sarhoş hecelerini.
Holger'in ve Poblete'nin geğirtileri
handiyse tırmıklıyordu suskun derimi,
sürtük adımları çiğnedi neredeyse
yüreğimle alevlerini yüreğimin:
Gönderdiler halkımı işkenceye,
kılıcın sağlığını korudum ben.
Ve geceleyin gene, hoşça-kal, İrene,
hoşça-kal, Andres, hoşça-kal, yeni tanışım,
hoşça-kal yapı direklerine, yıldıza,
belki bir hoşçakal da tamamlanmamış yapıya
ki penceremin karşısında dolu gibidir
çizgisel hayaletlerle.
Hoşça-kal her öğle sonrası
gözlerimle hapsettiğim en küçük dağ doruğu,
hoşça-kal her yeni geceyi
şimşek parıltısıyla açan yeşil neon-lambası.


Pablo Neruda
Sığınmacı (El fugitivo)
Canto General

27 Ocak 2014 Pazartesi

Herkese

Herkese, karanlıkta
elimi tutan gecenin suskun
yaratıkları sizlere, sizlere,
sizler ölümsüz ışığın lambaları,
sizler yıldızların örgüsü,
hayatın ekmeği, gizli biraderler,
herkese, Sizlere
söylerim ben: burada olanaklı değil hiç bir sağol,
kimse dolduramaz
temizliğin çömleğini,
Sizlerin suskun değerliliğiniz gibi
yenilmez ilkbaharın sancaklarındaki
bütün güneşi
barındıramaz hiç bir şey.
Düşünüyorum da
yalnızca
ki bütün bu sadeliğe layık olabilecek
şeyi acaba yaptım mı, bir çiçek kadar temizce,
ki ben belki de sizinle biriyim, sizlerden biriyim tıpkı,
bu toprak zerresi, un ve türkü,
bu nereden geldiğini ve nereye bağlı olduğunu bilen
doğal hamur.
Ne uzak bir canım ben
ne de derine gömülmüş bir kristal
ki farkına bile varamazsın, yalnızca
halkım ben, gizlenmiş kapı, kara ekmek,
ve beni ağırlarsan kendini ağırlamışsın demektir,
bu konuk
çokca vuruldu yere
ve çokca
doğdu yeniden.
Her şey, herkes,
tanımadığım herkes, daha önce
bu adı duymamış olanlar, uzun ırmaklarımız
boyunca yaşayanlar,
volkanların eteklerinde, bakırın
kükürt ekşisi gölgesinde, balıkçılar ve köylüler,
mavi renkli yerliler cam gibi kıvılcımlı
göllerin kıyılarında,
yaşlanmış elleriyle pençe yaparken şu anda
beni soran kunduracı,
beni beklediğinizi bilmeyen sizlerden
biriyim ben, övüyorum ve türkülüyorum sizleri.


Pablo Neruda
"Sığınmacı" (El fugitivo), "Canto General"den

1 Temmuz 2013 Pazartesi

Söyle Lanetlenmiş, Nedir Elinden Gelen Rüzgâra Karşı?

Söyle lanetlenmiş, nedir elinden gelen rüzgâra karşı?
Nedir elinden gelen, ey lanetlenmiş,
çiçeklenip filizlenene karşı,
sessizce ve tetikte beni bekleyen ve seni kınayana karşı?
Ey lanetlenmiş, satın aldığın her şey
ihanetinin salkımında sallanır,
ve sürekli yıkamak zorundasın onu parayla.
Ey lanetlenmiş, gönderebilirsin sürgüne,
tutuklayabilirsin ya da işkence edebilirsin
ve tezelden ödeyip
satın alabilirsin pişmanlıkları,
ne ki rahat bir uyku yok sana
kısa namlulu tüfeklerinle çevrilmiş olsan da
ben anayurdumun bağrında
bir sığınmacı olarak yaşadıkça!

Ne de acıklı senin küçük ve uçucu
utkun! Aragon, Ehrenburg,
Eluard, Paris-şairleri,
yürekli yazarları Venezuella'nın
ve diğerleri,
başkaları
ve daha da başkaları benimleyken,
sen lanetlenmiş olansın
Escanilla'yla Cuevas arasında,
Peluchoneaux ile Poblete arasında!
Halkımla yükselmiş merdivenlerde
halkım tarafından saklanmış derin mahzenlerde,
memleketimin toprağında ve onun güvercin-kanatlarında
uyurum ben, düşlerim ben, altını üstüne getiririm tezgahların.


Pablo Neruda
"Sığınmacı" (El fugitivo), "Canto General'den"

5 Haziran 2013 Çarşamba

Şöhretli Denizlerde Yolculuk Ettim

Şöhretli denizlerde yolculuk ettim,
bütün adaların düğün çelenkleri üstünde,
ben kağıdın en büyük denizcisiyim
ve gittim, gittim, gittim
ta en kıyıdaki köpüğe dek,
ne ki senin yoğun, denizcil sevdan
bağlandı yüreğimin limanına.
Sen engin okyanusun
dağlarla zengin
en güzel başışın,
ve senin gökmavisi Kentaros-böğründe
aydınlanıyor oyuncakçıların kırmızı
ve mavi ışıklarıyla senin kenar mahallelerin.
Bir şişe-gemisine yaraşırsın
küçük evlerinle ve 'Latorre'
çarşaf üstündeki bir gri ütü gibi,
bu yüzden değildi sana verilmiş
fırtınayla kırbaçlanmış bir kilisenin dalga-fışkırması
kudretli denizin yabanıl fırtınasından, yeşil vuruşundan
buzul fırlatıcı rüzgârların,
titreyen toprağının şehitliğinden,
yeraltına özgü dehşetten,
bütün denizin yanışı meşalenden
verdi sana gölgeli kayanın büyüklüğünü.
İlân-ı aşk ediyorum sana, Valparaiso
ve geliyorum tekrar oturmak için yol-kavşağında,
sen ve ben yeniden özgür olunca,
sen denizden ve rüzgârdan tacında,
bense nemli, türkü toprağımda.
O zaman göreceğiz nasıl da yükselir
özgürlük, denizle kar'ın arasından.
Valparaiso, yalnız Ece,
Issız Güney-Okyanusu üzerindeki
yalnızlıktaki yalnız,
her bir sarı kaya topluluğunu
tanıdım senin yücelerinde,
senin dalgalanan nabzını duyumsadım,
ruhum sanki dilermişcesine gecenin saatinde
sarmaladı limandan ellerin beni,
ve ansırım hüküm sürdüğünü
ülkenin üstünde su sıçratan mavi alevli parıltısında.
Senin gibisi bulunmaz kumun üstünde,
Güney'in orkinosu, suyun Ecesi.


Pablo Neruda
Sığınmacı (El fugitivo), "Canto General"den

14 Mayıs 2013 Salı

Üzümlerin Sonbaharı Bu

Üzümlerin sonbaharı bu.
Sayısız salkım titreşti.
Beyaz, peçeli salkımlar
yapışıyordu şirin parmaklarına
ve mavi üzümler doldurdu
hafif dolgun memelerini
gizlenmiş yusyuvarlak bir nehirden.
Ev sahibi, cılız yüzlü
bir zanaatkâr, okudu benim için
sararmış toprak kitabından
şafağın günlerini.
Arkadaşlığı tanıyordu meyveyi,
kökün dalını ve ağaca çıplak biçimini
sunan aşılama işini.
Atlarıyla konuşuyordu
büyük çocuklarıymışcasına:
arkasındaydı her zaman
köpekleri ve evdeki beş kedisi,
uysal ve uyuşuk bazıları,
yabanıl ve oynak diğerleri
soğuk şeftali ağaçlarının altında.
Her bir dalı tanıyordu,
her bir yarayı ağaçlardaki,
ve yaslı sesi ders veriyordu bana
atlarını okşarken.


Pablo Neruda
Sığınmacı (El fugitivo) / "Canto General"den