O sıra kavak dallarında türkü söylüyordu gün.
Seni hatırlayınca, efkarlandım ansızın.
Sabah bir ırmaktı, sen delice anadan doğma çıplak.
Irmak geçmiş gibiydi erkek sularından
bu yüzden bir çığlık kopardım ağrılardan.
Kıyabilirdim balıklara ben de
inanmıyordum sazlara, yosunlara.
Sen en çirkin balığın altında da yatabilirdin çünkü
beyaz boynuzlar bitişiyordu alnında.
O sıra kavak dallarında türkü söylüyordu gün.
Seni görmek için sazlar da büyüdü iki karış.
İki cinsten vahşiler geliyordu sana doğru
handiyse akacaktı senin göğsünden iki ak ırmak.
Ne yapabilirdim ki
önünde diz çökmekten başka ne yapabilirdim?
Güçlü bir boğaydım belki, ama sen körpe bir anne
bakıyordum senin iki gözün dumanlı.
Bunlara karşı kaynıyordu kan içimde
ve dönüyordu başım sersemce.
O sıra kavak dallarında türkü söylüyordu gün.
Bacakların güçlüydü atların kaslarından
seziyordum alnımda
iki boğa boynuzunun büyüklüğünü.
Ama doludizgin böyle bir koşucuya nasıl varabilirdim?
Delice bir koşuydu bu sabahtan akşama dek.
Otları yumak yapmış, biçmiştik ekinleri.
Sonra bakıyorduk aydınlığa sonsuzluğu görürüz diye.
Ben tıknaz, kalın enseliydim,
sen süt beyaz, ince, uzun, narin.
Ve gün birdenbire kesti türkü söylemeyi kavak dallarında.
Ve tuhaf şey: Büyüdü ormanlar kökleriyle göklere doğru
kurtun gözlerinde dolu kurt ağrısı vardı
suda balıklar konuşuyorlardı gizlice.
Ve unutma iki gök vardı
deredeydi biri.
Ve her kavak dalının elinde sıcaklık vardı.
Tuhaf, kara, kapkara aylar yüzüyordu göklerde
dudaklarında ateş, ellerinde sıcaklık vardı.
Ve gün kesti türkü söylemeyi kavak dallarında
Gece oldu. Sen yatıyordun çimenler üstünde, çırılçıplak,
ben zayıf, cılız bir delikanlıydım
o iki ak boğa boynuzundan yoksun.
Biliyorum: Sen gençtin
kurtun bile altına yatabilirdin
kamçılayarak sözleri kükreye bilirdin
gene de bıçağa değmezdi ellerin.
Kaçmaktan başka ne yapabilirdim, kaçtım
benimle kalın ağaç gövdeleri de sendeledi
beni izliyordu o korkunç iki göz
senin ya da senin o vahşi kurtunun gözleri.
Branko V. Radiçeviç
Türkçesi: Necati Zekeriya