Şiir, Sadece

14 Aralık 2011 Çarşamba

Dörtlükler XVIII

Hep bir çember, dolanıp durduğumuz! 
Ne önümüz belli, ne sonumuz. 
Kim varsa bilen, çıksın söylesin: 
Nerden geldik? Nereye gidiyoruz? 

 
Bizi bizden alan şaraba gönül verdik; 
Coşup taştık; yerden kopup göklere erdik. 
Tenden bedenden soyunuverdik sonunda 
Topraktan gelmiştik, yine toprağa girdik. 

 
Tepemizde dönüp duran gökler 
Büyücünün fanusu gibidirler: 
Güneş bu fanus içinde lamba, 
Biz de gelip geçen görüntüler. 

 
Bir rint gördüm, binmiş dünya denen kır ata; 
Aldırmıyor dine, islama, şeriata; 
Ne hak dinliyor, ne hakikat, ne marifet: 
Gelmiş mi böylesi kahraman kainata? 

 
Kimi gizlenir, kimselere görünmezsin; 
Kimi renk renk dünyalarda görünür yüzün 
Kendi kendinle sevişmek bu seninki: 
Çünkü seyreden sen, seyredilen de sensin. 

 
Yüzümde pırıl pırıl sevinç gördüğün gün, 
Nice konakları yıkılmıştır gönlümün. 
Dalgıçsan dal gözlerimin denizine, bak: 
Dibinde mahzun bir deniz kızı görürsün. 

 
Seni kuru sofraların softası seni! 
Seni cehenneme kömür olası seni! 
Sen mi Hak' tan rahmet dileyeceksin bana? 
Hakka akıl öğretmek senin haddine mi? 

 
Önce kendine gel, sonra meyhaneye; 
Kalender ol da gir kalenderhaneye. 
Bu yol kendini yenmişlerin yoludur: 
Çiğsen başka bir yere git eğlenmeye. 

 
Şarap içip güzel sevmek mi daha iyi, 
İki yüzlü softaları dinlemek mi? 
Sarhoşla aşık cehenneme gidecekse, 
Kimselerin göreceği yoktur cenneti. 

 
En büyük söz Kuran bile 
Arada bir okunur besmeleyle. 
Kadehteyse öyle bir ayet var ki 
Okur insan her zaman, her yerde. 


Ömer HAYYAM