Yalnız orda yok zorbalık,
zorbalığın olduğu yerde,
yalnız tüfeklerin ağzında,
yalnız hapishanede.
Yalnız sorgu odalarında
yok zorbalık,
ve gecenin içinde bağıran
nöbetçinin sesinde.
Yalnız karanlık ve dumanlı
iddianamede yok o.
yalnız tutuklunun
itiraflarında yok.
Yalnız "suçlu" diye haykıran
yargıcın soğuk yargısında,
yalnız "hazır ol!" da
yok zorbalık
"Ateş!" komutu veren katılıkta,
trampetlerin çalışında yok yalnız,
yalnız bir cesedin mezara
atılış biçiminde yok.
Gizlice aralanmış
kapıların arasında
korkuyla fısıldanan
haberlerde yok yalnız.
Yalnız dudağa götürülen parmakta yok o.
ki "sus!" demek ister.
Daha başka yerlerde de var o,
daha başka yerlerde de.
Hapishane duvarı gibi örülmüş
bir yüzün çizgilerinde yok yalnız,
yalnız parmakların arkasında
acılı, perişan çığlıklarda yok.
Dilsiz gözyaşlarının
sessizliğe eklenen
coşkun selinde yok yalnız,
yalnız irileşmiş gözbebeklerinde yok.
Zorbalık gösterilerde
yok yalnız,
ayakta bağıra çağıra
yaşa'larda, şarkılarda yok.
Yalnız orda yok zorbalık,
zorbalığın olduğu yerde,
yalnız alkış tutan ellerde
yorulmadan hiç.
Zorbalık çocuk yuvalarında,
zorbalık babanın öğütlerinde
Gülümsemelerinde ananın,
verdiği karşılıklarda çocuğun yabancı birine.
Zorbalık dikenli tellerde yok yalnız,
kitapların satırları arasında,
bize dikenli tellerden iyi görünen
ve bizi aptallaştıran sloganlarda.
Veda öpücüğünde bile
var o aslında,
sesinde var kocasına soran kadının:
Ne zaman geleceksin, sevgilim?
Sokaklarda makine gibi tekrarlanan
"Nasılsın? "larda var o,
birden daha da rezilleşen
el sıkışmalarda.
Sevgilinin yüzünde,
buz kesiliveren apansız,
tam şu sıra,
onunla buluşurken.
Sorgularda yok yalnız,
itiraflarda yok yalnız,
şarabın içinde sinek gibi
sarhoşluğunda tatlı sözlerin.
Çünkü sen düşlerinde bile
artık yalnız değilsin,
gelin odasındadır o
belki hazdan daha önce.
İnanma boş yere
sana sahip olduğuna bir kez,
sevdiğini sandığından beri onu
yatıyordun onunla.
Tabaklarda ve bardaklarda o,
burunda ve ağızda,
soğukta ve karanlıkta,
içinde ve dışında senin odanın.
Sanki evin az ötesinde
bir gaz kaçağı varmış gibidir,
dalar gibidir açık pencereden
ağır, pis bir koku.
Konuşurken sen kendi kendinle
odur, zorbalıktır sorguya çeken seni,
özgür değilsin artık
düşünürken bile.
.......................
Konuşur zorbalık
çanların sesinde.
Günah çıkaran papazın ağzında,
vaazlarında papazın,
sökün ederler aynı tiyatroya kol kola
kilise, parlamento ve darağacı.
Gözlerini boş yere açıp kapama,
o durmadan seni gözler,
o hep senin yanında,
hastalık gibi anı gibi.
Bir tümcenin uyumunda gider katar,
sen mahpussun, mahpus,
ister dağda ol, ister denizde,
zorbalıktır soluduğun.
Şimşek çaktı mı bil ki o,
her gürültüde patırtıda o,
beklenmeyen her ölgün ışıltıda,
mide bulantısında bile.
Gücü tükenmişlikte bile o var,
kelepçelerin bezginliğinde bile,
parmaklıkları gökyüzüne dek çıkan
sağnağın çarpışında.
Hücrenin duvarları gibi seni saran
ak karın yağışında var,
köpeğinin gözleri içinden
odur bakan sana.
Her tasarıda hazır o,
senin gelecek günlerinde,
senin güvencelerinde,
tüm davranışlarında hazır,
Hem izlersin, hem yaratırsın onu
yatağında akan ırmak gibi,
hele bir dene menzilinin dışına bakmayı,
o da bakar o saat sana aynada.
Kollar seni, kaçamazsın,
hem gardiyansın, hem tutuklu,
siner kumaşına esvabının,
siner tütünün tadına.
İşler ta iliklerine dek,
daha da derinlere hatta
düşünmek istersin bir şeyler,
onun sözleri gelir aklına.
Bakayım dersin şöyle bir,
görürsün onun gösterdiklerini,
çevrende çoktan kül olmuş gitmiş
tek bir kibritle tutuşan orman,
Ezilip söndürülememiştir
o kibrit atılırken yere,
Bekler zorbalık senin başında,
fabrikada, tarlada, evinde.
Artık bilmezsin yaşamak ne,
et ne, ekmek ne,
istemek ne bir şeyi,
istemek ölesiye.
Böylece olursun kölesi kendi kendinin,
olursun taşıdığı zincirleri döken ocak,
dünyaya getirdiğin çocukları
besler büyütürsün o yesin diye.
Zorbalığın olduğu yerde
her şey zincirin bir halkası,
veba gibi dört yandan sarar seni,
olursun sen de zorbalığın ta kendisi.
zorbalığın olduğu yerde,
yalnız tüfeklerin ağzında,
yalnız hapishanede.
Yalnız sorgu odalarında
yok zorbalık,
ve gecenin içinde bağıran
nöbetçinin sesinde.
Yalnız karanlık ve dumanlı
iddianamede yok o.
yalnız tutuklunun
itiraflarında yok.
Yalnız "suçlu" diye haykıran
yargıcın soğuk yargısında,
yalnız "hazır ol!" da
yok zorbalık
"Ateş!" komutu veren katılıkta,
trampetlerin çalışında yok yalnız,
yalnız bir cesedin mezara
atılış biçiminde yok.
Gizlice aralanmış
kapıların arasında
korkuyla fısıldanan
haberlerde yok yalnız.
Yalnız dudağa götürülen parmakta yok o.
ki "sus!" demek ister.
Daha başka yerlerde de var o,
daha başka yerlerde de.
Hapishane duvarı gibi örülmüş
bir yüzün çizgilerinde yok yalnız,
yalnız parmakların arkasında
acılı, perişan çığlıklarda yok.
Dilsiz gözyaşlarının
sessizliğe eklenen
coşkun selinde yok yalnız,
yalnız irileşmiş gözbebeklerinde yok.
Zorbalık gösterilerde
yok yalnız,
ayakta bağıra çağıra
yaşa'larda, şarkılarda yok.
Yalnız orda yok zorbalık,
zorbalığın olduğu yerde,
yalnız alkış tutan ellerde
yorulmadan hiç.
Zorbalık çocuk yuvalarında,
zorbalık babanın öğütlerinde
Gülümsemelerinde ananın,
verdiği karşılıklarda çocuğun yabancı birine.
Zorbalık dikenli tellerde yok yalnız,
kitapların satırları arasında,
bize dikenli tellerden iyi görünen
ve bizi aptallaştıran sloganlarda.
Veda öpücüğünde bile
var o aslında,
sesinde var kocasına soran kadının:
Ne zaman geleceksin, sevgilim?
Sokaklarda makine gibi tekrarlanan
"Nasılsın? "larda var o,
birden daha da rezilleşen
el sıkışmalarda.
Sevgilinin yüzünde,
buz kesiliveren apansız,
tam şu sıra,
onunla buluşurken.
Sorgularda yok yalnız,
itiraflarda yok yalnız,
şarabın içinde sinek gibi
sarhoşluğunda tatlı sözlerin.
Çünkü sen düşlerinde bile
artık yalnız değilsin,
gelin odasındadır o
belki hazdan daha önce.
İnanma boş yere
sana sahip olduğuna bir kez,
sevdiğini sandığından beri onu
yatıyordun onunla.
Tabaklarda ve bardaklarda o,
burunda ve ağızda,
soğukta ve karanlıkta,
içinde ve dışında senin odanın.
Sanki evin az ötesinde
bir gaz kaçağı varmış gibidir,
dalar gibidir açık pencereden
ağır, pis bir koku.
Konuşurken sen kendi kendinle
odur, zorbalıktır sorguya çeken seni,
özgür değilsin artık
düşünürken bile.
.......................
Konuşur zorbalık
çanların sesinde.
Günah çıkaran papazın ağzında,
vaazlarında papazın,
sökün ederler aynı tiyatroya kol kola
kilise, parlamento ve darağacı.
Gözlerini boş yere açıp kapama,
o durmadan seni gözler,
o hep senin yanında,
hastalık gibi anı gibi.
Bir tümcenin uyumunda gider katar,
sen mahpussun, mahpus,
ister dağda ol, ister denizde,
zorbalıktır soluduğun.
Şimşek çaktı mı bil ki o,
her gürültüde patırtıda o,
beklenmeyen her ölgün ışıltıda,
mide bulantısında bile.
Gücü tükenmişlikte bile o var,
kelepçelerin bezginliğinde bile,
parmaklıkları gökyüzüne dek çıkan
sağnağın çarpışında.
Hücrenin duvarları gibi seni saran
ak karın yağışında var,
köpeğinin gözleri içinden
odur bakan sana.
Her tasarıda hazır o,
senin gelecek günlerinde,
senin güvencelerinde,
tüm davranışlarında hazır,
Hem izlersin, hem yaratırsın onu
yatağında akan ırmak gibi,
hele bir dene menzilinin dışına bakmayı,
o da bakar o saat sana aynada.
Kollar seni, kaçamazsın,
hem gardiyansın, hem tutuklu,
siner kumaşına esvabının,
siner tütünün tadına.
İşler ta iliklerine dek,
daha da derinlere hatta
düşünmek istersin bir şeyler,
onun sözleri gelir aklına.
Bakayım dersin şöyle bir,
görürsün onun gösterdiklerini,
çevrende çoktan kül olmuş gitmiş
tek bir kibritle tutuşan orman,
Ezilip söndürülememiştir
o kibrit atılırken yere,
Bekler zorbalık senin başında,
fabrikada, tarlada, evinde.
Artık bilmezsin yaşamak ne,
et ne, ekmek ne,
istemek ne bir şeyi,
istemek ölesiye.
Böylece olursun kölesi kendi kendinin,
olursun taşıdığı zincirleri döken ocak,
dünyaya getirdiğin çocukları
besler büyütürsün o yesin diye.
Zorbalığın olduğu yerde
her şey zincirin bir halkası,
veba gibi dört yandan sarar seni,
olursun sen de zorbalığın ta kendisi.
Gyula İllyes
Çeviren: A. Kadir - E. Canberk