Şiir, Sadece: Tasos Livaditis
Tasos Livaditis etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tasos Livaditis etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Ocak 2015 Cumartesi

Bir Yel Esiyor Dünya Kavşaklarında...

Dondurucu soğuk
bir yel esiyor ülkenin ıssız sokaklarında
rüzgâr tozu dumana katıyor
uçuşuyor sigara izmaritleri bulutlar kağıtlar
sokaklarda koşuşan kimi yayalar
yel esiyor damlarda bacalarda köprü altlarında
yel esiyor hapishane koridorlarını arşınlayan tutukluların
                         çıplak bacaklarında
yel esiyor hastane kapılarında doğum yapan kadınların
                         kanlı göbeklerinde
yel esiyor gecekondularda
yel esiyor meyhanelerde
yel esiyor eski kral sarayında

Savaşta ölenlerin anısına dua



Kürsüler
Bakanların silindir şapkaları
monokl
eldivenler
değerli kürkler
askerler hazırolda
parıldayan kasaturalar ardında
halk küme küme

Suratlar dörtköşe buruşuk
yüzler soğuktan solgun dumandan solgun
kalın güçlü çeneler çürük dişler
gözler kasketler altında kırışık
kıpkırmızı asık

Huzur ver kullarına Tanrı
aleluia
bir yel esiyor
Yarı uykulu bir yaşlı adam
giysisi kirece bulanmış bir inşaat işçisi
çıkmazdayız
Slavlar tehditler savuruyor
savaş
Bakan konuşuyor dikkat
savaş
aleluia
yel esiyor devlet kapılarını aşındıran malul gazilerin koltuk
                              değneklerinde
yel esiyor sokak kenarlarında gitar çalan âmâların
                              çalgılarında
yel esiyor ölülerin kemikleri arasında
Bir kadın sıkıca sarılmış çocuğuna
çocuk acıdan kıvranıyor
kes sesini Bakan konuşuyor
bir ekmek fırını işçisi yere tükürüyor
alçaklar
aleluia
tükürüğü una bulaşıyor maya kabarıyor
yarının ekmeğine hazırlık
alınız yiyiniz
bir yel esiyor


Kanalizasyon beton havagazı işçileri
çöpçüler inşaat mezbaha işçileri
pazarda yeşillik satan kadınlar
koltuk altlarında ellerini ıslatan kızlar
sularda aşınmış kocaman kıpkırmızı eller
Ulusumuz tehlikede…
vatan millet uğruna…
kısa kesmeniz gerekecek ekselans
çaya bekliyorlar bizi
o dertsiz tasasız yerde
bir dilenci taşaklarını karıştırıyor sürekli
Meçhul asker üşümüş donmuş sulu kar altında
bir yaşlı adam ağzındaki kestaneyi çiğniyor
bir fahişe bir Amerikalının kolunda
bir genç kız çocukken okuduğu duaları anımsıyor
"ve dünyada barış"
bir yel esiyor.
Yel esiyor kiliselerin basamaklarında bekleşen dilencilerin
                             avuçlarında
yel esiyor üşümüş donmuş gibi aş ocakları önünde bekleşen
                             insan kuyruklarında
yel esiyor yetimhanelerde genelevlerde çocuk bakımevlerinde
yel esiyor
yel esiyor

– Ulusun güvenliğini korumak durumundayız
– İşçiler işlerinden atılacakmış yarın –şimdi ne olacak
– Yardım elinizi uzatın biz yoksullara
– Mutludur açlar ve susuzlar
– Vatanın özgürlüğü
– Hastaneye götürdüm parasız olmaz dediler
– Silahlanmak zorundayız
– Öldü
– Çakmaklara fitil... çakmaklara fitil
yel esiyor
ne olacak bu halimiz
gelin alın kardeşlerimiz dinamit fitillerimiz de var
Zaman ve de kızılın çopurlaştırdığı suratlar
açlığın iş kazalarının izlerini bıraktığı suratlar
bozuk kirli sakallar uzamış suratlar
yabansı bir gülümsemenin kıskacı arasında kalmış suratlar
kadın memelerini andıran geniş suratlar
örs gibi sert suratlar
Bir kadın memesini çıkarmış yanakları solgun bir bebeği
                              emziriyor
bulutlarla bayraklar birbirine dolanmış
ölüm bir generalin maskesiyle dünya turunda
kara giysilerini yıkıyor kadınlar gözyaşı dökerek
gözyaşı döküyor insanlar sokak köşelerinde tarlalarda
gözyaşı döküyorlar siperlerde hastanelerde iş bulma
                              kurumları kapılarında
gözyaşı gözyaşı
ölümden sonra da yaşayacak gözlerimiz
gözyaşı dökmek için
yel esiyor

Birbirine dolanıyor rüzgârdan sesler yıllar elektrik telleri
bir tütün işçisinin dişleri kasaturalara dolanıyor
sayın Bakan bir siyah köpeğe dolanıyor rüzgârdan
bebeğini emziren kadının memesi yöredeki kilisenin kubbesine dolanıyor
yel esiyor
Kentin camları bulanık kirli
açlıktan kokan nefesimizden
gömülen ölülerimizin ağızları açık
ölülerimiz aç
Eşikte oturan küçük bir kız
babasınını koltuk değneğini bir beze sarmış
taşbebek gibi
ninni söylüyor
ninni ninni
Belimizi büküyor sarayların ağır gölgeleri
yollar nefes nefese koşuşuyor
pencereler kör
bir yel esiyor

Bir loğusa inliyor biçimi bozulmuş gökyüzü altında
kocası yollara düşmüş bir mum dileniyor
yeni doğan çocuğun odasını aydınlatacak
Yeşillik toplayıcı kadınlar tarlalarda
önlüklerine kurşun çürük postal sararmış mektuplar
                              doldurmuşlar
doğurun analar doğurun
karın ağrıları sizin
doğum inlemeleri sizin
parçalayın giysilerinizi sarın bebeklerinizi
koruyun onları soğuktan
doğurun analar doğurun
savaş için yeni ölüler gerek
bir yel esiyor
Yel esiyor hamalların yırtık giysilerinde
yel esiyor işsizlerin donlarında
yel esiyor
yel esiyor halkın öfke dolu yüreklerinde
Bakan elini sallıyor
kapkara gökyüzüne
elleri ihanetin şeklini çiziyor
Haç çıkarıyor bir yaşlı kadın güçlü Tanrım diyerek
Batılıların tanrısı kuşkusuz

Bir çöpçü soğuktan titriyor
dişleri zonkluyor sürekli
öfke dolu bir şarkı mırıldanıyor bu arada
ey efendiler
kimdi sesini yükselten
hiç kimse
yel esiyor
Sebzeciler marangozlar doğramacılar
liman hamalları çamaşırcı kadınlar taş ocakları işçileri
un çuvalları taşıyıcıları
80 kilo her biri
belediye tuvaletlerini temizleyen yaşlı kadınlar
amonyaktan kıpkırmızı olmuş gözleriyle
Rüzgâr uğulduyor sokaklarda caddelerde istasyonlarda
evlerin damları teller kampanalar uğulduyor
uğulduyor gelmekte olan yıllar
İki işçi sessizce konuşuyor
duyulmuyor söyledikleri
insan eli gibi sallanıyor geniş dudakları
darbe indirecekler sanki
Pırıl pırıl bir araba durdu
iki dazlak adam ve bir şişman kadın indi içinden
vatan için özveri gerek
Bankalar boydan boya geniş kaldırımlara uzanmış
avlarını sindiriyor tarih öncesi hayvanları anımsatırcasına

Yaşlı kadın buz gibi havada çıplak yatan meçhul askeri
                              anımsatırcasına
atkısını çıkarıp örtüyor soğuktan titreyen bu çıplak çocuğu
Kütük gibi sert suratlar
balta gibi keskin suratlar
kızıl bakır yeşili kül rengi suratlar
uçsuz bucaksız ufuklar gibi derin sular
dünyayı bir saatte kurabilen
ve bir saniyede yıkabilen eller
taş gibi kaba yazgısı belli suratlar
Bir kömürcünün yüzünde kara gözler
kırmızı tehlike feneri sanki gecenin içinde
bir gün
kozlar paylaşılacak
kim konuştu
kimse
bir yel esiyor
savaş
savaş
–gecenin içinde bir ses
Rüzgâr yaşlı kadının atkısını alıyor
yukarılara çekiyor
yayarak
atkı büyüyor büyüyor
kocaman siyah bir ahtapot gibi
ülkeyi kaplıyor

Yollar tarihler kişiler birbirine dolanıyor rüzgârda
savaş alanlarındaki tozlar sürüklene sürüklene
Avrupa'yı sarıyor giderek
bir yel esiyor tarlalarda limanlarda yollarda
Asya'nın büyük yangınları camlarımıza yansıyan
gecede bir çığlık
S.O.S
S.O.S
tehlike nerede
bir yel esiyor asker ve karanlık dolu trenlerin geçtiği büyük
                             tünellerde
gidiş nere
S.O.S
dünya batıyor
bir yel esiyor tepelerde kavşaklarda kiliselerde
Alman kızları basamaklara oturmuş şarkı söylüyor
                             üç arkadaş
                             yola çıkmış
                             Ren nehrine gitmekti amaçları
Alman gençleri yolda giderken
savaş patladı
şimdi yabancı bir ülkede
toprağın altında çürüyorlar
                             oysa Ren'e gitmek
                             içki içmekti amaçları...
el hareketleri olaylar kanlar birbirine dolanıyor rüzgârdan
yerinden oynatıyor sınırları rüzgâr
özgürlük heykeli devriliyor yerine kocaman bir tahta haç
                             dikiliyor
bulutlar halklar ateşler
allak bullak oluyor
bir yel esiyor
garip bir yel esiyor bu akşam
dünyanın biçimini değiştirerek

Askerler ayaklarını yere vuruyor
ısınmak için
sulu kar akıyor miğferlerinden
Bakandan sonra bir general çıkıyor kürsüye
hail Hitler
ay bağışlayın beni
vatanın özgürlüğü –demek istedim
eldivenler alkışlıyor
çocukların aşınmış paltolarından
sivrilmiş açlıktan çökmüş omuzları gözleniyor
Bir grup genç kız kahkahalar atıyor
bir sarhoşun açık pantolonuna bakarak
Küçük kız sürekli mırıldanıyor
ninni ninni
koltuk değneği uyur mu ki
savaşı anımsıyor sürekli
bir yel esiyor

Katran gibi beton gibi suratlar
çiğnememe eğitimi yapmaktan güçlenen kalın çeneler
süngülerden keskin gözler
dünyayı kurtarmaya hazır eller
öncesiz ve sonrasız
Gürültü yapmayın
sesiz durun
ölüler uyanacak
uyanacağız
yel esiyor küçümsenenlere çıplaklara
Biri yere yıkılmış
kimdir kimdir o
iki polis koşuyor
yok bir şey
bir işsiz
bayılmış
bir yel esiyor
ölmüş olabilir
aleluia
kavşaklar kocaman birer haç gibi toprağa yaslanmış
süngüler pırıl pırıl
insanlar için her şey boş
pis gammaz
kederli yüzler
yel esiyor ne olacak halimiz
aleluia aleluia aleluia

bir sessizlik oldu birden.
Güneş inmeye başladı. Batının alevleri içine
Ve gökyüzü kıpkırmızı. Toprak da kırmızı. Kan gibi.
Ve dünya tümüyle sessiz.
Ve tepelerin ardından yavaş yavaş öne doğru gelen
Büyük karanlık yürüyüş kolları beliriyor.
ovalardan derbentlerden, dağlardan
tüm yollardan geçmeye başlıyor
savaş ölüleri.
Uzun siyah sıralar düzeninde ilerliyor savaşa gidercesine
adımlarını sürerek yalpalayarak
vücutları öne eğik çok yürümekten sanki
uzun süre beklemenin verdiği yorgunluktan olacak.
Topallayarak yavaşça derinlerine doğru gidiyorlar
                              dünyanın.
Dünyada sürekli bir titreyiş ve sonra bir patlama
siyaha çalan yeşil bir el topraktan çıkıyor
çürük parmaklarını gererek.
Ölüler yavaşça ayağa kalkıyor
diğer ölüleri çiğneyerek ilerliyorlar
onlar da sürünerek arkadaşlarına tutunuyorlar ve
                              katılıyorlar yürüyüşe
ve kollar çoğalıyor çoğalıyor milyonlarca ölü.

Ve gökyüzü kızıla boyanıyor dünya yanıyordu sanki.
Siperlerden yeraltı geçitlerinden deliklerden çıkıp geliyorlar
                              sürekli
ovalardaki toplu mezarlardan geçiyorlar
gübre küreklercesine atıldıkları toprağın altından.
Paramparça kanlı çamura bulanmış kaputlarıyla
cam gibi parıldayan faltaşı gibi açılmış gözlerle
süngülendikleri anı anımsatıyor
yüzlerindeki kasılma çıkardıkları çığlık.
Viraneye çevrilmiş savaş alanlarından geliyorlar
yüzleri darmadağın toprakla kaplı
yere düştüklerinde diğerleri üzerine basıp ilerlemişler
ve gün boyunca postallar tekerlekler atlar çiğnemiş sürekli
                              onları
top sesleri ve dumanlar eşliğinde.
Bağırsak oyulmuş parçalanmış çürümüş
nefes almakta güçlük çeken kafalar eğik
ve ağızları yaralı bir delik gibi açık.
Kızıl kocaman güneşin batımında yavaşça
yürüyorlar yürüyorlar.
Kimileri dökülen iç organlarını ellerinde taşıyor
kimileri topraktan sökülmüş haçları taşıyor omuzlarında
                              tüfek gibi
kimileri kemiklerine saplanmış top mermisi parçalarını
kimileri de vücutlarına batmış tel örgülerin parçalarını
                              taşıyorlar
makineli tüfeğin onları tararken ellerine saplanan.

Bombalanmış kentlerden kaçan saçları darmadağın
                              kadınlar
çürümüş memelerine dayadıkları parçalanmış yavrularıyla.
Krematoryumlarda kömür olmuş simsiyah iskeletler
yanık çarpık ağaç köklerini anımsatan
heyecandan bitmek üzere olan.

Yavaşça ilerliyorlar alınlarında kalın yağlı bir ter
yüzlerinden aptalca bir gülümseme beklentisi olmayanlarda
                              görülen
korkunç bir karar alanların gülümsemesine benzer.
Ve ilerliyorlar kıvrılarak çöreklenerek
yer verin yer verin ölülere.
Ve güneş gün batısındaki yarınlara iniyor.


Nereye gidiyorlar
durdurun durdurun bunları
genareller komutlar veriyor
bakanlar ve orospular tir tir titriyorlar
durdurun onları

Yere yuvarlanıyor melon şapkalar
kürkler canlanıyor yeniden kadınların boğazlarını ısırmaya
                             başlıyor
ölülerin korkunç gölgeleri kemiklerini eziyor
bu dayanılmaz gölge tedirgin ediyor yetkilileri
suratlarını buruşturuyorlar sürekli
Asker hücum
subaylar hücum
tüm birlikler tüm silahlarla
hücum.
Gamalı haçlar genarellerin göğüslerine batırıyor dişlerini
korkulu gözleri asfalta dökülüyor örümcekler gibi
ölüleri öldürmek olası mı ekselans
ha - ha - ha
Askerler solgun
ellerindeki silahlar koltuk değneklerine dönüşüyor
daha sonra da mum oluveriyor
sonra yine değişiyor
ve ne silah ne asker görünüyor ortalıkta


Ölüler
               ilerliyor
                                sesizce
kamyonları tankları devirerek
süngüleri trompetleri çiğneyerek

Hücum
ha - ha - ha
Bir kadın inliyor: oğlum diyor
ve bir ölünün ayaklarına kapanıyor
bir taş ocağı işçisi de
ağlamaklı
bir inşaat işçisi katiller
diye bağırıyor
elini kaldırıyor bir taşıyıcı
yumruğu konaklar üzerinde asılı kalıyor
imdat
onlarla birlikte
katiller
oğlum oğlum...
Ve bir yel esiyor yeniden
Ve ilerlemeye başlıyor o halk yığını
kalkan yumruklar bir orman sanki
sonsuz bir uğultu
barış
barış
Ülkelerin kocaman saatleri cızırdayarak iteliyor zamanı
inşaat işçileri iskelelerden iniyor ve yürüyorlar
şoşe yollarını düzenleyenler baltalarını omuzlarına alıyor ve yürüyorlar
barış
barış
Duvarlar evler meydanlar duraklar
bu karanlık kalabalığa bakıyor şaşkınlıkla
dünyayı titreten
ve yeniden yaşatan
maden ocaklarından hendeklerden kanalizasyonlardan
                               geliyorlar
zamanın derinlerinden yol silindirlerine binerek
kulak verin
tarihin nefesini andırıyor çıkardıkları gürültü

Köylüler dirgenleri omuzlarında yürüyorlar
rüzgâr başakların arasında uğulduyor
danaları avlularda meliyor
sopalar baltalar havada
dünyanın bu kocaman gırtlakları
alabildiğine dolduruyor yolları
geliyoruz
yol verin
bir çığ gibiyiz yuvarlandıkça büyüyen
Binlerce nefesten oluşan kocaman bir humma
kilise derinliklerindeki mumlar eriyor sürekli
gökyüzü sarsılıyor hızlı kalp atışlarından
çok uzaklardan geliyoruz
çok uzaklara gidiyoruz
çamur kan dolu yollarda yürüdük
çocuklarımızın kemikleri üzerinde yürüdük
binlerce yıl yürüdük sürekli
geleceğin balta ve asitlerden biçimi değişen suratları
balyozları elinde oyuncak gibi oynatan ve de dünyanın
                              geleceğini
barış

Tren düdükleri
ufuklardan gelen büyük bir gürültü
çan çalıyor binlerce el
çolaklar ağızlarıyla yakalıyor ve çekiyorlar ipleri
kadınlar flamalar gibi kaldırıyorlar yavrularını havaya
yel esiyor saçlarına
yel esiyor saçlarını bayrak gibi sallandırarak
tohum atmak istiyoruz
dokumak istiyoruz
doğurmak istiyoruz
barış
barış
Bir yel esiyor dağılıyor bulutlar
ve bu pejmürde kalabalığın üzerine
bir ışık şelalesi düşüyor birden
ekmeği yoğuran ve ekmekten yoksun olan bizler
kömürü yerden çıkaran ve soğuktan donan bizler
her şeyden yoksun olan bizler
dünyanın egemeni olmak amacını güden bizler
barış
barış
biz emekçiler

Bir yıldırım gibi evlek açıyor yarınlar başkentlerde
genişliyor ülkeler halkaların dirsek dayatmalarından
baltalar gibi iniyor gölgeler saraylara
bir yüksek ateşin nabzıdır duyulan bu gürültü
- geleceğin ta kendisi bugüne doğru geliyor sanki
Âmâlar karanlıkta titrek burun delikleriyle
doğacak yeni güneşi koklamakta
maden ocaklarında gömülen bizler
eriyen madenlerin içine çığlık atarak düşen bizler
barış
barış
sizleri alıp götüren yel
soluklarımızdan körüklerimizden çıkan yeldir
Binlerce insan ilerliyor
asık suratlı
kaba yapılı
kirli
Tanrıya inanmakta güçlük çekerek
yeni kocaman bir Tanrı taşıyarak
kendi güçlerini
dünyanın her yerinde ağlayan bizler
dünyanın tüm kutsal inançlarını lanetleyen bizler
tüm dünya dillerinde şarkı söyleyen bizler
barış
barış

Dünyanın tüm noktalarından yürüyorlar
kalın ayak tabanlarıyla sınırları yıkarak
sert nasırlı elleriyle kızıl ufukta
yeni bir geleceğin şeklini çizerek
Ve yel geliyor peşlerinden
büyük yel izliyor onları
yel geliyor peşlerinden gürül gürül
barış
barış
barış


Tasos Livaditis
Bir Yel Esiyor Dünya Kavşaklarında...